Bismillahirrahmanirrahim
Soru-41:
Eğer İkinci Halife Ömer, Hz.
Fâtıma annemize sıkıntı verip üzmüşse Hz. Ali (k.v)
neden ona mudahele etmedi. Hâşâ Hz. Ali (k.v)
korktu mu? Veya nedir sebebi?
Cevap-41: Bu sorunuz
da iki şıktan oluşmaktadır: Birincisi sıkıntı
verilip verilmemesi; ikincisi ise Hz. Ali'nin
neden suskun ve tepkisiz kalışı. Burada bahse
değer çok mes'ele vardır. Ancak "Akıllıya
işaret yeterlidir" kuralınca ben, bir iki
belgeyi aktararak ikinci şıkkın cevabına
geçeceğim:
Sahih-i
Buhari'de üç yerde ve diğer birçok muteber
bilinen kaynakta cüzî farklarla Ümm-ül Mu'minin
Âişe'den şöyle nakletmektedir: "Resulullah'ın (s.a.a)
kızı Fâtıma, Resulullah'ın vefatından sonra Ebu
Bekir'e gelerek Medine'de kendisine verilenleri,
Fedek'i ve Hayber humsundan geri kalanı istedi;
Ebu Bekir de bundan çekinerek Resullah'ın şöyle
buyurduğunu iddia etti: "Biz miras bırakmayız;
bizim bıraktığımız sadakadır." Bunun üzerine Hz.
Fâtıma öfkelenerek Ebu Bekir'e küstü ve ölünceye
dek bir daha onunla konuşmadı."
Sahih-i
Tirmizî'de ise şöyle nakletmektedir: "Fâtıma Ebu
Bekir ve Ömer'in yanına gelerek Resulullah'tan
kalan mirasını istedi; Onlar da 'Biz
Resulullah'ın "Ben miras bırakmam" hadisini
duyduk' dediler; bunun üzerine Fâtıma "Vallahi
asla sizinle konuşmam artık" dedi ve ölünceye
dek bir daha onlarla konuşmadı. Fâtıma
Resulullah'tan sonra altı ay yaşadı ve vefat
ettiğinde ise eşi Ali onu geceleyin defnetti
namazını da kendisi kıldırdı ve Ebu Bekir'e izin
vermedi."
Ehl-i Sünnet
âlimlerinden İbn-i Kuteybe "El-İmâmet-u
Ves-Siyâse" kitabının "Ali'nin Biatının
Keyfiyeti" bölümünde şu bilgilere yer vermiştir:
"Ebu Bekir bir ara biatten kaçınıp Ali'nin evine
toplananları aradı ve Ömer'i onların peşine
gönderdi. Ömer Ali'nin kapısına gelerek onlara
seslendi; dışarıya çıkmaktan çekinince odun
getirmelerini istedi ve onlara şöyle bağırdı: 'Ömer'in
canını elinde tutana (Allah'a) andolsun ki
dışarıya çıkarsınız ya da evi içindekilerle
birlikte yakacağım.' 'Ey Ebâ bu evin içerisinde
Fâtıma vardır' dediklerinde 'Farketmez' diye
cevap verdi..."
Yine aynı
bölümün bir diğer yerinde şöyle nakletmektedir:
"Ömer Ebu Bekir'e Şöyle dedi: 'Hadi kalk
Fatıma'ya gidelim; biz onu gazaplandırdık.'
Birlikte Fatıma'ya gelip görüşmek için izin
istediler; fakat Hz. Fâtıma izin vermedi; bu
sefer Hz. Ali'ye geldiler; o da onları
Fâtıma'nın yanına götürdü; yanında
oturduklarında Hz. Fâtıma yüzünü duvara doğru
çevirdi; selam verdiler; cevaplarını
vermedi...Sonra Hz. Fâtıma onlara hitap ederek
şöyle konuştu: 'Size Resulullah'tan bir hadis
nakledersem tasdik eder misiniz?' Evet dediler;
şöyle devem etti: 'Sizi Allah'a ant verdiriyorum,
Peygamber'den benim hakkımda 'Fâtıma'nın rızası
benim rızamdır; Fâtıma'nın gazabı benim
gazabımdır; kim benim kızımı severse beni
sevmiştir; kim Fâtıma'yı hoşnut ederse beni
hoşnut etmiştir; kim onu gazaplandırırsa beni
gazaplandırmış olur' buyurduğunu duydunuz mu?
Onlar da evet duyduk cevabını verince Hz. Fâtıma
şöyle dedi: 'Allah ve melekleri şâhid olsunlar
ki siz ikiniz beni gazaplandırdınız ve hoşnut
etmediniz. Peygamber'in yanına vardığımda
mutlaka sizi şikayet edeceğim.' Bunun üzerine
Ebu Bekir ağlayarak 'Allah'ın ve senin
gazabından Allah'a sığınırım' deyince, Hz.
Fâtıma şu cevabı verdi: 'Allah'a andolsun ki
kıldığım her namazın ardından sana beddua
edeceğim..."
Aziz kardeşim
bunlar olup bitenlerden çok kısa pasajlardı; söz
fazla uzamasın diye şimdilik bununla yetiniyorum.
Zaten başta da söylediğim gibi "Akıllıya işaret
de kâfidir"
Hz. Ali'nin,
bu olup bitenler hakkındaki tavrının nedenlerine
gelince, bir önceki sorudaki izahatımız bu
sorunun cevabına da ışık tutar niteliktedir;
ancak burada cevabın tekmili için, bizzat Hz.
Ali'nin kendisinden Nehc-ül Belâğa ve bazı diğer
kaynaklarda nakledilen cevapları sizlere
nakletmek istiyoruz:
Hz Ali (a.s)
Nehc-ül Belağa'nın "Şıkşıkıye Hutbesi" diye
meşhur olan 3. hutbesinde Resulullah'tan sonraki
olaylara değinmiş ve takındığı tavır hakkında
şöyle buyurmuştur:
"Andolsun
Allah'a ki Ebu Kuhafe‘nin oğlu, o (hilafeti) bir
gömlek gibi giyindi; oysa daha iyi bilirdi o,
ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili
gibiydim; hilâfet benim çevremde dönerdi; sel
benden akardı; hiçbir kuş, benim (zirveme)
çıkamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu
koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş
elimle hamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık
körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir
körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu
kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu
zulmette zahmet çeker.
Gördüm ki
sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama
gözümde diken, boğazımda kemik vardı; mirâsımın
yağmalandığını görüyordum..." (Resulullah
sonrası olaylara ışık tutan bu hutbenin tamamını
Nehc-ül Belağa'da okumanızı tavsiye ediyorum.
Nehc-ül
Belâğa'nın 26. hutbesinin bir bölümünde ise
şöyle buyuruyor:
"Gördüm ki
Ehl-i Beytim'den başka yardımcım yok, onları
ölüme sürmedim; çerçöpe karşı gözümü yumdum;
boğazıma oturan şerbeti yuttum; öfkemi yendim;
zakkumdan da acı olan o mihnete dayandım."
Ehl-i
Sünnet'in Mutezilî âlimlerinden İbn-i Ebi-l
Hadid, Nehc-ül Belağa'nın 119. hutbesinin
şerhinde Abdullah İbn-i Cünâde'den şöyle
naklediyor:
"Hz. Ali'nin
hilafetinin ilk günlerinde ben Hicaz'da
bulunuyordum ve İrak'a gitmeğe niyetliydim.
Mekke'de umre yaptıktan sonra Medine'ye geldim.
Mescid-ün Nebi'ye girdiğimde insanlar namaz için
toplanmışlardı. O sırada Hz. Ali kılıcını
kuşanmış vaziyette çıka geldi ve toplanmış
camaata hutbe okudu. O hutbesinde Allah'a hamd u
senâ ve Resulullah'a salât u selamdan sonra
şöyle buyurdu: "Resulullah'ın vefatından sonra
biz Ehl-i Beyt, ümmetin bizim hakkımıza tamah
edeceğine inanmazdık; ama beklemediğimiz oldu;
hakkımızı gasbedip bizi pazar ehlinin yerine
koydular; bizden nice gözler ağladı; nice
sıkıntılar meydana geldi. Allah'a andolsun ki
eğer Müslümanların bölünüp parçalanma korkusu,
küfrün geri dönme ve dinin yok olma korkusu
olmasaydı, biz onlara karşı başka türlü
davranırdık!..."
Yine İbn-i
Ebi-l Hadid Kelbî'den şöyle nakletmektedir: Hz.
Ali, Talha ve Zübeyr'e karşı koymak için
Basra'ya hareket etmeden önce bir hutbe okuyarak
şöyle buyurdu: "Kureyş Allah Resulü'nden sonra
bizim hakkımızı elimizden alıp kendine tahsis
etti. Ben bütün bu sıkıntılara rağmen sabretmeği
Müslümanların bölünüp parçalanmalarından ve
kanlarının dökülmesinden daha evla gördüm; zira
insanlar İslâm'la daha yeni tanışmışlardı. Din
en ufak bir hareketle bozulan ve en yeteneksiz
birisinin hareketiyle bile ters yüz olan bir
tuluma benzer..."
Yine altı
kişilik meşhur şurada, Osman'ın halife
seçilmesinin ardından şöyle buyurmuştur:
"Mutlaka
siz de bilirsiniz ki ben, insanlar içerisinde
ona (hilafete) benden başkasından daha layık
birisiyim; ama andolsun Allah'a ki ben, sadece
bana haksızlık edilir, ama Müslümanların işleri
yolunda olursa, teslîm olurum (muhalefet etmem)
ve bunu yaparken de ecrini dileyerek,
üstünlüğünü isteyerek yaparım; sizin, dünyânın
süsünü-püsünü, özentisini-bezentisini
istemenizdense çekinirim."
(Nehc-ül Belâğa, 73. Hutbe)
Malik-i
Eşter'i Mısır'a vâli tayin ettiğinde Mısırlılara
yazdığı mektubunda yine şöyle buyuruyor konu
hakkında:
"(Hamd
ü senâ ve salât ü selâmdan sonra) gerçekten de
noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah,
Muhammed'i âlemlere korkutucu, peygamberlere
tanık olarak gönderdi; Allah'ın salâtı ona ve
soyuna olsun. O göçünce Müslümanlar hilâfet
husûsunda ayrılığa düştüler. Birbirleriyle
çekiştiler. Andolsun Allah'a ki Arabın, bu işi,
Peygamber'den sonra Ehl-i Beyt'inden alacağını,
benim halifeliğime engel olacağını hatırıma bile
getirmedim. Fakat bir de baktım, gördüm ki halk,
filân kişiye biat etmekte; elimi çektim; sonunda
insanların dinden döndüklerini, Allah'ın salâtı
ona ve soyuna olsun, Muhammed'in dînini iptâle
kalkıştıklarını, halkı buna çağırdıklarını
görünceye dek dayandım. Fakat bu işe
giriştikleri zaman, İslâm'a yardım etmezsem onda
bir gedik açılacağından, onun yıkılacağından
korktum; çünkü bu musibet bana, az bir gün
sürecek, sonra serap gibi yitip gidecek, yahut
bulut gibi dağılıp yitecek olan hilâfetten, size
emir olmaktan mahrum kalmaktan da daha büyük
olacaktı." (Nehc-ül
Belâğa, 62. Mektup)
Görüldüğü
gibi Emir-ül Mu'minin (a.s) bu sözlerinde
Resulullah'tan sonraki olaylarda takındığı
tavırların nedenlerini bizlere kısa ve öz olarak
beyan etmektedir ki basiret sahiplerinin hiçbir
açıklama ve yoruma gerek kalmadan, gereken
cevabı alabileceğini düşünüyoruz.