Bismillahirrahmanirrahim
Soru 565:
Selamun aleykum!
Benim
aklıma takılan bir sorum var, çok araştırdım ama
çelişkide kaldım, Ehlibeyt mektebine göre
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisinde “Size
iki ağır emanet bırakıyorum biri Kuran-i kerim
diğer ise Ehlibeytimdir” buyurmuştur. Ehli
Sünnet’e göre de biri Kuran-i kerim, diğeri ise
Sünnetimdir” buyurmuştur. 1. sorum şu: Hangisi
doğru?
2.
Sorum: Her iki tarafta niçin doğru olduğunu iddia
ediyor? Bu sorularıma detaylı cevap verirseniz çok
sevinirim. Alper Cantürk.
Cevap 565:
Aleykum selam!
Muhterem kardeşim, çok araştırdım diyorsunuz, ama
yazdıklarınız öyle çok araştırdığınızı
göstermiyor, yada nasıl ve nerelerde araştırma
yapacağınızı bilmeden öylesine araştırmışsınız.
Her halükarda biz her iki nakil hakkında size
bilgi vermeye çalışacağız.
Evvela emanetler hadisinin birinci versiyonunun
sadece Ehlibeyt kaynaklarında nakledildiği iddiası
kesinlikle doğru değil ve bunu iddia eden kimsenin
kaynaklardan haberi yoktur maalesef. İkinci
versiyonun ise sanki Ehli Sünnet’te muteber bir
hadis olduğu iddiası da kesinlikle doğru değildir.
Saygı değer kardeşim, Sekaleyn hadisi olarak
meşhur “İKİ EMANET” hadisinin doğru olan nakli,
içinde “Kur’an ve Ehlibeyt” geçen hadistir. Bu
nakil Ehlibeyt kaynaklarının yanı sıra, Ehl-i
Sünnet’in de en muteber hadis, tefsir ve siyer
kitaplarında sahih senetlerle mütevatir olarak
nakledilmiştir; yani anlayacağın müşterek bir
hadistir. Kur’an ve Sünnet kavramlarının geçtiği
nakil ise hatta Ehl-i Sünnet’in bile muteber hadis
kaynaklarında yer almamıştır.
Biz
önce Sekaleyn hadisinin “Kur’an ve Ehlibeyt”
kavramlarını içeren naklinin müşterek metni
veriyoruz. Ardından kaynaklarını, ardından diğer
nakli tahlil etmeye çalışacağız:
"Ey
insanlar, sizin aranızda, kendilerine sarıldığınız
takdirde asla sapmayacağınız iki değerli ve ağır
emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabını; o kitapta
hidayet ve nur vardır ve itretim olan
Ehlibeyt''mi."
Bazı
nakillerde, "Onlar Kevser havuzu başında bana
varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılamazlar.
Ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere Ehlibeyt'im
hakkında ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere
Ehlibeyt'im hakkında ve bakın benden sonra onlara
nasıl davranacaksınız"
cümleleri de eklenmiştir.
Oldukça meşhur olan ve çeşitli nakilleriyle
tevatür derecesine varan bu hadis, muhtelif
senetlerle birçok sahabiden nakledilmiştir. İbn-i
Hacer bu hadisin 27 senetle nakledildiğini
söylemektedir. (Es-Sevaik-ul Muhrika, S.226)
Bu
hadisi bazı cüzi farklarla nakleden muteber Sihah
ve Sünen kitaplarından sadece bir kaçını vermekle
yetineceğiz: Sahih-i Müslim, Bab-u Fezail-i Ali
(a.s), C.7, S.122, Sünen-i Tirmizi, C.2, S.308,
Müsned-i Ahmed, C.3, S.17, Es-Sünen-ül Kübra, C.2,
S.148, Müstedrek-üs Sahihayn, C.3, S.109,
Et-Tabakat-ül Kübra, C.2, S.194, El-Cami-üs Sağır,
C.1, S.104, Mecm-üz Zevaid, C.1, S.170, Kenz-ül
Ummal, C.6, S.309, İhya-ül Meyyit (Suyuti) Hadis:
56, Es-Sevaik-ul Muhrika (İbn-i Hacer),
S.141,143,148..., Sünen-üd Darimi, C.2, S.431,
(Kitab-u Fezail-il Kur'an), Usd-ül Gâbe, C.3,
S.92-147, Yenabi-ül Mevedde, S.36-37-38...
Bu
hadis-i şerifin yer aldığı çeşitli kaynakları ve
hadisin değişik nakillerindeki cüzî farkları
öğrenmek isteyen kardeşlerimiz, Ehlibeyt Mesajı
dergisine müracaat edebilirler.
Bu
nakillerden anlaşılan şu ki Allah Resulü (s.a.a)
bu hadisi, Gadir-i Hum, Cuhfe, Arafat, Taif
dönüşü, ölüm döşeğinde yatarken vb. birçok yer ve
münasebetlerde beyan etmişlerdir. Bu ise Resul-i
Ekrem'in (s.a.a), bu konuya ve bu ağır ve değerli
emanetleri Müslümanlara tanıtmaya ve böylece
hücceti herkese tamamlayıp kimseye mazeret ve
bahane yeri bırakmamağa ne kadar önem verdiğini
göstermektedir.
Şimdi gelelim “Kur’an ve Sünnetim” şeklinde
nakledilen rivayete:
Aziz
kardeşim, Hz. Resul’ün ümmete emanet ettiği iki
değerli emanetin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Resul’ün
Sünnet’i olduğunu belirten nakil, Ehl-i Sünnet’in
nezdinde en muteber hadis kaynakları olarak
bilinen Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim de dâhil
olmak üzere Kütüb-i Sitenin hiç birinde yer
almamıştır. Hatta Malik’in Muvatta’sı hariç,
Kütüb-i Tis’a’nın (dokuz hadis kaynağının) bile
hiçbirinde yer almamıştır. Malik’in Muvatta’sında
ise sadece bir yerde (1395. hadisinde), o da
mürsel olarak, yani senetsiz olarak rivayet
edilmiştir. Malik’in bu hadisi kimden duyduğu, bu
hadisin Malik’e kadar olan senet silsilesinde
kimlerin yer aldığı, o kimselerin sika ve adil
insanlar mı, yoksa yalancı ve zayıf insanlar mı
olduğu belli değildir. Dolayısıyla da hadis
literatüründe böyle bir hadis nakline hiç itibar
edilmez ve kâle alınmaz.
Evet, bu nakil müsned olarak Hakim’in Müstedrek-üs
Sahihayn kitabında rivayet edilmiştir. Ancak, bu
naklin senet silsilesinde yer alan kişiler, bizzat
Ehl-i Sünnet’in kendi büyük âlimlerince zayıf ve
nakillerine itibar edilmeyecek kişiler olduğu
kaydedilmiş ve bu hadisin uydurma olduğu itiraf
edilmiştir. Ben bu rivayetle ilgili olarak Ehl-i
Sünnet’in iki büyük âlimiyle baş başa bırakıyorum.
Bakınız Ehl-i Sünnet’in önde gelen bilginlerinden
olan Ahmet Sa’d Hamdun, Kur’an ve Sünnetin
şeklinde nakledilen rivayeti tahriç ettikten sonra
şunlara yer veriyor:
“Bu
hadisin senedi zayıftır. Bu senette Salih bin Musa
Talhi yer almıştır. Zehebi onun hakkında;
“Zayıftır.” demiştir. Yahya ise; “O bir şey
değildir, itibar edilmez ve hadisi yazılmaz.”
demiştir. Buhari se; “Hadisleri münkerdir.”
söylemiştir. Nesai ise; “Metruktür.” demiştir.”
(Usul-ü İtikad-ı Ehl-is Sünnet, Ebu’l Kasım
el-Lalkai es-Selefi, s. 8)
Ehl-i Sünnet’in önde gelen muhaddislerinden olan
Hasan bin Ali es-Sakkaf eş-Şafii ise, bu hadisle
ilgili olarak şöyle demiştir:
“Bana; Hz. Resul’ün “Sizin aranızda iki emanet
bırakıyorum; onlara sarıldığınız takdirde
sapmazsınız: Allah’ın kitabını ve...” hadisi
sorulmuştur, “Acaba sahih olanı “ve yakınlarım
olan Ehl-i Beyit’imi” lafzıyla geleni midir? Yoksa
“ve sünnetimi” lafzıyla geleni midir?” diye.
“Sizden ricamız, bunu, hadis ve senedi açısından
açıklamanızdır.” denmiştir.
Cevap: Sahih olarak sabit olan, “ve Ehl-i
Beyit’imi” lafzıyla gelen hadistir. “ve sünnetimi”
lafzıyla gelen hadis ise, hem senet, hem de metin
açısından batıldır. Burada inşaallah senet
hususunu açıklayacağız. Zira soruda bu hususun
aydınlığa kavuşması istenmiştir.
Diyoruz ki: Bu hadisi Müslim, Sahih’inde
(Abdulbaki basımı, 4/1873, 2408 numaralı hadis)
[4425. hadis] efendimiz Zeyd bin Erkam’dan
nakletmiştir.
O
şöyle demiştir: “Bir gün Hz. Resulullah Mekke ile
Medine arasında Hum denen suyun kenarında ayağa
kalkarak bize bir konuşma yaptı. Allah’a hamd-ü
sana etti, nasihatte bulundu, Allah’ı bize
hatırlattı, sonra da şöyle buyurdu: “Bilin ki, ey
insanlar, ben de bir beşerim. Rabbimin elçisi
gelip de icabet etmem beklenir. Ve ben sizin
aranızda iki ağır emanet bırakıyorum. Onların ilki
Allah’ın kitabıdır; onda hidayet ve nur vardır.
Öyleyse Allah’ın kitabını tutun ve ona sarılın.”
İnsanları Allah’ın kitabına sarılmaya teşvik
ettikten sonra da şöyle buyurdu: “Ve Ehlibeyt’imi.
Size Allah’ı hatırlatırım Ehlibeyt’im hakkında,
size Allah’ı hatırlatırım Ehlibeyt’im hakkında,
size Allah’ı hatırlatırım Ehlibeyt’im hakkında.”
Müslim’in lafzı böyledir. Bu hadisi Daremi de
Sünen’inde bu lafızla (2/431-432, 3182 numaralı
hadisi) güneş gibi açık olan sahih bir senetle
nakletmiştir. Bu ikisi dışında diğerleri de
rivayet etmişlerdir.
“ve
sünnetimi” lafzıyla nakledilen hadise gelince;
onun uydurulmuş bir hadis olduğunda şüphe yoktur.
Zira senedi çok zayıftır. Bu hadisin
uydurulmasında Emevilerin etkisi olmuştur.
İşte
bu hadisin senedi ve metni şöyledir: “Hakim,
Müstedrek’inde (1/93) kendi senediyle İbn-i Ebi
Uveys’den, o da babasından, o da Sevr bin Zeyd
ed-Deylemi’den, o da İkrime’den, o da İbn-i
Abbas’tan rivayet etmiştir. Bu hadiste şöyle
geçmiştir: “Ey insanlar, ben sizin aranızda öyle
bir şey bırakıyorum ki, ona sarıldığınız takdirde
asla sapmazsınız: Allah’ın kitabını ve
peygamberinin sünnetini.”
Ben
diyorum ki: Bu hadisin senedinde İbn-i Ebi Uveys
ile babası yer almıştır. Hafız Muzzi Tehzib-ül
Kemal’de (3/127) İbn-i Ebi Uveys’in biyografisinde
-onu cerh edenlerin sözünü aktarıyorum- şöyle der:
“Muaviye bin Salih, Yahya bin Muin’in onların
hakkında şöyle dediklerini nakletmiştir: “Ebu
Uveys ve oğlu zayıftır.” Yine Yahya bin Muin şöyle
demiştir: “İbn-i Ebi Uveys ve babası hadisi
çalıyorlardı. Yine o şöyle demiştir: “İbn-i Ebi
Uveys, karıştırıcı ve yalancıdır. Bir şey değildir
(kendisine itina edilmez).”
Ebu
Hatem ise onun hakkında şöyle demiştir: “Doğru
konuşma ihtimali vardır. Ancak basiretsiz biri
idi.”
Nesai onun hakkında; “Zayıftır.” demiştir. Yine
Nesai onun hakkında başka bir yerde; “Sika
(güvenilir) değildir.” demiştir. Ebu’l Kasım
el-Lalkai ise şöyle demiştir: “Nesai onun terk
edilmesine yol açacak kadar aleyhinde konuşmaya
ileri gitmiştir.”
Ebu
Ahmed bin Adi ise onun hakkında şöyle demiştir:
“Bu İbn-i Ebi Uveys, dayısı Malik’ten hiçbir
kimsenin tabi olmadığı garip hadisler rivayet
etmiştir.”
Ben
diyorum ki: Ayrıca Hafız İbn-i Hacer, Feth-ül Bari
kitabının mukaddimesinde (391) şöyle demiştir:
“Nesai ve diğerlerinin İbn-i Ebi Uveys’e
yaptıkları kadhten (eleştiriden) dolayı Sahih’te
olanı hariç, onun hiçbir hadisiyle ihticac
edilemez.”
Yine
Hafız Seyyid Ahmed bin Sıddık, “Feth-ül Melik-il
Ali” kitabının 15. sayfasında şöyle demiştir:
“Seleme bin Şabib demiştir ki: Ben İsmail bin Ebi
Uveys’in; “Bazen Medine halkı bir konuda ihtilafa
düşünce, ben bu ihtilafı yatıştırmak için onlara
hadis uydururdum.” dediğini duydum.”
O
halde bu insan hadis uydurma ithamı olan bir
kişidir. Yahya bin Muin onu yalancılıkla itham
etmiştir. Üstelik onun naklettiği, “ve sünnetimi”
lafzının yer aldığı hadis, Sahiheyn’de (Sahih-i
Buhari ve Müslim’de) de yer almamıştır.
Babasına gelince; Ebu Hatem er-Razi, oğlunun
“el-Cerh ve’t-Tadil” kitabında (5/92) olduğu
üzere, onun hakkında şöyle demiştir: “Hadisi
yazılır, ancak onunla ihticac edilmez. Güçlü biri
değildir.” Aynı kaynakta İbn-i Ebu Hatem, İbn-i
Muin’in onun hakkında; “Güvenilir değildir.”
dediğini nakletmiştir.
Ben
diyorum ki: Hakkındaki sözleri naklettiğimiz bu
iki insanın senedinde bulunduğu bir hadisin sahih
sayılması, iğnenin deliğinden deve geçmesi kadar
zordur. Özellikle bu nakil Sahih’te (Sahih-i
Müslim’de) gelen nakle de aykırıdır. Bunu iyice
düşün, Allah seni hidayet etsin.
Hakim de bu hadisin zayıf olduğunu itiraf
etmiştir. Dolayısıyla da el-Müstedrek’te (Hakim’in
bu hadisi naklettiği hadis kitabı) onu sahih
saymamıştır. Sadece bu hadisin olabileceğine şahit
getirmeğe çalışmıştır. Ancak getirdiği şahit de
zayıf ve senet açısından sakıttır. Dolayısıyla da
bu hadisin zayıflığına zayıflık eklemiştir. Bizim
tahkikimize göre ise İbn-i Ebi Uveys veya babası,
aşağıda nakledeceğimiz bu zayıf kimsenin hadisini
çalmış ve kendi adına nakletmiştir. Nitekim İbn-i
Muin, bu ikisinin hadis çaldığını açıkça
belirtmiştir. Bilahare Hakim, bu şahidini
kitabında (1/93); “Ben bu hadise Ebu Hüreyre’nin
hadisinden de bir şahit buldum.” diye kaydetmiş,
sonra da onu kendi senediyle Zabiy Sena Salih bin
Musa et-Talhi yoluyla, Abdulaziz bin Rafi’den, o
da Ebu Salih’ten, o da merfu olarak Ebu
Hüreyre’den Hz. Resulullah’ın şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: “Ben sizin aranızda iki şey
bırakıyorum ki, onlardan sonra (onlara
sarıldığınız takdirde) asla sapmazsınız: Allah’ın
kitabını ve sünnetimi. Onlar Havuz (Havz-ı Kevser)
başında bana dönünceye kadar asla birbirinden
ayrılmazlar.”
Ben
diyorum ki: Bu hadis de uydurmadır ve ben bu
hadisin senedinde yer alan sadece bir kişi
hakkında konuşmakla yetiniyorum. O ise Salih bin
Musa et-Talhi’dir. İşte hadis imamlarının
büyüklerinden bu kişiye itiraz eden bazılarının
Tehzib-ül Kemal (13/96) kitabında yer alan sözleri
şöyledir: “Yahya bin Muin onun hakkında; “O bir
şey değildir.” demiştir. Ebu Hatem er-Razi ise
şöyle demiştir: “O gerçekten de zayıf ve münker
hadisleri rivayet eder. O bir çok sika insandan
münker hadis rivayet etmiştir.”
Nesai onun hakkında; “Hadisi yazılmaz.” demiştir.
Başka bir yerde de; “Hadisi terk edilir.”
demiştir.
Hafız İbn-i Hacer’in Tehzib-üt Tehzib adlı
kitabında (4/355) ise şunlar yer almıştır: “Bu
adam, sika insanlardan sika insanların hadislerine
benzemeyen hadisler rivayet ederdi. Dinleyen, o
hadisin uydurulmuş ya da değiştirilmiş olduğunu
anlardı. Dolayısıyla onun hadisiyle delil getirmek
caiz değildir.” Ebu Naim onun hakkında; “Hadisi
terk edilir, münker hadisler nakletmektedir.”
demiştir.
Ben
diyorum ki: Hafız da onun hakkında “et-Takrib”
adlı kitabında (2891 numaralı biyografi);
“Metruktür.” şeklinde hükmetmiştir. Zehebi de
“el-Kaşif” adlı kitabında (2412 numaralı
biyografı) “Çok zayıftır.” demiştir.
Yine
Zehebi “el-Mizan” adlı kitabında (2/302) onun
biyografisinden bahsederken, bu hadisi onun münker
hadislerine bir örnek olarak nakletmiştir.
Bu
hadisi Malik “Muvatta” adlı kitabında (899, 3
numaralı hadis) senetsiz olarak nakletmiştir.
Senedinin zayıflığını beyan etmemizden sonra onun
da bir değeri olmadığı bellidir.
Hafız Abdulbir “et-Temhid” adlı kitabında (24/331)
bu uydurulmuş zayıf hadis için üçüncü bir senet
zikretmiş ve şöyle demiştir: “Bize Abdurrahman bin
Yahya rivayet etmiştir; o da demiştir ki, bize
Ahmet bin Said rivayet etmiştir; o da demiştir ki,
bize Muhammed bin İbrahim ed-Deylemi rivayet
etmiştir; o da demiştir ki, bize Ali bin Zeyd
el-Feraizi rivayet etmiştir; o da demiştir ki,
bize el-Huneyni, Kesir bin Abdullah bin Amr bin
Afv’den, o da babasından, o da ceddinden rivayet
etmiştir ki: Resulullah şöyle buyurdu....”
Ben diyorum ki: Bu
senetteki zaaflardan sadece birini zikretmekle
yetiniyoruz. O da bu hadisin senedinde yer alan
Kesir bin Abdullah’tır. İmam Şafii onun hakkında;
“O, yalanın erkânlarından biridir.” demiştir. Ebu
Davud da onun hakkında; “Yalancılardan biri idi.”
söylemiştir. İbn-i Hibban da onun için; “Bu adam,
babası aracılığıyla ceddinden uydurulmuş bir kitap
nakletmiştir ki, hayret ve şaşkınlığı ortaya
koymanın dışında, onu hadis kitapları arasında
zikretmek veya ondan hadis nakletmek caiz
değildir.”
Nesai ve Darekutni ise onun hakkında; “Hadisleri
terk edilmiştir.” demişlerdir.
İmam
Ahmed de onun hakkında hadisi terk edilir, bir şey
değildir.” demiştir. Yahya bin Muin de onun için;
“Bir şey değildir.” söylemiştir.
Ben
diyorum ki: Hafız bin Hacer “et-Takrib” adlı
kitabında ondan söz ederken, onun hakkında sadece;
“Zayıftır.” demekle yetinip, ardından; “Onu
yalancılıkla itham eden kimse biraz aşırıya
gitmiştir.” diye devam etmekle hata etmiştir.
Ben
diyorum ki: Hayır, asla aşırıya gitmemiştir.
Aksine hadis imamlarından gördüğün üzere onun
durumu bu idi. Özellikle de Zehebi “el-Kaşif” adlı
kitabında; “Çok zayıftır.” tabirini kullanmıştır.
Gerçekten o böyledir, hadisi de uydurmadır.
Dolayısıyla ne onun hadisine uymak, ne de şahit
olarak zikretmek caiz değildir. Aksine, onun
yüzüne vurulmalıdır. Tevfik Allah’tandır...
Böylece açıkça belli olmuştur ki, sahih olan
hadis, Sahih-i Müslim’de geçen “Allah’ın kitabı ve
itretim, (Ehlibeyt’im) tabirinin yer aldığı
hadistir. “Allah’ın kitabı ve sünnetim” tabiri
geçen hadis ise batıldır ve senet açısından da
sahih değildir. O halde camilerdeki imam, vaiz ve
hatiplerin, Hz. Resulullah’tan gelmeyen bu lafzı
terk etmeleri ve insanlara, Resulullah’ın Sahih-i
Müslim’de sahih senetle sabit olan “Allah’ın
kitabını ve Ehl-i Beyit’imi -ya da- yakınlarımı”
lafzını açıklamaları gerekir.” (Bu Ehl-i Sünnet
âliminin sözleri burada sona ermiştir.)
İnşallah ki bu açıklamalar, bu iki naklin
hangisinin sahih ve doğru olduğu konusunda yeterli
olmuştur.
Son
olarak şu noktayı da hatırlatmamızda fayda vardır
ki biz bu iki nakli tahlil edip de açıklanan
delillere binaen “Kur’an ve Ehlibeyt’im” şeklinde
nakledilen rivayeti tercih ederken hâşâ
Resulullah’ın Sünnetini reddediyor değiliz.
Elbette Resulullah’ın sünneti bizim için İslam’ın
ikinci kaynağıdır. Ve bunu hadislerden önce Kur’an
ayetleriyle ispatlıyoruz hamdolsun. Ama bizim
itirazımız, Kur’an ve sünnetin naklini diğer
hadise alternatif olarak alıp onu hasıraltı etmek
ve Ehlibeyt olgusunu unutmak, unutturmaya çalışmak
ve ümmetin gündeminin dışına itme çabalarıdır. Biz
demek istiyoruz ki illa da bir tercih yapılacaksa,
“Kur’an ve Ehlibeyt’im” şeklindeki nakil her
açıdan tercih edilmelidir. Oysa Ehlisünnet
arsındaki durum tam bunun tersini gösteriyor.
Yoksa biz bu iki adisin birbiriyle çelişkili
olmadığını, hatta birbirlerini tamamlar nitelikte
olduğu kanaatindeyiz. Çünkü bu iki hadis yan yana
geldiğinde şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Kur’an ve
Sünnet İslam hükümlerinin baş kaynağıdır. Ehlibeyt
ise bu iki kaynağa (Kur’an’ın sahih tefsirine ve
Resulullah’ın sahih sünnetine) varmanın en doğru,
en güvenilir ve en şaibesiz yolu ve kanalıdır.
Yeri
gelmişken “Kur’an ve Ehlibeyt’im” şeklinde
nakledilen hadisten her akıllı ve vicdanlı insanın
anlayacağı ve çıkarabileceği bazı önemli sonuçlara
değinmemizde fayda vardır:
Önce
hadisi bir kez daha hatırlayalım:
"Ey
insanlar, sizin aranızda, kendilerine sarıldığınız
takdirde asla sapmayacağınız iki değerli ve ağır
emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabını; o kitapta
hidayet ve nur vardır ve itretim olan
Ehlibeyt''mi."
Bazı
nakillerde, "Onlar Kevser havuzu başında bana
varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılamazlar.
Ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere Ehlibeyt'im
hakkında ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere
Ehlibeyt'im hakkında ve bakın benden sonra onlara
nasıl davranacaksınız"
cümleleri de eklenmiştir.
Bu
hadisin muhtevası dikkate alındığında ondan şu
sonuçları elde etmek mümkündür:
a-
Kur'an'a sarılmanın anlamı, ona uymak, onun emir
ve nehiylerine amel etmek olduğu gibi, Ehlibeyt'e
sarılmak da onlara uymak, onların gittiği yolu
takip etmek, benimsedikleri fikirleri benimsemek
olmalıdır.
b-
Kur'an ve Ehlibeyt'i takip etmek, dalaletlerden
kurtulmamızın güvencesi, onlardan ayrı kalmamız
ise, dalalet kapılarının yüzümüze açmamız
demektir.
c-
Kur'an ve Ehlibeyt, kıyamete kadar birbirlerinden
ayrılmayacaklarına göre, "Kur'an bize yeterlidir"
deyip Ehlibeyt'ten ayrı kalan veya Ehlibeyt'i
sevip takip ettiklerini iddia edip Kur'an'a
ilgisiz kalan her iki gurup da yanlıştadır. Zira
bunları birbirinden ayıranlar, Resulullah'ın
emanetlerine gereği gibi sahip çıkmamalarının yanı
sıra, ne Kur'an'dan doğru bir şekilde istifade
edebilirler, ne de Ehlibeyt'in takibinde gerçekçi
olabilirler; zira bunları yan yana koyup bize
emanet etmesi, "Bunlar birbirinin
tamamlayıcısıdır" demektir. Evet, Kur'an
Ehlibeyt'in referans ve te'yidi, Ehlibeyt ise
Kur'an'ın hafızları ve gerçek açıklayıcıları
konumundadır.
d-
Kur'an-ı Kerim'e hiçbir şey tercih edilemeyeceği
gibi, Ehlibeyt'e de hiçbir kimse, hiçbir şeyde
tercih edilemez. Eğer öyle olsaydı, onları
Resulullah, Kur'an'ın yanına koyup emanet olarak
bırakmazdı. Yoksa onları başkalarına tercih
etmenin bir anlamı kalmazdı. Allah Resulü bu
gerçeği başka bir hadisinde şu cümlelerle ifade
buyurmuştur:
"Hiçbir
kimse biz Ehlibeyt'le kıyaslanamaz."
(Feraid-üs Simtayn, C.1, S.45, Zehâir-ül Ukbâ,
S.17, Yenabi-ül Mevedde, C.2, S.114)
e-
Kur'an'a hiçbir yönden bâtıl yaklaşamayacağı ve
onda her hangi bir yanlışın ve mantıksızlığın söz
konusu olamayacağı gibi, Ehlibeyt'in de bâtıl ve
yanlış bir yoldan gideceği, bâtıl ve yanlış bir
söz söyleyecekleri düşünülemez. Aksi taktirde
insanların doğru yoldan sapmamaları için teminat
olarak gösterilemezlerdi.
Kur'an
ve Ehlibeyt, hiçbir konuda bir birleriyle
çelişmezler, ters düşmezler. Yoksa bir birlerinden
ayrılmış olurlar. Oysa Resulullah "Onlar
birbirinden asla ayrılmazlar" buyurmaktadır. Bunun
sonucu da masum olmaktan başka bir şey değildir.
f-
Kur'an ve Ehlibeyt, birbirlerinden ayrılmayacağına
göre, kıyamete kadar Kur'an'la birlikte
Ehlibeyt'ten de birilerinin bulunması ve yaşaması
gerekir. Aksi taktirde
"Birbirlerinden
ayrılmazlar"
cümlesi anlamsız kalır ve ümmetin dalaletten
korunmasına verilen teminat ortadan kalkmış olur.
Evet,
Kur'an'la birlikte her zamanda Ehlibeyt'ten de bir
ferdin bulunması gerektiğini te'yid eden bir başka
hadis de şu hadistir:
"Kim
zamanının imamını tanımadan ölürse cahiliye ölümü
ile ölmüştür."
Evet, her zamanda hak bir imamın bulunması bir
zarurettir. Aksi takdirde, çeşitli zamanlarda
yaşayanların, zamanlarının imamını tanımakla
görevlendirilmeleri yersiz olurdu. Olmayan bir
imamı tanımayı farz kılmanın makul bir yanı
olabilir mi? Bu imam, batıl imamlardan da
olamayacağına göre, mutlaka her zamanın hak bir
imama sahip olması gerekir. Eğer bunun
Ehlibeyt'ten başka biri olduğunu farz edersek, o
halde Müslümanların din ve dünyalarında onu
kendilerine imam ve önder kabul edip Kur'an'ın
yanında ona sarıldıkları gerçeği ortaya çıkar; bu
ise Sekaleyn hadisine büsbütün ters düşer. O halde
her zamanda cahiliye ölümünden kurtulmak için
tanınması ve takip edilmesi gereken imamın
Ehlibeyt'ten olması ve Kur'an'la birlikte ona
temessük edilmesi gerekir.
g- Bu
hadisi şeriften anlaşıldığı üzere Ehlibeyt "Kevser
Havuzu" başında Resulullah'a kavuşacaklardır.
Havuz başında Allah Resulüne kavuşanların da geçek
kurtuluşa varacakları kesindir. O halde Ehlibeyt
kendilerine uyanları da kesinlikle Kevser başına
ulaştıracaklardır. Hâlbuki Resulullah'tan
nakledilen ve Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim
başta olmak üzere birçok hadis kaynağında yer alan
birçok hadise göre, ashaptan bir kısmının havuz
başında Resulullah'a ulaşmaları önlenip oradan
uzaklaştırılacaklardır:
Allah Resulünden
(s.a.a) bu konuda şöyle rivayet edilmiştir:
"Kıyamette
(havuzun başında)
durduğum an, bir
gurupla karşılaşacağım ve onları tanıyacağım; o
anda onlarla benim aramdan bir kişi kalkıp onlara
"Gelin" diyecek. Ben
"Nereye
gelsinler?"
diyeceğim. "Allah'a and olsun ki cehenneme doğru"
diyecektir. Ben,
"Bunlar
ne yapmışlar"
diye soracağım.
"Bunlar
senden sonra dinden çıkıp cahiliyete döndüler"
diyecektir. Bunların içerisinden sürüden ayrılıp
kendi başına yayılan develer gibi, az bir gurup
dışında kurtulan olmayacaktır."
Yine şöyle
buyurduğu nakledilmiştir:
"
Ben sizlerden önce havuza varacağım; bana gelen
herkes o havuzun suyundan içer ve artık susamaz.
Bazı guruplar da bana gelirler ki ben onları
tanırım, onlar da beni tanırlar. O arada benimle
onların arasına ayrılık düşer. Ben
"Bunlar
benim ASHABIMDIR" diye seslenirim.
"Sen
bilmiyorsun bunlar senden sonra ne yaptılar?"
denilir. Bunun üzerine ben de: "Benden sonra
dinimi değiştirenler uzak olsun; uzak olsun derim."
(Sahih-i Buhari, C.3, S.94'ten S.99'a kadar,
Sahih-i Müslim, C.7, S.175, Hadis: 28 Sahih-i
Tirmizi Hadis: 2538)
Rabbim,
hepimize doğruları olduğu gibi gösterip onlara
ittiba etme cesaret ve samimiyetini inayet etsin.
Amin.
Sakkaf, İmam Şafii’nin ve Ebu Davud’un bu
adamın hakkındaki sözlerini Tehzib-üt Tahzib
kitabı (8/377) -Dar-ul Fikir baskısı- ve
Tehzib-ül Kemal kitabından (24/137)
nakletmiştir. Ayrıca bu hususta bakınız. Hafız
İbn-i Habban’ın el-Mecruhin kitabı (2/221)
|