Bu kısa yazıda
Kerbelâ faciasını tahakkuk ettiren ve Hz. Hüseyn
(a.s)'ı bu kıyama zorlayan ve her şeyini feda
etme pahasına da olsa Yezid ve zümresine karşı
koymaya iten en önemli nedenler üzerinde durmak
istiyorum.
Âşura olayı iki
günde hazırlanıp gerçekleştirilen bir senaryo
değildir; Resulullah'tan (s.a.a) sonra başlayıp
devam eden yanlış bir sürecin kaçınılmaz
sonucudur. Bir anlamda Allah ve Resulü'nün emir
ve tavsiyelerinin gereği gibi dikkate alınmaması
ve Resulullah'ın muhtelif vesilelerle
kendisinden sonraki geleceğe dair ortaya koyduğu
ve beyan ettiği endişe ve kaygılarının göz ardı
edilmemesinin hazin ve kahredici sonucuydu."
Kaynaklarda
geçtiği şekliyle Resulullah'ın (s.a.a) ümmetin
geleceğine dair taşıdığı kaygı ve korkuları
kısaca şöyle sıralayabiliriz:
"Her ümmetin bir
fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim
ümmetimin fitnesi de mal ve servettir."
"Bu dinar ve
dirhem sizden öncekileri helak ettiği gibi sizi
de helak edecektir."
Ümmetim için en
çok korktuğum şey, dünyanın malı, mülkü, süsü,
ziynetidir.
"Ümmetim için en
çok korktuğum şey, servetlerinin çoğalması ve
dolayısıyla birbirlerine haset edip kavgalara
sürüklenmeleridir."
"Şunu bilin ki
sizin için en çok korktuğum şey, heva ve
heveslere uymak ve uzun arzulardır. Heva ve
hevese uymak, sizi haktan alı kor; uzun arzular
ise ahireti unutturur."
"Sizin için
fakirlikten korkmuyorum; servetinizin
çoğalmasından korkuyorum."
"Kendimden sonra
ümmetim için en çok korktuğum şeyler, haram
kazançlar gizli şehvet ve hevesler ve faizdir."
"Ey ümmetim, ben
sizin için bilmediğiniz şeylerden korkmuyorum;
ama bakın bildiğiniz şeylere nasıl amel
edeceksiniz!"
"Zayıfın hakkı
güçlüden alınmadığı müddetçe ümmet iflah olmaz."
"Bu ümmetin afeti
üç şeydir: takvasız fakih, zalim önder ve cahil
müctehit."
"Ümmetimden iki
gurup vardır ki eğer onlar ıslah olursa ümmetim
de ıslah olur. Eğer onlar bozulursa ümmetimde
bozulur. "Ya Resulallah, onlar kimlerdir?" diye
sorulunca, "Fakihler ve yöneticilerdir"
buyurdu."
"Her şeyin bir
afeti vardır; bu dinin afeti de kötü
yöneticilerdir. Ümmetimin gözünde dünya
büyüdüğünde Allah İslam'ın heybetini onlardan
alır iyiliği emretmeği kötülükten sakındırmayı
terk ettiğinde ise, vahyin bereketinden mahrum
olurlar."
"Ümmetim,
zalimden korkup da "Sen zalimsin!" diyemediği
zaman, artık onlara elveda demek gerekir."
"Hiç şüphesiz
sizler, benden sonra Ehlibeytim hakkına imtihana
tabi tutulacaksınız."
Zaten Sekaleyn
hadisinde de aynı uyarıyı yapmış ve "Aranızda
iki ağır emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabını
ve itretimden olan Ehlibeyt'imi; onlara
sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz.
Onlar Kevser havzu başında bana varıncaya kadar,
asla birbirinden ayrılmazlar. Bakın benden sonra
onlara nasıl davranacaksınız?" buyurmuştu.
Yine buyurmuştu:
Ehlibeyt'im Nuh'un gemisine benzer. Ona binen
kurtulur, binmeyen helak olur."
Evet
Resulullah'ın kaygı ve korkularını içeren bu
hadisleri verdikten sonra, şimdi muteber tarihi
belgelere dayanarak Allah Resulü'nün bu
kaygılarının ve tavsiyelerinin nasıl dikkate
alınmadığını ve ümmetin büyük bir bölümünün
giderek asıl çizgisinden uzaklaştığını ve
bilahare Yezid gibi zalim sultanlara müptela
olduğunu ve gerçek Muhammedî İslam'ın yok olmaya
yüz tuttuğunu ve Hz. Hüseyn'in Yezid'e biatten
şiddetle kaçınıp İslam'ı ihya için her şeyini
feda etmeğe karar verdiğini ve öyle de yaptığını
kısaca anlatmaya çalışalım.
Allah Resulü
(s.a.a) ümmetinin en çok mal mülk ve servet
sevdasına kapılıp uzun dünyevi arzulara
kapılmalarından korkuyordu. Ama maalesef
korkulan oldu ve Müslümanlardan bir çoğu, hatta
bir çok meşhur sahabî dahi, özellikle yapılan
bazı fetihlerin ve ganimet ve servetlerin
çoğalmasının ardından, hele hele Emevilerin iş
başına gelmesi ve beytülmali Emevilere ve
sultalarına destek çıkanlara hesapsız kitapsız
peşkeş çekmeleri neticesinde bir çok Müslüman
açlık ve sefalet içerisinde olduğu halde,
onların servetleri korkunç rakamlara ulaşmıştı
ki bunlardan sadece bir kaçını vermekle
yetiniyoruz:
Muteber tarihçi
Mes'ûdî'nin verdiği bazı örnekler:
"Halifelerin ve
sahabenin ileri gelenlerinden birisi vefat
ettiğinde 150 bin dinar (altın para) ve bir
milyon nakit dirhem (gümüş para) geriye bıraktı.
Aynı kişinin Vadiy-ul Kurra, Huneyn ve Cezayın
Duca mıntıkalarındaki malı ve mülkünün değeri de
100 bin dinar (altın para) tutarındaydı, tabi
sahip olduğu atlar ve develeri hariç!
Meşhurlardan bir
diğeri Basra'da meşhur bir saray yaptırdı, Kufe,
İskenderiye ve Basra'da birçok evi vardı. Aynı
kişinin ölürken geri bıraktığı mülk 50 bin dinar
altın, bin at, bin köle ve cariye ile muhtelif
şehirlerde bağ, bahçe ve araziden ibaretti.
Meşhurlardan bir
diğeri ise Kufe'de büyük bir saray yaptırdı. Bu
kişinin sadece Irak'taki topraklarından elde
ettiği gelirin günde 1000 dinara ulaştığı
söylenmektedir. Bir başka rivayete göre yalnızca
"Şerate" bölgesindeki arazilerden elde ettiği
gelir bu miktardan fazlaydı.
Bir diğeri ise
kendine büyük bir ev yaptırdı. Ahırında yüz at
besliyordu. 1000 devesi ve on bin koyunu vardı;
bütün bunlardan önemlisi; öldüğünde dört karısı
var idi; bildiğiniz gibi, erkek öldüğünde çocuğu
varsa, karısına mirasının sekizde birisi düşer.
Eğer birden fazla karısı olursa bu sekizde bir
pay, hanımları arasında bölüşülür. Dört karısı
olduğuna göre her kadına düşen pay 32'de birdir.
Onun malının 32'de biri 84 bin altın dinar idi.
Bir başka deyişle malın sekizde birine mirasçı
olan dört karısı arasında, bu sekizde bir pay
bölüşüldü ve her biri 84 bin dinar miras aldı!
Yine o günün
meşhur kurrasından birisi ölünce, geriye o kadar
altın ve gümüş bıraktı ki, öldüğünde miras
bıraktığı altın ve gümüşleri mirasçılar
arasından dağıtmak için onları baltayla
parçaladılar. Geriye kalan mal-mülkü, bağ ile
bahçesinin değeri de yüz bin dinar idi!
Mes'ûdî, bir
diğeri hakkında şöyle yazıyor: "Bu kişi
öldüğünde geriye beş yüz bin dinar bıraktı,
halktan alacağı da çoktu. Onun geriye bıraktığı
mal ve mülkünün değeri 300 bin dinar idi.
En meşhurların
durumu bu olursa, başkalarının durumu artık siz
tahmin edin!
Resulullah'ın
diğer kaygılarına da baktığımızda, maalesef
onların da dikkate alınmadığını görüyoruz.
Örneğin şöyle buyurmuştur: "Bu ümmetin afeti üç
şeydir: Takvasız fakih, zalim önder ve cahil
müctehit."
"Ümmetimden iki
gurup vardır ki eğer onlar ıslah olursa ümmetim
de ıslah olur. Eğer onlar bozulursa ümmetimde
bozulur. Ya Resulallah, onlar kimlerdir diye
sorulunca fakihler ve yöneticilerdir"
buyurmuştu. Ama Müslümanların birçoğu
taharetleri Kur'an'la tescillenen, Allah
Resulü'nün (s.a.a) ilim ve irfanının varisi ve
madeni olan Ehlibeyt gibi bir kaynağı bırakıp
dinini dünyalarına satan, sultanların
saraylarının kapı kulu olan ve onların nefsanî
arzularını tatmin etmek için aldıkları altın
keselerine karşı makine gibi hadis uydurmaktan
ve fetva vermekten çekinmeyen, Resulullah'ın
tabiriyle takvasız fakihler ve cahil
müctehitlerin ardından gittiler veya en azından
onlara karşı sessiz kaldılar!
Zaten Allah
Resulü'nün taşıdığı kaygılardan birisi, belki de
en önemlisi Ehlibeyt'inin kendisinden sonraki
durumu ve ümmetin onlara karşı tutumu değil
miydi?
Ehlibeyt'i
hakkında ümmetin imtihan edileceğini, ümmete
emanetinin Kur'an'la birlikte Ehlibeyt'i
olduğunu ve ümmetin dalaletten ve boğulmaktan
kurtulup saadete erişmeleri için Ehlibeyt'e
sarılmaları ve onların hidayet gemisine
binmeleri gerektiğini vurgulamamış mıydı?
Ama maalesef bu
da olmadı ve Resulullah'tan sonra, hemen her
konuda her kesin kapısı çalındı, bir tek
Ehlibeyt yalnız bırakıldı, sahne dışına itildi.
Sadece bununla da yetinilmeyip akla gelen her
cefa ve haksızlığı onlar hakkında reva gördüler.
Özellikle Muaviye ile başlayan süreçte önce Hz.
Ali, ardından oğlu İmam Hasan'a yapılanlar ve
bilahare hilafeti ele geçirip onu saltanata
dönüştüren ve her kesin gözünün önünde
ayyaşlığı, kumarbazlığı, köpek ve maymun
düşkünlüğü ve kısacası her türlü fısk ve fücuru
her kes tarafından bilinen oğlu Yezid'i veliaht
tayin etti, yine kimsenin gıkı çıkmadı. Daha
sonra da hilafete ulaştığında ilk biat istediği
kimse Hz. Hüseyin oldu. Zira o biliyordu ki eğer
Hüseyn'i susturabilirse, artık kimse ona karşı
koyma cesareti gösteremeyecektir. Evet, artık bu
noktada bu dalalet, sapkınlık ve fesat sürecine
bir son verilmeliydi. İşte bundan dolayı Hz.
Hüseyn her ne pahasına olursa olsun, Yezid'e
biat etmeyip ona karşı kıyam etme kararı aldı.
Ve hedefini yazdığı vasiyeti, okuduğu hutbeleri
ve yazdığı mektuplarında beyan etti.
Biz burada Hz.
Hüseyn'in hedeflerini ortaya koyan sözlerinden
bazı örnekler vermekle yetiniyoruz:
"Ey insanlar!
Allah'ın Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Kim
Allah'ın haram ettiğini helal kılan; onun ahdini
bozan; Resulullah'ın sünnetine muhalefet eden,
Allah'ın kulları arasında günah ve zulüm ile
amel eden zalim bir sultanı görür ve ameli veya
sözü ile ona karşı çıkmazsa, onu da o zalimin
girdiği yere (cehenneme) sokmak Allah'ın üzerine
bir haktır."
Hiç şüphesiz şu
"Benî Ümeyye" zümresi şeytanın itaatine girip
Allah'ın itaatini terk etmişlerdir. Beytülmale
tecavüz edip Allah'ın haramını helal ve helalini
haram saymışlardır. Ben (Müslümanların
rehberliğine ve bu bozulmuş durumunu düzeltmek
için kıyam etmeğe) başkalarından daha layığım...
"Yezid şarap
içen, haksız yere adam öldüren, açık bir şekilde
fisk-u fücur ve haram işleyen birisidir. Benim
gibi birisi Yezid gibi birisine asla biat
etmez..."
"Ümmet Yezid gibi
bir yöneticiye müptela olduğu zaman İslam'a
elveda demek gerekir."
"Ben azgınlık
veya makam hırsı veya fesat çıkarıp zulüm etmek
için kıyam etmedim. Ben ceddimin ümmetini islah
etmek, iyiliği emredip, kötülükten nehy etmek ve
ceddim (Resulullah'ın) ve babam Ali b. Ebu
Talib'in çizgisinde yürümek için kıyam ettim..."
"Ben sizi
Allah'ın kitabına ve Peygamberinin sünnetine
davet ediyorum. Hiç şüphesiz sünnet öldürülmüş
ve bid'at diriltilmiştir. Eğer sözümü
dinlerseniz ben sizi saadet ve doğruluğa hidayet
ederim..."
|