Bismillahirrahmanirrahim
Soru-467: Bazıları
Resulullah'ın (s.a.a) azad olmuş kölesi Zeyd'in
boşadığı Zeynep bint-i Cahş ile evliliği konusunda
Resulullah'ın masumiyetini gölgeleyecek, hatta onu
haşa kadın düşkünü birisi olarak gösterecek
açıklamalarda bulunmuşlardır ve bu konuda bir
takım rivayetleri de ileri sürmekten geri
durmamışlardır. Bu olayı, ilgili ayet ve
rivayetleri de dikkate alarak sağlıklı bir şekilde
nasıl açıklayabiliriz?
Cevap-467: Evet,
masumiyet inancına karşı olanların sık sık
asıldıkları bir konu ise, Hz. Resulullah'ın
(s.a.a) Zeyd b. Harise'nin boşadığı eşi Zeynep
bint-i Cahş ile evliliği konusunda Kur'ân'da geçen
bazı tabirler ve olayla ilgili bazı rivayetlerdir.
Onlar bu tabirlerin zahirini ve konuyla ilgili
nakledilen bazı uydurma rivayetleri ciddi bir
araştırmaya tabi tutmadan ele alıp onlarla
Resulullah'ın masum olmadığını ispatlamaya
yeltenmişlerdir. Biz önce olayı onların anladığı
ve kabul ettiği şekliyle kısaca aktardıktan sonra,
hem rivayetlerin sıhhat derecesini, hem de konuyla
alakalı ayetlerde asıldıkları bazı cümlelerin
gerçek muradını açıklamaya çalışacağız; o zaman
Allah'ın izniyle hem olayın onların kabul ettiği
şekilde olmadığı, hem de ayetlerde istinad
ettiklerin cümlelerin onları hiçbir şekilde
desteklemediği ortaya çıkacaktır.
Söz
konusu hadise hakkında Ehl-i Sünnet kaynaklarında
nakledilen rivayetlerden bir tanesi şöyledir:
Taberi, Veheb bin Münebbih'ten şöyle rivayet eder:
"Allah Resulü (s.a.a) halasının kızı Zeynep binti
Cahş'ı, kendi oğulluğu Zeyd bin Harise'yle
nikâhlandırmıştı. Bir gün Zeyd'i görmek için onun
evine gittiğinde, kapıda asılı perdeyi rüzgar
savurdu ve peygamberin gözü, başörtüsüz halde
evinde oturan Zeyneb'e ilişti. İşte bu sırada
Allah Resulü (s.a.a) Zeyneb'e aşık oldu. Bu olay
üzerine Zeynep kocasından soğudu ve bir gün Zeyd
Hz. Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna vararak:
"Zeynep'ten ayrılmak istiyorum" dedi. Hz.
Resulullah (s.a.a): "Ne oldu? Ondan bir yanlışlık
mı gördün?" diye sorunca Zeyd: "Hayır dedi, Ey
Allah'ın Resulü, vallahi iyilikten başka şey
görmedim ben ondan ..."
Buna
benzer bir rivayet de Hasan Basrî tarafından
aktarılmıştır.
İşte
masumiyet karşıtları bu gibi rivayetlere
dayanarak, konuyla alakalı ayetleri de yanlış
yorumlamış ve böylece kendi iddialarını
doğrulamaya gayret etmişlerdir. Önce ayetleri
görelim.
"Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve
senin de kendisine nimet verdiğin kişiye "eşini
yanında tut ve Allah'tan sakın" diyordun;
insanlardan da çekinerek, Allah'ın açığa vuracağı
şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun, oysa Allah,
kendisinden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyd
ondan ilişkisini kesince biz onu seninle
evlendirmiş olduk. Böylece evlatlıklarının
kendilerinden ilişkilerini kestikleri -kadınları
boşadıkları- zaman, onları evlenme konusunda
mu'minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın
emri yerine getirilmiştir. * Allah'ın kendisine
farz kıldığı bir şeyi yerine getirmede peygamber
üzerine hiçbir güçlük yoktur. Bu daha önce gelip
geçen ümmetlerde de olan Allah'ın sünnetidir.
Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. * Ki
onlar -o peygamberler- Allah'ın risaletini tebliğ
edenler, O'ndan içleri titreyerek korkanlar ve
Allah'tan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü
olarak Allah yeter."
(Ahzap, 37-39)
Evet,
bu ayetlerden de özellikle iki cümleyi alıp
ellerinde koz olarak kullanmaya çalışmışlardır. O
iki cümle şunlardır:
a)
İnsanlardan da çekinerek..
b)
Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı
tutuyordun..
Diyorlar ki evvela masum olan Peygamber nasıl olur
da Allah yerine insanlardan çekinir? Saniyen O,
Zeyneb'e olan aşkını içinde saklıyordu. Ama Allah
bilahare bunu ortaya çıkardı ve Zeyd bunu sezince
eşini boşamaya karar verdi!! Masum olan bir
peygamber bu duruma nasıl düşer?!
Bu
sözleri söyleyenler, nasıl olur da gözü kapalı ve
hiç hicap duymadan en çirkin şeyleri dahi Allah'ın
en sevgili ve değerli kuluna isnad etmekten
çekinmez, sıkılmazlar?!! İnsan normal bir kimseye
dahi bu tür şeyleri isnad ederken bin düşünüp bir
söylemelidir. Kaldı ki hakkında ileri geri
konuştukları Seyyid-i Kainat'tır, Server ve
Hatem-i Enbiya'dır, Habib-i Kibriya'dır…
Her
halükarda önce konu hakkında nakledilen rivayet
hakkında bir iki cümle söyleyip ayetlere geçelim.
Bu rivayetler iki raviden nakledilmiştir, biri
Veheb bin Münebbih diğeri ise Hasan-ı Basri. Bu
iki ravi Resulullah'ın bu evliliğiyle ilgili
naklettikleri rivayetin benzerlerini Hz. Davud'un,
kendi komutanlarından olan Urmiya'nın eşiyle
evliliğinin keyfiyeti hakkında da nakletmişlerdir
ki insan dile getirmekten dahi haya ediyor. Ama
konunun daha iyi anlaşılması için bunlardan kısa
olan birisini nakletmeye mecburuz:
Taberi ve Suyuti, tanınmış tefsirlerinde Hasan
Basri'den şu rivayeti naklederler:
"Hz.
Davud (a.s) günlük veya haftalık zamanını 4'e
ayırmıştı. Her gün vaktinin belli bir kısmını
kadınlarına, bir kısmını ibadete, bir kısmını
yargı ve hakemliğe, bir kısmını da
İsrailoğullarını ziyarete ve dostluk görüşmelerine
ayırırdı, bu ziyaretlerde onlarla konuşur, sohbet
eder, dînî konuşmalar yapar ağlar ve onları da
ağlatırdı.
Bu
ziyaret ve görüşme vakitlerinden biriydi, Davud,
yanındaki İsrailoğullarına "Buyrun, sözünüzü
söyleyin" dedi, onlardan biri "İnsanın hiç günah
işlemediği bir gün olmuş mudur?" diye sordu. Bunun
üzerine Davud, kendisinin böyle -günah işlemeyen-
biri olduğunu geçirdi içinden.
İbadet vakti gelince Davud kapıları kapatarak
rahatsız edilmemesini istedi ve Tevrat'ı tilavete
koyuldu. Tevrat okuduğu sırada altın sarısı bir
güvercin gelip tam önüne konuverdi, çok güzel ve
alımlı bir güvercindi. Davud onu yakalamak
isteyince uçup biraz ötede yere kondu. Davud,
yıkanmakta olan çok güzel bir kadını görerek ona
aşık oldu. Davud'un gölgesini -veya siluetini-
gören kadın hemen saçlarını çözerek vücudunu
gizlemeye çalıştı ki onun bu davranışı Davud'un
ona duyduğu ilgiyi daha da kırbaçladı.
Davud, o kadının kocasını özel bir savaş
vazifesiyle görevlendirmişti. "Falanca yerlere
git, filan yerlerde savaş" diye ona mektup yazdı
ve onu, sonu mutlaka ölüm olan tehlikeli bir
göreve gönderdi. Adam emri yerine getirdi ve o
savaşta öldü, Davud da onun dul karısını
nikâhladı!"
Veheb
bin Münebbih'in naklettiği ise daha geniş ve daha
iğrenç şeyleri içermektedir.
Şimdi
asıl konumuza dönelim.
Bu
iki ravinin biyografisi konusunda şu ilginç
noktayı hatırlatmamız yeterli olacaktır. Bunların
her ikisi de Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a)
vefatından yıllar sonra dünyaya gelmiş
olduklarından, Resulullah'ın zamanında vuku bulmuş
bir hadiseye bizzat şahid olmaları mümkün
değildir. Mevzuyu bizatihi aktarmaları elbette ki
kesinlikle inandırıcı değildir. Bu iki şahsın aynı
hadiseyi hiçbir senet ve aracı göstermeden
doğrudan doğruya rivayet etmiş olması bir hayli
düşündürücü değil midir?!
Rivayetin muhtevasına gelince, görüldüğü gibi bu
rivayetin ekseni Zeynep'tir; onu başı açık bir
halde -yüzünü- gören Allah Resulü (s.a.a)'in hemen
ona vurulup gönlünü kaptırdığı iddia edilmektedir.
Güya bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) onun
Zeyd'den boşanmasını ve kendisiyle evlenmesini
arzulamış ve bunu da kalbinde saklı tutup kimseye
açamamıştır(!)
Bu
uyduruk rivayetin en bariz tutarsızlığı, evvelâ
Zeyneb'in Hz. Resulullah (s.a.a)'in halakızı
olması ve çocukluktan itibaren birlikte
büyüdükleri için birbirlerini zaten yeterince
görmüş olmalarıdır. İkincisi ve daha da önemli
olanı, hicab -örtünme- ayetinin, Zeynep'le
evlilikten çok sonra inmiş olmasıdır!!
Bu
durumda Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) kendi
halakızları olan Zeyneb'i defalarca hicapsız
olarak gördüğü halde, Zeyd'in evinde bir kez başı
açık görmekle ona vurulmayacağı apaçık ortadadır.
Bütün
bunlar bir tarafa, Allah-u Teâlâ'nın "mükemmel
insan örneği" olarak yaratmış olduğu Hz.
Resulullah'ı (s.a.a) evli bir kadına gönül verecek
kadar şehvetine düşkün ve nefsi zayıf biri
derecesine indirerek süflileştiren bu tür
rivayetler elbette ki O yüceler yücesine iftira
olup, kim tarafından rivayet edilirse edilsin
apaçık bir yalan ve iftiradır!
Şimdi bu hadisenin aslını, siyer kaynaklarından
aktaralım:
Müslümanlar Medine'ye hicret ettikten sonra
Abdulmuttalib'in kızı olan Emiyme'nin kızı
Zeyneb'e sahabeden bazıları elçi geldiler. Zeyneb,
kardeşini Hz. Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna
göndererek o hazretin fikrini sordu. Allah Resulü:
-
Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetini ona
öğretebilecek olan birine ne dersiniz? buyurdular.
Zeynep bunun kim olduğunu sorduğunda hazret "Zeyd"
buyurdular. Bu ismi duyunca Zeynep pek rahatsız
olmuş ve meseleyi İslam inancı yerine kavmî ve
ailevî taassupla değerlendirerek şöyle demişti:
- Ya
Resulullah! Halanın kızını kendi azadlı kölene mi
lâyık buluyorsun yani?! Onunla evlenmem mümkün
değil! Ben ailevi açıdan ondan daha soyluyum,
ailemin seçkin kızıyım ben!
Zeyneb'in bu sözleri üzerine Ahzâb Suresi'nin 36.
ayeti nazil oldu. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyordu:
"Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman mu'min
olan bir erkek ve mu'min olan bir kadın için o
işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.
Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse artık
gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır."
Bu
ayet üzerine Zeynep hiçbir itirazda bulunmayacak
ve Hz. Resulullah'ın siyah bir Habeşli kadın olan
Ümm-ü Eymen'le evlendirdiği ve ondan Usame'nin
dünyaya gelmiş olduğu Zeyd'le evlenecek ve onun 2.
karısı olacaktı.
Zeynep, Zeyd'e karşı geçimsiz davranıyor, ona
sinirleniyor, ikide bir Zeyd'in ona lâyık
olmadığını söyleyerek onu aşağılıyordu. Zeyd
durumu birkaç kez Resulullah'a (s.a.a) açtı ve
Allah Resulü de sabretmesini tavsiye etti, ama bu
evlilik uzun sürmedi ve Zeyd sonunda Zeyneb'i
boşamak zorunda kaldı.
Allah-u Teâlâ'nın yüce takdiri böyleydi; Araplar
arasında cahiliyet döneminden kalma "babalığın,
evlatlığın boşadığı kadınla evlenemeyeceği"
şeklindeki yanlış geleneğin bizzat Hz.
Resulullah'ın (s.a.a) ameliyle değişip düzelmesi
için bu evlilik ve boşanmanın ve ardından Hz.
Resulullah'ın (s.a.a) Zeynep'le evlenmesi önceden
takdir olunmuş ve Allah-u Teâlâ da bunu Hz.
Resul-i Ekrem'e vahiyle bildirmişti. Ancak Hz.
Resulullah (s.a.a) insanların cahiliyet
taassubuyla "oğlunun boşadığı karısını babası
aldı" demelerinden çekindiği için daha önceden
kendisine vahiyle inen bilgiyi kimseye açıklamayıp
kendi içinde saklı tutarak Zeyd'e "Karını boşama,
onunla geçinmeye çalış ve Allah'tan kork"
buyurmuştu.
Ne
var ki Zeyd, Zeyneb'in geçimsizliğine daha fazla
tahammül edemeyecek ve onu boşayacaktır.
Zeyneb'in iddet süresi tamamlanınca söz konusu
ayetler (Ahzâb, 37- 40) bir arada Hz. Resulullah'a
(s.a.a) inerek meselenin içyüzü açıklanmış ve
"evlat edinme" olayının İslam'daki hükmü
belirtilerek şöyle buyrulmuştu:
"Zeyd onu -Zeyneb'i- boşayınca biz onu seninle
evlendirmiş olduk ki böylelikle evlatlıklarının
kendilerinden ilişkilerini kestikleri -kadınları
boşadıkları- zaman onlarla evlenme konusunda
mu'minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın
emri yerine getirilmiştir. Allah'ın kendisine farz
kılmış olduğu bir şeyi yerine getirmede peygamber
üzerine hiçbir güçlük yoktur. Bu daha önce gelip
geçenlerde de olan Allah'ın sünnetidir. Allah'ın
emri takdir edilmiş bir kaderdir. (...) Muhammed,
sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir,
ancak o, Allah'ın Resulü ve Peygamberlerin
sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir."
Yine
aynı surenin 4. ve 5. ayet-i kerimesinde de şöyle
buyrulur:
"...Evlatlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız
saymadı. Bu sizin yalnızca ağzınızla söylediğiniz
bir şeydir, Allah ise hakkı söyler ve doğru yola
yöneltip iletir. Onları -evlatlıklarınızı-
babalarına nispet ederek çağırın, bu, Allah
katında daha adildir. Eğer babalarını
bilmiyorsanız artık onlar dinde sizin
kardeşleriniz ve dostlarınızdır..."
Zeyd'le Zeyneb'in evlenmesi olayında Hz.
Resulullah (s.a.a) kendi halasının kızı olan ve
Kureyş'in önde gelen "soylu" bir ailesine mensup
bulunan Zeynep'le; kabilevî açıdan Kureyş'ten çok
aşağı sayılan ve daha önce Hz. Peygamber
(s.a.a)'in kölesi olduğu halde sonradan o Hazret
tarafından âzad edilen "dünün kölesi, bugünün
azatlısı siyah derili Zeyd"i evlendirmek suretiyle
gerçekte büyük bir sosyal ıslahatta bulunuyor ve o
güne değin Arap cahiliyet geleneklerinin önemli
kurallarından biri olan "herkes kendi dengiyle
evlenebilir ancak" şeklindeki bâtıl bir geleneği
bilfiil "geçersiz" ilan etmiş oluyordu.
Bu
olay bütün Mekke'yle Medine'de günün konusu olmuş,
ancak böylesine büyük bir sosyal inkılabın
gürültüleri henüz dinmeden Allah-u Teâlâ
Peygamber'ine yeni bir görev daha iblağ ederek
Zeyd'in boşadığı Zeyneb'i iddet süresinden sonra
bizzat kendisine nikahlamasını emretmişti! Böylece
cahiliyet döneminde kalma" evlatlık öz evlatla
aynı fıkhî işleme tabidir" ve bu cümleden olmak
üzere "evlatlıkla babalık, yekdiğerinden dul kalan
kadınla evlenemezler" şeklindeki bâtıl bir gelenek
daha yıkılmış ve yerini İslâmî doğrulara bırakmış
oluyordu. Hz. Resulullah (s.a.a)'in bu sünneti ve
uygulaması, İsrailoğulları arasındaki bir
cahiliyet kuralının yerine İslam hükmünü ikame
edebilmek için savaşta ölen Urya'nın dul karısıyla
evlenip yüzyıllar boyunca süregelen kemikleşmiş
bir yanlış uygulamayı kıran Hz. Davud'un (a.s)
uygulamasıyla büyük benzerlikler taşımaktadır ki,
Allah'tan başka ilah tanımayan ve insan
topluluklarında zamanla oluşup yerleşmiş batıl
inanç ve kuralları ıslah için görevlendirilmiş
bulunan hak peygamberlerin davranış ve
eylemlerindeki bu ıslahatçı tutum ve benzerlikler,
aynı İlahi kaynaktan beslendiği ve aynı merkezden
gelen emirleri uyguladıkları için hiç de şaşırtıcı
değildir aslında.
Allah'ın ilâhî risaletle görevlendirmiş olduğu
peygamberler ilâhi hükümlerin icrasında daima öncü
olmuş ve ilk adımı kendileri atmışlardır. Nitekim
Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) efendimiz cahiliyet
döneminden beri bütün bir Arabistan Yarımadasın'da
zamanla gelenekleşmiş olan faiz şart ve
kurallarıyla, intikam ve kan davası ile ilgili
câhili kanun ve kuralların tamamını ilk kez Veda
Haccı'nda bâtıl ilan ederken de yine kendi
ailesinden işe başlamış ve kendi amcası Abbas'ın
faiz alacaklarının tamamının bundan böyle geçersiz
ve batıl olduğunu, keza kendi amcaoğlunun cahilî
bir girişimle dökülen kanının davasına
girişmeyeceklerini ve kendilerinin bu kandan ilâhi
hüküm gereğince artık vazgeçmiş olduklarını ve
kimsenin de artık bu kan davasını gütme hakkı
taşımadığını ilan etmiştir
Evet,
Hz. Davud'un (a.s) Urya'nın duluyla evlenmesi ve
Hz. Resul-ü Ekrem'in (s.a.a) oğulluğu Zeyd'in
duluyla nikâhlanması hadiselerinin aslı özetle
böyledir. Ne var ki, geçmiş peygamberlerin
kıssalarının teviline karıştırılan israiliyatlar
ve benzeri mevzularda çeşitli neden ve etkenlerle
uydurulmuş bulunan asılsız rivayet ve nakillerin
basit bir dikkatsizlik neticesinde bazı İslam
tefsir ve kaynak eserlerine sızmış olması
neticesinde bu gibi daha nice mevzular tarihin
karanlık labirentlerinde kalmış ve
araştırmacıların birçok meselede hataya düşerek
nice hakkı batıl, nice batıl şeyleri de hak
zannetmelerine neden olmuştur.
Yine
bu tür israiliyatların yardımıyladır ki İslam
tarihinde nice şehvetperest egemenler fesat ve
şehvetperestliklerine dînî kılıflar uydurmuş ve
kendi hayvanî çehrelerini masum gösterebilmek için
Allah'ın has kulları olan peygamberler ve
evliyaullaha bu tür iftiralarda bulunmaktan çıkar
ummuşlardır. Nitekim Yezid bin Muaviye'yle ondan
sonra tahta geçen Mervanoğulları'nın işlemiş
olduğu affedilmez hatalar ve beyanı dahi iğrenç
olan büyük günahlarla fesat ve ahlâksızlıklar;
hilafet okulu mensuplarının Allah'ın has kulları
olan peygamberlere de -Allah'ın selam ve salâtı
cümlesine olsun- en çirkin amelleri dahi
yakıştırabilme gaflet ve bahanesini vermiş,
gerçekte Allah-u Teâlâ'nın her nevi günahtan
arındırmış olduğu peygamberlerin de pekalâ
günahkâr oldukları zannını yaratmalarına neden
olmuş ve o yüce peygamberler hakkındaki ayetlerin
tevili yoluyla, bazı halifelerin işlemiş olduğu
nice fesat ve ahlaksızlığın sessizce
geçiştirilmesine, hatta eleştirilmelerinin bile
men edilmesiyle sonuçlanacak boyutlara varmasına
neden olmuştur.
Bu
uzun açıklamanın ardın özetlemek gerekirse, evvela
söz konusu rivayetler, tümden yalan ve iftiradır.
Allah Resulü'nün Zeynep'le evliliği (hâşâ) bir
aşık olma falanın neticesi değil, iki önemli hedef
taşıyordu: Birincisi cahliyet zamanından kalan
evlatlığa her yönden gerçek evlat muamelesi
yapılmasının yanlışlığını bizzat Allah Resulü'nün
eliyle düzeltilmesi, İkincisi Zeyd'le sırf Allah
ve Resulü'nün emri üzere evlenen ve daha sonra da
boşanma olayıyla iyice sarsılan Zeyneb'in onurunun
tamir edilmesi.
Korku ve çekince meselesine
gelince, aynı surenin yukarıdaki ayetlerin ardında
yer alan ayetten de anladığımız gibi Resulullah'ın
bu korku ve çekincesi hâşâ maddi ve dünyevi bir
korku değildi. Çünkü söz konusu ayet açıkça
Allah'ın elçilerinin sadece Allah'tan
korktuklarını ve Ondan başka kimseden
korkmadıklarını beyan etmektedir. (Ahzap, 39)
Allah Resulü'nün çekincesi manevi bir çekinceydi.
O da insanların olayı yanlış yorumlayarak dine ve
dinin elçisine soğumaları ve olumsuz bir gözle
bakmalarıydı. Ama Allah-u Teâlâ birçok yerde
olduğu gibi burada da Resulü'ne o kadar da kendisi
sıkmaması gerektiğini ve insanların kaygılarından
çok İlahi emirlerin uygulanmasını göz önünde
bulundurmasını emretmiştir. Dolayısıyla burada da
masumiyete ters düşecek bir durum söz konusu
değildir.
- Taberî Tefsiri, 22/ 10- 11 Beyrut,
Dâr'ul-Ma'rife basımı.
-
Taberi Tefsiri, c. 23 s. 95, 96, Beyrut,
Dâr'ul-Ma'rife basımı. Ed-Dürrü'l-Mensûr
(Suyûtî), 5- 148. (Biz Taberî'den naklettik).
-
Taberî Tefsiri c. 23 s. 95, 96, Beyrut,
Dâr'ul-Ma'rife basımı.
-
Üstad Allame Askeri kitabında bu iki ravi
hakkında şu bilgileri vermektedir:
Veheb bin
Münebbih:
Veheb'in babası İranlıdır, İran Kisrası
Enuşirevan onu Yemen'e göndermiştir. Veheb'in
biyografisi hakkında İbn Sâ'd'ın Tabakât'ında
özetle şöyle geçer:
Veheb, gökten inen 92 kitap okuduğunu,
bunların 72'sinin sinagog ve havralarda mevcut
olduğunu, ama geriye kalan 20 kitaptan belli
sayıda insanlardan başka kimsenin haberi
olmadığını bizzat söylemiştir.
Dr.
Cevad Ali, "Veheb'in Yahudi asıllı olduğu
söylenir; Yunanca, Süryanice ve Hımyerice'yi
iyi bildiği ve kadim kitaplar konusunda uzman
olduğu da bilinmektedir" der.
Keşf'ul Zunun'da onun telif eserlerinden
birinin Kısas'ul Enbiya olduğu geçmektedir.
(Tabakaat, İbn Sa'd, 5-395 Avrupa bas. ve
Keşf'uz Zunun 1328 ve İslam Öncesi Arap
Tarihi: Cevad Ali c. 1, s. 44.)
2- Hasan
Basri:
Künyesi Ebu Said'dir. Babası ensardan Zeyd bin
Sabit'in kölelerindendi. Ömer'in hilafetinin
bitimine 2 yıl kala doğmuş ve Basra'da, 100
yaşında, yani h. 110'da ölmüştür.
Hasan Basri güçlü bir edebiyatçıydı, hem
hilafet hem halk nazarında pek itibar gören,
biraz da kendisinden çekinilen biriydi.
Basra'daki hilafet okulu (Ehl-i Sünnet
mektebinin) izleyicilerinin lideri
konumundaydı. (Vefeyat'il A'yan: İbni Hallikan
c. 1 s. 354 1- basım. ve İbni Sa'd'ın
Tabakaat'ı 7/1-120 Avrupa basımı.)
Hakkında gelen rivayetler ve İbni Sâ'd'ın
Tabakât'ında geçenlere göre Hasan Basri
"kader"e cebre inanan biriydi ve bu hususta
başkalarıyla da münazara ve tartışmaları
olmuştur. Ne var ki bir süre sonra bu
inancından vazgeçmiş ve görüşü değişmiştir.
Haccac bin Yusuf Sakafi gibi dönemin tanınmış
zalim kan dökücülerine karşı kıyam etmeyi câiz
saymayanlardandı.
-
İbn Hişâm Siyeri 1356 basımı c. 4 s. 275'te
şöyle geçer: "Allah Resulü (s.a.a) Veda
Haccı'nda îrâd buyurduğu hutbede şöyle
buyurdu: "... Ve her nevi faiz haramdır,
sadece asıl sermaye sizinkidir, ne zarar
görün, ne de zarar verin! Allah-u Teâlâ faizin
olmamasını emretmiş bulunmaktadır. Nitekim -bu
cümleden olmak üzere amcam olan- Abbas bin
Abdulmuttalib'in -alacağı- faizleri bundan
böyle tamamen bâtıldır ve ödenmemelidir. Keza,
cahiliyet döneminde dökülen her kan da kimin
olursa olsun, bâtıldır ve boşa gitmiştir! Bu
hususta batıl ve heder ilan edeceğim ilk kan
da Rabia bin Heris bin Abdulmuttalib'in
öldürülen çocuğunun kanıdır; Benî Leys
kabilesindeki bu minik yavrucak henüz süt
çağındayken Huzeyl tarafından öldürülmüştü,
cahiliyet döneminde dökülmüş olan bu kan,
benim heder ve karşılıksız (kan davası ve
intikamı gerektirmeyen) ilan ettiğim ilk
kandır!"
|