Bismillahirrahmanirrahim
Soru-488:
Bazı Sünni kaynaklarda Ğaranik
olayı diye bir masaldan bahsediliyor. Ve maalesef
birçokları da bunun doğruluğunu açık bir şekilde
itiraf etmiştir. Hatta Mürted Salman Rüşdi bile
malum Şeytani Romanını bu masala dayanarak
yazmıştır. Bu olayı etraflı bir şekilde ele alıp,
çirkinliğini ortaya koyabilir misiniz?
Cevap-488:
Maalesef, Taberî gibi bazı tarihlerde nakledilen
korkunç ve iğrenç iftiralardan birisi de "Garânik
veya Şeytan ayetleri" rivayetidir. Yalan, iftira,
hatta iğrençliği her akıllı ve münsif insana gün
gibi aşikâr olan ve muhakkik alimlerin hemen
hepsinin şiddetle reddettiği bu rivayeti aslında
gündeme getirmeye bile gerek yoktur. Ama yine de
iki sebepten dolayı ele alıp üzerinde durmayı
gerekli görüyoruz: Birincisi Resulullah'ın
masumiyetiyle ilgili iddia ve rivayetlerin
hepsinin bir arada değerlendirilip muhaliflerin
eline muhalefet için zayıf da olsa her hangi bir
bahane bırakılmaması..
İkincisi rivayetin maalesef bazı
meşhur tarihlerde nakledilişi ve dolayısıyla bu
durumun bazıları için yanıltıcı olabileceği
endişesi..
Olay, özetle şöyle rivayet
edilmiştir:
Müslümanlar
Habeşistan'a hicret ettikten iki ay sonra,
Resulullah (s.a.a) müşriklerle bir raya geldi. O
sırada Allah-u Teâlâ Necm suresini nazil etti.
Resulullah sureyi okudu, tam "Siz de gördünüz
değil mi o Lât ve Uzza'yı? * Ve üçüncü olarak da
öteki (put) Menat'ı?"
ayetlerine ulaştığı sırada, Şeytan Resulullah'a
vesvese etti ve iki cümleyi onun diline koydu; o
da onları ayet zannedip diğer ayetlerle birlikte
okudu. O cümleler şöyleydi: "O yüce Ğırnıklar var
ya; hiç şüphesiz onların şefaati umulur." Sonra
sureyi devam edip secde ayetine ulaşınca,
Resulullah secde etti. Bunu gören Müslümanlar ve
müşrikler de onunla birlikte secde ettiler. Bir
tek Velid bin Muğıyra (bir rivayete yaşlılığından,
bir rivayete göre ise kibirden dolayı) eğilip
secde edemedi; biraz toprak alıp alnına koydu ve
ona secde etti. Bunu yapanın Said ibn As veya
ikisi veya Ümeyye İbn Halef veya Ebu Leheb ya da
Muttalib olduğu da söylenmiştir.
Bazıları Müslümanlar ve
müşriklerle birlikte insanlar ve cinlerin secdeye
kapandığını ilave etmiş ve şöyle devam
etmişlerdir: "Haber bütün Mekke'ye yayıldı ve
müşriklerin sevinmesine yol açtı! Hatta
Resulullah'ı omuzlayıp Mekke'nin bir ucundan
diğerine kadar taşıyarak "Abd-i Menâf oğullarının
Peygamberi!" diye tezahürat yapıyorlardı!!"
O gün akşam Cebrail (a.s)
Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldiğinde, Allah
Resulü sureyi kendisine sunduğunda, söz konusu
Şeytan ilavesi cümleleri de sureye ekledi. Cebrail
(a.s) onların ayet olduğunu inkar edince,
Resulullah (s.a.a) "O zaman ben Allah'a
söylemediği sözleri mi isnat etmiş oldum?!" dedi.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ ona şu ayeti indirdi:
"(Ey Muhammed!) Az kalsın seni bile, sana vahy
ettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin
diye, fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni
dost edineceklerdi. Eğer biz sana sebat vermemiş
olsaydık, neredeyse sen onlara birazcık
meyledecektin. O takdirde, muhakkak hayatın da,
ölümün de azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra
bize karşı kendin için hiçbir yardımcı
bulamazdın." (İsra, 73-75)
Bu olayı doğru kabul edenler,
yukarıdaki rivayetin doğruluğunun ispatı için
olayla ilgili indiğini de iddia ettikleri şu ayeti
delil göstermişlerdir: "Biz senden önce hiçbir
elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey
temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna yönelik
telkinlerde bulunmasın. Ancak Allah şeytanın
telkinlerini yok ediyor, sonra da Allah,
âyetlerini tahkim ederdi (güçlendirirdi). Allah
Alîm'dir (her şeyi bilir), Hakîmdir (Hikmet
sahibidir)." (Hac, 52)
Maalesef bu
rivayetlerin senetleri bazı fırkalara göre sahih
addedilmiştir! Bu rivayetlerin bazısında şu ilave
de yapılmıştır: "Habeşistan'a hicret eden
Müslümanlar, Resulullah ve Kureyş arasında meydana
gelen bu ılımlı ve barışçıl tutumları duyunca,
onlardan bir grubu Mekke'ye geri döndüler. Ama
anlatılanların tam tersi bir durum yaşandığını
görünce, tekrar Habeşistan'a döndüler."
Rivayetin Tahlili:
Bizce bu rivayet kesinlikle doğru
olamaz; zira:
1) Kıssayı
nakleden rivayetlerin hepsi (Said bin Cübeyr
tarikiyle olan hariç) zayıf ya da senedi kopuktur.
Said bin Cübeyr'in rivayeti ise, mürsel
(senetsiz)dir. Mürsel hadis ise hadisçilerin kahir
çoğunluğuna göre zayıf hadislere dâhildir; zira
güvenilir olmayan kimselerden naklettiği
muhtemeldir.
Ayrıca mürsel rivayeti delil olarak kabul etsek
dahi, bu sadece fer'î (Fıkhî) konularda geçerli
olur. Bahsettiğimiz konu ise, yakin ve katiyet
gerektiren itikatla alakalı bir konudur. Ayrıca bu
rivayetlerin senetlerini gözden geçiren bir kimse,
bunların bu olay vuku bulduğunda dünyaya
gemlememiş bir sahabî veya tabiîye dayandığını
görür.
Kaldı ki bu
rivayet, hatta muttasıl bir senede sahip olsaydı
dahi kesin bir şekilde reddedilmesi gerekirdi.
Zira ileride de göreceğimiz gibi aklın kat'î
hükmüne aykırıdır. Ama bütün bunlara rağmen
maalesef Kastalânî ve Askalânî gibi bazıları bu
rivayetin sahih olduğuna ve rivayet yollarının
çokluğundan dolayı bir aslının olabileceğine
hükmetmişlerdir!
2) Rivayetin
çeşitli nakilleri arasında bir sürü çelişki
vardır. Secde edenler hakkındaki çelişkileri
yukarıda zikretmiştik; buna şunları da ilave
edebiliriz: Bazı nakiller Allah Resulü'nün sureyi
namaz halinde okuduğunu söylerken, bazısı ise
Resulullah'ın kavminin arsında oturduğu sırada
okuduğunu söylüyor. Bazıları sureyi içinden
okuduğunu, bazısı ise dile getirdiğini söylüyor.
Bazısı Şeytan'ın müşriklere Resulullah'ın söz
konusu cümleleri söylediğini haber verdiğini iddia
ederken, bazısı ise sureyi bizzat müşriklere
okuduğunu iddia etmiştir. Bazsı Resulullah'ın
sureyi okurken olayı fark ettiğini söylerken,
bazısı akşama kadar fark etmediğini söylemektedir.
Hatta Kelâî şöyle demiştir: "Olayın iç yüzünün
ortaya çıkması bir hayli zaman aldı; öyle ki haber
yayıldı ve ta Habeşistan'a "Bu olaydan ötürü
Müslümanlar Mekke'de emniyete kavuştular" şeklinde
yansıdı. Onlar kalkıp Mekke'ye geldiler, o sırada
Şeytan'ın telkin ettiği cümlelerin neshi nazil
oldu. Allah-u Teala olayın iç yüzünü açıklayınca,
müşrikler Müslümanlara daha çok baskı yapmaya,
eziyet etmeye başladır."
Ve daha nice çelişkiler ki rivayetleri
karşılaştıran her kes bunları görebilir. Evet,
yalancının hafızası zayıf olur derler…
3) Bu rivayet, Resulullah'ın hata
ve sehivden, özellikle tebliğ konusunda masum
olduğunu ispat eden kat'î delillere ters düşmekle
kalmaz, hatta Resulullah'ın (hâşâ) mürtetliğini
dahi gösterir. Rabbim hepimizi söylem ve eylem
saçmalıklarından muhafaza buyursun.
4) Bu rivayet açık bir şekilde
Allah-u Teâlâ'nın "Hiç şüphesiz, senin
(şeytanın), benim (halis) kullarım üzerinde
herhangi bir sulta ve hâkimiyetin olamaz"
(İsra, 65) veya "O (Şeytan'ın), iman edip de
Allah'a tevekkül edenlerin üzerinde sultası
yoktur" Neml, 99) ayetleriyle çelişmektedir.
Elbette eğer rivayete inananlar, Resulullah'ı,
Allah'ın kullarından, iman edenlerden veya Allaha
tevekkül edenlerden saymazlarsa (hâşâ), o başka.
Bu da açık bir küfürdür..
5) Kelâî'nin naklinde geçtiği
üzere Resulullah Necm suresinin sonunu okuduğunda
müşrikler de Müslümanlarla birlikte secdeye
kapandılar. Bu durumu gören Müslümanlar
müşriklerin de secdeye kapanmasına şaşırdılar.
Çünkü Müslümanlar, Şeytan'ın müşriklerin diline
cari ettiği cümleleri duymamışlardı! Oysa aynı
adam, birkaç satır öncesinde Şeytan'ın söz konusu
cümleleri bizar Resulullah'ın diline koyduğunu
söylüyor. Her halükarda bu cümleden çıkan sonuç
şudur ki Müslümanlar, müşriklerin Resulullah'tan
duyduğu cümleleri duymamışlardı, oysa onlar da
Resulullah'ın yanındaydılar. Demek ki müşrikler
Resulullah'a Müslümanlardan daha yakınlardı!
6) Esasen bu rivayet, Necm
suresinin önceki ayetleriyle çelişmektedir. Zira
19 ila 23. ayetlerde şöyle buyuruyor: "Siz de
gördünüz değil mi o Lât ve Uzza'yı? * Ve üçüncü
olarak da öteki (put) Menat'ı? * Size erkek O'na
dişi öyle mi? * Öyle ise bu çok insafsızca bir
taksim. * Onlar hiçbir şey değil, sırf sizin ve
babalarınızın taktığınız (boş) isimlerdir. Allah
onlar hakkında hiçbir delil indirmedi. Onlar
yalnız zanna ve nefislerin sevdasına uyuyorlar.
Hâlbuki onlara Rableri tarafından yol gösterici
gelmiştir." Nasıl olurda müşrikler, putlarını
açık bir şekilde, hem isim vererek şiddetle
kınayan ayetleri görmezden gelip söz konusu iki
cümleye kanarak Resulullah'la birlikte secdeye
kapanırlar?! Nasıl oldu da böyle açık bir
çelişkiyi görmediler veya gördülerse nasıl
yorumladırlar ki öylesine sevince kapıldılar ve
Resulullah'ın omuzlayıp Mekke'nin bir başından
diğer başına taşıyıp güya Resulullah lehine
tezahürat yaptılar?!
Ayrıca Resulullah (s.a.a) böyle
açık bir çelişkiyi nasıl oldu da fark edemedi ve
akşama kadar bundan gafil kaldı ve ancak Cebrail
(a.s) kendisine geldiğinde yaptığı yanlışın
farkına vardı?! Haşa bu kadar mı idrak gücünden
yoksundu (neuzü billah)?!
Sonra aynı surenin başında (3. ve
4. ayetlerde) Allah-u Teâlâ yeminle "O heva ve
hevese dayalı konuşmaz; (onun) söyledikleri
vahyedilen bir vahiydir" buyurmamış mıydı?
Nasıl olur da aynı surede hevasından konuşur;
hatta Şeytan'ın söylediklerini ayet zanneder?!
Başka bir ayette "O, bize isnâden bazı sözler
uydurmaya kalkışsaydı, * Elbette biz onu bundan
dolayı kuvvetle yakalardık. * Sonra da onun şah
damarını keser atardık" (Hâkka, 44-46)
buyurmamış mıydı? Peki neden şah damarını koparıp
atmadı?!
7) Daha önce, olayı nakledenlerin
"Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir
peygamber göndermedik ki o bir şey temenni ettiği
zaman, şeytan onun arzusuna yönelik telkinlerde
bulunmasın. Ancak Allah şeytanın telkinlerini yok
ediyor, sonra da Allah, âyetlerini tahkim ederdi
(güçlendirirdi). Allah Alîm'dir (her şeyi bilir),
Hakîmdir (Hikmet sahibidir)." (Hac, 52)
ayetinin de bu olayın ardından indiğini iddia
ettiklerine de değinmiştik. Oysa bu ayet Hac
suresinde yer almaktadır ve bu surenin Medenî bir
sure olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Zehhâk,
İbn Abbâs, Katâde, İbn Zübeyr vb. bir çok sahabi
veya tabiî de surenin Medenî olduğunu söylemişler.
Ayrıca surenin içinde hac, cihad, gibi hükümlerden
bahsedilmektedir ki bunların hepsi hicretten
sonra, hatta bazısı yıllar sonra inen hükümlerdir.
Dolayısıyla bunlar yukarıdaki ayetin (Hac, 52) de
Medeni olduğunu ve Ğarânik olayından yıllar sonra
nazil olduğunu göstermektedir; çünkü Ğaranik
olayını nakledenler, olayın bisetin 5. yılında
vuku bulduğunu iddia etmektedirler. O halde nasıl
olur da Allah-u Teâlâ- olayla ilgili ayeti yıllar
sonra Resulullah'a güya teselli olsun diye (!)
nazil eder?!
Kaldı ki iddia edilen Ğarânik
rivayeti, bu ayetin muhtevasıyla da
bağdaşmamaktadır. Zira "temenni" sevilen ve rağbet
edilen olumlu bir şeyin olmasını arzulamaktır.
Resul'ün temennileri ancak, onun makamına ve
görevine yakışan şeyler olabilir. Dolayısıyla
böyle bir insanın en büyük temennisi, hak ve
hidayetin ortaya çıkması, batıl ve dalaletin yok
olmasıdır. Şeytan ise, insanları vesvese edip
azdırmaya çalışarak onun bu arzusunu baltalamaya
çalışır. Böylece insanlar için imtihan sahneleri
oluşur. Kalbinde hastalık olanlar imtihanı
kaybeder, ama Allah-u Teala hidayet nuruyla
Şeytan'ın hilelerini nesheder ve akl-ı selime
sahip olanlar için hak ve hidayet ortaya çıkar.
Evet, temenninin doğru tefsiri bundan ibarettir;
ancak eğer ayeti onların dediğine tatbik edersek,
onların da iddia ettiği gibi temenniyi ayette
okuma ve tilavet etme olarak anlamamız gerekir.
Oysa bu şaz ve garip bir manadır ki hem lügate,
hem de lafzın zahirine terstir. Bu mananın da
bahsettiğimiz sahte rivayete uygun düşmesi için
uydurulduğunda şüphemiz yoktur. Bizce Hassan bin
Sabit'e isnad edilen bir şiirde de temenninin
okuma anlamına tutulduğu da, yine aynı maksatla
uydurulmuştur; bunun benzerine tarih kitaplarında
sık sık rastlamak mümkündür.
Kaldı ki temenniyi "okuma"
anlamına tutsak dahi yine de ayete makul bir yorum
getirmek mümkündür. Merhum Seyyid Murtaza bu
konuda şöyle diyor: "Eğer ayetteki temenniyi okuma
anlamına tutsak dahi, ayeti şöyle yorumlamamız
gerekir: 'Peygamber ayetleri kavmine okuduğu
zaman, onlar ayetleri tahrif etmeye ve ondan
yanlış yorumlar çıkarmaya, artırıp eksiltmeye
yeltenirler. Nasıl ki Yahudiler kendi
Peygamberlerinin diline yalanlar uydurdular. Bunun
Şeytana isnad edilmesinin sebebi ise, insanların
tahrifatı, Şeytan'ın vesveseleriyle
gerçekleştirdiklerinden dolayıdır.
Rivayeti kabul eden zevat, bir de
İsra suresinin 73-75. ayetlerinin de bu hadise
için nazil olduğunu iddia etmişlerdi.
"(Ey Muhammed!) Az kalsın seni
bile, sana vahy ettiğimizden başkasını bize karşı
iftira edesin diye, fitneye düşüreceklerdi ve o
takdirde seni dost edineceklerdi. Eğer biz sana
sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen onlara
birazcık meyledecektin. O takdirde, muhakkak
hayatın da, ölümün de azabını sana kat kat
tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için hiçbir
yardımcı bulamazdın."
Ayetin muhtevasına dikkat eden her akıllı insan,
ayetlerin bu hadiseyle alakalı olması bir yana,
tamamen onunla çeliştiğini görür. Zira ki bu
ayetler açıkça Allah'ın yardımıyla Resulullah'ın
müşriklere meyletmediğini, hatta azcık olsun
meyletme eğilimi bile göstermediğini ve eğer böyle
bir şey olsaydı Allah tarafından cezalandırılmış
olacağını ortaya koymaktadır. Oysa Ğarânik
rivayetinde vuku bulduğu iddia edilen şey, bunun
tam tersidir. Yani sadece müşriklere meyletmekle
kalmamış, onların isteklerine icabet etmiş,
Allah'a iftirada bulunmuş ve Kur'ân'dan olmayan
şeyleri ona katmıştır!
Ayrıca birçok
önemli Sünni kaynakta bu ayetin sebeb-i nüzulüyle
ilgili Ğarânik iftirasıyla hiçbir alakası olmayan
rivayetler nakletmişlerdir.
Her halükarda yazının başlarında
da ifade ettiğimiz gibi bu ayet, masumiyet
karşıtlarının iddialarının tam aksine bizzat
Resulullah'ın masumiyetinin açık ve sağlam bir
delilidir.
8) Bu rivayetin uydurma olduğunu
gösteren bir diğer önemli husus şudur ki Kur'an-ı
Kerim açık bir şekilde müşriklerin secdeye karşı
olduklarını ve buna yanaşmadıklarını beyan ediyor:
"Onlara "Rahmân'a secde edin"
dendiği zaman, "Rahmân da neymiş? Senin bize
emrettiğine secde eder miyiz hiç?" derler ve bu
emir onların nefretini artırır."
(Furkan, 60) O zaman nasıl oldu da Ğarânik
rivayetlerinde geçtiği üzere müşrikler Necm
surenin sonundaki "Secde edin ve ibadet edin"
ayetine duyduklarında Müslümanlarla birlikte
secdeye kapandılar. Demek ki ya Kur'ân'da (hâşâ)
bir çelişki vardır ya da müşrikler önceki
inanışlarından vazgeçmişlerdi. Bunların hiç birisi
olmadığına göre, rivayetin yalan olduğunu
söylemekten başka bir çaremiz yoktur.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken
bir başka çelişki ise, bu olaya şahid olan
Müslümanların durumudur. Nasıl oldu da onlardan
hiçbir kimse Resulullah'ın putları methedişini,
hatta onların şefaatlerinin umulduğunu (!)
söylemesine rağmen mürtet olmadılar veya imanları
sarsılmadı?!
9) Son olarak bu rivayetlerin
içeriği hakkında cevapsız bazı soruları da gündeme
getirip bu bölümü noktalayalım.
a- Bu rivayetlerin bazısında diyor
ki Resulullah bu cümleleri içinden kendi kendine
söyledi. Bunu kabul eden kimseler hiç kendilerine
sormazlar mı "Peki nasıl oldu da müşrikler onun
içinden geçen şeyden haberdar olup söz konusu
hareketleri sergilediler. Sonra Resulullah'ın
içinden geçen bir şeyi nasıl oldu da ta
Habeşistan'daki Müslümanlar bile öğrendiler ve
Mekke'ye geldiler?! Tam bir çelişkiler yumağı
anlayacağınız..
b- Bu rivayetlerin diğer bazısında
ise, olayın ardından müşriklerin Resulullah'ın
omuzlayıp Mekke'de dolaştırdıklarını ve tezahurat
yaptıkları söyleniyor. Peki, düne kadar
Resulullah'a onca muhalefet ve eziyet eden
müşriklerin nasıl oldu da birden 180 derece
dönüşle böyle bir davranış içine girdiğini hiç mi
merak edip sormadı Allah'ın Resulü ki akşama kadar
olayı çakmadı ve ancak Cebrail (a.s) gelince fark
etti?! Böyle saçmalıklara itibar edenler, hiç mi
kullanmazlar Allah'ın verdiği akıl nimetini!
c- Yine diyorlar ki bu olay
Müslümanların Habeşistan'a hicretinden iki ay
sonra vuku buldu. Aynı şekilde Mekke'ye dönüşleri
de iki ay sonra olmuştur. Peki, o günün
şartlarında böyle bir haber, bu kadar süratli bir
şekilde nasıl ulaştı onlara ve nasıl böyle süratli
bir şekilde Mekke'ye ulaşabildiler acaba? Yoksa o
gün teleks, telefon, internet, uçak vs.
keşfedilmişti de bizim mi haberimiz yok?!!
d- Yine söz konusu rivayetlerde
deniliyordu ki Cebrail (a.s) inip de
Resulullah'tan söz konusu iki cümleyi
dinlediğinde, bunların ayet olduğunu inkar etti ve
Allah Resulü'nün: "Şimdi ben Allah'a söylemediği
şeyleri mi isnat etmiş oldum" demesi üzerine
"(Ey Muhammed!) Az kalsın seni bile, sana vahy
ettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin
diye…" ayeti nazil oldu. Bu iddiaya göre
Resulullah'ı aldatmak isteyenlerin insanlar olduğu
vurgulanmaktadır. Oysa Ğarânik rivayetlerinde
vesvese eden ve aldatanın Şeytan olduğu
söyleniyor. Bu da görüldüğü gibi açık bir
çelişkidir ve olayın esastan yalan ve iftira
olduğunu göstermektedir.
Rivayetleri, dikkatle inceleyen
her kes daha nice yaman çelişki ve cevapsız
sorularla karşılaşabilir ki biz bu kadarıyla
yetiniyoruz.
Olayın Gerçek Yüzü:
Bizim zannımız
şudur ki bazı ayetleri ve rivayetleri inceleyip de
bir araya getirdiğimizde olayın kısmen, ama asla
Resulullah'ın masumiyetine aykırı bir durum söz
konusu olmadan ve esasen Resulullah ve vahiyle
alakalı bir tarafı olmadan, gerçeklik payı
olduğunu görürüz. Şöyle ki muteber tarihlerin de
yazdığı gibi Resulullah (s.a.a) inen ayetleri
okuyup insanlara tebliğ ettiğinde, müşrik ve
kâfirler, sürekli kargaşa ve gürültü çıkararak
İlahi mesajların başkaları tarafından duyulmasına
engel olmaya çalışıyorlardı. Bunu şu ayetten de
açık bir şekilde anlıyoruz: "İnkâr edenler: "Bu
Kur'ân-ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın,
belki üstün gelirsiniz" dediler." (Fussilet,
26) Dolayısıyla Allah Resulü'ne Necm suresi nazil
olduğunda, Resulullah onu tebliğ etmeye
çalışırken, müşrikler gürültü ve kargaşa çıkarmak
ve putları açıktan yeren ve3 onları yerden yere
vuran ayetlerin duyulmaması için söz konusu iki
cümleyi ("O Ğırnıklar var ya…") tekrar etmeye
başladılar. Nitekim bu cümlelerin önceden
müşrikler arsında meşhur olduğunu ve Kabe'nin
etrafına dönerken bunları söylediklerini bazı
tarihçiler –Kelbî'nin Kitabü'l-Esnâm'ın'da
örneğin- yazmışlardır.
Ancak ne var ki ahmak kıssacılar
ve İslam ve Peygamberine kin güden münafıklar ve
sonradan Müslüman olup da eski kalıntı ve
kırıntılarını koruyan ve İsrailiyyat olan birçok
uydurma rivayeti Müslümanlar arsasında yayan eski
kitap ehli zahiri Müslümanlar, yapmışlar
yapacaklarını ve şeytani hedefleri doğrultusunda
bu olayın üzerine gördüğünüz korkunç ama ahmakça
senaryoyu düzmeye çalışmışlardır. Fakat üzücü olan
bu gibi rivayetlerin bazı basit ve sığ düşünceli
kimseler tarafından kitaplarında nakledilmesidir.
Maalesef bu gün de bazı İslam düşmanları ve
oryantalistler, bu gibi rivayetleri kendi şeytani
hedefleri doğrultusunda kullanmaya
çalışmaktadırlar ki bir numunesi Selman Rüşdü
alçağının yazdığı "Şeytan Ayetleri" kitabıdır. Ama
bilmezler ki "Allah nurunu tamamlayacaktır,
kâfirler ve müşrikler istemese de…"
|