|
YAKİNİ ARAYAN
Büyük Selçuklu ülkesinde, Bağdat
nizamiyesi ve Nişabur nizamiyesi, iki aydın yıldız gibi
parlıyordu. İlim öğrenmek isteyenler bu iki üniversiteden
birine akın ediyorlardı. Nişabur nizamiyesinin öğretim
reisliği 450-478 yıllık arasında, Ebu’l -Meali İmamü’l
-Haremeyn-i cüveyeni’-deydi. Yüzlerce genç üniversite
öğrencisi, onun tedris çevresinde hazır oluyorlar, yazıyorlar
ve ezberliyorlardı. İmamü’l-Haremeyn’in bütün öğrencileri
arasında, üç heyecanlı ve istidatlı öğrenci, hepsinden daha
çok dikkati çekmiş ve tanınmışlardı.
Muhammed Gazzali’yi Tusi, Keyahrası,
Ahmed ibni Muhammed’i Havafi, İmamü’l-Haremeyn’in, bu üç kişi
hakkındaki sözü, kulaktan kulağa, ağızdan ağıza dolaşıyordu.
“Gazzali dalgalı bir deniz, keya; yırtıcı bir arslan, Havafi
yakıcı bir ateştirler.” Bu üç kişiden Muhammed Gazzali daha
aydın ve daha layık görünüyordu. Bu yüzden, Nişabur’un ilmi
çevrelerinin gözler., o günlerde Muhammed Gazzali’ye
çevriliyordu.
İmamü’l-Haremeyn hicri 478 yılında vefat
etti. Artık kendisine, eş birini tanımayan Gazzali, huzurunda
ilim ve fazilet erbabının toplandığı Selçukluların bilgin
veziri, Hace Nizamülmülk-i Tusi’nin, hizmetine girdi ve onun,
hürmet ve sevgisini kazandı. Sohbet ve münazaralarda bütün
akranları karşısında muzaffer oldu. Bu sırada Bağdat
nizamiyesinin reislik kürsüsü boşalmıştı. Tedrisin
sorumluluğunu üzerine alabilecek layık bir üstad bekliyorlardı.
Tereddüt zamanı değildi. Horasan’dan yeni gelen bu zeki
gençten başka, daha layık bir kimse yoktu. Hicri kameri 484
yılında Gazzali azamet ve heybetle Bağdad’a girdi ve
Nizamiyenin reislik kürsüsüne oturdu.
İlmi ve ruhani makamların en yükseği, o
günlerde oraya gelen Gazzaliydi. Zamanın alimlerinin en büyüğü
ve din merciinin en yükseğiydi. Günlük büyük siyasi meselelere
müdahale ediyordu. Vaktin halifesi Almuktedir billah ve ondan
sonra Almustahzar billah ona hürmet ediyorlardı. Aynı şekilde
İran’ın büyük padişahı Selçuklu Melikşah ve onun bilgin veziri
Hace nizamülmülk-i Tusi de onu seviyor ve saygı
gösteriyorlardı. Gazzali terakkisinin en üst noktasına
ulaşmıştı. Artık elde ettiği makamlardan başka makam
kalmamıştı. Aynı zamanda ilmi ve rehani seyyitliğin de, en
yüksek yerine oturmuş görünüyordu. Başkaları onun makamını
gıbta ediyorlardı. Fakat ruhunda bulunan ve bütün ömrü buyunca
sağa sola yalpalayan yanar bir şule, onun varlık harmanını,
makamını ve ululuğunu bir defada, yaktı. Gazzali’nin bütün
tahsil hayatında, kendi içinde, ondan rahatlık Ya kin ve
tatmin olmak isteyen, gizli bir duygu bulunuyordu. Fakat
akranlarına üstün olma, nam, şöhret ve iftihar kazanma hissi
içindeki o gizli duygunun gelişmesine imkan vermiyordu.
Dünyevi terakkisinin en yüksek noktasına ulaşıp doyunca,
tecessüs ve hakikati arama duygusu başladı. Başkalarını ikna
eden ve susturan tartışma ve istidlallerin, onun kendi
tecessüs ve susuzluğunu ikna edemeyeceği fikri, onda parladı,
Anladı ki öğretmek, öğrenmek, bahis ve istidlal, kafi değildir,
gezmek, dolaşmak sülük , çalışıp çabalamak ve takva lazımdır.
Kendi kendine: “Şarap isminden sarhoşluk, ekmek isminden
tokluk, deva isminden şifa olmuyor, hakikat ve saadet hakkında
konuşmaktan da, rahatlık tatmin ve Ya kin elde edilmiyor.
Hakikat için halis olmak gerek. Bu yer, şöhret ve makam
sevgisiyle uygun değildir.
İçinde tuhaf çekişmeler oldu. Kendisinden
ve Allah ından başka Hiç kimse o dertten haberdar değildi. Bu
keşmekeş aştı ay üzücü bir şekilde devam etti. O kadar
şiddetlendi ki, uyumaktan, yeyip içmekten kesildi ve konuşmaz
oldu. Artık ders vermeye de gücü yoktu. Hastalandı, midesinde
rahatsızlık belirtileri baş gösterdi. Doktorlar muayene
ettiler. ruh hastalığı teşhisi koydular. Çare yolları her
taraftan kapanmıştı. Allah ve gerçekten başka, yardımcı bir
şey yoktu. Allah’tan, kendisine yardım etmesini, ve bu değildi.
Bir taraftan o gizli şiddetle faaliyet ediyor, diğer taraftan
ise o ululuk, azamet, ihtiram ve sevilme hissi, kendisini
belli ediyordu. Göz yummak zor görünüyordu. Nihayet, bir
gözünden düştüğünü hissetti. Nihayet, bir süre sonra, bütün o
makam ve ululuğun, gözünden düştüğünü hissetti. Makamına göz
yummaya karar verdi. Fakat halkın ona engel olmasından
korktuğu için, niyetini izhar etmedi. Mekke yolculuğu
bahanesiyle Bağdat’tan çıktı. Bağdat’tan bir miktar
uzlaştıktan sonra, onu uğurlayanların, hepsi geri döndüler.
Biraz sonra Gazzali, yolunu Şam ve Beytülmukaddes’e doğru
cevirdi. Birisi onu tanımasın ve rahatsız etmesin diye,
dervişlerin elbisesine büründü. İstediği, içindeki yakın ve
rahatlığı buluncaya kadar gezdi, dolaştı. Onun düşünce, halvet
ve riyazeti on yıl sürdü.
[1] [2] [3] [4] [5] [6] [7] [8] [9] [10] [11] [12] [13] [14] [15] [16] [17] [18] [19] [20] [21] [22] [23] [24] [25] [26] [27] [28] [29] [30] [31] [32] [33] [34] [35] [36] [37] [38] [39] [40] [41] [42] [43] [44] [45] [46] [47] [48] [49] [50] [51] [52] [53] [54] [55] [56] [57] [58] [59] [60] [61] [62] [63] [64] [65] [66] [67] [68] [69] [70] [71] [72] [73] [74] [75] [76]
|
|