Cevap-94:Aziz
kardeşim, maalesef bir çoklarının öyle
düşünmesine veya zannetmesine rağmen, tarihî
kaynaklara ve Hz. Ali'nin sözlerini nakleden
kitaplara, özellikle meşhur "Nehc-ül Belağa
kitabına müracaat edenler durumun hiç de öyle
olmadığını açıkça görürler. İşte bu yazıda
Nehc-ül Belağa kitabında nakledilen ve Hz. Ali (a.s)'ın
kendinden önceki üç halifeye yönelttiği
eleştiriler tahlîlî bir şekilde ele alınmış ve
bu münasebetle bazı başka kaynaklardan da gerek
görüldüğünde ilaveler yapılmıştır.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
HZ. ALİ (a.s) AÇISINDAN ÜÇ HALİFE
Hz. Ali (a.s)'ın
halifeleri eleştirdiği inkar edilemez bir
gerçektir. Fakat o yüce insanın bu eleştirileri,
yapıcı ve eğiticidir. Hz. Ali (a.s)'ın
halifeleri eleştirisi duygusallık veya
taassuptan kaynaklanmamaktadır. Bu eleştiriler
mantıkî ve tahlîlî eleştirilerdir; işte bu
özellik Hz. Ali'nin (a.s) eleştirilerine çok
büyük bir değer vermektedir. Bir eleştiri eğer
duyguların ve rahatsızlıkların baş kaldırmasının
ürünü olursa bir konumu vardır; gerçekler
hakkında doğru hükmetmekten kaynaklanırsa da
başka bir konumu vardır. Genellikle duygusal
eleştiriler bir türlüdür, çünkü bir takım kınama
ve azarlamalardır. Küfür ve lanetin bir
koruyucusu yoktur.
Fakat mantıklı
eleştiriler ruhsal ve ahlâkî özelliklerden
kaynaklanır ve eleştiriye tabi tutulan
insanların yaşamlarının özel tarihi noktalarına
dayanır. Böyle bir eleştiri doğal olarak herkes
hakkında bir şekilde olamaz. İşte burada
eleştiride bulunanın gerçekçilik derecesinin
değeri ortaya çıkmaktadır.
Nehc-ül Belağa'nın
halifeleri eleştirilerinin bazıları külli ve
başka bir şeyin içeriğinde ve bazıları da cüzi
ve belirgindir. Külli ve zımni eleştiriler, Hz.
Ali (a.s)'ın açıkça, "kesin hakkım elimden
alındı" buyruğudur. Bir önceki bölümde, Hz. Ali
(a.s)'ın kendisinin hilafete nasla tayin
edildiğine istinadı bahsinde, konuyla
münasebetlerinden bunları naklettik.
İbn-i Ebi-l Hadid
diyor ki:
"İmam Ali'nin
külli ve zımni de olsa halifeleri eleştirdiği
mütevatirdir. Bir gün İmam Ali bir mazlumun,
"Ben mazlumum, bana zulmedilmiştir" diye
bağırdığını duyar. Bunun üzerine ona der ki:
"Gel beraber bağıralım; çünkü ben de sürekli
zulme uğradım."
Yine kendi
dönemindeki İbn-i Âli'ye ismindeki güvendiği
birinden şöyle nakleder:
"Bir gün dönemin
Hanbelî imâmı İsmâil b. Ali Hanbelî'nin
huzurundaydım. İsmail, Kufe'den Bağdad'a dönen
bir yolcudan yolculuğunun nasıl geçtiğini,
Kufe'de neler gördüğünü soruyordu. O da başından
geçenleri anlatıyor, üzgün bir şekilde "Gadir
Bayramı" gününde Şiiler'in halifeleri şiddetle
eleştirdiklerini söylüyordu. Hanbelî imam, o
insanların suçu ne? Bu kapıyı Hz. Ali'nin
kendisi açmıştır, dedi. Adam, "Öyleyse bu arada
bizim vazifemiz nedir? Bu eleştirileri doğru mu
bilmemiz gerekiyor? Doğru bilecek olursak bir
tarafı bırakmamız gerekiyor, doğru bilmezsek de
diğer tarafı" dedi!
İsmail bu soruyu
duyunca yerinden kalkarak meclisi terk ederken "Şimdiye
kadar bu sorunun cevabını ben de bulamadım" dedi.
1.Halife Ebubekir
b. Kuhâfe
Ebubekir Şıkşıkiye
hutbesinde iki cümleyle özel bir şekilde
eleştirilmiştir:
Birincisi şu ki, o
benim hilafete daha layık olduğumu ve hilafetin,
ancak benim üzerime biçilmiş bir elbise olduğunu
çok iyi biliyordu. O, bunu çok iyi bilmesine
rağmen neden böyle bir işe girişti? Ben hilafet
döneminde, gözüne diken girmiş ve boğazında
kemik kalmış biri gibiydim:
Andolsun
Allah'a ki Ebu Kuhafe'nin oğlu, onu bir gömlek
gibi giyindi; oysa daha iyi bilirdi o, ben
hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim...
Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim
ama sanki gözümde diken var, boğazımda kemik
vardı."
İkincisi şu ki,
niçin Ebubekir kendisinden sonraki halifeyi
tayin etti? Halbuki kendi hilafeti döneminde
insanlardan kendisine yaptıkları biatlerini
bozmalarını ve bundan dolayı üzerine bırakılan
sorumluluğu kaldırmalarını istemişti. Bu işe
layık olup olmadığında şüphe eden ve halktan
kendisine yardım etmelerini isteyen bir kişi
kendisinden sonraki halifeyi nasıl tayin
edebilir?
"Ne de şaşılacak şey ki yaşarken halkın
kendisini bırakmasını teklif ederdi; ölümünden
sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı."
Ali (a.s)
yukarıdaki cümleleri buyurduktan sonra iki
halife hakkında en şiddetli tabirlerini
kullanıyor; bu tabirler o ikisini birbirlerine
bağlayan kökü de ortaya çıkarmaktadır:
"Bu iki kişi hilâfeti, devenin iki memesi gibi
aralarında paylaştılar."
İbn-i Ebi-l
Hadid, Ebubekir'in istifasıyla ilgili olarak
diyor ki: Ebubekir'den kendi hilafeti döneminde
minberde söylediği bir cümle iki farklı şekilde
nakledilmiştir; bu cümleyi bazıları şöyle
nakletmişlerdir: "Ben sizin en üstününüz
olmadığım halde hilafet benim üzerime bırakıldı."
Fakat bir çokları da şöyle nakletmişlerdir:
"Beni mazur görün, ben sizin en üstününüz
değilim."
Nehc-ül Belağa'nın tabirinden Ebubekir'in bu
cümlesinin ikinci şekilde olduğunu teyit
etmektedir.
2. Halife Ömer b. Hattab
Nehc-ül Belağa'da
2. Halife Ömer daha farklı bir şekilde
eleştirilmektedir. Ömer'le Ebu Bekr'in "Bu
iki kişi hilâfeti, devenin iki memesi gibi
aralarında paylaştılar" cümlesiyle ortak
eleştirilmesi dışında, onun ruhî ve ahlâkî
özelliklerine göre bir takım farklı eleştiriler
de yapılmıştır. Hz. Ali (a.s) Ömer'in iki ahlâkî
özelliğini eleştiriye tabi tutmuştur:
Biri Ömer'in hışım
ve sertliğidir. Bu konuda Ömer Ebubekr'in tam
karşı noktasında yer almıştır. Ömer ahlâkî
açıdan hışımlı, katı, heybetli ve korkunçtu.
İbn-i Ebi-l Hadid
der ki:
"Sahabenin ileri
gelenleri Ömer'le görüşmekten çekinirlerdi.
İbn-i Abbas "avl" konusunda görüşünü Ömer'in
ölümünden sonra açıklamıştır. Kendisini bunun
neden daha önce söylemediği sorulduğunda,
Ömer'den korktuğunu söylemiştir."
Ömer'in kamçısı
heybeti belirtmek için darb-ul misaldi. Öyle ki
daha sonraları "Ömer'in kamçısı Haccac'ın
kılıcından daha korkunçtu" denilmiştir. Ömer
kadınlara karşı daha sertti, kadınlar ondan
korkarlardı. Ebubekir ölünce ailesindeki
kadınlar ağlıyor, Ömer de sürekli onları
engelliyordu; fakat kadınlar Ömer'i dinlemeyip
ağlamalarına, bağırmalarına devam edince sonunda
Ömer, Ebubekir'in kız kardeşi Ümmü Ferve'yi
kadınların arasından dışarı çekerek bir kırbaç
darbesi vurdu. Bu olaydan sonra kadınlar
dağıldılar.
Ömer'in, Hz. Ali (a.s)'ın
buyruklarında eleştirilen diğer bir ahlâkî
özelliği de görüşünü belirtmede ve görüşünden
dönmede aceleci davranması ve sonuç itibariyle
çelişkili konuşmasıdır; defalarca bir konuda
görüşünü söyler, daha sonra hatasını anlayarak
yanıldığına itiraf ediyordu.
Bu alanda bir çok
hikayeler rivayet edilmiştir. "Hepiniz Ömer'den
daha fakihsiniz, hatta zifaf odalarında bulunan
hanımlar bile" cümlesini Ömer bu şartlar altında
söylemiştir. Yine kendisinden yetmiş defa
duyulduğu rivayet edilen "Ali olmasaydı
kesinlikle Ömer helak olurdu" cümlesi, işte Hz.
Ali'nin kendisini vakıf kılıp düzelttiği bu
hatalarından dolayıdır.
Emir-ul Müminin
Ali (a.s) Ömer'i tarihin vurguyla teyit ettiği
bu iki özelliğinden dolayı eleştiriyordu; yani,
yanındakilerin gerçekleri söylemekten
çekinmelerine sebep olacak sertliği ve sürekli
aceleci davranması, hataları ve peşinden de
hatalarından dolayı özür dilemesi. Birinci bölüm
hakkında buyuruyor ki:
"O, hilâfeti, düz ve düzgün olmayan çorak bir
yere attı; sözü sertti, insanı yaralardı; onunla
buluşup görüşeni incitirdi... Onunla konuşan,
arkadaşlık eden, serkeş bir deveye binmişe
benzerdi; burnuna geçen yularını çekse burnu
yırtılır, yaralanırdı; bıraksa üstündekini helâk
olma çukuruna götürür, atardı."
Aceleci olması,
çok yanılması ve peşinden de özür dilemesi
hakkında ise şöyle buyuruyor:
"Meselelerde
şüphesi çoktu; özür getirmesinin sayısı yoktu."
Hatırladığım
kadarıyla Nehc-ül Belağa'da birinci ve ikinci
halife sadece "Şıkşıkiyye" hutbesinde
naklettiğimiz bölümlerde özel olarak
eleştirilmiştir. Eğer başka bir yerde de
eleştirilmişlerse de ya küllî, ya da kinayeli
bir şekilde olmuştur bu. Örneğin Osman b.
Huneyf'e yazmış olduğu meşhur mektubunda "Fedek"
meselesine işaret etmektedir.
Veya 62. mektupta
buyuruyor ki: "Andolsun Allah'a ki Arab'ın,
bu işi, Peygamber'den sonra Ehl-i Beyt'inden
alacağını, benim halifeliğime engel olacağını
hatırıma bile getirmedim. Fakat bir de baktım,
gördüm ki halk, filân kişiye biat etmekte; elimi
çektim" veya Muaviye'nin mektubuna cevap
olarak yazdığı 28. mektupta "Deve gibi zorla
biate sürüklendiğimi söylüyorsun; Allah'ın ebedi
varlığına and olsun ki kınamak, yermek isterken
övdün beni. Beni rüsvay etmek isterken rüsvây
ettin kendini. Dininde şüpheye düşmedikçe,
inancında işkil bulunmadıkça mazlûm oluşu,
Müslüman'a bir noksan vermez, onu bir ayıba
sürüklemez."
Nehc-ül Belağa'nın
219. hutbesinde kinayeyle "falanca" diye anılan
bir kişi övülmüştür. Nehc-ül Belağa'yı
şerhedenler Hz. Ali (a.s)'ın övdüğü bu zatın kim
olduğu hakkında ihtilaf etmişlerdir; genellikle
bu sözlerin ciddi veya takiyyeyle söylendiğini
ve maksadın Ömer b. Hattab olduğunu
söylemişlerdir. Kutb-u Ravendi gibi bazıları da
maksadın, geçmiş sahabelerden Osman b. Maz'un ve
benzeri gibi birisi olduğunu söylemişlerdir.
Fakat İbn-i Ebi-l Hadid, hükümetin başında olan
birisinin övüldüğünü gösteren belirtilere
dayanarak -çünkü eğrilikleri düzeltecek,
hastalıkları giderecek bir kişiden bahsediliyor,
geçmiş sahabeler de böyle bir özelliğe sahip
değillerdi- kesinlikle Ömer'in kastedildiğini
söylüyor.
İbn-i Ebi-l Hadid,
Taberî'den şöyle naklediyor:
"Ömer ölünce
kadınlar ağlıyorlardı. Ebu Hasme'nin kızı
ağlayarak şöyle diyordu: "Eğrilikleri düzeltti
ve hastalıkları giderdi; fitneleri öldürdü ve
sünnetleri diriltti; temiz bir elbise ve
kusurlardan arınmış olarak bu dünyadan göçtü."
Taberî sonra Muğayre b. Şube'den nakleder ki,
Ömer defnedildikten sonra Ali'nin yanına giderek
Ömer hakkında bana bir şeyler söylemesini
istedim. Ali yüz ve ellerini yıkamış, yüz ve
ellerinden su damladığı ve bir elbiseye bürünmüş
bir halde dışarı çıktı; sanki Ömer'den sonra
hilafetin kendisine ulaşmayacağını kesin bilerek,
"Ebu Hasme'nin kızı 'Eğrilikleri düzeltti...'
sözünü doğru söylüyor" dedi
İşte, İbn-i Ebi-l
Hadid bu hikayeye dayanarak Hz. Ali'nin Nehc-ül
Belağa'da bu sözleri Ömer'in övgüsünde
söylediğini vurguluyor.
Fakat günümüzdeki
bir çok araştırmacılar olayı Taberî dışında
başka kaynaklardan daha farklı bir şekilde
nakletmektedirler: Ali dışarı çıktığında gözü
Muğayre'ye takılınca şöyle sordu: "Acaba Ebu
Hasme'nin Ömer'i övdüğü o sözler doğru mudur?"
Buna binaen,
yukarıdaki cümleler ne Hz. Ali (a.s)'ın sözüdür
ve ne de o sözü söyleyen kadının sözlerini teyit
etmektedir. Bu sözleri Nehc-ül Belağa'nın
hutbeleri arasında nakleden Seyid Rezi (r.a) bu
konuda yanılmıştır.
3. Halife Osman b.
Affan
Nehc-ul Belağa'da
Osman hakkında ilk iki halifeden daha fazla
bahsedilmiştir. Bunun sebebi ise apaçık bellidir:
Osman, tarihte "büyük fitne" diye geçen ve
Osman'ın yakın akrabalarının, yani Ümeyye
oğullarının diğerlerinden daha fazla parmağı
bulunduğu olayda öldürüldü ve halk hemen Ali (a.s)'ın
etrafında toplandı. Hz. Ali (a.s) da istemeyerek
onların biatlerini kabul etti ve bu durum ister
istemez Hz. Ali (a.s)'ın hilafeti döneminde o
hazret için bir takım sorunlar yarattı. Diğer
taraftan hilafet sevdalıları, o hazreti Osman'ın
öldürülmesinde parmağı olmakla suçladılar; o da
kendisini savunmak ve Osman'ın öldürülmesinde
kendi yerini aydınlığa kavuşturmak zorunda kaldı.
Diğer taraftan Osman'ın hükümetine karşı kıyam
eden ve büyük bir güç sayılan inkılapçı kesim
Hz. Ali (a.s)'ın ashabındandılar. Hz. Ali (a.s)'ın
muhalifleri onları Osman'ı öldürme suçuyla kısas
yapmak için kendilerine teslim etmesini
istiyorlardı; Hz. Ali (a.s) bu meseleyi kendi
sözlerinde gündeme getirip gerekeni açıklamak
zorundaydı.
Ayrıca, Osman'ın
hayatı döneminde inkılapçı kesim Osman'ı
muhasaraya alıp yöntemini değiştirmesi veya
istifa etmesi için ona baskı yaptıklarında her
iki tarafın da güvendikleri, ikisinin arasında
elçi olan ve her birinin görüşlerini kendi
görüşüyle birlikte diğer tarafa aktaran tek kişi
Ali (a.s)'dı.
Bütün bunların
dışında, Osman'ın hilafet düzeninde ilk iki
halifeye göre daha fazla bozulma vardı ve Hz.
Ali (a.s) vazifesi gereğince Osman'ın döneminde
veya Osman'dan sonraki dönemde onlar hakkında
konuşmazlık edip sessiz kalamazdı. Bütün bunlar
Nehc-ül Belağa'da Osman hakkında diğerlerinden
daha fazla bahsedilmesine sebep olmuştur.
Nehc-ül Belağa'da
toplam 16 yerde Osman hakkında bahsedilmiştir;
bunların çoğu Osman'ın öldürülmesi olayıyla
ilgilidir. Beş yerde Hz. Ali (a.s) kendisinin
gerçekten Osman'ın öldürülmesinde parmağı
olmadığını vurguluyor ve bir yerde Osman'a karşı
düzenlenen suikastta Talha'nın -ki Osman'ın
öldürülmesini bahane ederek halkı Ali (a.s)'a
karşı tahrik ediyordu- parmağı olduğunu
bildiriyor. İki yerde, Osman'ın öldürülmesini
Hz. Ali (a.s)'ın ilahî ve insanî hükümetini
zedelemek için bahane eden, bir timsah gibi göz
yaşı döken ve zavallı insanları mazlum halifeyi
öldürenleri kısas etme adına öteden beri
arzuladığı ülküler uğruna tahrik eden Muaviye'yi
suçlu buluyor.
Osman'ın
Öldürülmesinde Muaviye'nin Sinsi Rolü
Hz. Ali (a.s)
Muaviye'ye mektubunda buyuruyor ki: "Sen ne
diyorsun? Görülmeyen elin dirseklere kadar
Osman'ın kanına bulanmış olmasına rağmen yine
Osman'ın kanından mı bahsediyorsun?
Bu bölüm çok
ilginçtir. Hz. Ali (a.s) tarihin keskin
gözlerinden kaçan gerçekleri sergiliyor.
Araştırmacılar, psikoloji ve sosyolojiden
yararlanarak tarihin açılarından bu noktayı
ancak günümüzde çekip çıkarabilmişlerdir; yoksa
önceki dönemlerin insanlarının çoğu, Osman'ın
öldürülmesinde Muaviye'nin parmağının
olabileceğine veya onu savunmada kusur etmiş
olabileceğine inanmıyorlardı.
Muaviye ve Osman
ikisi de Emevî hanedanına mensup olup aralarında
kabile bağı vardı. Önceden hesaplanmış hedefler
ve belli metotlar üzerinde Emevîlerin aralarında
öyle sağlam bir bağ vardı ki günümüz tarihçileri,
bu bağı, günümüz dünyasının parti bağları
türünden bilmişlerdir.
Yani onları
birbirine bağlayan tek şey sadece ırk ve kabile
duyguları değildi; kabile bağı onları bir araya
toplayan ve maddi hedefler uğrunda uyum ve
birlik içinde olmalarını sağlayan bir ortamdı.
Muaviye şahsen de Osman'dan destekler almış ve
onun dostuymuş gibi görünüyordu; dolayısıyla hiç
kimse Muaviye'nin perde arkasından bu işte
parmağı olabileceğine inanamıyordu.
Sadece bir tek
hedefi olan, o hedefe ulaşmak için her vesileden
yararlanmayı mubah gören, mantığında ne insanî
şefkatlerin, ne de kuralların bir rolü olmayan
Muaviye, Osman'ın hayatta olmasına oranla
ölümünden daha fazla yararlanabileceğini ve onun
yere dökülen kanının kendisini damarlarında
dolaşan kanından daha fazla güçlendireceğini
teşhis ettiği günden itibaren onu öldürmek için
zemin hazırladı ve Osman'a etkili yardımlar
yapıp öldürülmesini önleyebileceği anlarda onu
olayların içinde yalnız bıraktı.
Fakat Hz. Ali (a.s)'ın
keskin gözü Muaviye'nin görünmeyen parmağını
görüyor, perde arkasındaki olayları biliyordu;
işte bu nedenle direkt olarak Muaviye'nin
kendisini suçlu biliyor ve Osman'ın ölümünden
sorumlu tutuyordu.
Nehc-ül Belağa'da
İmam Ali (a.s)'ın Muaviye'nin mektubuna cevaben
yazmış olduğu uzun bir mektup var. Muaviye
İmam'a yazdığı mektupta o hazreti Osman'ın
öldürülmesi planına katılmakla suçluyor; İmam (a.s)
da ona şöyle cevap veriyor:
"Sonra benimle
Osman arasındaki işten söz açıyorsun. Ona soy
bakımından yakınlık dolayısıyla bu soruyu senin
cevaplandırman gerek: Hangimiz ona daha fazla
düşmanlık ettik, hangimiz ölümüne sebep olduk?
Ona, yardım istediği hâlde onun "Sen yerinde
otur" deyip yardımını istemediği kişi mi, yoksa
onun yardım istediği halde yardımına gelmeyen,
başına gelenler gelinceye dek oyalanan kişi mi?...
Nice kere ona, yaptığı işi bildirdim ben;
gittiği yolun nasıl bir yol olduğunu söyledim
ben; ona karşı bir günahım, bir taksirim varsa o
da, ona doğru yolu göstermemdir ancak. Ama nice
suçsuzlar vardır ki suçu olmadan, sebebi
bilinmeden kınanırlar. Bâzı kere gerçek
öğüt veren ancak, töhmet altına girer."
Başka bir mektubunda Muaviye'ye hitaben şöyle
buyurur:
"Osman ve onu
öldürenler hakkındaki fazla ve lüzumsuz
sözlerine gelince: Sen o kişisin ki, kendine
yardım umduğun, faydalı gördüğün zaman ona
yardım ediyorsun; oysa ki ona yardımda bulunman
gerektiği zaman, onu hor-hakir bıraktın,
yardımına koşmadın"
Osman'ın öldürülmesi bir çok fitnelerin meydana
gelmesine sebep oldu; onun öldürülmesiyle
asırlar boyu İslam'ı bırakmayan ve etkileri
günümüze kadar devam eden İslam dünyasına başka
fitnelerin kapısı açıldı. Hz. Ali (a.s)'ın
Nehc-ül Belağa'daki sözlerinden, İmâm (a.s)ın
Osman'ın gidişatını çok eleştirdiği ve inkılapçı
kesimi haklı gördüğü anlaşılmaktadır. Buna
rağmen, Osman'ın hilafet makamında ona baş
kaldıranlar tarafından öldürülmesini İslam'ın
genel maslahatına uygun görmüyordu. Daha Osman
öldürülmeden önce Hz. Ali (a.s) bundan
endişeleniyor ve bunun korkunç sonucunu
görüyordu. Osman'ın işlediği suçlar, şer'an
öldürülmesini gerektirecek ölçüde olup olmayışı,
Osman'ın öldürülmesine daha fazla
etrafındakilerin bilinçli olarak veya
cehaletleri yüzünden zemin hazırlamaları ve
Osman'ın öldürülmesi dışında bütün yolları
inkılapçıların yüzüne kapamalarıyla Osman'ın
hilafet makamında inkılapçılar tarafından
öldürülmesinin İslam ve Müslümanların milli
maslahatlarına ters düşüp düşmediği birbirinden
farklı iki konudur.
Hz. Ali (a.s)'ın
buyruklarından anlaşılıyor ki, o hazret,
Osman'ın yöntemini değiştirmesini, doğru İslamî
adalet yolunda hareket etmesini, bunu kabul
etmediği takdirde inkılapçı kesinim onu hilafet
makamından alıp veya hapsederek yerine bu makama
layık olan birini getirmelerini, sonra o makama
salahiyeti olan halifenin Osman'ın suçlarını
gözden geçirip gerekli hükmü vermesini istiyor.
Buna binaen, Hz.
Ali ne Osman'ın öldürülmesini emretmiş ve ne de
inkılapçılara karşı onu savunmuştur. Hz. Ali'nin
bütün çabası kan dökülmeden inkılapçıların meşru
isteklerinin yerine getirilmesiydi: Osman ya
geçmişteki gidişatını değiştirmeli, ya da kenara
çekilip işi ehline bırakmalıydı. Hz. Ali (a.s)
iki taraf hakkında şöyle hükmetmektedir:
"O, kendi reyiyle hareket etti; iyi etmedi. Siz
de onun hakkında sabırsız davrandınız; iyi
etmediniz."
Bir aracı olarak inkılapçıların isteklerini
Osman'a ulaştırdığında Osman'ın hilafet
makamında öldürülmesinden ve Müslümanlara büyük
bir fitnenin kapısının açılmasından
endişelendiğini bildirdi:
"Allah için
olsun, bu ümmetin öldürülecek imâmı olma. Çünkü
bu ümmet içinde bir imam öldürülür ki onun
yüzünden kıyâmete kadar savaş sürer-gider,
ümmete, işler şüpheli görünür; aralarında fitne
dağılır, çoğalır, artık ümmet ne hakkı görür, ne
batılı; ikisini de ayırt edemez olur; o fitneler
içinde dalgalanıp durur halk; bocalayıp durur
denmiştir."
Daha önce Hz. Ali (a.s)'dan naklettiğimiz gibi
sözlerden de anlaşıldığı gibi, İmâm (a.s)
Osman'ın döneminde onun karşısında veya
gıyabında onu eleştirir, ona itiraz ederdi;
nitekim Osman'ın öldürülmesinden sonra da onun
hatalarını sürekli hatırlatır ve "ölülerinizi
hayırla anın"
ilkesini kabul etmediğini ve asla izlemediğini
gösterirdi.
Eleştiri konuları ise şöyledir:
1- 130. hutbede, Osman tarafından Rebeze'ye
sürüldüğünde Ebuzer'e buyurduğu cümlelerde hakkı
tamamen, eleştirici, inkılapçı ve itiraz eden
Ebuzer'e vermekte, onu teyit etmekte, Osman'ın
hükümetinin fasit olduğuna işaret etmektedir.
2- 30. hutbede daha önce naklettiğimiz gibi
şöyle buyurmuştu: "O, kendi re'yiyle hareket
etti; iyi etmedi."
3- Osman zayıf ve kendisinden iradesi olmayan
birisiydi; akrabaları, özellikle Mervan-i Hekem
-ki Resulullah tarafından sürülmüş olmasına
rağmen Osman tarafından Medine'ye getirildi ve
yavaş yavaş Osman'ın veziri konumunu aldı- onun
üzerinde büyük şekilde sulta kurdular ve onun
adına istedikleri her şeyi yapıyorlardı. Hz. Ali
bunu eleştirerek Osman'ın karşısında durup şöyle
dedi:
"Yaşını-başını aldıktan , ömrün sona
geldikten sonra Mervan'ın istediği yere sürüp
götürdüğü bir mal haline gelme."
4- Osman Hz. Ali'ye kötü zanda bulunuyordu. Hz.
Ali'nin Medine'de olmasını kendisi için zararlı
görüyordu. Hz. Ali (a.s) inkılapçı kesimin
dayanağı ve geleceklerinin ümidi sayılırdı;
özellikle inkılapçılar bazen Ali'nin ismine
slogan atıyor, resmen Osman'ın hilafetten alınıp
yerine Ali'nin geçmesini istiyorlardı. İşte bu
nedenle Osman, Ali'nin Medine'de olmamasını,
böylece inkılapçıların gözlerinin ona
takılmamasını istiyordu. Fakat diğer taraftan da
Ali'nin kendisiyle inkılapçı kesim arasında
hayırseverlikle aracılık yaptığını ve varlığının
ortamın yatışmasına sebep olduğunu açıkça
görüyordu. Bu nedenle de Ali'den Medine'den
çıkıp Medine'nin yaklaşık altmış beş km.
uzaklığındaki Yenbu'daki tarlasına girmesini
istedi. Fakat çok geçmeden Ali'nin yokluğundan
dolayı rahatsızlık duyup peşine adam gönderip
Medine'ye geri dönmesini istedi.
Doğal olarak Ali (a.s) Medine'ye dönünce,
hakkında daha sıcak sloganlar attılar. Osman
tekrar Hz. Ali'den Medine'yi terk etmesini
istedi. Osman'ın, Hz. Ali'ye Medine'yi terk edip
tarlasına gitmesine dair mesajını İbn-i Abbas
getirdi. Hz. Ali (a.s) Osman'ın bu hareketine
kızarak şöyle buyurdu:
"Ey Abbas oğlu, Osman beni, tarlayı sulamak
için su taşıyan deveye benzetmek istiyor;
gideyim, geleyim. Git diye haber yolluyor; sonra
haber geliyor, gel diyor; şimdi de gene git diye
haber salıyor. Andolsun Allah'a ki aleyhine
kalkışanları, suçlu olacağımdan korkacak bir
dereceye dek yatıştırdım."
5- Hepsinden daha şiddetlisi Şıkşıkiyye
hutbesindeki sözleridir:
"Derken kavmin üçüncüsü kalktı; hem de bir
halde ki iki yanı da yelle dolmuştu; işi gücü,
yediğini çıkaracak yerle yiyeceği yer arasında
gidip gelmekti. Onunla beraber babasının
oğulları da işe giriştiler; Allah malını ilk
baharda devenin otları, çayırı-çimeni yiyip
sömürmesi gibi yediler, sömürdüler. Sonunda onun
da ipi çözüldü; hareketi tezce yaralanıp
öldürülmesine sebep oldu, karnının dolgunluğu
onu bu hale getirdi; işini tamamladı gitti."
İbn-i Ebi-l Hadid bu bölümü açıklarken şöyle
diyor:
"Bu tabirler, en acı tabirlerdir ve bence yerme
ve hicvetme maksatlı söylenen en şiddetli Arap
şiiri olduğu söylenen Hatie'nin meşhur şiirinden
daha şiddetlidir."
İşte bunlar Hz. Ali (a.s)ın İlk üç halife
hakkındaki sözleri ve eleştirilerinden bazı
pasajlardı. Biz bu kadarının yeterli olduğunu
düşünüyor yetiniyor ve Rabbimizden hepimize
doğruları gören göz ve ona ittiba ettirecek
cesaret ve samimiyet lütfetmesini diliyoruz.