GÖÇEBE ARAP VE RESÜL-İ
EKREM (s.a.a)
Yabani bir çöl Arab’ı, Medine’ye girdi ve
direk olarak Allah’ın elçisinden (gümüş ve altın) almak için
Mescide geldi. İçeriye girdiği zaman Resül-i Ekrem (s.a.a)
ashabı ve dostlarının kalabalığı arasındaydı, hacetini
açıkladı ve bir bağış istedi. Resül-i Ekrem (s.a.a) ona bir
şey verdi. Fakat o, kani olmayarak onu az buldu bunun üzerine
çirkin ve uygunsuz sözler söyleyerek Allah’ın elçisine
küstahlık etti, ashap ve dostlar çok öfkelendiler; neredeyse
onu linç edeceklerdi fakat Allah’ın elçisi buna engel oldu.
Resul-i Ekrem(s.a.a), sonra onu eve
götürerek bir yardımda bulundu. Bu arada Arap, Resül-i Ekrem (s.a.a)’in
durumunun, şimdiye kadar gördüğü reis ve devlet adamlarının
durumuna benzemediği, onda mal ve mülkün toplanmamış olduğuna
yakından şahid oldu.
Göçebe arap razı oldu ve teşekkür etti. O
zaman Resül-i Ekrem (s.a.a) ona şöyle buyurdu: “Camide ashabın
ve dostlarımın öfkelenmesine sebep olan çirkin ve uygunsuz
sözler söyledin. Onlardan sana zarar gelmesinden korkuyorum.
Fakat şimdi yanımda teşekkür edici cümle söyledin, acaba aynı
cümleyi, sana olan öfkelerinin ve rahatsızlıklarının aradan
kalkması için cemaatin huzurunda söylemen mümkün müdür? Arap,
“bir sakıncası yok” dedi.
Ertesi gün Arap, mescide geldiğinde
oradaydılar. Resül-i Ekrem (s.a.a) cemaate döndü ve buyurdu:
“Bu adam bizden razı olduğunu söylüyor. Öyle mi? Arap: öyle
dedi. Peygamberle yalnız olduğu zaman söylediği teşekkür
cümlesini tekrar etti. Allah elçisinin ashabı ve dostları
gülümsediler.
O zaman Resül-i Ekrem (s.a.a), cemaate
dönerek şöyle buyurdu: “Ben ve bu gibi adamların misali,
devesi ürküpte kaçmakta olan bir adamın misaline benzer. Olayı
görenler deve sahibine yardım etmek tasavvuruyla bağırarak
devenin arkasından koşarlar. Bunu gören deve, daha çok ürküp
daha çok kaçar. Devenin sahibi halka bağırarak: “Kimsenin
deveme bir şey yapmasını istemiyorum” der, “devemi hangi yolla
terbiye edeceğimi kendim daha iyi bilirim.”
Halk takibi bırakınca, adam gider, bir
avuç ot alarak geri döner, sonra yavaş yavaş devenin önüne
gelir, böylece, bağırmadan, koşmadan otu göstererek yavaş
yavaş devesinin yanına sokulur ve devesinin yularını ele
geçirir.
“Eğer dün sizi serbest bıraksaydım,
şüphesiz ki bu bedbaht Arap öldürülürdü -ve ne kötü halde
öldürülmüş olurdu! Kafir ve putperestlik halinde -fakat size
mani oldum ve bizzat yumuşaklıkla onu terbiye ettim”.
[1] [2] [3] [4] [5] [6] [7] [8] [9] [10] [11] [12] [13] [14] [15] [16] [17] [18] [19] [20] [21] [22] [23] [24] [25] [26] [27] [28] [29] [30] [31] [32] [33] [34] [35] [36] [37] [38] [39] [40] [41] [42] [43] [44] [45] [46] [47] [48] [49] [50] [51] [52] [53] [54] [55] [56] [57] [58] [59] [60] [61] [62] [63] [64] [65] [66] [67] [68] [69] [70] [71] [72] [73] [74] [75] [76]
|