HAKİKATI ARARKEN
Hakikat ve ilmi arama sevdası Unvanı
Basri’ye rahat vermiyordu. Mesafeler katetti ve islami yetin
yayılış merkezi fıkıh ve hadisçilerin toplandığı yer olan
Medine’ye geldi. Medine’nin tanınmış fıkıh ve hadisçisi Malik
Bin Enes’in huzuruna çıktı.
Malik’in huzurunda, her zaman olduğu gibi,
Resul-i Ekrem (s.a.a)’den hadis rivayet edilerek zapt
ediliyordu. Unvan’i Basri de Malik’in diğer öğrencileri
arasına geçip el ele verip hadis cümlelerini zapt etmek ve
onların senetlerini yani hadisleri rivayet eden kimselerin
adlarını ezberlemek meşgul oldu. Belki böylelikle içindeki
susuzluğu bastırabilirdi.
O sıralarda İmam Sadık (a.s) Medine’de
değildi. Hazret Medine’ye döndükten bir müddet sonra Malik’in
öğrencileri arasında bulunan Basri imamın yanında öğrencilik
yapmaya karar verdi. Fakat imam Basrı’nın şevk ateşini daha da
kuvvetlendirmek için ondan kaçındı, bir gün ona “Ben
meşguliyeti olan bir adamım, gece gündüz, saatlerim zikir ve
diğer işlere geçiyor. Vaktimi alma ve rahatsız etme, yine de
önceki gibi, Malik’in ders meclisine git.” buyurdu. Bu, açıkça
bir rem cevabıydı. Ve balyoz gibi Basri’nin beynine indi,
kızdı ve kendi kendine; “eğer bende bir ışık, istidat ve
kabiliyet görseydi, beni kendisinden uzaklaştırmazdı” dedi.
Üzgün üzgün peygamberin mescidine girdi, selam verdi, sonra
binlerce gam ve kederle evine döndü.
Ertesi gün evden çıktı ve doğruca
peygamberin gübresine gitti. İki rek’at namaz kıldı, Allah’ın
dergahına yüzünü çevirdi ve şöyle dedi: “Ey Allahım sen bütün
gönüllerin malikisin. Senden, Cafer İbni Muhammed (a.s)’in
bana şefkatli olmasını, beni onun iyiliğine kavuşturmanı,
senin yolunu göstermek için, onun ilminden, beni de
nasiplendirmeni istiyorum.” Bu namaz ve duadan sonra hiç bir
yere gitmeden doğruca evine döndü. Saatten saate, İmam Sadık (a.s)’a
olan alaka ve sevgisinin arttığını hissediyordu. Ve aynı
zamanda kendi terk edilmişliğinden çok rahatsız oluyordu.
Evinin köşesinden haps olup, namaz farizasını eda etmekten
başka, bir çare yoktu, bir taraftan imam ona “artık beni
rahatsız etme” demişti. Diğer taraftanda içindeki istek ve aşk
o kadar coşmuştu ki, kendisine tek matlub ve sevgiliden başka,
birşey bulamıyordu. Üzüntü ve sıkıntısı daha da arttı. Takati
son haddine geldi. Artık bundan fazla sabredemezdi. Ayakkabı
ve elbisesini giyip İmamdın evine gitti. Hizmetçi geldi. “Ne
işin var?” diye sordu.
-
Hiç, imam’a selam vermek istedim.
-
İmam namazla meşgul, biraz sabret.
Uzun sürmedi ki hizmetçi geldi ve
“Bismillah, buyurunuz” dedi.
Ünvan eve girdi gözü İmam’a ilişti ve
selam verdi. İmam selama cevaben, bir duayla ona karşılık
verdi. Sonra “künyen ne?” diye sordu.
-
Ebu Abdullah.
-
Allah bu künyeni korusun ve başarına yardım
etsin.
Bu duayı işitmek ona ferahlık ve sevinç
verdi. Kendi kendine “bu mülakatta bu duadan başka nasibim
olmasa da, bana kafidir” dedi Sonra İmam “Peki ne işin var? Ne
istiyorsun?” dedi.
-
Allah’tan, bana şefkatli olmanızı ve ilminizden
faydalanmayı duamı, istedim Allah’ın, sizin hakkınızdaki duamı,
kabul edeceğinden ümitliyim”
-
Ey Ebu Abdullah, Allah’tan marifet ve yakın şğ
istemek, gidip gelmekle, orada burada olmakla, şunun bunun
yanına gitmekle elde edilmez. Başka birisi, bu ışığı sana
veremez. Bu, dersle verilen bir ilim, değildir. Allah’ın bir
kulunu hidayet edeceği zaman, gönlüne erdem vereceği bir
ışıktır. Eğer böyle bilgi ve ışık istiyorsan kulluk hakikatını
ruhunun içinde ara ve kendinden bu ilmi, amel yoluyla iste,
Allah’tan iste, o senin gönlüne bırakır...
[1] [2] [3] [4] [5] [6] [7] [8] [9] [10] [11] [12] [13] [14] [15] [16] [17] [18] [19] [20] [21] [22] [23] [24] [25] [26] [27] [28] [29] [30] [31] [32] [33] [34] [35] [36] [37] [38] [39] [40] [41] [42] [43] [44] [45] [46] [47] [48] [49] [50] [51] [52] [53] [54] [55] [56] [57] [58] [59] [60] [61] [62] [63] [64] [65] [66] [67] [68] [69] [70] [71] [72] [73] [74] [75] [76]