Cevap-37:
Sorunun cevabý için þu noktalarý nazara almak
gerekir:
Evvela
birinci, ikinci ve üçüncü halife dönemlerinde "Þeyh-ül
Ýslamlýk" makamý diye bir þey yoktu ve hiçbir
meþhur tarihçi ve alim de bu dönemlerde böyle
bir kurumun varlýðýndan söz etmemiþtir.
Buna göre,
sorunuz yanlýþ bir varsayým üzerine kuruludur ve
temelden yanlýþtýr. Ama eðer maksadýnýz ilk üç
halife döneminde Hz. Ali (a.s)'ýn ilmine
müracaat etmeleri ise, elbette bu doðrudur. Ama
þu gerçeði bilmek gerekir ki, Hz. Ali (a.s)'ýn
halifelere karþý tavrý, asla halifeleri meþru
gösterecek þekilde deðildi. Bunu anlamak için,
Hz. Ali (a.s)'dan nakledilen aþaðýdaki söz ve
hutbeler üzerinde düþünmek yeterlidir. Hz. Ali (a.s),
Cemel savaþýndan önce yaptýðý bir konuþmada
þöyle buyuruyor:
"Allah'a
yemin ederim ki, Allah-u Teala, Yüce
Peygamberi'nin ruhunu aldýðýndan bugüne kadar,
sürekli ben hakkýmdan uzaklaþtýrýlmýþ
bulunuyorum..." (Nehcu'l-Belaða, Hutbe: 6)
Yine kendi
hilafeti döneminde halifeler dönemiyle ilgili
bir konuþmasýnda halifelerin ona ait olan bir
hakký yaðmaladýklarýný dile getirerek, gözünde
diken boðazýnda kemik kalmýþ biri gibi bu duruma
tahammül ettiðini açýkça dile getirmiþtir:
"Allah'a
andolsun ki falan kimse (Ebu Kuhafe oðlu
Ebubekir), hilafete göre yerimin, deðirmen
taþýnýn mili gibi olduðunu bildiði halde
hilafeti bir gömlek gibi üzerine giyindi. Oysa
sel her zaman benden akar ve hiç bir kuþ benim
yükseldiðim yüce zirvelere yükselemez. Ben de
hilafetle kendi arama bir perde gerdim, ondan
tümüyle yüz çevirdim. Baþladým kendi kendime
düþünmeye; þu kesilmiþ elimle hemen ataða mý
geçeyim, yoksa þu kapkaranlýk körlüðe sabýr mý
edeyim? Öyle bir karanlýk ve körlük ki bu,
büyüðü tamamýyla yýpratýr, küçüðü tümüyle
ihtiyarlatýr, mümin kimse de Rabbine ulaþýncaya
dek bu karanlýk körlükte sürekli olarak
zahmetten zahmete düþer. Gördüm ki sabretmek
akla daha yatkýndýr, sabrettim. Ama gözümde
diken vardý, boðazýmda ise kemik. Mirasýmýn
tümüyle yaðmalandýðýný görüyordum."
Hz. Ali'nin
Medine'de kendi hilafeti döneminde okuduðu bir
hutbede neden hakkýný almak için kýyam
etmediðini de þöyle açýklamýþtýr:
"Peygamber (s.a.a),
bizim aramýzdan gittiðinde biz onun varisi,
velileri ve öz soyundan olan yakýnlarýyýz, artýk
kimse hilafet konusunda bizimle niza etmez ve
göz dikmez, dedik. Ama beklemediðimiz bir
þekilde Kureyþ'ten bir grup bizim hakkýmýza el
uzatarak yöneticilik hakkýný bizden aldý ve
kendileri sahiplendiler. Allah'a yemin ederim ki,
eðer Müslümanlarýn arasýnda bölünme meydana
gelmesi, küfrün tekrar geri dönerek dinin
tamamen yok olmasý korkusu olmasaydý bu gün
üzerinde olduðumuz þeyden farklý bir durumda
olurduk." (Þerh-i Nehcu'l-Belaða, Hutbe: 3)
Hz.
Ali (a.s), ikinci halife tarafýndan kurulan
þurada kendisine hilafeti vermeleri
karþýsýnda, ortaya konulan Ebubekir ve Ömer'in
yolunu devam ettirmesi þartýný açýkça reddetmiþ
ve yalnýz Allah'ýn kitabý ve Peygamber'in
sünnetine baðlý kalacaðýný açýklamýþtýr. Açýktýr
ki, Hz. Ali (a.s) onlarýn Þeyhu'l-Ýslamlýðýný
yapmýþ olsaydý veya onlarýn hilafetteki
yöntemlerini meþru bilseydi, o zaman onlarýn
sünnetini bir ölçü olarak reddetmesinin bir
anlamý kalmazdý. Yakubi nakletmiþtir ki, Ömer'in
kurduðu altý kiþilik halife belirleme þurasýnda
olan Abdurrahman b. Avf, Hz. Ali'yi bir kenara
çekerek þöyle dedi:
"Allah
bizimle senin aranda þahit olsun ki, kendi
hilafetin döneminde Allah'ýn kitabýna ve
Peygamberi'nin sünnetine ve Ebubekir ve Ömer'in
sünnetine uyasýn."
Hz. Ali þöyle
karþýlýk verdi:
"Halife
olursam gücüm yettiðince sizlerin arasýnda
Allah'ýn kitabý ve Peygamber'in sünnetine uygun
olarak davranacaðým."
Abdurrahman
sonra Osman'ý bir kenara çekerek ayný sözü ona
da dedi, Osman onun isteðini hemen kabul etti.
Tekrar Hz. Ali'ye ayný teklifi tekrarladý; ama
Hz. Ali yine ayný cevabý vererek sözlerine
þunlarý ekledi: "Allah'ýn kitabý ve Peygamber'in
sünnetinin yaný sýra artýk baþka bir kimsenin
gelenek ve gidiþatýna uymaya bir ihtiyaç yoktur.
Aslýnda sen bu hilafeti benden uzaklaþtýrmaya
çalýþýyorsun."
Bütün bunlar
gösteriyor ki Hz. Ali (a.s) üç halife döneminde
hilafet sisteminin meþruiyetini kabul etmemiþ ve
onlarý kendi hakkýný yaðmalayan güçler olarak
görmüþtür. Elbette Hz Ali (a.s)'ýn eþsiz ilmi
makamý yüzünden, halifeler kendi siyasetleriyle
çeliþmediði ve bilgisizlik yüzünden baþka bir
alternatifleri de olmadýðý hallerde Ýmam'a
baþvurmuþlardýr. Ýmam Ali de onlarýn dinle
ilgili sorularýný halletmiþ ve Ýslam'ýn hükmünü
beyan etmiþtir.
Ama neden
Ýmam'a baþvurduklarýnda onlarýn ilmi
ihtiyaçlarýný gidermiþ ve onlara yol
göstermiþtir acaba? Oysa isteseydi onlarýn
sorularýna cevap vermeyi reddederdi. Bunun
cevabý aþaðýdaki hususa dikkat edilirse açýktýr.
Masum Ýmam'ýn
da Peygamberler gibi iki önemli ilahi vazifesi
vardýr; birincisi hilafet ve ikincisi þehadet (gözetleyicilik).
Yani Hz. Adem aleyhisselam'dan baþlayarak her
dönemde bu iki ilahi görevi üstlenmeleri için,
her zaman bulunan masum ilahi þahsiyetler (peygamberler
veya peygamberlerin vasileri) var olmuþlar.
Hilafet görevi, insanlarýn doðru þekilde
yönetilmesini ve toplumda ilahi hükümlerin
uygulanmasýný saðlamak içindir. Ýkinci görev
olan þahadet (gözetleyicilik) görevi ise, dine
baðlý olan insanlarýn haktan sapmalarýný önlemek
ve sürekli ilahi hükümlerin tahriften
korunmasýný saðlamak içindir.
Kur'an-ý
Kerim'de bir çok ayet peygamberlerin bu iki
ilahi göreve sahip olduðunu açýklamaktadýr. Bu
açýklama ýþýðýnda þu noktaya dikkat etmek
gerekir ki, bir peygamber veya imamda bu iki
görevden birinin sekteye uðramasý yani bazý
engeller yüzünden yürürlük kazanmamasý, diðer
vazifenin de tatil olmasýný gerektirmez. Bir çok
peygamber kendi dönemlerinde hilafet görevini
yüklenmemesine raðmen ikinci görevlerini, yani
þehadet (gözetleyicilik görevini) yerine
getirmiþtir. Peygamber veya masum imam bu iki
görevden hangisini ifa etmeðe bir fýrsat bulursa
onu yerine getirmelidir. Çünkü bu onun ilahi
mesuliyetidir.
Hz. Ali (a.s)
ilk üç halife döneminde hilafet görevini ifa
etmekten mahrum býrakýlmasýna raðmen þehadet
görevini kýsmen ifa etmeðe fýrsat bulmuþ ve bu
vazifeyi yerine getirmiþtir. Ancak bunun yaný
sýra, sürekli onlarýn hilafetlerinin meþru
olmadýðýný da çeþitli þekillerde imkan dahilinde
beyan etmiþtir. Ýslam'ýn temeli tehlikeye
düþmesin diye de bir kýyama baþ vurmamýþtýr.
Bizce, Ýslam tarihinde gerçek manada bir
araþtýrmasý olan kimse bunlarýn hiçbir gizli
yönü olmayan apaçýk gerçekler olduðunu anlar.
Ýsteyen kabul eder ve istemeyen emr-i vaký'i
müdafaa etmek için onlarý görmezlikten gelir.
Vesselam....