Bismillahirrahmanirrahim
AKLİ HÜSÜN VE
KUBÜH
Soru-04:
Hüsn ve kubh-i akli hakkında bize doyurucu bilgi verir
misiniz. Neden Eş'ari Sünniler iyilik ve kötülüğün sadece
şer'i olduğuna ve aklın iyilik ve kötülüğü kavrayamayacağına
inanıyorlar acaba? Ehl-i Beyt mektebi bu görüşü hangi
delillere dayanarak reddediyor?
Cevap-04:
Ehl-i Sünnet'in Eş'ari koluyla, Ehl-i Beyt mektebi
arasındaki ihtilafi konulardan birisi de "Hüsn ve Kubh-i
akli"dir. Konunun daha iyi anlaşılması için ilk önce bazı
terimleri açıklamamız gerekiyor.
Husn: Güzellik ve iyilik
anlamını ifade eder.
Kubh: Kötülük ve çirkinlik
anlamındadır.
Husn-i Akli: Aklın
bir iş veya bir tutumun güzel ve iyi olduğunu teşhis
etmesine denir.
Kubh-i akli: Aklın bir iş veya
bir tutumun kötü olduğunu teşhis etmesine denir.
Husn-i Şer'i: Bir iş veya bir
tutumun şer'an ve Allah Teala'nın bildirmesi üzere iyi
olduğunun tespit edilmesine denir.
Kubh-i Şer'i: Bir iş veya bir
tutumun şer'an ve Yüce Allah'ın bildirmesi üzere kötü
olduğunun teşhis edilmesine denir.
İmamiye (Ehl-i Beyt Mektebi)
Husn ve Kubh-i şer'inin var olduğuna inanmanın yanı sıra
hüsn ve kubh-i aklinin de varlığına inanır. Yani bu mektep
ve bu mekteple bu hususta aynı fikri paylaşan Mu'tezile bir
çok işlerin kötülük ve iyiliğinin şeriat yoluyla anlaşıldığı
gibi bazı tutum ve davranışların kötü ve iyiliğinin aklın
teşhisiyle de anlaşıldığına inanmaktadır.
Oysa Ehl-i Beyt Mektebi'nin
dışında olanlar (Aş'riler vb. fırkalar) hiçbir şeyin iyilik
ve kötülüğünün akıl yoluyla anlaşılamayacağına inanırlar.
Bizce konuyu iyice tasavvur
eden, fikir ve düşüncesini kilitlemeyen bir kimse delile
ihtiyaç duymadan Ehl-i Beyt mektebinin görüşünün doğruluğunu
sezer ve bunda şüphe etmez ve bu konuda karşı tarafın ortaya
attığı tutanak ve görüşlerin vesvese ve şüpheden başka bir
şey olmadığını görür. Gerçi bu vesvese ve şüpheleri ortaya
atanlar Beni Ümeyye ve Beni Abbas gibi zalimlerin
tutumlarını uyduruk hadislerle dine dayayarak güzel
göstermek ve meşru kılmak için bu gibi temelsiz ilkeleri
ileri sürmüşlerdir.
Her halükarda biz Ehl-i Beyt
mektebinin görüşünün açıklık kazanması için bazı
açıklamaları zaruri görüyoruz:
1- Allah-u Teala bir çok diğer
güzel ve yüce sıfatıyla birlikte "Hekim" (hikmet sahibi)
olma sıfatına da sahiptir ve hiç bir abes şey, sebepsiz ve
nedensiz hiç bir emir ve nehiy ondan sadır olmaz.
2- Yine bütün fiiller zati
olarak mutlaka bir maslahata veya fesada, iyilik veya
kötülüğe sahiptirler. Allah-u Teala'nın da o fiillere emri
veya nehyi de mutlaka onlarda bulunan bir maslahata veya
fesada dayanmaktadır. Ancak insanın aklı bunlardan bir
kısmını İlahi bir açıklama olmaksızın algılayamayacağı gibi,
bir kısmının iyilik veya kötülüğünü de Allah'ın verdiği güç
ve kabiliyetle kendi başına rahatlıkla algılamaktadır.
Aslında bu gerçeği ispata bile gerek yoktur. Bunu her şeyden
önce insanın temiz fıtratı ve vicdanı açık bir şekilde
tasdik etmektedir. Bir çocuk bile, kendisi veya bir
başkasının sahip olduğu ve hak ettiği bir şey zorla elinden
alındığında, bunun bir zulüm olduğunu ve zulmün kötü
olduğunu idrak edip buna isyan etmektedir. Buna karşılık
adaletin ve hakkın hak sahibine verilmesinin de iyi bir şey
olduğunu tasdik etmektedir. Doğruluğun iyi olduğunu ve buna
karşı yalanın dolanın, hile ve kandırmacılığın kötü olduğunu
anlamaktadır. Nitekim beş yaşındaki bir çocuk bile anne
babası kendisine verilen bir sözü sebepsiz yere ihlal
ettiklerinde onlara karşı tavır almaktadır. Aslında Kur'an-ı
Kerim'in İslam'ı bir fıtrat dini olarak tanıtması da bu
esasa dayanmaktadır (Rum Suresi, Ayet: 30). Demek ki bütün
İlahi emir ve nehiyler insanın fıtratına uygun şeylerdir; ne
var ki bunların bir kısmını kendi aklıyla algılayabiliyor,
bir kısmını ise Allah tarafından açıklandığında fıtratına
uygun buluyor.
İşte bu esaslara dayanarak
Ehl-i Beyt mektebi diyor ki aklın kesin ve tereddütsüz bir
şekilde kötü olduğuna kanaat getirdiği bir şeye Allah-u
Teala asla emretmez veya kendisi öyle bir fiilde bulunmaz.
Mesela her akıllı zulmün kötü olduğunu anlıyor, tasdik
ediyor. O halde zulüm sayılacak bir teşebbüste bulunmaz.
Örneğin Peygamberleri ve mu'min olan kimseleri cehenneme,
Fıravunlar, yezitler gibi kötü olan kimseleri de cennete
götürmez. Haşa bundan aciz olduğu için değildir. Bunun bir
haksızlık, bir zulüm olduğu içindir. Hak Teala da adil-i
mutlak ve hekim olduğu için asla bunu yapmaz.
Ama Eş'ariler, bunun Allah'ın
işlerine bir müdahale, O'na bir görev tayini olduğu
düşüncesinden hareketle bunu söylemenin caiz olmadığını,
aklen Allah Peygamberleri cehenneme götüremez denildiğinde,
bunun, aklın Allah'a hesap sorması ve onun güç ve kudretine
sınırlama getirdiği anlamına geldiği için doğru olmadığını,
doğru olanın Allah'ın yaptığı olduğunu ve (götürmez ama)
götürse bile Allah'ın Peygamber'i cehenneme (haşa)
götürmesini dahi kötü olarak nitelendiremeyeceğimizi;
götürmüşse demek ki iyidir ki götürmüştür dememiz
gerektiğini söylüyorlar. Ehl-i Beyt mektebi ise hayır aklın
bu hükmünün asla bir görev tayini veya hesap sorma yahut
Allah-u Teala'nın kudretine sınırlandırma getirmesiyle hiç
bir alakasının olmadığını, tam aksine Hak Teala'nın bütün
güzel ve yüce sıfatlarının hep birlikte dikkate alınarak ve
aziz kitabında kendisini tanıttığı şekilde algıladığı bir
gerçek olduğunu söylemektedirler. Diğer konularda da durum
aynıdır.
3- Herkes bir dine bağlı olsun
olmasın kendi vicdanına müracaat ettiğinde iyiliğin güzel ve
zulmün kötü olduğunu bilir. Bu yargı tüm insanların arasında
olan herkesin kendi aklıyla idrak edebildiği ortak bir
hükümdür. Şeriat da bu hükmü teyit etmiştir. Eğer şeriatta
bu hususta hiçbir emir ve açıklama bile olmasaydı yine de
bunu aklımızla idrak edebilirdik.
4- Eğer hiçbir şeyin kötü
olduğu akılla ispat olmasaydı o zaman Allah'ın yalan
söylemesi de (neuzibillah) akli olarak kötü olmazdı ve
sonuçta Allah istediği taktirde yalan konuşur ve bu yalan
konuşması da bu mantığa göre O'nun istediğine dayandığı için
güzel bir iş bile olurdu. Yani başka bir ifadeyle Allah'ın
yalan konuşmasında hiçbir sakınca olmazdı. Bu ihtimal olduğu
sürece şeriatta var olan hükümlere güven kalmaz ve Allah'ın
kötülüğünü bildirdiği her şeyde neuzibillah yalan konuşmuş
olabileceği ihtimali ortadan kalkmaz ve böylece hiçbir şeyin
gerçekten şer'an bile kötü olduğu tespit edilemezdi. Yani
Allah tarafından bazı işlerin iyi ve bazılarının kötü
olduğuna dair gelen emirlerin doğruluğunu anlamak mümkün
olamazdı ve bu ihtimal var olduğu müddetçe şer'an de bir
şeyin kötü olup olmadığını anlamak imkansız olurdu. Bu da
şer'i husn ve kubhün de batıl olmasını ve dinde şüphe etmeği
gerektirirdi. Bu yüzden de batıl olduğu ortadadır. (Dikkat
ediniz).
5- Eğer akıl bir şeyin
kötülüğü veya iyiliği konusunda bir görüşü olmasaydı ve her
şey sırf Allah'ın istemesiyle iyi ve istememesiyle kötü
olsaydı o zaman Allah'ın zulmü istediğini (neuzibillah) farz
ettiğimizde zulmün iyi olduğuna hüküm vermemiz gerekir veya
istediği taktirde kafirleri cennete götürüp Peygamberleri ve
müminleri cehenneme götürmesinde de bir sakınca görülmemesi
gerekirdi; oysa bunu akıl sahibi hiçbir kimsenin kabul
etmesi mümkün değildir Eğer bir kimse bu görüşte ısrar
ederse apaçık sapıklık yolunu seçmiş ve Allah'a layık
olmayan bir şeyi isnat etmiştir. Allah zalimlerin
söylediğinden çok yüce ve münezzehtir.
6- Allah-u Teala'nın Kur'an-ı
Kerim'deki ayetlerine dikkat edildiğinde de bu ayetlerin,
aklın bir takım iyilik ve kötülüğü vahiy gelmeden önce de
kendi başına anladığını ve ayetlerin o kavrayışlara yönelik
indiğini ortaya koymaktadır.
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
"Muhakkak ki Allah; adaleti,
ihsanı ve akrabaya elde olandan vermeyi emredip, zinadan,
fenalıklardan ve insanlara zulüm yapmaktan da nehyeder. Size
böylece öğüt veriyor ki, benimseyip tutasınız." [Nahl: 90]
"De ki: "Rabbim bütün
aşırılıkların gizlisini de açığını da ve pislikleri, haksız
yere azgınlığı... haram etti." [A'raf: 33]
"Kendilerine iyiliği emrediyor,
onları fenalıktan alıkoyuyor." [A'raf: 157]
"Bir kötülük yaptıkları zaman
"Biz atalarımızı böyle bulduk; bize bunu Allah emretti"
derler. De ki, "Allah kötülüğü emretmez..."[A'raf: 28]
Bu ayetlerden açık bir şekilde
anlaşılan şudur ki, demek ki önceden insanoğlu adaletin,
ihsanın, akrabaya iyiliğin ne olduğunu, fehşa ve münkerin,
aşırılığın, pisliğin, haksızlığın, fenalığın ne olduğunu,
suyu, toprağı ve benzeri diğer mevzuları tanıdığı gibi
tanıyor ki, Allah-u Teala bizzat onların ismini getirerek
emir ve nehiyde bulunuyor. Yoksa eğer bunları
tanımasalardı ve iyi veya kötü olduklarını bilmeselerdi,
önce onların olduğunu tanıtıp sonra emir veya nehiyde
bulunması gerekirdi.
Yine Allah-u Teala, bazı
ayetlerinde bizzat insanın kendi aklını iyilik ve kötülük
konusunda hükmetmeye davet ediyor. Hiç iyilik ve kötülüğü
kavramaktan aciz olan bir şeyi, o konuda hakemlik yapmaya
davet etmek doğru olur mu Allah aşkına?!
Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
"Biz hiç, iman edip de salih
amellerde bulunanları, o yeryüzündeki müfsitlerle bir mi
tutacağız? Yahut Allah'tan korkan takva sahiplerini
kafirlerle (zalimler) bir tutar mıyız?" [Sâd: 28]
"Biz Müslümanlar'ı, mücrim
kafirler gibi mi tutarız? Ne oluyor size? Nasıl
hükmediyorsunuz? [Kalem: 35, 36]
"İyiliğin karşılığı iyilikten
başka bir şey olur mu?" [Rahman: 60]
Kur'an'da onlarca yerde geçen
bu gibi ayetler üzerinde biraz düşünüldüğünde, Hüsn u
Kubh-i aklinin bir gerçek olduğunda ve bir çok iyi ve
kötünün akıl yoluyla müstakillen kavranabileceğinde hiçbir
şüpheye yer kalmaz.
7- Bazıları zinayı ve evlilik
yoluyla gerçekleşen cinsel ilişkiyi örnek olarak zikredip,
mahiyeten hiç bir farkları yoktur, ancak birisini Allah
yasakladığı için iyi birisini ise kötü olarak
nitelendiriyoruz, deyip bununla bir genelleme yoluna gitmiş
ve demek ki fiillerin kendi zatında bir kötülük veya iyilik
yoktur. Allah-u Teala onları yasakladığı veya emrettiği için
iyi veya kötü olarak nitelendiriyoruz diyorlar.
Eğer bu örnekle gerçekte
zinanın hiç bir kötülüğü yoktur, demek istiyorlarsa, bunu
asla kabul edemeyiz. Dediğimiz gibi her İlahi nehiyde
mutlaka gerçekte bir fesat, bir kötülük vardır. Aksi
takdirde Allah-u Teala'nın onu nehyetmesi abes olurdu. Ve
haşa ki O mutlak hikmet sahibi abesle iştigal etsin. Hayır
bundan maksatları aklın bu fesat ve kötülüğü bu konuda
anlaması zordur veya imkansızdır diyorsanız, olabilir
diyoruz. Zaten biz de aklın mutlak bir şekilde her şeyin
iyilik veya kötülüğünü, maslahat veya mefsedesini
anlayabileceğini söylemedik. Bizim dediğimiz şudur ki
akıl en azından bir kısım fiillerin hüsün veya kubhünü
anlayabilir. Diğerlerinin iyilik veya kötülüğünü de,
felsefesi açıklandığında tasdik eder. Veya hekim birisinden
sadır olduğu için idrak edemese dahi ona teslim olur. Tabi
bu akıldan maksadımız, halis olan ve nefsani hevesler elinde
esir düşmeyen Rahmani akıldır.
Bu konuda verilecek daha bir
çok bilgi ve getirilecek bir çok deliller de vardır ki biz
okuyucuları yormamak için ve verilenlerin insaf sahibi
birisine yeterli olabileceği düşüncesiyle bu kadarıyla
yetiniyoruz. Ya Rabbi bütün enbiya ve evliya hürmetine,
doğruları nerede olursa olsun, olduğu gibi bize göster ve
ona ittiba etme samimiyet ve cesaretini inayet buyur.
Amin!
|