KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar                                                                                                           Soru ve Cevaplar

Bugün :  

  Sık Kullanılanlara Ekle                                                                                                                                                                                                                                                         Başlangıç Sayfası Yapın
 

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

BİR MEKTUBUN CEVABI

 

Soru-98: Bu yazıda bize mektup yazan Sünni bir kardeşin bazı itirazlarına cevap verilmiştir. Bütün Müslüman kardeşlere faydalı olabilir  niyetiyle burada yayınlamayı uygun bulduk

 

 

 

Cevap-98: Muhterem kardeşim, selamun aleykum!

Gönderdiğiniz yazıyı okudum; yazınızda vurguladığınız bir çok hususa hiç bir diyeceğim yok.  Zahiri güzel sözler ve katılmamak mümkün değil; ancak bu sözlerden neyi kastettiğiniz ve hangi mesajı vermeğe çalıştığınız hususunda endişeliyim doğrusu. Mesela diyorsunuz ki: "Kişi Resulî ahlak içerisinde yıkıcı değil yapıcı, ayrılıkçı değil birleştirici olmalı. Yüce Allah'ın kitabında buyurduğu gibi "Mu'minler kardeştir, aralarını bulun" ayet-i kerimesinin gereği gibi amel etmelidir." Sözünüze bir itirazım yoktur; olamaz da. Ancak bunları bize yazdığınıza göre, bizim bu ayet gereği amel etmediğimizi ima etmeğe çalışıyorsunuz herhalde. Peki siz nasıl böyle bir sonuca vardınız muhterem kardeşim? Eğer arkadaşlarla samimi ve kardeşçe bir ortamda aramızda geçen bir takım ilmî sohbetlerden ve inandığımız bir takım doğruları (o da sorulan sorulara karşılık olarak) söylememizden böyle bir sonuca gidiyorsanız, bu bir su-i zandır; en azından bir yanılgıdır. Yani siz, bize soru sorulduğunda veya delil istendiğinde,  doğru bildiğimizi söylemeyelim mi diyorsunuz? Yada bir takım yanlış ve kafadan dolma bilgilere dayanarak hakkımızda yapılan yanlış değerlendirmelere, hatta iftiralara sessiz kalıp bu yanlışların pekişmesine yardımcı mı olalım? Bunu mu istiyorsunuz bizden? Eğer gerçekten böyle düşünüyor ve bu vesileyle vahdetin sağlanacağını, aramızda birlik beraberliğin hakim olacağını sanıyorsanız, bizce yanılıyorsunuz.

Evet bize göre gerçekçi ve samimi bir vahdetin yolu bu değildir. Aksi takdirde Ehl-i Sünnet de dahil kimse kendi inançlarından ve doğru bildiklerinden hiçbir şekilde bahsetmemelidir. Çünkü bunlardan bahsedildiğinde ister istemez birilerinin görüşlerine ters düşülüyor. Böyle olmaması isteniyorsa, o zaman kimse kendi doğru bildiklerinden bahsetmemelidir. Oysa bunun böyle olmadığını hepimiz görüyor, biliyoruz. Bugün Türkiye'de Ehl-i Sünnet'in akâidi ve çeşitli konulardaki  görüşleri sözlü veya yazılı olarak, şöyle veya böyle yayınlanmıyor mu? Tabii olarak bu yayınlar ister istemez öyle düşünmeyen Müslümanların görüşlerine aykırı bir durum oluşturuyor. Peki siz bütün bunların yanlış olduğuna ve aykırıcılık olduğuna mı inanıyorsunuz? Yoksa sadece kendinizin dışında olan görüşler de gündeme geldiğinde mi bunlar aklınıza geliyor?

Yanlış anlamayın, ben sizin mantığınıza göre konuşuyorum. Yoksa ben bu tür çalışmaların yanlış olduğu kanaatinde değilim ve bunu her kesin en doğal hakkı olarak görüyorum. Hatta biz, Müslümanların birbirlerinin görüşlerini ve bu görüşlerine getirdikleri delilleri yakından, birinci elden ve kendi kaynaklarından öğrenmeğe, tanımaya çalışmalarını, sağlıklı  ve samimi bir vahdetin vazgeçilmezleri arasında görüyoruz. Zaten taklidi değil, tahkiki bir imana ve yakine ulaşmanın yegane yolu da bu değil mi? Yoksa Sünni olmayan birsinin "Ben kendi kaynaklarımızı araştırdım ve falan ihtilafi konuda yakine vardım" demesi ne kadar mantıksız ve yersiz ise, başkaları için de aynı durum söz konusudur. Bilahare her birimiz belli bir görüşe sahip ailelerde yetişip farklı mezhep veya görüşleri benimsedik. Sırf böyle bir şeyle yetinmek, bizce Kur'ân'ın da yerdiği ata baba dinine (her ne pahasına olursa olsun) bağlı kalma taassubundan başka bir şey değildir. Evet her kesin üzerine düşen, -hangi mezhep veya gruba mensup olursa olsun- ciddi, samimi, tarafsız, geniş ve sadece kendi kaynaklarıyla yetinmeden, değişik kaynak ve kanalları da göz önünde bulundurarak araştırma içerisine girmektir. Zaten aziz kitabımızın da bize tavsiyesi bu değil mi?:

"(Ey Habibim,) müjde ver benim o kullarıma ki sözleri dinler ve en güzeline uyarlar. İşte onlardır Allah'ın hidayete eriştirdikleri ve halis akıl sahipleri." (Zumer, 17-18)

 

Evet bizce bu tür şeylerin İslamî vahdetle hiçbir çelişkisi yoktur. Asıl sakıncalı olan ve vahdeti baltalayan şey, aramızdaki farklılıkları bir kavga haline dönüştürmek, delilsiz taassuplar ve birbirinin görüşlerine saygısız davranmaktan ibarettir. Bize göre İslam ümmetinin çeşitli mezhep ve gruplarına mensup olanlar, aralarındaki fikir alışverişi, ilmî ve mantıkî tartışmaları  ve araştırmaları sürdürmek ve birbirlerini yakından tanımaya çalışmakla birlikte, İslam düşmanlarına karşı daima yekvücut olmalı ve birbirleriyle samimi diyaloglar geliştirmeli ve işbirliği yapmalıdırlar. Yani bu iki şeyi birbirine karıştırmamak gerekir. Ehl-i Kitabı dahi müştereklerde işbirliğine davet eden Kur'an'ın, kendi takipçileri arasında onlar kadar müşterekleri yok mudur ki birbirlerinden uzak dursunlar?!        

Yazınızın devamında diyorsunuz ki "Geçmiş tarihi yargılama, "Taraftar olmayan bertaraf olur" zihniyetiyle yaşayan ümmet, asla vahdete ve zafere ulaşamaz...."

Evet Sünnî kardeşlerimizden bir çoğu da aynı mantıktan hareketle diyorlar ki "Tamam bir yanlış yapılmıştır artık, ama bu yanlış artık tarihe mal oluştur; bunları yeniden gündeme getirmek kime ne kazandırır?"

Biz de diyoruz ki eğer mesele sadece bir olayı dile getirip insanlara kıssa anlatmak ise, bunu biz de gereksiz görüyoruz; fakat bize "Neden geçmişlerden şu, şu kimselere itibar etmiyor, onları örnek ve önder olarak kabul etmiyorsunuz?" denildiğinde de, sebeplerini açıklama durumunda kalıyoruz.

Muhterem kardeşim, eğer siz bu cümlenizle bizim birilerine hakaret etmek veya saygısız davranmak gibi bir niyyet veya davranış içerisinde olduğumuzu düşünüyorsanız, böyle bir şeyi biz kendi hakkımızda ne kabul ediyor ne de bunu tasvip ediyoruz; böyle bir şeyi kesinlikle İslamî ahlak anlayışımızla bağdaştırmayız. Ama eğer bundan maksadınız tarihte meydana gelen yanlışlara ve aziz İslam'ın başına gelen onca musibetlere karşı duyarsız ve tarafsız kalmak ise, biz bunu asla tasvip etmiyoruz. Evet bizim İslamî anlayışımızda haklının yanında yer alıp haksıza karşı durma, Allah'ın dostlarıyla dost, düşmanlarıyla düşman, yine Allah'ın dostlarının dostlarıyla dost ve düşmanlarıyla düşman olmak vardır.

Sonra eğer bu mantık doğru olsaydı başta aziz kitabımız Kur'an-ı Kerim sık sık geçmiş kavimlerin öykülerini bize anlatmazdı. Siz, Kur'an-ı Kerim neden bu kadar geçmişten bahsediyor dersiniz? Evet bunun cevabını Kur'an'ın kendisi vermiştir:

"Onların kıssalarında akıl sahipleri için alınacak nice ibret vardır." (Yusuf, 111)

Peki İslam öncesi kavimlerde akıl sahipleri için ibret öyküleri var da İslam sonrası olanlarda yok mu? Bunu söylemek doğru mu? Bizler, geçmişlerimizin yaptıklarını, eğrisiyle doğrusuyla öğrenmeğe çalışıp doğrularını örnek almamız, yanlışlarından ise ibret alıp onları tekrarlamamamız gerekmez mi?

Mesela birileri merak edip de "Neden henüz Resulullah'ın (s.a.a) vefatından yarım asır geçmeden, kendisini onun ümmetinden sayanların, onun aziz torunu ve yeryüzündeki yegane yadigarı Hz. İmam Hüseyin'i, hiçbir suçu günahı olmadan, bütün yareni ve çoluk çocuğuyla birlikte hunharca katletmesini araştırıp ümmetin bu kadar kısa bir zamanda bu hallere gelmesinin sebep ve nedenlerini araştırıp bundan ibret almak isterse, "Sen ne hakla geçmiş tarihi yargılıyorsun?" deyip bunu yadırgamamız mı gerekir? Bunu hangi İslamî ölçüye dayandırabilirsiniz?

Kaldı ki bizim bundan daha önemli bir problemimiz var; o da bugün asr-ı saadetten on dört asır sonra İslam'ı ve Resulullah'ın (s.a.a) sahih sünnetini öğrenip tatbik etme derdidir. Ama maalesef hepimizin de bildiği gibi bugün onlarca İslam anlayışı ve aynı Resul'e  birbiriyle bazen taban tabana zıt sözler, uygulamalar isnad edilmektedir. Ve bunlar bize, sizin tabirinizle geçmişte yaşayanların kanalıyla intikal etmiştir. Onlar bu çelişkileri bize intikal ettirmekle kalmamış, kendi aralarında da akıl almaz ihtilaflara ve taban tabana zıt davranışlar içerisine girmişlerdir; öyle ki bu ihtilaflar onları birbirleriye kanlı savaşlara kadar sürüklemiştir. Bunların hepsini de öyle içtihatla, falanla tevil ederek, halletmek de mümkün değildir. Zira içtihadın da kendine göre şartları ve yerleri vardır. Öyle herkesin  istediği her yerde "İçtihat yapıyorum" deyip her türlü yanlışı yapma hakkı var mı? Birbirini tel'in ve tekfire kadar  götürecek, onları birbirinin  karşısına geçirip savaştıracak ve binlerce insanın katline vesile olacak bir içtihada (haşâ) Allah mı cevâz vermiş, Peygamber mi? Eğer öyle olursa temize çıkarılamayacak adam mı kalır dünyada?! Zaten aynı mantığa dayanarak İbn-i Hazm gibileri Hz. Ali'nin kâtili İbn-i Mülcem'i dahi müctehid kabul ederek Hz. Ali'yi öldürmede mazur görmüyor mu?! Hatta daha ilerisini söyleyeyim size; bazıları Yezit gibi bir alçak zâlimi dahi Hz. Hüseyin'i öldürmede mazur görmüş ve "Ümmet arasında çıkacak fitneden korktuğu için Hüseyin'i ve yarenini öldürmeğe mecbur kalmıştır" demişlerdir. Ve Aynı mantıktan hareketle "Hüseyin kendi dedesinin kılıcıyla öldürüldü" küstahlığına kadar ilerleyebilmişlerdir muhterem kardeşim!! (İstediğiniz takdirde bunların hepsinin belgelerini Allah'ın izniyle verebilirim size.)

Şimdi böyle ki bir durumda bugün dinini öğrenmek isteyen samimi bir Müslüman ne yapmalı? Bu çelişkilerin içinden nasıl çıkmalıdır?

İşte bu noktada  biz diyoruz ki gerçek İslâm'ı ve Resulullah'ın  gerçek sünnetini öğrenebilmemiz için,  bunları bize intikal ettiren kanalların  (geçmişlerin) hangisinin daha çok güvenilir olduğunu tespit etme mecburiyetindeyiz. Bunun da tek yolu onların hayatını iyice inceleyip kimin ne kadar İslâm'a ve Resulullah'a sonuna kadar sadık kalıp kalmadığını incelemekten geçer. Yoksa her önümüze geleni, mesela sahabîdir deyip, her dediğini kabul edersek, bin bir türlü İslâm anlayışıyla karşılaşır ve ne yapacağımızı şaşırıp kalırız. Ümmet olarak şu anki halimiz de bunun en bariz (ama acı!) kanıtı değil mi?

Evet, bizim yaptığımız işte bundan ibarettir. Yoksa bizim kimseyle şahsî bir husumetimiz söz konusu değildir. Onun bunun yanlışlarıyla uğraşmaktan zevk de almıyoruz muhterem kardeşim. Kaldı ki bu yanlışları ortaya koymak yanlış bir işse, bunu başta bizzat Ehl-i Sünnet âlimleri yapmıştır. Zira siz de biliyorsunuz ki biz bu konularda daima Ehl-i Sünnet'in kaynaklarını referans göstermekteyiz. Faraza bir yanlış da söz konusu  ise, bunu başta onları nakledenler yapmıştır.

Evet muhterem kardeşim, eğer geçmişi yargılamama ve başkalarını eleştirmemekten maksadınız onların etrafına zırhlı bir duvar örüp hiçbir şeylerini incelememek, hiçbir yanlışlarını görmemek, hiçbir karalarına kara dememek, daha ötesi karalarına da ak denilmesinin gerekliliği ise, kusura bakmayın ama , bunu biz yapmıyoruz; yapamayız da. Zira bu bizim Kur'anî ve İslamî mantığımıza terstir. Bu aziz dinde herkes yaptığıyla sorumludur. Herkes amelleriyle değerlendirilir. Sırf  Sâhabi, Tâbiî adını taşımak, bir insanı her şeye rağmen temize çıkarmaz. Bu Rabbimizin adaletine aykırıdır. Siz bir kimsenin işlediği bir cinayette ona, İslam adına en ağır cezaları, azapları atfedeceksiniz; ama başka birileri -sırf Sahabî ismini taşıdıkları için- binlerce insanın katline vesile olsa dahi, ona dokunmayacaksınız; hatta daha ötesi içtihat yaptı diye bir kat da sevap alacağını söyleyeceksiniz(!!) (ki Ehl-i Sünnet'in Cemel ve Sıffın vak'aları hakkındaki tutumları bunun en bariz, en net örnekleridir.) Böyle bir şeyi siz kendi İslamî anlayış ve mantığınıza sığdırabiliyorsanız, o sizin vicdani meselenizdir. Fakat biz bunu yapamıyoruz aziz kardeşim. Bunu yapamadığımız için de maalesef akıl almaz karalamalara, iftira ve ithamlara  maruz kalıyoruz. Yok bunlar sahabe düşmanıdır; yok sahabeye dil uzatıyorlar; vs...

Muhterem kardeşim siz Caferilerin kaynaklarından az buçuk haberiniz olsa şunu bilirsiniz ki onlar hiçbir zaman (haşa) sahabenin tümüne olumsuz bakmaz. Caferî kaynaklarda isimleri geçen onlarca sahabi, daima takdir ve minnetle anılmakta, hadisleri nakledilmekte ve kısacası baş tacı edilmektedirler. Selmân, Ammâr, Ebuzer, Mikdâd, Bilal, Câbir b. Abdullah, Said-i Hudrî, Abbâs b. Abdulmuttalip, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Mes'ud, Hüzeyfet-ûl Yemân, Übey b. Ka'b, Ebu Eyyûp Ensarî bunlardan sadece bir kaçıdır. Ama bir kısım kimseleri de sahâbe ismi taşısalar bile bir çok eylem ve söylemleri, İslamî ölçülere uymadığı için tasvip etmezler; en azından bütün davranışlarını tasvip etmez, ağlarına ağ, karalarına da kara derler Söyledikleri sözlere ve naklettikleri hadislere ihtiyatla yaklaşırlar... Bunu da haşa bir hobi olarak değil, kendilerini buna mecbur gördükleri için yaparlar. Zira önceden de değindiğimiz gibi sizin tabirinizle "geçmişler" bir anlamda Resulullah'ın uygulamalarının bize intikal  ettiği bir kanaldır, köprüdür ve biz o gün yaşamadığımız için onları örnek alma konumundayız. Örnek alacaklarımızı ve bizi Resulullah'a götürecek kanallarımızı gözü kapalı seçemeyiz her halde. Siz yapabiliyorsanız onu bilmem. Yok siz bunun başka bir yolunu biliyorsanız, lütfen bize de açıklayın, biz de bilelim.

Yazınızda yine diyorsunuz ki: "Kişilerin övdükleri şahsiyete, ahlak, ibadet ve yaşantısında bir benzeyiş içerisinde olmadan sadece övmek kâr getirmeyecektir..."

Muhterem kardeşim, sözünüze bir diyeceğim yok; elhak çok doğru bir sözdür. Ancak siz bizim böyle bir çaba içerisinde olmadığımız kanaatine nasıl varabildiniz acaba?! Resulî ahlaka bu kadar vurgu yapan birisi olarak siz, bunun bir türlü su-i zan olduğunu bilmiyor musunuz?

Şimdi ben aynı soruyu dönüp size sorarsam, ne cevap verirsiniz acaba? Onu merak ediyorum.

Ehl-i sünnetin de muhtelif kaynaklarında naklettiği şu hadisleri siz de kabul ediyorsunuz herhalde:

 

"Ben sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum; o ikisine sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmezsiniz; Allah'ın Kitabı (Kur'ân) ve Ehl-i Beyt'im olan itretimdir. Hiç şüphesiz bu ikisi (Kevser) havuzu başında bana gelinceye kadar, hiçbir zaman birbirinden ayrılmazlar. Bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız?"[1]

 

 "Benim Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisine benzer; ona binen kurtulur, binmeyen boğulur, helak olur. "[2]

 

"Her şeyin bir temeli vardır; İslam'ın temeli de beni ve Ehl-i Beyt'i mi sevmektir"[3]

     

"Benim Ehl-i Beyt'i mi kendi aranızda bedenden bir baş ve baştan iki göz yerine koyun; başsız bir beden düşünülemeyeceği gibi, gözsüz bir baş da yolunu bulamaz"[4]

 

"Hiçbir kimse biz Ehl-i Beyt'le kıyaslanamaz"[5]

 

 "Yıldızlar yer ehlinin boğulmaktan kurtulma güvencesi olduğu gibi, benim Ehl-i Beyt'im de ümmetimin ihtilaftan korunma güvencesidir. Şu halde Arap'tan herhangi bir topluluk onlara karşı gelirse, ihtilafa düşüp İblis'in hizbinden olurlar."[6]

 

"Kim benim gibi yaşamayı, benim gibi ölmeyi ve Adn cennetinde yerleşmeyi seviyorsa, benden sonra Ali'nin velayetine girsin ve onun veli kıldığı kimseyi veli kabul etsin ve benden sonra imamlara uysun; zira onlar benim Ehl-i Beyt'imdirler; benim tıynetimden yaratılmış, (ilahi bir) ilim ve idrak nasiplenmişlerdir. Ümmetimden onların üstünlüğünü inkar eden, onlarla benim aramdaki yakınlık bağını koparanlara yazıklar olsun; Allah onları benim şefaatime nail etmesin."[7]

 

"Ey Ali! Ben ilim şehriyim, sen kapısısın. Şehre kapısından başka bir yerden girilebileceğini söyleyen, yalancıdır."  Başka bir nakilde "Şehire girmek isteyen kapıya gelsin" buyrulmaktadır.[8]

 

"Ben hikmet eviyim, Ali onun kapısıdır."[9] 

 

"Benden sonra halkın en bilgilisi Ali İbn-i Ebi Talib'dir."[10] 

 

"Hikmet on kısma ayrılmıştır. Dokuz kısmı Ali'ye, bir kısmı da diğerlerine verilmiştir." [11]

 

Hz. Ali'ye hitaben:

"Benden sonra ümmetimin ihtilafa düştüğü şeyleri sen açıklayacaksın." [12]

 

"Hüküm vermede ümmetimin en üstünü ve en bilgilisi Ali ibn-i Ebi Talib'tir." [13]  

 

"Benden sonra, Ali ibn-i Ebi Talib, ümmetimin en bilgilisidir." [14]  

 

Hz. Ali'den, sizin niçin diğer sahabelerden daha fazla hadis rivayetiniz var? diye sorulduğunda, şöyle dedi; "Ya ben, Resulullah'dan sorardım; o da cevabımı verirdi; ben sustuğum zaman da kendisi konuşmaya başlardı."[15] 

 

Deryadan damla misali verdiğimiz bu hadislerden her kesin kolayca anlayabileceği hakikat şudur ki Resulullah (s.a.a) ümmetinden ısrarla kendisinden sonra Ehl-i Beyt'ine sarılıp onların hidayet gemisine binip, bu vesileyle dalalet ve helaketten kurtulmaları, bedendeki baş ve baştaki göz gibi kendilerine örnek ve önder edinmelerini istemekte ve  Resulullah'ın ilim şehrinin kapıları oldukları için gerçek Resul sünnetinin onlardan alınması  ve ihtilafi konularda onlara başvurulması gerekmektedir. Siz başka bir şey anlıyorsanız lütfen bize de açıklayın, yanlışımızı düzeltelim. Yok Sünni kaynakların naklettiği bu hadisleri esasen kabul etmiyorsanız, o da başka. O zaman da neden reddettiğinizi bari açıklayın ki biz de üzerinde düşünelim.

Şimdi benzer onlarca hadisin arasından seçip örnek olarak verdiğimiz bu hadisleri kabul ettiğinizi varsayarak size acizane sormak istiyoruz:

Siz sevdiğiniz ve övdüğünüz Ehl-i Beyt'e ne kadar benzeyiş içerisindesiniz? Daha doğrusu, bu hadislerde de vurgulandığı gibi Ehl-i Beyt'e ne kadar ve nasıl sarılmış ve bu gemiye ne kadar veya nasıl binmişsiniz? Hadislerin açık nassına göre ihtilaflarda onlara baş vurulması gerektiğine göre, siz hangi ihtilafî konuda Ehl-i Beyt'in dediklerini başkalarınınkine tercih etmişsiniz? Allah rızası için söyleyin, bu gün Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz Ehl-i Beyt'in hakkını eda edebiliyor mu? Lütfen hemen (bir çoklarının yaptığı gibi) "Biz Ehl-i Beyt'i  sevmiyor muyuz?" diye itiraza kalkışmayın. Ben haşa Ehl-i Beyt'e düşmansınız demiyorum, ama muhterem kardeşim, Peygamber'imiz sadece Ehl-i Beyt'i sevin demiyor; "Ehl-i Beyt'e  sarılın; onlara sarıldığınız müddetçe asla dalâlete düşmezsiniz" buyuruyor. "Ehl-i Beyt'im Nuh'un gemisine benzer; ona binen kurtulur; binmeyen helak olur" buyuruyor. "Ehl-i Beyt'imi bedendeki baş ve baştaki göz yerine koyun; bedensiz baş olamayacağı gibi, gözsüz bir baş da yolunu bulamaz" buyuruyor. "Başkaları Ehl-i Beyt'le kıyasa bile gelmez" buyuruyor; kaldı ki onlardan üstün olmuş olsun veya onlara tercih edilebilsinler! Şimdi inandığınız bütün mukaddesata yemin vererek soruyorum, bugün Sünnî kardeşlerimiz Ehl-i Beyt'i bu hadislerin dediği yere koyuyor mu?  Evet diyorsanız,  Bismillah kanıtlayın.

Eğer, siz de yukarıda naklettiğimiz şeyleri bu hadislerden anlıyorsanız, o zaman gelin birlikte Ehl-i Sünnet'in kaynaklarına bir göz atalım. Düşünce ve uygulamalarını inceleyelim. İster itikatta, ister fıkıhta, ister tefsir ve hadiste ve... Ehl-i Sünnet Ehl-i Beyt'ten ne kadar yararlanmıştır acaba? Söz konusu dalların bir tanesinde dahi "Bu konuda da bizim imâmımız filan Ehl-i Beyt imâmıdır" diyebilir mi? Neden İmâm'ı A'zam ve İmâm Malik'in[16] direk ve diğer bir çok mezhep imâmının dolaylı olarak üstâdı, hocası sayılan İmâm Cafer-i Sâdık'ın görüşlerinden hiçbir ilmihal ve fıkıh kitabında bir eser bulunmaz? Bununla da kalmayıp dört mezhebin dışında kalan mezhepler bid'at ehli diye damgalanmakta! Talebelerin mezhebine, görüş ve fetvalarına uymak bid'at sayılmıyor da, hocalarınınkine uymak neden bid'at sayılsın?! Bu nasıl bir mantıktır Allah aşkına?! Yoksa yukarıdaki hadislerde vurgulanan Ehl-i Beyt başkalarıdır ve Ehl-i Beyt yolu başka bir yoldur da biz mi yanılmışız?! Eğer öyle  ise, söyleyin biz de doğru yolu bulalım muhterem kardeşim.

Bizde ve bizim kaynaklarımızda olanların  gerçek Ehl-i Beyt yolu ve görüşleri olmadığını düşünüyorsanız (ki bir çokları öyle iddia ediyor), o halde Ehl-i Beyt'in gerçek yolunu ve düşüncelerini siz belgeleriyle ortaya koyun da biz size uyalım. Hayır sizde de böyle bir şey yoksa, o zaman da "Neden herkesinki var da bir tek Ehl-i Beyt'in ki yoktur?" sorusuna cevap bulmalısınız. Neden siz sahip çıkmadınız da, onları Şia gibi entrikacı ve yalancı (!!!) gruplara bıraktınız ki onların diline her türlü yalanı uydursunlar!

Hayır bunların hiç birisi değil, "Ehl-i Beyt'te ilim, irfan namına Resullah'tan miras aldıkları bir şey yoktu ki biz de alıp istifade edelim" derseniz,  o zamanda sizi kendi insaf ve vicdanınıza havale etmekten başka bir çaremiz kalmaz.

Bu bölümün sonunda size bazı rakamlar veriyorum; belki merak eder de bunun neden böyle olduğunu araştırırsınız. Eğer makul bir sebep bulursanız bize de iletin duacınız olalım inşallah:

Küçük yaştan Resulullah'ın elinde yetişen, vefat edinceye kadar da ondan bir an ayrılmayan "Benim ilim şehrimin kapısıdır" dediği Hz. Ali'den Ehl-i Sünnet kaynaklarının  naklettiği hadis sayısı 537'dir ki bunların da sadece elli tanesi sahihtir diyorlar. Ancak Resulullah'ın  vefatından iki veya üç yıl önce (Hayber savaşından sonra) müslüman olan ve bizzat Sünnî kaynaklarda hakkında bir sürü şâibe nakledilen Ebu Hureyre'den nakledilen hadis sayısı 5374'dür. Risâlet hanedanında yetişen Peygamber kızı, bütün dünya kadınlarının efendisi Hz. Fâtıma'dan nakledilen hadis sayısı 19, evet sadece ONDOKUZ olduğu halde, Ümm-ül Mu'minin Âişe'den nakledilen hadis sayısı 2210'dur. Risâlet bağının gülleri, Peygamber omzunda yetişen, cennet gençlerinin efendileri Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den nakledilen hadis sayısı el parmaklarını aşmadığı halde, yaşta belki onlardan da küçük olan çocuk sahabî Abdullah b. Ömer'den nakledilen hadis sayısı 2630'dur!!! Ehl-i Sünnet'te yazılan ilk hadis kitabı olma özelliğini taşıyan İmâm Mâlik'in "El-Muvatta" kitabında Hz. Ali'den hatta bir tane dahi hadis nakledilmemiştir. Sahih-i Müslim gibi birinci derecede yer alan bir Hadis kaynağında Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den bir tane dahi senetli hadis nakledilmemiştir. Hz. Fâtıma'dan ise sadece bir tane (!!) hadis nakledilmiştir.

Bu konularda söylenecek daha çok söz ve verilecek çok belge var da ben akıllıya işaret de yeterlidir babından bu kadarıyla yetiniyorum.

 

Gönderdiğim kitapla[17] ilgili de bir iki noktayı aktarıp sözlerime son vermek istiyorum. Evvela, kitaba "Şia kaynaklı" demenize pek şaşırdım doğrusu. Siz kitabın sadece cildinin üzerine biraz dikkatli baksaydınız "Ehl-i Sünnet'e göre Kur'an ve Sünnet'te Hz. Ali" cümlesini görmeniz gerekirdi. Muhterem kardeşim. Şuna mutmain olun ki kitapta verilen kaynakların bir tanesi dahi Şii kaynağı değildir; siz aksini delilleriyle ispat edin, sizden özür dileyip duacınız olalım. Yok bundan maksadınız, kitabın müellifinin Şii olduğunu söylemekse, evet doğrudur, ama bunun ne sakıncası vardır? Önemli olan kitabın içeriği ve içerisinde verilen kaynaklar değil mi? Onların da hepsinin Sünni kaynak olduğunu söylüyoruz. Zaten Caferi alimlerinin bizce en bariz özelliklerinden birisi, Sünni kardeşleriyle farklı düşündükleri konuların hemen hepsinde, onların bizzat kendi kaynaklarından delil göstermeleridir. Ancak biz böyle bir prensibe Sünni alimlerinde asla rastlamadık. Yani doğru bildiklerini Caferilerin bizzat kendi kaynaklarından delillendirmeğe çalışan bir tane dahi Sünni alimi veya eser göremedik. Siz biliyorsanız, bize de bildirin, minnettar kalalım.

Kitaptan naklettiğiniz hadise gelince, evvela onca hadisin içerisinden  cımbızla çıkarır gibi bu hadisi çıkarıp bize yazmanıza da  şaşırmadım dersem yalan olur. Muhterem kardeşim, o kadar hadisin içersinden sadece bir tek bu mu sizin dikkatinizi çekti? Peki öbür hadisler hakkında sizin (müspet veya menfi) hiçbir görüşünüz yok mu? Yoksa onları da vahdete zarar getirir mantığıyla okumadınız veya okumaya değer bulmadınız mı?! Bu merakımı giderirseniz memnun olurum.

Yazdığınız hadise gelince, evvela bu hadis de yine "SÜNNİ KAYNAKLI."  Saniyen burada sizin anladığınız itikadî küfür değil, ameli küfür kastedilmiştir. Yani bunu inaden kabul etmeyen kimse, bir büyük hakikati gizlemiş (küfr maddesinin lügattaki manası da budur zaten) sayılır ve veballidir.  Ama itikadi kafir sayılmaz tabi. Bu tür ameli küfürlere başka bir örnek isterseniz, mesela yine her iki tarafın kaynaklarında nakledilen şu hadisi gösterebiliriz: Şöyle nakledilmiştir Allah Resulü'nden: "Bilerek namazı terk eden, kafirdir." İşte buradaki küfürden maksat da itikadî küfür değil, amelî küfürdür. Yoksa Allah'a ve diğer itikadî konulara inanan bir kimsenin namaz kılmadığında itikaden kafir olduğunu kimse söylememiştir. Ama çok büyük bir günahkar ve fâsıktır. Elbette bu tür faziletlerde daima Allah'ın Resulü (s.a.a)  istisnadır. Zira Hz. Ali'yi eğiten zaten odur. "Üstad-ı Murtaza'dır O." Onlar bir nurdan yaratılmışlardır Ve Kur'an'ın açık ifadesiyle, O Resul'ün nefsi konumundadır. ("Mübâhele ayeti" diye meşhur olan Âl-i İmrân, 61. ayetin tefsirine bakılabilir.) 

  Her halükarda ben illa da bütün bu hadislerin hepsi istisnasız doğrudur da demek istemiyorum. Ama şu kadarını kesin bir şekilde söyleyebilirim ki bunların çoğu ister sened isterse muhteva açısından doğru ve tartışılmazdır. Gerçi bunların bazısına karşı Ehl-i sünnet kaynaklarında alternatif hadisler de zikredilmişse de, bu hadisler her iki tarafın da kaynaklarında müştereken nakledildiği için daha güvenilir ve daha inandırıcı olmalıdır. Bizim mantığımız böyle diyor. Siz nasıl düşünürsünüz, onu bilmem. Şimdilik bu kadarıyla yetiniyor ve sizi Allah'a emanet ediyorum. Rabbim, cümlemize doğruları olduğu gibi görmeği nasip buyursun. Amin!

 

Not: Son olarak şu noktayı değerli okuyucularımıza hatırlatmada fayda görüyoruz ki, bize nasihat babından söz konusu mektubu yazan kardeş, bütün ısrarlarımıza rağmen bir daha da cevap olarak yazdığımız bu mektubun muhtevası hakkında müsbet veya menfi herhangi bir görüş beyanı ve cevap verme eğiliminde bulunmamıştır.                

 

    


 

[1] - Bu hadis, başta Sahih-i Müslim olmak üzere en muteber hadis kaynaklarında değişik senetlerle mütevatir bir şekilde nakledilmiştir. İbn-i Hacer, Sevaik-ü Muhrika kitabında 27 değişik senetle nakledildiğini söylüyor.

[2] - Müstedrek-üs Sahihayn (Hâkim Nişâburi), C.3, S.163, Hadis: 4720, Câmi-us Sağir (Süyuti), C.2, S.533, Hadis: 8162.

[3] - Ed-Dürr-ül Mensur (Süyuti), C.7, S.350, Kenz-ül Ummâl (Muttaki Hindi), C.12, S.105, Hadis: 34206.

[4] - Mecma-üz Zevaid (Heysemi), C.1, S.172, İs'af-ür Rağibin, S.114, Raşfet-üs Sâdi, S.91.

[5] - Feraid-üs Simtayn, C.1, S.45, Zehâir-ül Ukbâ, S.17, Yenâbi-ül Mevedde (Kunduzî), C.2, S.114.

[6] - Müstedrek –üs Sahihayn, C.3, S.162, Hadis: 4715, Es-Sevaik-ül Muhrika (İbn-i Hacer), S.150, Mecme-üz Zevâid, C.9, S.179, Feyz-ül Kadir, (Menâvî), C.6, S.297).

[7] - Hilyet-ül Evliyâ (Ebu Nuaym El-İsfahânî) C.1, S.86, Mecme-üz Zevâid (Heysemî), C.9, S.108, Kenz-ül Ummâl (Muttaki Hindi), C.6, S217.

[8] - Kenz-ül Ummâl (Muttaki Hindi), Hadis: 32890, Müstedrek-üs Sahihayn (Hâkim Nişâburi), C.3, S.126-127, Üsd-ül Gâbe, C.4, S.22, Yenabi-ül Mevedde; S.82.

[9] - Sahih-i Tirmizî, C.5, S.301, Hadis: 3807, Hilyet-ül Evliyâ, C.1, S.63, Kenz-ül Ummâl (Muttaki Hindi), Hadis: 32889), Yenabi-ül Mevedde (Kunduzî), S.81.

[10] - Feraid-us Sımtayn; C.1, S.97.

[11] - Feraid-us Sımtayn; C.2, S.94.

[12] - Müstedrek-üs Sahihayn (Hâkim Nişâburi), C.3, S.122.

[13] - Sahih-i İbn-i Mâce, Fadali-u Ashap, S.14, El-İstiâb (ibn-i Abd-il birr), C.2, S.461, Feth-ül Bârî (Askalânî), C.9, S.233, El-Menâkıb (Hârezmi), S.39, Er-Riyâz-ün Nezire, C.2, S.198.

[14] - El-Menakıb (Hârezmi), S.40.

[15] - Tabakât-u İbn-i Sa'd, C.2, S.338. Ensâb-ul Eşrâf; C.2, S.98.

 

[16]- "İbn-i Şehraşub" adıyla meşhur olan büyük fakih, şair, hatip ve yazar Reşidüddin Muhammed b. Ali Mazenderani, "Menakıb" adlı kitabında şöyle diyor:

"Malik b. Enes'ten şöyle rivayet edilmiştir: "Cafer b. Muhammed'den  daha faziletli bir şahsiyeti hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak duymamıştır. Büyük bir ilme sahipti. İbadet, takva ve Allah'tan korkmada ondan üstün bir şahıs yoktu."

 

"El-Emali" adlı kitabın seksen birinci meclisinde şöyle diyor:

Ebu Hanife, "Fakihlerin en bilgilisi kimdir?" sorusuna Cafer b. Muhammed'dir" cevabını vermiştir. O şöyle derdi:

"Mansur Abbasi onu (Cafer b. Muhammed'i) Irak'a getirttiğinde birini bana göndererek, Cafer b. Muhammed yüzünden başının derde girdiğini ve onu imtihan etmek için birtakım zor fıkhi meseleler hazırlamam gerektiğini bildirdi. Ben en zor meselelerden kırkını hazırlayarak Hire'de Mansur'un yanına gittim. Daha sonra Cafer b. Sadık'ı meclise getirdiler. Mansur beni ona tanıttı.

İmam Sadık, "Onu tanıyorum" dedi.

Mansur, da ona: "Soracağın bir şey varsa Ebu Abdillah'a (İmam Sadık'a) sor" dedi.

Ben hazırladığım meseleleri bir bir soruyordum; o hemen cevabını veriyor ve: "Bu konuda senin görüşün şudur, Medine fakihlerinin görüşü budur ve bizim de görüşümüz budur. Bazen sizinle aynı görüşe sahibiz, bazen Medine fakihleriyle aynı görüşteyiz ve bezen de görüşümüz her iki görüşe muhaliftir" diyordu. Bu ise İmam Cafer Sadık'ın (a.s) bütün fıkhi görüşlere vakıf olup, ihtilaf konularını bildiğini, dolayısıyla fakihlerin en bilgilisi olduğunu göstermektedir."" (El-Emâlî, 81. Meclis)

"İbn-i Hacer" ismiyle meşhur olan Şahabuddin Ahmed Heysemi Mekki "es-Savaik-ul Muhrika" adlı kitabında şöyle yazmaktadır:

"İnsanlar Cafer b. Muhammed'den (a.s) o kadar ilim kazanmış ve nakletmişlerdir ki, onun ünü her yeri almıştır, Uzun bir süre kervanların yükünü ondan alınan ilimler teşkil etmekteydi ve muhaddisler o ilim ve bilgileri armağan olarak diğer yerlere götürüyorlardı."

Muhammed Emin Bağdadi Süveydi "Sebaik-uz Zeheb" adlı kitabında (S.72) diyor ki:

"Babası Muhammed Bâkır'ın (a.s) vasi ve mirasçısı olan İmam Sadık'tan (a.s), diğerlerinden nakledilmeyen ilim ve bilgiler nakledilmiştir. O, hadis ilminin önderlerinden idi."

Peki bütün bunları kendi kaynaklarında nakledenlere sormazlar mı: "Bu eşi benzeri olmayan Ehl-i Beyt İmamlarının nakledilemeyecek kadar geniş ilimleri nereye gitti acaba? Neden Sünni kaynaklarda onlardan hiçbir nişane bulunmaz! Hadis önderlerinden sayılan İmam Cafer-i Sadık'ın hadisleri, hangi Sünni kaynaklarda nakledilmiştir ki bizim haberimiz yoktur? Uzun süre onun ilmini taşıyan kervanlar, bu ilimleri nerelere götürdüler acaba?!!"

 

[17]- Bizden kaynak isteyen bu kardeşe, Hz. Ali hakkında yazılan "Ehl-i Sünnet'e göre Kur'an ve Sünnet'te Hz. Ali" isimli bir kitabı gönderdik. Ama maalesef kitabı iade ettiğinde yazdığı mektuptan edindiğimiz izlenim, bu kardeşimizin kitabı en azından dikkatle okumadığı idi. Yüzlerce hadisi, kaynaklarıyla birlikte ihtiva eden 400 sayfalık bu kitaptan sadece bir tane hadisi cımbızlayarak bize yazmış ve "Nasıl olur böyle bir şey?" diye itirazda bulunmuştur ki onun da cevabını yukarıda vermiş bulunuyoruz.

 

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız | Îletişim için |

  Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de 'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM