TAİF
YOLCULUĞUNUN SEMERESİ
Resul-i Ekrem (s.a.a)’in amcası Ebu Talib
ve hazretin şefkatli eşi Hatice bir kaç gün arayla dünyadan
göçtüler. Resul-i Ekrem (s.a.a) böylece, evinin dışında en iyi
yardımcısı ve müdafilerinden olan Ebu Talib’i, evinin içinde
ise en iyi teselli kaynağı ve dostu, Haticeyi kısa bir arayla
kaybetti.
Resul-i Ekrem (s.a.a)’e güç gelen Ebu
Talib’in vefatı, Kureyş’in incitme elini daha da açtı. Ebu
Talib’in vefatından, bir kaç gün geçmemişti ki, Resul-i Ekrem
(s.a.a) bir sokaktan geçerken çöple dolu bir kutuyu başına
boşalttılar. Toprağa bulanmış olarak evine döndü. Hazretin
kızlarından biri (En küçük kızı Fatıma selamullahi aleyha)
yanına geldi. Babasının başını ve saçını yıkadı. Resul-i Ekrem
(s.a.a) aziz kızının gözlerinden yaş geldiğini görünce
“Kızcağızım, ağlama ve üzülme, baban yalnız değil, Allah onun
müdafiiydi” buyurdu.
Bu olaydan sonra yalnız başına, Mekke’den
dışarı çıktı. Sakif kabilesini, irşad ve davet için, Mekke’nin
güneyinde olan ve Mekke zenginlerinin eğlence yeri olan,
iklimi ve güzelliğiyle meşhur, Taif şehrine doğru yola çıktı.
Bu iş, Taif halkının, fazla hoşuna
gitmedi.O güzel şehrin halkı da, Mekkelilerle, aynı ruh
yapısına sahiptiler. Mekke’ye komşu olarak, putlarının
sayesinde, müreffey bir hayat yaşıyorlardı.
Fakat Resul-i .Ekrem (s.a.a) ye’s ve
ümitsizliğe kapılan ve müşkülattan korkan kişilerden değildi.
O istidatlı bir elemanı, kendisine çekmek ve onun gönlünü
almak için, en büyük zorluklarla karşılaşmaya hazırdı.
Taif’e girdi. Taif halkından da daha önce
Mekkelilerden duyduğu sözleri işitti. Biri “Allah’ın dünyada
senden başka seçeceği bir kul yokmuydu?” dedi. Diğer biri
“Eğer sen Allah peygamberiysen, Kabe’nin örtüsünü, çalmış
olayım” dedi. Üçüncüsü “Ben seninle konuşacak kimse değilim”
dedi ve bunun kabilinden sözler.
Yalnız hazretin islama davetini kabul
etmemekle kalmadılar, hatt kenarda köşede bir kaç kişinin
peyda olup onun sözlerine kulak vermelerinden korkarak bir
çocuk ve ayak takımından olan bir kaç kişiyi, hazreti,
Taif’ten kovmaları için, kışkırttılar. Onlar da küfredip taş
atarak onu kovaladılar. Resul-i Ekrem (s.a.a) güçlükler ve pek
çok yaralar arasında, Taif’ten uzaklaştı. Kureyş’in
zenginlerinden olan Atabe ve Şibe’nin, Taif dışındaki bağına
geldi. Tesadüfen onlar da oradaydı. Bu iki kişi uzaktan
peygamberin halini görmüşler ve bu olaya gönülden
sevinmişlerdi.
Çocuklar ve ayak takımı kimseler artık
geri döndüler. Resul-i Ekrem (s.a.a), Atabe ve Şibe’den uzakta
bir üzüm dalının gölgesine bir müddet istirahat etmek için
oturdu. Yalnızdı, kendisi ve Allah’ı vardı. Yüzünü Allah’ın
dergahına çevirdi ve dedi: Ey Allah’ım, zayıf ve güçsüzüm.
Çare yolları kapandı, halkın alay ve istihzasını sana şikayet
ediyorum. Ey şefkatlilerin en şefkatlısı, itibarsız ve
madunların Allah’ı, senin. Sensin benim Allahım. Beni kime
bırakıyorsun? Bana kaş çatan, bir yabancıyı veya düşmanı, bana
üstün tutar mısın? Ey Allahım, başıma gelen şeyler, benim buna
müstahak olmam ve bana kızmandan değise korkum yok. Fakat
selamet ve sıhhat meydanı bana genişse, karanlıkların seninle
aydınlandığı, dünya ve ahiret işlerinin seninle yürüdüğü
zatının ışığına sığınırım. Bana kızdığın ya da azap verdiğin
zaman, onlara hoşnuttum, taki sen, benden hoşnut oluncaya
kadar. Senden ve senin vesilenden başka dünyada, ne bir dönüş,
ne bir değişiklik ne de bir güç vardır.
Resul-i Ekrem (s.a.a)’ın bu yenik
halinden memnun olan Atabe ve Şife, akrabalık hissiyle ve
yakınlık mülahazasıyla, yanlarında gelen hıristiyan köle
Addas’a bir tabak üzüm doldurmasını ve orada, bir üzüm dalının
gölgesinde oturmuş olan adamın yanına bırakmasını ve hemen
dönmesini emrettiler.
Addas üzümleri getirdi, bıraktı ve “ye”
dedi. Resul-i Ekrem (s.a.a) elini uzattı bir üzüm tanesini
ağzına götürmeden önce, Bismillah kelimesini söyledi. Bu
kelime o güne kadar Addas’ın kulağına gelmemişti. İlk defa onu
işitiyordu. Resul-i Ekrem (s.a.a)’in yüzüne dikkatle baktı ve
“bu kelime, bu bölge halkınca kullanılmıyor, bu nasıl bir
cümledir?” dedi.
Resul-i Ekrem (s.a.a) -Addas nerelisin?
Hangi dindensin?
-
Neynevalıyım ve hiristiyanım.
-
Neynevalı mısın?!Allah!ın salih kulu olan Yunus
bin Metta’nın şehrinden mi?
-
Tuhaf, sen burada ve bu halkın arasında nereden
Yunus bir Mettanın ismini biliyorsun? Neyneva’da, orada
bulunduğum vakitlerde, Yunus’un babası, Metta’nın ismini bilen,
on kişi dahi yoktu.
-
Yunus kardeşimdir. O Allah elçisiydi. Ben de
Allah’ın peygamberiyim.
Atabe ve Şife, Addas’ı oturmuş ve
konuşmakla meşgul görünce içleri eridi. Çünkü Resul-i Ekrem (s.a.a)
konuşmaktan, her şeyden daha çok korkarlardı. Addas’ı çökmüş,
Allah elçisinin elini ayağını öperken gördüklerinde,
birbirlerine “Gördün mü, zavallı köleyi harap etti?” dediler.
[1] [2] [3] [4] [5] [6] [7] [8] [9] [10] [11] [12] [13] [14] [15] [16] [17] [18] [19] [20] [21] [22] [23] [24] [25] [26] [27] [28] [29] [30] [31] [32] [33] [34] [35] [36] [37] [38] [39] [40] [41] [42] [43] [44] [45] [46] [47] [48] [49] [50] [51] [52] [53] [54] [55] [56] [57] [58] [59] [60] [61] [62] [63] [64] [65] [66] [67] [68] [69] [70] [71] [72] [73] [74] [75] [76]
|