Bismillahirrahmanirrahim
Soru-72:
Ben Hanefi
mezhebinden olan bir Ehl-i Sünnet Müslümanıyım. Benim
öğrendiğim kadarıyla hak olan mezhep dört tanedir. Peki
Caferilik gerçekten hak mezhep midir? Eğer öyle ise, neye
dayanarak bu savunuluyor? Eğer bu sorumu cevaplarsanız beni
çok mutlu edersiniz. Şimdiden Allah razı olsun. Allah'a emanet
olun.
Cevap-72: Aziz
kardeşim, sorunuzda dört mezhebin hak olduğu görüşünü ileri
sürerek Caferi mezhebinin hak olup olmadığını ve delillerini
soruyorsunuz? Cevabınıza gelince, Kur'ân-i Kerim buyuruyor ki:
"Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak,
göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur." (İsra,
36) Bu âyetten anlaşıldığı üzere insan, bilgisi olmadan
bir yargıda bulunması ve bir şeye bağlı olması caiz değil ve
Allah karşısında böyle bir tutumundan dolayı insan mutlaka
sorumlu tutulacaktır. Şimdi "Dört mezhep haktır" görüşünü
inceleyerek bu görüşün sağlam bir delilinin olup olmadığını
araştıralım.
1-Dört
mezhebin kurucuları şunlardan ibarettir:
1-Ebu
Hanife, Numan b. Sabit el-Kufi Hicri 80'de doğmuş ve Hicri
150'de vefat etmiştir.
2-Malik b.
Enes, Hicri 93'de doğmuş ve Hicri 179'da vefat etmiştir.
3-Muhammed
b. İdris Şafii, Hicri 105'de doğmuş ve Hicri 204'de vefat
etmiştir.
4-Ahmed b.
Hanbel Hicri 164'de doğmuş ve Hicri 241'de vefat etmiştir.
Görüldüğü
gibi bu dört mezhebin hepsinin temelleri Peygamber (s.a.a)'den
en az yüz yıl sonra atılmaya başlanmıştır. Birinci ve ikinci
hicri yüzyılda Ehl-i Beyt'i ilmi merci' olarak bilenler,
bundan sonraki dönemlerde olduğu gibi, şer'i konularda Ehl-i
Beyt'e bağlı kalmışlardır.
Ama Ehl-i
Beyt'e bağlı olmayan Müslümanlar ise bu mezheplerden hiç
birine bağlılık söz konusu olmadan yaşayıp dünyadan
gitmişlerdir. Mezheplerin dörtle sınırlandırılması her hangi
bir şer'i delile dayanmamaktadır. İkinci hicri yüzyıldan
başlayarak Ehl-i Beyt'i ilmi merci' olarak kabul etmeyen
Müslümanlar, çeşitli mezheplere bölünmüşlerdir. Böylece
onlarca fıkhi mezhep ortaya çıkmıştır. Ancak Abbasî
halifelerinin ve onlardan sonraki bazı yöneticilerin baskıları
neticesinde bu dört mezhep resmi mezhep olarak yayılmış ve
mezhepler dörtle sınırlandırılmaya çalışılmıştır.
Meşhur ve
muteber tarihçi Makrizi "El-Hutat" adlı eserinde bu hususta
şöyle yazıyor:
"Kadı Ebu Yusuf Hicri 170'de Abbasi Halifesi Harun Reşid
tarafından kadılık makamına atandı; o işini sürdürerek baş
kadılık makamına kadar yükseldi. O bu makamda Horasan'dan ta
Şam'a kadar bütün beldelerde özellikle Ebu Hanife'yi taklit
edenleri bu makama atamaya dikkat ediyordu. Böylece Hanefi
mezhebinin yayılmasında Ebu Yusuf en büyük rolü oynadı."
Doğuda Hanefi mezhebinin yayılmasıyla birlikte Batı'da (Afrıka'da)
Ziyad b. Abdurrahman vasıtasıyla Maliki mezhebi yayılmaktaydı.
Makrizi diğer mezheplerin yayılmasına işaretle şöyle diyor: "Daha
sonra Mısır sultanı Baybaros, Mısır'a Şafii, Maliki, Hanefi ve
Hanbeli olarak dört kadı tayin etti. Baybaros Hicri 658'de
saltanatı ele geçirmiş ve Hicri 676'da vefat etmiştir."
Makrizi şöyle devam ediyor: "Hicri 665 yılında Mısırda dört
mezhebe bağlı dört kadının (hakimin) atanması ve bu işin
sürdürülmesi üzerine tüm İslam beldelerinde dört mezhebin
dışında resmi tanınan başka bir mezhep kalmadı. Bu
mezheplerden başkasına bağlı olanlarla düşmanlık edildi;
onlara karşı çıkıldı bu mezheplerden birine bağlı olmayan
kimse kadı olarak tayin edilmedi; hitabet, cemaat İmâmlığı ve
tedris kürsüsü ona verilmedi. Bu müddet zarfında çeşitli
fakihler de bu mezheplere uymanın farz ve diğer mezheplere
uymanın haram olduğuna dair fetvalar verdiler..."
İbn-i
Futi'de El-Havadis-ül Camia adlı eserinde 631 yılının
olaylarını anlatırken mezheplerin dörtle sınırlandırılışının
Abbasi Halifesi Müstansirubillah'ın emriyle Bağdat'taki "Müstansariyye"
Medresesi'nde bu mezheplerden her birine bir tedris kürsüsü
verilerek gerçekleştirildiğini açıkça vurgulamaktadır. Bu
husustaki tarihi örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Kısacası bu
dört mezhebin hak olup diğer mezheplerin hak olmadığı görüşü,
her hangi bir şeri delile dayanmamaktadır. Bu mezheplerin
dörtle sınırlandırılmasında en önemli rolü zalim sultanlar
oynamıştır. Kısacası tahkik ehline göre, dört mezhebin hak ve
diğer mezheplerin batıl olduğuna dair her hangi bir delil
ortada yoktur. Hatta bu mezheplerin kurucuları olan mezhep
İmâmları bile ortaya koydukları görüşlerin (ki sonradan bir
fıkhi mezhep haline gelmiştir) bir içtihattan ibaret olduğunu
açıklamışlardır. Bunlar kendi içtihatlarının hak ve
diğerlerinin geçersiz olduğunu iddia etmemişlerdir. Örneğin
Hatip Bağdadi Meşhur tarih kitabında (13. cildinde) Mezahim b.
Zefr'den naklediyor ki: Ebu Hanife'ye "Bu verdiğin
fetvalar ve kitaplarında yazdığın bu konular, şüphesi olmayan
hak mıdır?" diye sordum. Ebu Hanife: "Allah'a yemin
ederim ki bilmiyorum. (Benim bu fetvalarım) şüphesi olmayan
bir batıl da olabilir" dedi.
Ehl-i Beyt
İmâmlarının Ebu Hanife'nin içtihadının batıl temele
dayandığını açıkça ifade ettikleri sabittir. Ebu Nuaym, meşhur
Hilyet-ül Evliya kitabında (C.3, S.196) Amr b. Cemi'den şöyle
nakleder: "Ben ve İbn-i Ebi Leyla ve Ebu Hanife, İmâm Cafer
Sâdık'ın huzuruna gittik İmâm, İbn-i Ebi Leyla'dan "Bu
şahıs kimdir? diye sordu. İbn-i Ebi Leyla din hususunda
bilinçli bir şahıstır diye cevap verdi. İmâm: "Şâyet o dini
kendi görüşüyle kıyas ediyor? (Mukayese yoluyla hükümleri
çıkarmaya çalışıyor) dedi. O "Evet" dedi. Sonra İmâm kıyasın
batıl olduğunu ispatlamak için ondan bazı sorular sordu. Ebu
Hanife İmâm'ın sorularını cevaplayamadı. İmâm, o soruların
cevabını verdikten sonra şöyle buyurdu: "Ey Nu'man (Ebu
Hanife'nin ismi Nu'man'dır) babam, büyükbabamdan nakletmiştir
ki, Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Din işlerinde ilk kıyas
(mukayese ve benzetme) yoluna giden İblis'tir (Şeytan'dır).
Allah-u Teala ona: "Adem'e secde et", dedi. O ise "Ben ondan
daha üstünüm; beni ateşten ve onu topraktan yaratmışsın" (yani
Şeytan ateşle toprağı birbirine mukayese ederek kendi
üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmıştır) dedi. Her kim dinde
kendi görüşüyle kıyas ederse Allah Teâlâ onu kıyamet günü
İblis'le birlikte kılar. Çünkü o, kıyasta ona (İblis'e)
uymuştur."
Bu hadisi
Ebu Nuaym başka bir senetle de nakleder; bu ikinci nakilde
şöyle der: İmâm Cafer Sâdık Ebu Hanife'den sordu ki:
"Adam öldürmek mi daha büyüktür (büyük günahtır) yoksa zina mı?
Ebu Hanife, adam öldürmek, diye cevap verdi. İmâm dedi ki (Öyleyse
neden) Allah Teala adam öldürmede (adam öldürmenin ispatında)
iki şahidi yeterli bilmiştir; ama zinada dört şahit istemiştir.
Yine İmâm Cafer Sâdık sordu ki "Namaz mı daha önemlidir yoksa
oruç mu? O namaz diye cevap verdi. Bunun üzerine İmâm şöyle
dedi: "Öyleyse neden kadın hayız (adet) olduğu zamandaki
orucunu kaza etmesi gerekir, ama namazını kaza etmesi gerekmez?
Yazıklar olsun sana kıyas nasıl doğru olabilir? Allah'tan kork
ve dini kendi görüşünle kıyas etme."
İbn-i
Hallikan Ka'nebi'den naklediyor ki: "Malik'in (Malikî
mezhebinin İmâmı) ölüm hastalığında iken yanına gittim; selam
vererek oturdum. Malik'in ağladığını gördüm. "Neden ağlıyorsun?"
dedim. O, "Nasıl ağlamayayım? Ağlamaya benden daha müstahak
olan kim olabilir? Allah'a yemin ederim ki kendi görüşüm üzere
fetva verdiğim her konuda bana bir kırbaç vurulmasını ve benim
o fetvayı vermemiş olmamı isterdim. Keşke kendi reyimle hiç
fetvam olmasaydı..." dedi."
Diğer iki
mezhepler için de aynı şeyler söz konusudur. Kendi içtihadı ve
reyiyle fetva veren ve kıyasın temelini atan İkinci Halife
Ömer b. Hattab'ın bile "Din hakkındaki görüşlere
kötümser olun; bizim görüşler zanna ve tekellüfe dayanır"
dediğini, İbn-i Hazm El-Muhella kitabında nakleder. Ebu
Davud Secistani de kendi Sünenin'de Ömer'in, "Hak olan
Peygamber'in sözüdür, bizim görüş ve sözlerimiz böyle değildir;
bizim sözlerimizi bırakın" manasını ifade eden bir
sözünü nakleder. (Oysa Ömer'in bizzat kendisi kıyas yoluyla
hüküm çıkarmanın temelini atan şahıslardan sayılır. Ömer'in
kendi valisi olan Ebu Musa Eş'ari'ye şöyle yazdığı
nakledilmiştir: "Kur'ân ve sünnette olamayan ve senin
hatırına bir şey gelmeyen konularda çabuk fetva verme; çok
düşün ve benzeri konuları bil ve onları birbiriyle karşılaştır
ve hakka daha benzer olanına kıyas et" (Ebu İshak
Şirazi, Tebekatu'l-fukaha, İbn-i Kayyim, A'lam'ul Mukiin)
Kısacası yukarıda işaret
edildiği üzere Ehl-i Beyt İmâmlarının bu mezheplerin
dayandıkları temelin (kıyas)'ın batıl olduğunu açıkladıklarını
nazara alarak ve bizzat söz konusu mezhep İmâmlarının bile,
kendi görüşlerinin hak olmayacağını itiraf etmelerini göz
önünde bulundurarak şöyle deriz: Dört mezhep haktır demek din
adına büyük bir pervasızlıktır. Allah bizleri büyük
yanılgılardan korusun.
Ama Caferi mezhebine gelince iş
tamamen farklıdır; çünkü bu mezhep Peygamber (s.a.a)'in Kur'ân
ve Ehl-i Beyt'e sarılmaya dair kesin emri doğrultusunda şer'i
hükümlerde Ehl-i Beyt'e uymayı esas almak temeli üzerine
kuruludur. Bu mezhepte herhangi bir kıyas ve benzeri batıl
yöntemlere başvurulmaz. Ehl-i Beyt İmâmları (12 masum İmâm)
sadece Allah'ın onlara verdiği vehbi ilimle Allah'ın dinini
her hangi bir zann, içtihat ve re'ye başvurmadan ortaya
koymuşlardır. Caferilik veya başka bir ismiyle Şia (Ehl-i Beyt
mektebi) Peygamber'in, ilminin kapısı olarak tanıttığı Hz. Ali
ve onun soyundan olan masum İmâmlara uymak temeli üzere
kuruludur. Bu mezhebin Caferi olarak adlandırılması, İmâm
Cafer Sâdık'ın bu mezhebin tek İmâmı olmasından değildir;
Emevilerin çöküşü ve Abbasilerin başa geçmesi döneminde meydan
gelen gevşemenin İmâm Cafer Sâdık'ın dönemine rastlaması ve bu
iki grubun (Abbasilerle Emevi'lerin) birbiriyle uğraşmasından
dolayı meydana gelen nisbi rahatlıktan yararlanarak İmâm Cafer
Sâdık'ın, Şia'nın inançları ve fıkhi meselelerini beyan
etmesinden dolayıdır. Söz fazla uzamasın diye şimdilik bu
kadarıyla yetiniyoruz. Allah cümlemizi hakkı samimice arayan
ve bulduğunda samimiyet ve cesaretle ona ittiba eden saadetli
kullarından eylesin. Amin!
|