HİŞAM VE FARAZDAK
Vilayet makamında bulunan Hişam bin
Abdülmelik, Emevi hükümetinin kudretinin zirveye ulaştığı,
ikinci asrın aylarından birinin, onuncu gününde, ne kadar
telaş ettiyse Kabe’yi tavaftan sonra Hacer’ül Esved’e ulaşıp
elini ona sürmeyi başaramadı. Bütün halk, ihram elbisesi olan
bir çeşit sade elbise giyinmişlerdi. Dillerinde de, Allah’ın
zikrinden tek bir söz vardı. Bir iş yapıyorlardı. Öyle temiz
hislere boğulmuşlardı ki, Hişam’ın dünyevi şahsiyetini ve
içtimai makamını düşünemiyorlardı. Ona hürmetini koruyan,
Şam’dan beraberinde getirdiği şahısların, hac işinin manevi
azameti ve yüceliği karşısında çaresiz kaldıkları göze
batıyordu. Hişam ne ettiyse de Hacer’ül Esved’e ulaşıp, hac
amellerine göre ona dokunmaya, izdiham nedeniyle kavuşmadı.
Çaresiz döndü. Yüksek bir yerde onun için kürsü koydular. O
kürsünün üstünden topluluğu seyretmeye başladı. Onunla beraber
gelen Şamlılar, onu bırakıp izdihamı seyretmeye başladılar.
Bu arada,simasından takva ehli oluğu
anlaşılan bir adam ortaya çıktı. Onun da herkes gibi sade bir
elbisesinden başka bir şeyi yoktu. Allah’a ibadet ve kulluk
izleri yüzünde görünüyordu. Önce gidip Kabe’yi tavaf etti
sonra rahat kıyafetle ve mutmain adımlarıyla Haceraül Esved’e
geldi. Bütün bu izdihama rağmen topluluk onu görünce hemen yol
verirdiler. Ve o, Hacerül Esved’e yaklaştı. Vilayet makamında
bulunan bir kimsenin, o heybet ve şanına rağmen, siyah taşa
yaklaşamadığına karşılık bu manzarayı gören Şamlıların,
gözleri karardı ve hayret ettiler. Hişam’ın yanında
bulunanlardan biri “bu şahıs kimdir?” diye sordu. Bu şahsın
Ali ibni’l-Hüseyn Zeyn’ül abidin (a.s)olduğunu iyi bilen Hişam,
tanımam azlıktan geldi ve “tanımıyorum” dedi. O zamanlar
kılıcından kan damlayan Hişam’ın korkusundan, kim onu
tanıtabilirdi! Bu arada Farazdak diye tanınan, Human bin Galib
adlı usta ve güçlü arap şairi, mesleği ve özel işi gereğince,
herkesten daha çok Hişam’a, hürmet ve saygısını, koruması
gerekiyordu. Fakat vicdanı öyle tahrik oldu ve duyguları
öylesine coştu ki, hemen “fakat ben onu tanıyorum” dedi ve
sade bir tanıtmayla yetindi. Yüksek bir yerde durdu. O denizin
dalgalandığı gibi, şair ruhunun heyacan dolu duygularıyla
birlikte, fazla düşünmeden meydana getirdiği ve arap
edebiyatının şahaserlerinden biri olan parlak bir kasideyi
okudu. Şiirde şöyle dedi:
Bu kişi öyle bir kişidir ki Batha
vadisinin bütün taşları bile onu tanır. Bu Kabe onu tanır.
Haremin iç ve dışı da onu tanır. Bu oğul Allah’ın kullarının
en iyisidir. Budur o temiz meşhur dindar.
Sen onu tanımıyorum diyorsun bu ona bir
zarar vermez. Senin onu tanımadığını farz etsek de Arap ve
acem onu tanır.
Hişam, bu kaside ve bu beyanı işitince
hışmı ve gazabından ateşlendi. Farazdak’ın Beyt’ülmal’den
aldığı aylığını kestirdi, ve Mekke’yle Medine arasındaki
Asfan’da hapsettirdi. Fakat Farazdak akidesini göstermekteki
cesareti neticesinde başına gelen bu olaya önem vermedi. Ne
hakkının yenilip gelirinin kesilmesine önem verdi ne de
zindana girmeyi. Aynı zamanda, zindanda Hişam’ı hicv ve tenkid
edici parlak şiirler inşa etmekten çekinmedi.
Ali ibni’l-Hüseyin (a.s) Farazdak’ın
gelir yolları kapandığı için, zindana bir miktar para gönderdi.
Farazdak onu kabul etmedi ve: “Ben o kasideyi yalnız Allah’a
olan akide ve imanım için inşa ettim, onun karşılığında para
almak istemiyorum” dedi. Ali ibni’l-Hüseyin (a.s) parayı
ikinci defa Farazdak’a gönderdi ve ona “Allah senin niyet ve
maksadından haberdardır ve seni aynı niyetle
mükafatlandıracaktır. Eğer bu yardımı kabul edersen ecrin ve
ödülün Allah katında ziyan olmaz” diye haber verdi ve
Farazdak’a o yardımı kabul etmesi için, yemin ettirdi.
Farazdak da kabul etti.
[1] [2] [3] [4] [5] [6] [7] [8] [9] [10] [11] [12] [13] [14] [15] [16] [17] [18] [19] [20] [21] [22] [23] [24] [25] [26] [27] [28] [29] [30] [31] [32] [33] [34] [35] [36] [37] [38] [39] [40] [41] [42] [43] [44] [45] [46] [47] [48] [49] [50] [51] [52] [53] [54] [55] [56] [57] [58] [59] [60] [61] [62] [63] [64] [65] [66] [67] [68] [69] [70] [71] [72] [73] [74] [75] [76]