Bismillahirrahmanirrahim
HZ. ZEYNEB’İN
(S.A) ŞAHSİYETİ VE FAZİLETLERİ
Musa AYDIN
Kerbela denilince Hz. İmam
Hüseyin’den (a.s) sonra ilk akla gelen isim, hiç
kuşkusuz Hz. Zeynep’tir. Elbette, bu Zehra ve Ali
yadigârının Kerbela’daki eşsiz rolü, hayatının
diğer sahalarını gölge altında bıraktığı için
hayatının Kerbela faciasından öncesi çok fazla
gündeme gelmemektedir. Oysa onu Zeynep yapan ve
Kerbela’daki müstesna rolüne hazırlayan etkenler
ve kısacası taşıdığı faziletler de fevkalade
önemlidir ve bizler için, özellikle de
kadınlarımız için her karesi birer ders niteliği
taşımaktadır.
Bu yazının gayesi tarihin en
müstesna birkaç kadınından birisi olan o yüce
şahsiyetin faziletleri hakkında kısa da olsa bazı
noktalara işaret etmektir. İnşaallah ki hepimiz
için bir ibret vesilesi olur ve bizleri mahşeri
Kubra’da onun ve annesi Zehra-yı Merziye’nin (a.s)
şefaatine nail olanlardan kılar.
Fakat önce Hz. Zeyneb’in hayatını
birkaç satırda özetlemek istiyoruz.
Meşhur kavle göre Hicretin 5. senesinde, 5
Cemaziyelevvel'de Medine'de dünyaya geldi. Hz.
Zeynep, hayatını hicretin 17. senesinde
amcazadesi Abdullah b. Cafer (Cafer-i Tayyar'ın
oğlu) ile birleştirdi ve ondan Muhammed, Avn, Ali
ve Ümmü Kulsum adlarında dört çocuk dünyaya
getirdi. Muhammed ve Avn, Kerbela faciasında İmam
Hüseyin'le birlikte şehit edildiler. Eşi Abdullah
b. Cafer'in o sıralar 72 yaşlarında olduğu ve
yaşlılığı ve rahatsızlığından dolayı Hüseynîlere
katılamadığı rivayet edilmiştir.
Hz. Zeynep, evlenmeden önce nikah
akdinde "İmam Hüseyin'den ayrı kalmaya
dayanamadığı için o nerede olursa kendisinin de
onunla olması gerektiğine dair Abdullah'a bir şart
koşmuş, o da bu şartı kabul ettikten sonra onunla
evlenmişti.
Kardeşleri İmam Hasan ve İmam
Hüseyin'e inanılmaz derecede muhabbet ve sevgi
besliyordu. Hatta Abdullah ile olan evliliği dahi
onlara olan bu sevgi ve muhabbeti bir zerre
azaltmamıştı. Her gün onları ziyarete gider,
kucaklaşır, sohbet eder, sağ-salim olduklarını
görüp sevinir, Allah'a şükrederek evine geri
dönerdi. Ceddi Resul-u Ekrem'in, babası İmam
Ali'nin, annesi Hz. Fatıma'nın ve kardeşi İmam
Hasan'ın şehadetlerinin ardından geriye tek
tesellisi İmam Hüseyin kalmıştı.
Kerbela'da onun da acısını sinesine
çekerek esirler kervanıyla Kûfe'ye getirildi.
Burada yeğeni İmam Seccad ile birlikte esir
olmalarına rağmen Kerbela'nın mesajını korkusuzca
insanlara tebliğ etti.
Şam'daki konuşmalarıyla Ehl-i
Beyt'i tanımayan halkı aydınlattı. Medine'ye kadar
varan esaret altındaki yolculukları sırasında
geçtikleri her yerde olağanüstü hitabesiyle
Kerbela kıyamını, İmam Hüseyin'in mazlumiyetini,
Yezid ve Yezîdilerin zulmünü çekinmeden insanlara
aktardı. Bu konuşmalarla Ehl-i Beyt'in
hakkaniyetini gözler önüne serdi. Yezid ve
yandaşlarının gerçek kimliklerini gün yüzüne
çıkarmayı başardı.
O, Kerbela faciasının ardından
ölene dek gözyaşı döktü. Dedesi Resul-u Ekrem'in
(s.a.a) ardından sabır gözyaşları döken anası
Fatıma (s.a) gibi, o da "Sabırlı Kahraman" olarak
tarihin en baş köşesinde müstesna yerini aldı.
Sonuç olarak hicretin 62. veya 64. senesinde
hayata gözlerini kapadı. Zeynebiye adı verilen
türbesi, bugünkü Suriye'nin başkenti Şam'dadır.
Şimdi Hz. Zeyneb’in faziletlerinden bazı örnekler:
1-
Bu yüce şahsiyet, bizzat Hak Teala tarafından
mübarek “Zeynep” ismiyle adlandırılmıştır
Bu durumun sadece diğer 14 masum-i pak hakkında
geçerli olduğunu görmekteyiz. Bu ise onun Allah
indinde ne derece yüce bir makama sahip olduğunu
göstermektedir. Bu hususta şöyle nakledilmektedir:
“Hz. Zeynep dünyaya
geldiğinde Resulullah (s.a.a) seferdeydi. Hz.
Fatıma, Hz. Ali’ye dünyaya yeni gelen kızları için
bir isim seçmesini önerince, Hz. Ali “Ben bu
konuda Habibim Resulullah’tan öne geçmem” buyurdu.
Hz. Resulullah (s.a.a) seferden dönüp de durum
kendisine iletildiğinde, “Fatıma’nın çocukları
benim çocuklarımdır. Ama onların isimlerini ancak
Allah-u Teala tayin eder” dedi. Bu sırada Cebrail
(a.s) inerek Hak Teala’nın selamını Resulullah’a
ve Ehlibeyt’ine iletti ve şöyle dedi: “Hak Teala
‘Bu kıza Zeynep ismini verin; zira bu ismi Levh-i
Mahfuzda yazmışız” buyurmaktadır. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.a) Hz. Zeyneb’i kucağına alıp öptü
ve şöyle buyurdu: “Bu kıza saygılı davranın; zira
o Hatice-i Kubra gibidir!” (Reyâhinü’ş-Şeria, c.3,
s.38
İlginçtir ki Hz.
Fatıma’nın Hz. Hatice’ye benzerliği Hz. Ali’den de
nakledilmiştir. Rivayetlerde diyor ki Eş’as bin
Kays, Hz. Ali’nin kızı Hz. Zeyneb’e talip oldu.
Hz. Ali (a.s) bu fasık insanın bu cüretine karşı
şiddetle öfkelendi ve şöyle buyurdu: “Sen bu
cüreti nerden buldun ki benden Zeyneb’i
istiyorsun?! Zeynep Hz. Hatice’ye benzer; o ismet
kucağında büyümüş, ismet göğsünden süt emmiştir.
Sen ona layık değilsin. Ali’nin canını elinde
bulunduran Allah’a yemin olsun ki bir daha bu
sözünü tekrarlarsan, bu sefer kılıçla cevabını
veririm…” Hz. Zeyneb’in Hz. Hatice’ye benzemesinde
de önemli nükteler vardır. Belki de en önemlisi
şudur ki Hz. Hatice her şeyini, hatta hayatını
bile Resulullah’a adayıp feda ettiği gibi, Hz.
Zeynep de adeta her şeyini zamanının imamı hücceti
olan Hz. Hüseyn’e (a.s) adamış ve feda etmiştir.
2-
Zeynep ismi hakkında üç farklı tefsir yapılmıştır
ki üçü de Hz. Zeyneb’e yakışıyor. Belki de üçü de
dikkate alınarak bu mübarek isim Hak Teala
tarafından ona verilmiştir:
a) Zenibe kökünden dolu, yoğun: Güzellik ve
kemaller açısından dopdolu ve yoğun olduğu için bu
adla adlandırılmıştır.
b) Güzel görünümlü ve
güzel kokulu ağaç: Her değerli şahsiyet veya her
değerli ve nefis şey, Arap edebiyatında ağaca
benzetilir. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Ben ve Ali bir ağaçtanız.
c) Zeyn ve Eb
kelimelerinin bileşiminden oluşmuştur: Babasının
süsü-ziyneti anlamında..
Hz. Zeynep beş masum insandan talim terbiye almış
bir şahsiyettir. Evet, o her yönüyle babasının
süsü, ziyneti ve iftiharıydı. Annesi “Ümmü Ebiha”
(babasının annesi) lakabını aldığı gibi, o da
“Zeynu Ebiha” (babasının süsü-ziyneti) lakabını
almıştı.
3-
Bir gün Emirü’l-Mu’minin Ali (a.s) henüz küçük
yaşta olan oğlu Hz. Abbası ve Hz. Zeyneb’i yanına
oturtmuş, onlarla muhabbet ediyordu. Önce Hz.
Abbas’a dönerek ona “oğlum, söyle bir” buyurdu.
Hz. Abbas ‘bir’ dedi. Ardından “Söyle iki”
buyurdu. Hz. Abbas “Babacığım ‘bir’ diyen bir
dille ‘iki’ demeye utanıyorum!” deyince, Hz. Ali
(a.s) küçük yavrusunun bu tevhidî şuurunu
hayranlıkla karşılayıp, onu okşayıp sevdi. Diğer
tarafında oturan Hz. Zeynep babasının sorusunu
beklemeden “Babacığım dedi, bizi seviyor musun?”
Hz. Ali (a.s) “Evet yavrum, çocuklarımız bizim
kalbimizin bir parçasıdır” buyurunca, minik
Zeyneb’inden şu şaşırtıcı cevabı aldı: “Babacığım,
iki muhabbet bir kalpte yerleşmez; o halde şefkat
ve merhametini bize, halis muhabbet ve sevgini ise
Allah’a ayır!”
4- Hz. Zeyneb-i
Kubra’nın bazı Önemli sıfatları:
* Razîetu’l-Vahy
(Vahiy kaynağından beslenen)
* Mahbûbetu’l-Mustafâ
(Hz. Muhammed Mustafa’nın sevdiği)
* Kurretu
Ayn’il-Murtaza (Hz. Aliyyel-Murtaza’nın göz nuru)
* Sirru Ebihâ
(Babasının sırrı)
* Seliletu’z-Zehra
(Hz. Zehra kızı)
* Nâibetu’z-Zehra
(Hz. Zehra’nın naibi)
* Sâniyetu’z-Zehra
(İkinci Zehra)
*
Es-Sıddîkatü’s-Suğra (Küçük Sıddîka, Hz. Fatıma da
büyük Sıddîka olarak adlandırılmıştır.)
* El-Masûmetü’s-Suğra
(Küçük masume)
* Nâibetü’l-Hüseyn
(a.s) (Hz. Hüseyin’in naibi-vekili)
* El-Kâmile (Kemale
ermiş kadın)
* El-Fâzile
(Faziletler mazharı kadın)
* El-Ârife (Arife
kadın)
* Âbidetu
Âl-i'r-Resul (Resul evlatlarının abidesi)
* Âbidetu Âl-i Ali
(Ali evlatlarının abidesi)
* Veliyyetullah
(Allah’ın velisi olan kadın)
* Emînetullah
(Allah’ın enini olan kadın)
* Âlimetun Gayru
Mualleme (Öğretmensiz alim)
* Fehîmetun Gayru
Mufehheme (Gerçekleri vasıtasız anlayan)
*
El-Fasîhetu’l-Belîğa (Fesahat ve belagat sahibi)
* El-Müvesseqa
(Hadiste güvenilir kimse)
* El-Muhaddese
(Kendisine ilham edilen kimse)
* El-Müctehide (Hak
yolunda çok çaba gösteren kimse)
* Hâfızetü'l-Vedâyi-i
vel-Esrâr (Risalet hanedanının emanet ve sırlarını
koruyan)
* Sâbiretun Muhtesibe
(Allah için her zorluğa sabreden)
* Betaletu Kerbela
(Kerbela kahramanı)
* Lebvetü’l-Haşimiyye
(Haşimi aslan)
* Akîletu Beni Haşim
(Haşimoğullarının akıllı-zeki kadını)
Görüldüğü gibi bu
sıfatlardan her biri, Hz. Zeyneb’in müstesna
şahsiyetinin farklı boyutlarına ışık tutmaktadır.
5-
Dünya kadınları içerisinde dört büyük kadını
istisna edersek fazilette Hz. Zeynep’le
kıyaslanabilecek başka hiçbir kadın yoktur.
6-
Hz. Zeyneb, Muhammedî asaletin, Alevî fesahatin ve
Fatımî iffet ve ismetin, Hasanî sabır ve
metanetin, Hüseynî şecaatin mazharıydı.
7- O, gözleriyle beş
masumun firakını yaşamış ve bunlara sabretmiştir.
Bu yüzden de Ümmü'l-Mesaib" (musibetler anası)
lakabını almıştır.
8-
O, bir Kur’an müfessiri idi. Medine
kadınlarına tefsir dersi veriyordu. Bir gün
Emirülmu’minin (a.s) ders esnasında gelip de Hz.
Zeyneb’in Meryem suresini tefsir ettiğini gördü ve
“Kaf Ha Ya Ayn Sad” harflerinin neye işaret
olduğunu beyan etti. Kaf: Kerbela, Ha: Helaket,
Ya: Yezid, Ayn: Eteş (susuzluk), Sad: Sabır…
9-
Hz. Zeynep aynı zamanda bir hadis
râvîsidir. Aziz anası Hz. Fatıma’nın Mescid-i
Nebi’de halifenin önünde okuduğu Fedekiyye
hutbesini daha dört beş yaşında olmasına rağmen
ezberlemiş ve nakletmiştir! Ayrıca küçük yaşına
rağmen ceddi Resulullah'tan (s.a.a) da hadis
nakletmiştir. İmam Zeynül Abidin (a.s), İbn-i
Abbas, Muhammed bin Cabir, İbad Âmirî, Muhammed
ibn-i Ömer, Ata bin Sâib, Fatıma binti'l-Hüseyn
(a.s) ve diğer bazıları ondan hadis
nakletmişlerdir.
10-
O masumların, Hz. Fatıma, Hz. Ali, İmam Hasan,
İmam Hüseyin, İmam Zeynü’l-Abidin’in (a.s.)
bakıcılık ve koruyuculuğunu yaptığı gibi, onların
hedef ve mekteplerinin de koruyuculuğunu,
elçiliğini yapmıştır.
11-
Hz. Zeyneb’in İbadeti: Yukarıda da aktardığımız
gibi Hz. Zeyneb’in lakaplarından birisi “Resul ve
Ali evlatlarının abidesi” idi. O gerçekten ibadet
ve münacata âşıktı. Hiçbir zorluk ve sıkıntı onun
ibadet, dua ve münacatına engel değildi. Hepimiz
biliyoruz ki onun en zor ve sıkıntılı günleri
Kerbela ve sonrasındaydı. Ama bakın Hz. İmam
Zeynü’l-Abidin (a.s) bu Allah aşığının hakkında ne
buyuruyor: “Halam Zeynep Şam’a kadar kat ettiğimiz
süreçte farz ve sünnet bütün namazlarını ve gece
ibadetlerini aksatmazdı. Ancak bazı menzillerde
zaaf ve açlığın etkisiyle ibadetini oturarak
yapardı!” (Reyâhinü’ş-Şerîa, c.3, 62)
Hz. İmam Hüseyin (a.s), o eşsiz makamına ve ismet
derecesine rağmen Kerbela’da bacısıyla
vedalaşırken “Bacı, gece nafilesinde bana da dua
etmeyi unutma” buyurmuştu! (Reyâhinü’ş-Şerîa, c.3,
61-62)
Muhammed Gâlib-i
Şâfiî-yi Mısrî şöyle yazıyor: “Hz. Zeynep,
gecelerini ibadet, gündüzlerini oruçla geçiriyordu
ve takvasıyla meşhur idi.”
12-
Hz. Zeyneb’in İffeti: Yahya Mâzinî şöyle diyor:
Uzun zaman Medine’de Hz. Ali’nin (a.s) hizmetinde
bulundum. Evim Hz. Ali’nin kızı Hz. Zeyneb’in
evine komşuydu. Allah’a yemin olsun ki hiçbir
zaman onu görmedim, sesini duymadım. Resulullah’ın
ziyaretine giderken geceleri giderdi. Giderken de
bir tarafında Hz. Ali, bir tarafında Hz. Hasan,
bir tarafında da Hz. Hüseyin yer alırdı.”
Hz. Zeynep en zor
şartlarda dahi iffet ve hayâsından ödün
vermemiştir. Tarihler şöyle yazar Hz..Zeynep
Kerbela olayında yüzünü elleriyle kapatırdı; zira
peçesi elinden alınmıştı!” İbn-i Ziyad mel’unun
meclisinde o zalim tarafından görülmesin diye esir
kadınlarca etrafı sarılı halde onların ortasında
oturuyordu.
Yezit mel’unun
meclisinde ona şöyle haykırmıştı: “Ey (Resulullah
tarafından) azad edilmişlerin oğlu, bu adalet mi?
Kendi kadınlarını perde ardında tutarken,
Peygamber kızlarını esir ederek (sağa sola)
sürüyorsun; onların tesettürlerini yırtmış,
yüzlerini açmışsın!” (Biharü’l-Envar, c.45, s.134)
13-
Hz. Zeyneb’in Fedakârlık ve
Cömertliği: Bir gece Emirü’l-Mu’minin’in evine
misafir geldi. Hz. Ali (a.s) “Ey Fatıma, evde
misafire ikram edecek bir şey var mı?” diye
sorunca Hz. Fatıma “Hayır dedi, sadece bir parça
ekmek vardır ki kızım Zeyneb’in payıdır!” Henüz
uyumayan Zeyneb-i Kubra, bu konuşmayı duyunca
“Anneciğim, ekmeği misafire ikram edin, ben
sabredebilirim!” diyerek o minicik bedeninde ne
denli büyük bir ruh taşıdığını ortaya koydu! O gün
henüz dört beş yaşında olan Hz. Zeyneb’in
cömertliği böyle olursa, büyüdüğünde nasıl olur,
artık siz tahmin edin. Esasen Hz. Zeyneb’in en
büyük cömertliği, adeta her şeyini Allah yolunda
feda etmesiydi.
14-
Hz. Zeyneb’in Sabrı ve İrfanı: Bir
insanın marifetullah derecesi ve sabrı gördüğü
musibetler ve verdiği imtihanların büyüklük
derecesiyle ölçülür. Hz. Zeynep küçüklüğünden beri
birçok musibet, bela ve imtihanla karşılaşmış ve
hepsine de en güzel şekilde sabretmiş ve
imtihanlardan yüzünün akıyla çıkmıştır.
Zaten Ceddi
Resulullah (a.s) Hz. Zeyneb’in küçük yaşta gördüğü
rüyayı yorumlarken bu musibetleri kendisine haber
vermişti. Rivayetlerde nakledildiği üzere
Resulullah’ın vefatına yakın bir zamanda bir gün
Hz. Zeynep gördüğü bir rüyayı ceddine şöyle
anlattı: “Ya Resulallah, dün gece rüyamda şiddetli
bir fırtınanın estiğini ve dünyayı karanlığa
boğduğunu gördüm. Ben fırtınanın şiddetiyle sağa
sola savruluyordum. Bilahare büyük bir ağaca
tutundum. Ancak fırtına ağacı da kökünden söktü ve
ben yere düştüm. Ben yeniden ağacın bir dalına
tutundum, ama o da kırıldı. Ardından bir başka
dalına tutundum, fakat o da fırtınanın şiddetiyle
kırıldı. Sonra birbirine yapışmış iki dala
tutundum. Aniden o dallar da kırıldı ve ben
rüyadan uyandım!” Hz. Zeyneb’in rüyasını dinleyen
Resulullah (s.a.a.) uzun uzun ağladı ve şöyle
buyurdu: “İlk tutunduğun ağaç senin ceddindir ki
yakında dünyadan göçecektir. Daha sonra tutunduğu
iki dal annen ve babandır ki çok geçmeden onlar da
dünyayı terk ederler. Birbirine yapışmış iki dal
ise, kardeşlerin Hasan ve Hüseyin’dir ki onların
musibetinde dünya kararacaktır.”
Bu musibetlerle
küçüklüğünden beri bir bir karşılaşan Hz. Zeynep,
hiç kuşkusuz en büyük imtihanını Kerbela’da
vermiştir. Bir yandan onca musibeti göğüsleyen,
yedi kardeşini, üç yeğenini ve diğer bir çok
yakınının yanı sıra iki aziz yavrusunu da Allah
yolunda feda eden bu Ali ve Zehra yadigârı, diğer
yandan hasta olan masum İmam’ın (Hz. İmam
Zeynü’l-Abidin’in) koruyuculuğunu, sahipsiz
kadınların ve çocukların rehberliğini üstlenmiş,
bunlarla birlikte en büyük görevi olan Hüseynî
kıyamın elçiliğini yapmayı ve Hüseynî mesajları
gafil insanlara ve tarihe ulaştırmayı da en
mükemmel şekliyle yerine getirmiştir.
Zeynep ey
Kerbubelâ'nın yarısı, ey kahraman
Zeynep ey şanlı
kıyamın varisi, ey kahraman
Kerbelâ Kerbelâ'da
kalırdı sen olmasaydın
Dökülen kanlar heder
olurdu sen olmasaydın
Böylesine zor,
böylesine çetin ve benzersiz imtihan sahnelerinde
dahi, kimse onun ağzından Hakk’ın rızasına aykırı
bir kelime duymamıştır. Tam tersine her zorluk ve
her bela onun direnç ve imanını artırarak hareket
ve sözlerine yansıtmakta, Hakk’a teslimiyetini
defaatla ortaya koymaktaydı. İbn-i Ziyad melunun
karşısında haykırdığı bu muhteşem ve emsalsiz
cümle, onun sabır, rıza, teslimiyet ve irfanını,
tarifi mümkün olmayan bir düzeyde ortaya koymuyor
mu?: “Ben Rabbimden
güzellikten başka bir şey görmedim!”
15-
Hz. Zeyneb’in Şecaat ve Belagati: Hz. Zeynep (s.a)
Kerbela’da, özellikle Kerbela sonrası gittiği her
yerde, tarihin en korkunç cinayetini işleyen o
gaddar ve vahşi yaratıklara karşı zerre kadar
korkuya kapılmadan hak ve hakikati, Hüseynî
mesajları en gür sesiyle ve en beliğ ve fasih
cümlelerle haykırmış ve zalimlerin tahtını, tacını
sallamış ve onları cümle aleme ve tarihe rezil
rüsva etmiştir. Onun Kufe ve Şam’da okuduğu
hutbelerini duyanlar, babası Emirü’l-Mu’minin
Ali’nin (a.s) hutbelerini hatırlamışlardı. Kufe
halkına hitaben ve İbn-i Ziyad ve Yezid’in
meclislerinde okuduğu hutbeler, onun ilim ve
irfanını yansıttığı kadar, şecaat ve fesahatinin
de ne düzeyde olduğunu bütün aleme ispat etmiştir.
Biz Örnek olarak sadece Yezid’in meclisinde
okuduğu hutbeyi aktarmakla yetiniyoruz:
Hz. Zeyneb'in Şam'da Yezid'in
karşısında okuduğu hutbe:
"Allah'a hamd-ü sena ve Resulüne
salat u selamdan sonra şu ayeti okudu: "Sonra
kötülük yapanların uğradıkları son, Allah'ın
ayetlerini yalanlamaları dolayısıyla çok kötü
oldu!" (Rum, 10)
Sonra şöyle devam etti: "Ey Yezid,
esir olarak şehir şehir dolaştırmakla bu geniş
yeryüzünü ve bu fezayı bize dar ettiğini, bizi
Allah katında hor ve zelil, kendini de
yücelttiğini ve bu olayların da senin yüce
makamından olduğunu mu sanırsın ki böyle övünüp
seviniyorsun? Dünyayı abat ettiğin, şenlendirdiğin
için çok mu mutlusun? Her şeyin istediğin gibi
gerçekleşmesine ve saltanatı ele geçirmene çok mu
seviniyorsun? Yavaş ol, yavaş ol! Allah'ın "O
küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi,
sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar; biz
onlara, ancak günahları daha da artsın diye süre
vermekteyiz. Onlar için aşağılayıcı bir azap
vardır" (Al-i İmrân, 178) buyurduğunu unuttun
mu yoksa?
Ey (Mekke fethi sonrasında
Peygamber tarafından) azat edilenlerin oğlu, kendi
kadın ve cariyelerini örtüp Resulullah'ın
kızlarını açık yüzlerle ve örtüsüz bir hâlde
düşmanlarının yanında şehir şehir dolaştırman ve
her konakta oranın sakinlerine teşhir etmen,
yabancıya ve aşinaya bu himayesiz esirleri
göstermen insaf ve adalet midir? Soylu ve necip
insanların ciğerini ağzına alıp emen, sonra da
dışarı atan ve şehitlerin kanıyla beslenen (Hz.
Hamza'nın ciğerini çiğneyen Yezid'in büyük annesi
Hind'e işareten) birinden nasıl merhamet
beklenebilir? Her zaman itiraz, husumet ve kinle
bize bakan biri, elinden gelen her türlü kötülüğü
neden yapmasın? Şimdi de bu yaptığıyla sanki günah
işlememiş gibi, sarhoş ve mağrur bir hâlde, cennet
gençlerinin efendisi Eba Abdillah'ın (Hz.
Hüseyin’in) dişlerine çubukla vuruyor ve
pervasızca "Bedir savaşında ölen büyüklerim, keşke
burada olsalardı da bu durumu görerek çığlıklar
atıp 'ellerin dert görmesin ey Yezid' deselerdi”
diyorsun.
Evet, niye söylemeyesin ve niye bu şiiri
okumayasın ki? Sen Muhammed (s.a.a) evlatlarının
kanına buladın ellerini ve yeryüzünün yıldızları
olan Abdulmuttalip oğullarını katlettin. Fakat sen
bununla kendi ölüm ve bedbahtlığına zemin
hazırladın. Şimdi de duyuyorlarmış gibi kendi
kavminin büyüklerine sesleniyorsun. Ne var ki çok
geçmeden sende onlara katılacak ve "Keşke ellerim
kırılsaydı ve dilim lal olsaydı da bunları
söylemeseydim." diyeceksin.
Ey güçlü Allah'ım! Bize zulmedenlerden
intikamımızı ve hakkımızı al ve gazabının ateşinde
yak onları!
Ey Yezid! Sen bu yaptıklarınla
ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini
parçaladın. Çok geçmeyecek; Peygamber evlatlarının
kanını dökmek ve Ehlibeytine saygısızlıkta
bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında
Peygamber’in huzuruna çıkacaksın. O gün Allah
onları bir araya toplayacak ve haklarını
alacaktır. "Allah yolunda ölenleri sakın ölüler
sanmayın. Hayır onlar Rableri katında diridirler,
rızıklanmaktadırlar." (Al-i İmrân, 169)
Allah'ın hükmedici, Muhammed'in (s.a.a) davacı ve
Cebrail'in de ona yardımcı olacağı gün senin için
yeterlidir. Seni bu makama getirerek Müslümanların
sırtına bindirenler, zalimler arasında ne de kötü
bir bedel seçtiklerini çok yakında anlayacaklar.
Hangimizin daha bedbaht olduğunu bilecekler.
Sen konuşulmayacak kadar değersiz
birisin. Ama bu durum seninle konuşmaya (bizi)
mecbur etmiştir. Seni kınamak ve zemmetmekse benim
gözümde değerli ve büyük bir iştir. Fakat gözler
ağlıyor ve sineler de gam ateşiyle yanıyor. Ah,
Allah ordusunun şeytan ordusunun eliyle
öldürülmesi ne ilginçtir! Bizim kanımız bu
ellerden akıyor ve etlerimiz ise ağızlarında
çiğneniyor. O tayyib ve pak bedenler, yer üstünde
kalmıştır...
Ey Yezid! Eğer bugün galip gelerek, bunu ganimet
biliyorsan, yarın yaptıklarından başka bir şey
göremeyeceğin gün bunun hesabını vereceksin. Allah
kullarına zulmetmez. Biz de şikâyetimizi ona
yöneltiyoruz. Çünkü O'dur sığınağımız.
Ey Yezid! Kendi işinle meşgul ol,
istediğin şekilde düzen kur, hile yap ve çalış.
Ancak Allah'a andolsun ki bizim adımızı
silemeyecek, vahyimizi söndüremeyecek ve
öldüremeyeceksin, işimizi bitiremeyeceksin.
Alnındaki bu lekeyi de silemeyeceksin. Çünkü aklın
alil, yaşayacağın günler az ve kalildir. Münadi
"Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun" diye
seslendiğinde, o gün bu topluluğun dağılmış
olacaktır.
Allah'a hamdolsun ki başlangıcımızı
saadet ve mağfiret, sonumuzu da şehadet ve rahmet
kıldı. Allah'tan istiyoruz ki nimetini,
şehitlerimize tamamlasın; mükâfatlarını artırsın
ve bizleri de salih haleflerden kılsın. Çünkü o,
bağışlayandır; şefkatlidir. "Allah bize yeter;
ne de güzel vekildir O." (el-Luhuf -Seyyid
İbn-i Tavûs-, s.121)
|