Bismillahirrahmanirrahim
Soru
360:
Şia ve Sünni anlayış arasında bulunmaktayım. İki
taifenin bulunduğu bir yerde yaşamaktayım.
Gittiğim yerde en büyük misyonum ittifak ve
icmadır. Her iki taifeden takdirler almaktayım.
Sizlere de sorduğum sorulara verdiğiniz
cevaplarınız bana ufuk açıyor. Fikrime uysa da
uymasa da her iki grubun soru ve cevaplarından
onlara daha da yaklaşıyor ve yakınlaşıyorum. Benim
temel görüşüm şu: Bir kaç husus hariç şia ve Sünni
olarak birçok konuyu 21 yüzyılda yeniden açık ve
net bir şekilde tartışmalıyız. Yavuz-Şah İsmail
mantıklarına göre değil, yeni bir bakış açısıyla!
Şia olarak
Sünnileri eleştirdiğimizde Sünniliği iyi tanıyarak
eleştirmemeli, Sünni olarak Şia'yı
eleştirdiğimizde Şia'yı iyi tanıyarak
eleştirmeliyiz.
Cevap:
muhterem kardeşim
buraya kadar yazdıklarınıza aynen katılıyorum.
Soru:
Ne yazık ki günümüzde böylesine tutarlı ve
objektif bakış açısını uygulamak neredeyse yok
gibi. Birer örnek vereceğim:
Büyük âlim
Tabatabai, Mizan tefsirinde Sünnilerin bazı
sahabeler hakkında nazil olmuştur dedikleri
yorumlarını naklederken şöyle der: Ayetlerin hükmü
umumidir. Sebeb-i nüzulü has olsa da hükmü amm
olan bu ayetleri belli şahıslara inhisar etmek
yanlıştır. Öbür tarafta kendisi de birçok ayet
hakkında Hz. Ali hakkında nazil olmuştur diyerek
uzun uzadıya izah etmeye kalkışır ve o ayetlerin
hükümlerinin umumi olduğu ihtarını hatırlatmaz!
Demek burada ben yaparsam iyi, başkası yaparsa
yanlış anlayışı zihinlerin en alt tabakasına kadar
inmiştir.
Cevap:
Muhterem kardeşim,
Allame Tabatabai bir ayetin bir kimse hakkında
nazil olduğunu söylerken, hükmün ona münhasır
olduğunu söylemiyor. Nüzul sebebinden bahsediyor.
Tabii olarak birçok ayetin nüzul sebebi vardır.
Yani ayetler 23 yıl zarfında çeşitli olaylara
yönelik olarak nazil olmuştur. Ama bu o ayetin
hükmünü o olaya veya şahsa münhasır kılmaz. Eğer
detaylı bir şekilde Allame'nin tefsiri görüşlerini
tedkik etseydiniz görürdünüz ki bu sebebi nüzul
rivayetlerinin çoğunda Allame “cery ve tatbik”
tabirini kullanmaktadır. Bunun manası şudur ki bu
rivayet, ayetin bu hükmünün bir ferdini
zikretmektedir. Yani genel hüküm bir ferde tatbik
edilmiştir. Ona münhasır değildir.
Ayrıca bazı
hükümler vardır ki onun başkasına tatbiki mümkün
değildir. Örneğin Mücadele suresinin 12 ve 13.
Ayetlerinde bir sadaka verme olayından
bahsedilmektedir. Olay şöyle gerçekleşmiştir:
Müslümanlardan bazısı, vakitli vakitsiz
Resulullah’ın yanına gelerek onunla özel konuşma
talebinde bulunuyorlardı. Bu da bir taraftan
Resulullah’ın eziyet çekmesine vesile oluyor, bir
taraftan da onun değerli vaktini alıyordu. Allah-u
Teala bu durumu düzeltmek için ayet indirerek
Resulullah ile özel görüşme talebinde bulunanlara
önce sadaka vermeleri şartını koştu: “Ey iman
edenler! Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız
zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu
sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet
bir şey bulamazsanız, artık allah bağışlayan ve
merhamet edendir..” (Mücadele, 12) Bu ayetin
sebeb-i nüzulünde nakledilen hadislerde Hz.
Ali’den şöyle nakledilmiştir: “Bu ayet nazil
olduğunda benin bir dinarım vardı. Onu bozdurdum.
On dirhem oldu. Her gün ondan bir dirhem sadaka
veriyor ve Resulullah’la özel olarak görüşüyor ve
ilminden yararlanıyordum. Benim dirhemlerim
bittiğinde bu hüküm de kaldırılmış oldu. Benden
başka bu ayete kimse amel etmemiştir.” Bu
ayetin hükmü bir sonraki ayetle kaldırılmıştır.
13. Ayetin meali şöyledir: “Gizli (özel) bir
şey konuşmanızdan önce sadaka vermekten korktunuz
da mı yerine getirmediniz? Fakat Allah da sizi
affetti. Şu halde namazı kılın, zekatı verin,
allah'a ve resulüne itaat edin. Allah,
yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Mücadele,
13)
Şimdi bu
ayetin hükmü başka birisine tatbik edilebilir mi?
Bir defalığını indirilen bir hükümdür, ondan sonra
da kaldırılmıştır. Bu tür yerlerde ayetin hükmü
geneldir diyebilir miyiz? Tabi ki hayır… Veya
örneğin Resulullah’ın şahsını ilgilendiren
hükümler.. Zeyd b. Harise’nin boşadığı eşiyle
Resulullah’ın evlenmesiyle ilgili ayetler gibi.. O
ayetler sadece Resulullah’ın şahsıyla alakalıdır,
başkasına tatbiki mümkün değildir.
Veya örneğin
maide, 67. Ayet gibi.. “(Ey resul), rabbinden
sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan
o'nun peygamberlik görevini yapmamış olursun.
Allah seni insanlardan korur. Doğrusu allah,
kâfirler toplumunu doğru yola iletmez.”
Ehlibeyt mektebi birçok Sünni ve Şia kaynaklı
hadislere dayanarak bu ayetteki hükmün Hz. Ali’nin
imametiyle ilgili olduğu görüşündeler. Size
gönderdiğim kitapta bunun örneklerini
görebilirsiniz. Her halükarda en azından bu
hadisleri kabul eden kimselere, sen yanlış
yapıyorsun. Çünkü ayeti genel şümulünden çıkarıp
tek şâhısa münhasır kılıyorsun denmez. Çünkü bunun
bir kişi ve bir olaydan başkasına tatbikinin
mümkün olmadığı açıktır.
Soru:
Sünnilerden de örnek: Sünni kitaplar Şia'yı tenkit
ederken, bugünkü Şiiler hakkında bin sene önceki
Şiilerin hükmünü uyguluyorlar. Ya da Alevi
inancını Nusayri görüşünü veya Gulat'a ait
düşünceleri tüm Şia'ya mal etmektedir... Bu da
yanlış… Yanlışı Şii de yapsa yanlış, Sünni de
yapsa yanlış. Büyük âlim de yapsa yanlış, küçük
çocuk da yapsa yanlış... Alt etmek ve üste çıkmak
amacıyla değil, hakikati görmek ve ispat etmek
için uğraşmalıyız. Benim mezhebim hak öbürü batıl
ve dal müdil demek bize yakışmaz. Bize yakışan
şudur: Benim mezhebim ehak diğerleri de haktır! Ya
da benim mezhebim ne kadar haksa, şirk, küfür ve
nifak işine girmeyen şahısların mezhebi de haktır.
Hak birdir, ama tezahüratı farklı olabilir.
Örneğin beş vakit namazı belli ayet ve hadislere
istinaden cem olarak 3 vakitte kılmak da hak, beş
vakit namazı beş vakitte kılmak da haktır!
Yanılıyor muyum yoksa?
Cevap:
Kısmen yanılıyorsunuzJ)
zira öyle değil de şöyle demek daha isabetli olur
bizce: “benim mezhebim haktır (çünkü hak
olmadığını bildiğim bir yerde durmam zaten
yanlıştır!) Ama başka mezheplerde de hakla mutabık
yönler olabilir. Benim mezhebim değil diye
başkalarının doğrularını da baltalamak, ne
mantıklıdır, ne de bir mu’mine yakışan şey!!
Verdiğiniz örnek ise, iddianızı destekler
nitelikte değildir. Zira eğer hem cem etmeye hem
de ayrı kılmaya ayet ve hadisler ruhsat veriyorsa,
burada iki ayrı ve farklı hüküm yoktur ki iki ayrı
tezahürden bahsedilsin. Her iki duruma da cevaz
veren tek hüküm vardır: “namazları hem
birleştirmek caizdir, hem de fazilet vakitlerinde
ayrı ayrı kılmak.” Yanlış olan burada her iki
duruma ruhsat veren açık ve müşterek hadisler
varken kalkıp bunlardan birisine cevaz vermemektir
ki ehlisünnet bugün bunu yapıyor. Böyle bir şeye
bir hakkın iki tezahürü demek doğru ve mantıklı
olabilir mi? Kısacası, eğer biz, bazı ayetlerin
birleştirmeğe cevaz verdiğini bazılarının ise bunu
kesinlikle reddettiğini söylersek, o zaman
Kur’an’a (haşa) çelişkiyi isnad etmiş oluruz. Ya
da bazı birleştirmeği farz gören bazı hadislerle,
birleştirmeği kesinlikle caiz görmeyen iki grup
hadis düşünür ve ikisinin de doğru ve hak olduğuna
inanırsak, bu sefer de Resulullah’a (haşa)
çelişkili hüküm vermeği isnad etmiş oluruz ki
ikisi de kesinlikle doğru değildir. Bunların bir
kısmı doğru bir kısmı mutlaka yanlış ve
uydurmadır. İşte yine doğru olanı tespit etme
zorunluluğu karşımıza çıkmaktadır ki problemin
içinden çıkmanın en azından bir yolu müşterek
olanı alıp, münhasır olanı bırakmaktır.
Elbette bir
noktayı da tekmil için eklemekte fayda vardır. O
da şudur ki bazen bir alim ve müctehid bütün
çabalarına rağmen ve sizinle mutabık kaldığımız
bütün kıstasları da dikkate alarak hareket
etmesine rağmen, yine de bazen yanılabilir. Böyle
bir durumda o mazur sayılır. Ama demek değildir ki
o da haktır. Hak değildir, ulaştığı nokta yanlış
ve batıldır, ancak kasıt olmadığı ve bütün
imkânlarını kullandığı için sadece mazurdur. Demek
ki hak demekle, mazurdur demek farklı farklı
şeylerdir.
Allah’a
emanet olun.
|