Bismillahirrahmanirrahim
ADİYAT SURESİ –
ZATÜ'S-SELASİL SAVAŞI
Soru-472:
Ehl-i Sünnet kaynaklarında Adiyat suresinin
sebeb-i nuzulü hakkında farklı şeyler söyleniyor.
Ehlibeyt kaynaklarında bu konu hakkındaki
açıklamalar hangi yönde? Açıklarsanız memnun
oluruz.
Cevap-472:
Muhterem kardeşim, Ehlibeyt mektebinin büyük
müfessiri Merhum Allame Tabatabi'nin El-Mizan
tefsirindeki bu sure hakkındaki açıklamaları aynen
buraya aktarıyoruz. Böylece hem sorunun cevabı
verilmiş olur, hem de suredeki diğer faydalı
nüktelerden de istifade etmiş oluruz. Ayrıca
Allame'nin açıklamalarından sonra Biharü'l-Envar
kitabından bu konuda kapsamlı bir açıklamayı
içeren bir hadisi de konun tekmili için ilave
edeceğiz İnşaallah.
Cevap:
Medine döneminde inen Adiyat Suresi on bir (11)
ayettir.
1- O harıl harıl
(savaşa) koşanlara,
2-
(Tırnaklarıyla yerden) ateş çıkaranlara,
3- Sabahleyin
akın edenlere,
4- Tozu dumana
karıştıranlara,
5- Derken bir
topluluğun ortasına dalanlara yemin ederim ki,
6- Şüphesiz
insan, Rabbine karşı çok nankördür.
7- Ve kendisi de
buna şahittir.
8- Gerçekten o
dünya malını çok sevdiği için katıdır.
9- Bilmiyor mu
ki, kabirlerin içindekiler fırlatılacak.
10- Ve sinelerin
içindekiler derlenecek.
11-O gün Rableri
onların bütün yaptıklarından haberdardır
AÇIKLAMA
Adiyat suresi,
insanın, rabbinin nimetlerine karşı nankörlük
etmesinden, bilincinde olarak mala karşı şiddetli
bir sevgi beslemesinden, bu özelliğinin kendisinin
aleyhine bir kanıt mahiyetinde olup bundan dolayı
hesaba çekileceğinden söz ediyor.
Başında "Harıl
harıl koşanlara yemin ederim…"şeklindeki yemin
cümlelerinin bulunmasından da anlaşılacağı gibi
sure Medine döneminde inmiştir. Çünkü bu ifadenin
zahiri, ileride değineceğimiz gibi, cihada çıkan
savaşçıların atları anlamında olduğunu gösteriyor.
Cihad hükmü ise, hicretten sonra
yasalaştırılmıştır. Şii kaynaklarında ehlibeyt
imamlarından (a) aktarılan ve surenin, Hz. Ali'nin
(a) çıktığı zatu selasil (zincirli) müfrezesi ile
ilgili olarak nazil olduğunu belirten rivayet de
bunu desteklemektedir. Ayrıca ehlisünnet
kaynaklarında yer alan bazı rivayetler de bunu
destekler niteliktedir. İnşallah önümüzdeki
rivayetler bölümünde bunlara değineceğiz.
"Harıl harıl
koşanlara yemin ederim…" el-Adiyat kelimesi,
koşmak, hızlı yürümek anlamına gelen el-Adv
kökünden türemiştir. Ed-Dabh, hızla koşan atların
nefes alır verirken çıkardıkları ses demektir.
Koşan atların bu sesi çıkardıkları her zaman
gözlemlenebilir. Gerçi başka hayvanların da
koşarken böyle sesler çıkardıkları iddia edilmişse
de atlara özgülüğü daha belirgindir. Buna göre
ayetin anlamı şöyledir: Koşan ve koşarken
kendilerine has o bildik seslerini çıkaran atlara
yemin ederim.
Müfessirlerin
bazıları, bundan maksadın, kurban bayramı günü,
toplanma yerinden binicileriyle birlikte mina
tepesine çıkan hacıların develeridir. Bazıları da
savaşçıların develerinin kast edildiğini
söylemişlerdir. Sonraki ayetlerde sıralanan
nitelikler, adiyat kelimesiyle develerin kast
edilmiş olmasıyla bağdaşır mahiyette değildir.
"Çakarak kıvılcım
saçanlara…" el-İyra, ateş çıkarmak, kıvılcım
saçmak demektir. El-Kadh, vurmak, çakmak demektir.
Araplar: çaktı ve ateş çıkardı, derler. Bundan
maksat, taşlara basarak ve taşlık bölgede koşarken
ayaklarıyla kıvılcım saçan atlar kast ediliyor.
Bazıları, el-İyra
kelimesinin savaş alanında adamların yaptıkları
hileler anlamında olduğunu söylemişlerdir.
Bazıları, savaş alanında adamların ateş yakmaları
demektir, demişlerdir. Başkaları da, el-Muriyat,
söyledikleri büyük laflardan dolayı fitne ateşinin
tutuşmasına neden olan adamların dilleri
anlamındadır. Bunlar, zayıf oldukları açıkça
görülen görüşlerdir.
"Sabah baskını
yapanlara…"el-İğare ve el-Ğare, atlı olarak
düşmana ani baskın düzenlemek demektir. Bu aslında
atlıların niteliğidir, ancak mecazi olarak atlara
nispet edilmiştir. Buna göre ayetin anlamı
şöyledir: Sabah vakti aniden düşmana hücum eden
atlara yemin ederim…
Müfessirlerin
bazılarına göre, bundan maksat, kurban bayramı
günü, binicileriyle birlikte toplanma yerinden
mina tepesine çıkan develerdir. Çünkü sünnet
gereği, bunların sabah olmadan mina tepesine
çıkmamaları gerekir. Onlara göre el-İğare ise
hızlı yürümek anlamındadır. Ancak bu anlam,
el-İğare kelimesinin açık ve bilinen anlamıyla
örtüşmemektedir.
"Orada tozu dumana
katanlara…" Ayetin orijinalinde geçen "eserne"
fili, toz vs. kaldırmak anlamına gelen el-İsare
kökünden türemiştir. en-Nak'u ise toz demektir.
Hızlı koşmaları ve baskın düzenlemeleriyle tozu
dumana katanlara yemin ederim.
Bazıları şöyle
demişlerdir: Bir fiil olarak "eserne" kelimesinin,
öncesinde yer alan sıfata atfedilmesinin herhangi
bir sakıncası yoktur. Çünkü öncesinde yer alan
sıfat fail konumunda olup fiil anlamındadır.
Dolayısıyla sanke şöyle söylenmiş gibi: Koşanlara,
kıvılcım saçanlara, hücum edenlere ve tozu dumana
katanlara yemin ederim.
"Derken orada bir
topluluğun ta ortasına girenlere yemin ederim."
El-Vasat ve et-Tavassut kelimeleri aynı anlama
gelirler. Bir şeyin ortası demektirler.
"Orada…"ifadesindeki zamir, sabaha dönüktür. "Ba"
harfi cerri "fi" anlamındadır. Veya zamir "toz"a
dönüktür ve "ba" harfi cerri de beraberlik, iç içe
olma anlamını kazandırmaya yöneliktir.
Buna göre kast
edilen anlam şudur: Sabah vakti, topluluğun, yani
düşman birliğinin ta ortasına dalarlar. Veya şöyle
bir anlam kast edilmiştir: Toz duman içinde bir
topluluğun ortasına girerler…
Müfessirlerin
bazıları, bundan maksadın, develerin Mina'da
toplanan hacıların arasına girmeleri olduğunu
söylemişlerdir. Anlamları son derece açık olan
ifadeler içeren beş ayetin, toplanma yerinden
Mina'ya çıkan hacıların develerine uyarlanmasının
ayetlerin akışının zahirine aykırı olduğunu daha
önce vurgulamıştık. Bu aykırılık son derece
açıktır.
Dolayısıyla bu
ayetleri savaşçıların atlarına yormak
gerekmektedir. Ayetlerin akışı, özellikle "sabah
baskını yapanlara..." "orada bir topluluğun ta
ortasına girenlere…" ifadeleri, bizzat
savaşçıların kast edildiğini göstermektedir.
Burada yüce Allah, mücahitlerin harıl harıl koşan
atlarına yemin ediyor. Dört ayetin başındaki "fa"
harfi ise, her bir ayetin bir öncekine terettüp
ettiğine delalet etmektedir.
"İnsan, Rabbine
karşı nankördür." El-Kenud, nankör demektir. Bu
bakımdan tefsirini sunduğumuz ayet, şu ayete
benziyor: "Gerçekten insan, çok nankördür." (Hac,
66) Burada insanın, doğal bir özelliğinden, heva
ve hevesine uymasından, dünya nimetlerinin üzerine
üşüşmesinden, kendini bütünüyle dünya nimetlerine
kaptırarak rabbinin kendine bahşettiği nimetlere
karşı şükür görevini yerine getirmekten bütünüyle
uzaklaşmasından haber veriliyor.
Burada, baskına
uğrayan topluluğa yönelik bir eleştiri söz
konusudur. Öyle anlaşılıyor ki, nankörlük derken,
Allah'ın kendilerine bahşettiği İslam nimetine
karşı nankörlük etmeleri kast ediliyor. Çünkü
İslam, kendilerine bahşedilen en büyük nimettir.
Dünya hayatının iyilik, güzellik üzere sürmesinin,
ebedi ve sonsuz ahiret hayatının da mutlu
olmasının garantisi İslam'dır.
"Şüphesiz buna
kendisi de şahittir." Surenin başından itibaren
yer alan zamirler arasındaki uyum,
"kendisi…"ifadesindeki zamirin insana dönük
olmasını gerektiriyor. Böylece, insanın nefsinin
nankörlüğüne şahit olması kast ediliyor. Nefsinin
nankörlüğünden maksat da, bu yerilmesi gereken
bilgisi ve bu bilgiyi yüklenmesidir.
Buna göre ayetin
anlamı şöyledir: İnsan, Rabbine karşı nankörlük
ettiğine şahittir ve bu şahitliği yüklenmiştir. Bu
nedenle üzerinde durduğumuz ayet, aşağıdaki ayete
benzer bir anlama ifade etmektedir: "Artık insan,
kendi kendinin şahididir." (Kıyamet, 14)
Bazıları, zamirin
yüce Allah'a dönük olduğunu söylemişlerse de,
ayetlerin akışı içinde zamirlerin birbirleriyle
oluşturdukları uyum, böyle bir değerlendirmeye
elverişli değildir.
"Ve o, mal
sevgisine de aşırı derecede düşkündür."Bazılarına
göre "mal sevgisine…"ifadesinin orijinalinin
başındaki "lam" gerekçelilik anlamını kazandırmaya
yöneliktir. Ayette hayır kelimesi de mal anlamında
kullanılmıştır. Buna göre kast edilen anlam şudur:
İnsan, mal sevgisinden dolayı şiddetlidir. Yani
cimri ve pintidir. Kimine göre de kast edilen
anlam şudur: insan mala karşı şiddetli bir sevgi
duyar. Bu duygu, onu, Allah'ın hakkını vermekten,
Allah yolunda infak etmekten alıkoyar. Birçok
müfessir ayeti bu şekilde tefsir etmiştir.
Ama ayette "hayır"
kelimesinin mutlak olarak hayır/iyilik anlamında
kullanılmış olması da uzak bir ihtimal değildir.
Şöyle ki: İyilik sevgisi, insan için fıtri bir
duygudur. Öte yandan insan, dünya nimetlerini ve
çekici süslerini de iyilik olarak görür. Nefsi
bunların cazibesine kapılır. Bu da rabbine
şükretmesini ona unutturur.
"Kabirlerde
bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı
zaman…düşünmez mi?.... şüphesiz haberdardır."
El-Ba'sere kelimesi el-Bahsere gibi diriltip
dağıtmak demektir. Kalplerde gizlenenlerin ortaya
konulması ise, insanların içindeki iman ve küfür
niteliklerinin, iyilik ve kötülük biçimlerinin
ayrıştırılması anlamındadır. Nitekim yüce Allah
bir ayette şöyle buyurmuştur: "Gizlenenlerin
ortaya döküldüğü günde…" (Tarık, 9) Müfessirlerin
bazıları demişlerdir ki: Bununla kast edilen,
açıktan işlenen amellerin karşılığının verilmesi
gibi gizli duygu ve düşüncelerin karşılığının
verilmesi için kalplerde gizlenenlerin açığa
çıkarılmasıdır.
"Düşünmez mi?"
İnkar amacıyla yöneltilmiş bir sorudur.
"düşünme…"fiilinin mefulu, iki meful yerine geçen
cümledir ve bağlam da buna delalet etmektedir.
Sonra açıklamaya yeniden başlanmış ve şöyle
denilmiştir:Kabirlerde bulunanlar diriltilip
dışarı atıldığı zaman…" Bu da soru formatında
sunulan inkarı pekiştirme amacına yöneliktir.
Kabirlerde olanlardan maksat, insanların
bedenleridir.
Buna göre şöyle bir
anlam çıkıyor karşımıza: İnsan, nankörlüğünün,
rabbinin nimetlerini inkar etmesinin bir
sorumluluğunun olduğunu, bu sorumluluğun bir gün
karşısına çıkacağını ve bundan dolayı ceza
göreceğini düşünmez mi? kabirlerdeki bedenlerin
dışarı atıldığı, nefislerde gizli bulunan iman,
küfür, ibadet ve isyan gibi özelliklerin
ayrıştırıldığı zaman hesaba çekileceğini bilmez
mi? Hiç şüphesiz o gün rableri onlardan tamamıyla
haberdardır ve bunlara dayalı olarak onların hak
ettikleri karşılığı verecektir.
AYETLERİN
RİVAYETLER IŞIĞINDA İNCELENİŞİ
El-Mecma adlı
eserde şöyle deniyor: Söylendiğine göre,
Resulullah (s) Kenane kabilesinin bir oymağının
üzerine bir müfreze gönderdi. Seçkin sahabelerden
biri olan Münzir b. Amr el-Ensari'yi de müfrezenin
komutanı olarak tayin etti. Müfrezenin dönüşü
gecikince münafıklar: Hepsini öldürdüler, diye
söylemeye başladılar. Bunun üzerine yüce Allah:
"Harıl harıl koşanlara yemin ederim…"ifadesiyle
başlayan sureyi indirerek müfrezenin durumunu
haber verdi. Mukatil'den rivayet edilmiştir.
Bir diğer görüşe
göre, sure, Hz. Peygamberin (s) Ali'yi Zatu's
Selasil (zincirli) denilen yere bir müfrezenin
başında göndermesi üzerine inmiştir. Hz. Ali
(a.a), onları yenilgiye uğratır. Bundan önce
peygamberimiz (s.a.a) onun dışında birkaç sahabiyi
gönderdiği halde bur sonuç alamadan peygambere
(s.a.a) geri dönmüşlerdi. Bu kıssa, uzun bir
hadisin kapsamında İmam Sadık'tan (a.a) rivayet
edilmiştir.
İmam der ki: Bu
olaya zatu's Selasil (zincirli) denilmesinin
sebebi şudur: Hz. Ali (a), onların bazısını esir
alır, bazısını öldürür ve esirlerini sıkı bir
şekilde birbirine omuz omuza gelecek şekilde
bağlar. Bu görüntüleri zinciri vurulmuş oldukları
intibaını uyandırıyordu.
Sure nazil olunca,
peygamberimiz (s.a.a) sabahleyin dışarı çıktı ve
halka namaz kıldırdı ve "harıl harıl
koşanlara…"ifadesiyle başlayan adiyat suresini
okudu. Namazı tamamlayınca, sahabeler dediler ki:
Bu sureyi bilmiyorduk. Resulullah (s) buyurdu ki:
Evet, Ali, Allah düşmanlarını yenilgiye uğrattı.
Cebrail bu gece bana olayı haber verdi. Birkaç gün
sonra Hz. Ali (a) birçok ganimet ve esirlerle
beraber çıkageldi.
Yukarıda da
değindiğimiz gibi Allame'nin İmam Cafer-i
Sadık'tan az bir kısmını naklettiği bu hadisin
tamamı şöyledir:
Ebu Besir diyor ki, Hz. Sadık (a.s)'a:
"Adiyat suresindeki geçen Yabis (Kumsal çöl)
Vadisinin macerası ve Hicri 8. Yılda (o mekanda)
İslam ordusunun kahramanlıklarıyla ilgili olay
nedir? dediğimde İmam Sadık (a.s) şöyle
buyurdular:
"Yabis çölünün halkı on iki bin süvari
nizam idi, ölüm anına kadar Hz. Muhammed (s.a.a)
ve Hz. Ali (a.s)'a karşı savaşacaklarına dair
ahdedip el ele verdiler.
Cebrail onların bu antlaşmasını
Resulullah'a haber verdi. Resullullah (s.a.a) de
Ebu bekri, daha sonra Ömer'i bir orduyla onlara
doğru gönderdi. Bunlar bir netice elde etmeksizin
geri dönüyorlar.
Peygamber (s.a.a) bu kez Hz. Ali'yi,
muhacir ve ensardan oluşan dört bin kişiyle Yabis
Vadisine doğru gönderiyor. Hz. Ali (a.s),
ordusuyla birlikte Yabis Vadisi'ne doğru hareket
etti. İslam ordusunun Hz. Ali'nin komutasında
onlara doğru yürüdüğü düşmana bildirildi. Düşman
silahçılarından iki yüz kişi savaş alanına doğru
koştular. Hz. Ali (a.s) da bir grup ashabıyla
birlikte onlara doğru yürüdü. Düşmana
ulaştıklarında onların tarafından: "Siz kimsiniz,
nereden gelmişsiniz, ne yapmak istiyorsunuz ?"
diye soruyorlar.
Hz. Ali (a.s) onların cevabında şöyle
buyurdu:
"Ben Resulullah'ın amcasının oğlu, Onun
kardeşi ve elçisi Ebu Talip oğlu Ali'yim, sizi,
Allah'ın birliğine ve Hz. Muhammed'in
peygamberliğine iman etmenizi davet ediyorum, eğer
iman ederseniz yorar ve zararda Müslümanlarla
ortak olursunuz."
Onlar Hz. Ali'nin sözüne karşılık şöyle
dediler:
"Senin sözünü işittik, savaşa hazır ol ve
bil ki, biz seni ve ashabını öldüreceğiz! Bizim
vaadimiz yarın sabahtır."
Hz. Ali (a.s) da onlara cevaben şöyle
buyurdu:
"Yazıklar olsun size, beni ordunuzun çok
olmasıyla mı tehdit ediyorsunuz? Bilin ki, biz
Allah'tan, meleklerden ve Müslümanlardan sizin
aleyhinize yardım alacağız. Yüce Allah'ın gücünden
başka bir güç ve kudret yoktur."
Düşman kendi yerine dönüp mevzisini
pekinleştirdi. Hz. Ali (a.s) da ordusuna dönüp
savaşa hazırlanmaya koyuldu. Hz. Ali (a.s)
Müslümanlara, gece vakti bineklerinin cihazlarını
hazırlamalarını, kuşanmalarını ve sabah erken
düşmana saldırmak için hazır bir vaziyette
olmalarını emretti.
Sabah şafağı söktüğünde Ali (a.s)
ordusuyla birlikte namaz kılıp düşmana
saldırdılar. Düşman öyle gafil avlandı ki,
Müslümanların onlara nereden saldırdığını
anlayamadı. İslam ordusunun geride kalanı henüz
yetişmemişken onlardan çoğu öldürülüp neticede
birçokları da esir alındı ve malları ise
Müslümanların eline geçti.
Cebrail-i Emin, Hz. Ali ve İslam
ordusunun muzaffer olduğunu Hz. Peygambere haber
verdi. Resulullah (s.a.a) minbere çıkıp Allah'a
hamt ettikten sonra Müslümanların düşmana galip
olduğunu ve İslam ordusundan sadece iki kişinin
şahadete eriştiğini halka duyurdu.
Daha sonra Peygamber (s.a.a) ve ashabı
Medine'den çıkıp Hz. Ali'yi istikbal etmeğe
koştular. Medine'nin bir fersahlığında Hz. Ali'nin
ordusuyla karşılaşıp onlara hoş geldiniz dediler.
Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)'i görünce
bineğinden aşağı indi, Peygamber (s.a.a) de
bineğinden aşağı inip Hz. Ali'nin alnından öptü.
İslam ordusunun istikbaline gelen Müslümanlar da
Hz. Peygamber gibi Hz. Ali'yi kutlayıp bu fethi
tebrik ettiler, düşmandan elde edilen bolca
ganimeti ve esirleri görerek daha çok sevindiler.
Bu esnada Cebrail-i Emin gökyüzüne inerek
ve bu zaferden dolayı "Âdiyât" suresini
Resulullah'a getirdi:
"Soluk soluğa koşan atlara ant olsun,
(tırnaklarıyla) ateş çakıp saçanlara, sabah vakti
baskın yapanlara, derken orada tozu dumana
katanlara, bununla bir (düşman) topluluğun orta
yerine kadar dalanlara..."
Peygamber
(s.a.a)'in gözlerinden sevinç yaşları boşandı,
işte burada
|