Advertisement

KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar

 

Bugün :  

Sık Kullanılanlara Ekle

 

Başlangıç Sayfası Yapın

 
 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Soru 353: Şia'daki rec'at inancıyla ilgili Kur'an ve hadislere dayalı bilgi verir misiniz?

 

Cevap: Muhterem kardeşim, bu konu oldukça geniş ve uzun bir bahistir. Ama biz şimdilik kısmen de olsa, sizi aydınlatacak bazı önemli noktalara değinmeye çalışacağız:

 

1- Birçok düşünce ve inanışın bize garip ve inanılmaz gelişi, onun yanlış ve asılsız olduğunu göstermez. Nice ilginç ve garip şeyler vardır ki ilk duyduğumuzda şaşırır ve inanmakta zorlanırız. Ama zamanla ve konu hakkında bilgi ve belgemiz çoğaldıkça şaşkınlığımız da yerini sükûnet ve yakine bırakır. Bu yüzden akıllı ve insaflı bir insan, bu tür garip şeyleri duyduğunda hemen inkâra gitmeyip, gerçekten ona inananların, neden ve neye dayanarak inandıklarını iyi araştırmalıdır. Rec’at konusu da özellikle Sünni ekolden gelen kardeşlerimize ilk duyduklarında çok garipsedikleri ve çoğusunun bir çırpıda reddettikleri ve buna inanan kimseyi nerdeyse tekfir ettikleri bir konudur. Oysa benzer şeylerin diğer ümmetlerde de olduğu bizzat Kur’an ayetlerine dayandırılarak söylendiğinde, “Allah Allah böyle şeylerde mi olmuştur?” demekten kendilerini alamıyorlar. İnşallah bunlardan bazı örneklere aşağıda değineceğiz.

 

2- Ehlibeyt mektebi rec’at inancına delil olarak Kur’an’dan gösterdiği birçok ayetin yanı sıra, Ehlibeyt’ten gelen ve manevi tevatür haddine ulaşan hadislere dayanmaktadır. Ayrıca Ehl-i Sünnet kaynaklarından, direk olarak değil dolaylı olarak bu mevzua delil sayılabilecek bazı hadis ve rivayetlere de istinat etmektedir ki bunlardan bir kısmı hatta baş kaynak sayılan Buhari gibi en muteber Sünni kaynaklarda bile nakledilmiştir.

 

3- Yukarıda da değindiğimiz gibi Rec’at inancının aslı ve ana hatları hem Kur’an ayetlerince hem de manen mütevatir olan hadislerce sabittir. Ama konunun bazı detayları, hakkında hadislerde farklı nakiller olduğu için, mektebimizin alimleri meselenin aslına inanın, teferruatını ehline bırakın demişlerdir.

4- Şimdi konunun ana hatlarına soru cevap şeklinde değinmeye çalışacağız:

 

1) Rec’at nedir?

Cevap: Rec’at ahiruzzamanda, (Hz. Mehdi’nin zamanı ve sonrasında) iman ve küfürde zirveye ulaşmış bazı kimselerin, bu dünyaya yeniden dönüşleri demektir.

 

2) Rec’atın hikmeti nedir?

Cevap: Bazı mu’minlerin bu dünyaya gelerek, kendilerine veya başka mu’minlere zulmeden, onların hakkını çiğneyen kimselerden öbür dünyadan önce bu dünyada alınacak İlahi intikamları görüp gönülleri serinleyecek, mutlu olacaklar. Veya bazıları Hz. Mehdi’nin zamanında inerek ona ve evrensel İlahi hâkimiyetini gerçekleştirmesine yardımcı olacaklar. Veya bazı Peygamber ve İmamlar, dünyaya yeniden gelip Hz. Mehdi’den sonra bir müddet hüküm sürecekler.

 

3) Şia’nın rec’at inancına delil gösterdiği ayet ve hadislerden örnekler verebilir misiniz?
Cevap: Kur’an’dan bu konuda birçok ayet delil olarak zikredilmiştir ki sözü uzatmamak için bunlardan sadece bir tanesine değinmek istiyoruz:

"O gün her ümmetten ayetlerimizi yalanlayanlardan bir grup haşrederiz..." (Neml, 83) Görüldüğü gibi bu ayette her ümmetten bir grubun haşredileceği bir günden bahsediyor. Oysa biz biliyoruz ki Kıyamet gününde her kes haşr edilecektir. Zaten aynı surede birkaç ayet sonra Kıyamet ile ilgili açıklama şu şekilde yapılmıştır:

"...Sûr'a üfürüldüğü gün göklerde ve yerde bulunan kimseler, hep korku içinde kalır... Hepsi boyun bükerek O'na gelirler." (Neml, 87) Demek ki 83. ayette bahsedilen gün Kıyamet günü değildir. Aynı şekilde Kıyamet günüyle alkalı bir başka ayette şöyle buyuruyor: "O gün ... onların hepsini haşredeceğiz, hiç birini bırakmayacağız."(Kehf, 47) Bu konudaki hadisleri de dikkate aldığımızda  Neml, 83’te bahsedilen günün Rec’at günü olduğunu anlıyoruz. Zaten Ehlibeyt İmamları da bu ayeti tefsir ederken aynen bu şekilde tefsir etmişlerdir.

 

Şimdi de hadislerden bazı örnekler:

Ehlibeyt İmamları bu olaya her şeyden önce İlahi kudret açısından yaklaşmış ve rec'at inancını, Allah Teala'nın sonsuz kudretine imanın göstergelerinden saymışlardır. Örneğin uzun bir hadiste, Emirü’l-Müminin Ali'nin (a.s), İbn-i Kevva-i Harici'nin rec'at hakkında sorduğu soruya verdiği cevabının son bölümünde, "Ey İbn-i Kevva! Allah-u Teala'nın gücünde şüphe etme." buyurduğu rivayet edilmiştir. (Biharü’l-Envar, c.53, s.74)

Yine Ebu Sabah'ın rec'atle ilgili sorusuna ise İmam Bâkır (a.s) şöyle cevap vermiştir: "Bu bir güçtür; bu gücü Kaderiler'den başkası inkâr etmez; bu gücü inkâr etme." (Biharü’l-Envar, c.53, s.71-72) İmam (a.s), Abdurrahman Kasir'e de buna benzer bir cevap vermiştir. Biharü’l- Envar, c.53, s.73-74)

Ehlibeyt İmamları yukarıda zikrettiğimiz ayeti rec'at inancının doğruluğuna delil olarak göstermişlerdir. Örneğin Ebu Basir, İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s), "Iraklılar rec'ati inkar mı ediyorlar?" diye sorduğunu ve kendisinin, "Evet" demesi üzerine İmam'ın, "Kur'an-ı Kerim'in "O gün her ümmetten bir grubu haşredeceğiz" buyurduğunu okumamışlar mı?!" buyurduğunu rivayet eder. (Muhtasar-u Besair'id Derecat, s.25. Bihar-ul Envar -Meclisi-, c.53, s.40/6. el-İykaz'u min'el Hic'a, s.278/91. er-Rec’at -Esterabadi-, s.55/30)

Ali b. İbrahim kendi tefsirinde, Hammad'dan kendi senediyle İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder: "İnsanlar "O gün her ümmetten bir grubu haşrederiz" ayeti hakkında ne diyorlar?" diye sordu. Ben, bu haşrın kıyamette olacağını söylüyorlar dedi. Bunun üzerine İmam (a.s) buyurdu ki: "Öyle değil; bu ayet (kıyametten önce) dünyaya dönüş hakkındadır; Allah kıyamette bir grubu haşredip diğerlerini bırakacak mı? Kıyamet ayeti şudur: "O gün ... onların hepsini haşredeceğiz, hiç birini bırakmayacağız."-Kehf,47- (Kummi tefsiri, c.1, s.24. Muhtasar-u Besairi’d-Derecat -Hasan b. Süleyman-, s.41. Biharü’l-Envar, c.53, s.60/49. er-Rec’at -Esterabadi- s.77-48)

İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Allah'ın günleri üçtür: Kâim'in -Mehdi'nin- kıyam ettiği gün, rec’at=dünyaya dönüş günü, Kıyamet günü." (el-Hısal -Saduk-, s.108-75. Meani’l-Ehbar -Saduk-, s.365-1)

Şeyh Saduk kendi senediyle Hasan b. Cehm'den, Me'mun'un, İmam Rıza'ya (s.a.a), "Ey Ebe'l Hasan! Rec’at hakkında görüşünüz nedir?" diye sorduğunda İmamın şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Rec’at haktır; geçmiş ümmetlerde rec’at olmuştur ve Kur'an da bunu bildirmiştir. Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: Geçmiş ümmetlerde vuku bulan her şeyin tıpkısı bu ümmette de vuku bulacaktır. Evlatlarımdan olan Mehdi kıyam edince Meryem oğlu İsa yere inecek ve onun arkasında namaza duracaktır. Bilin ki İslâm garip olarak başladı ve garip olarak da dönecektir; ne mutlu gariplere!" Ya Resulullah! Sonra ne olacak? diye sorulduğunda ise o hazret, "Sonra hak, ehline dönecektir", buyurdu." (Biharü’l-Envar, c.53, s.59-45)

Yine İmam Rıza'dan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Kim Allah'ın birliğine... rec’at ve iki müt'aya (temettü haccı ve geçici nikaha), miraca ve kabirdeki sorgu-suale, havuza, şefaate, cennet ve cehennemin yaratılışına, sırat ve mizana, diriliş ve kıyamete, ceza-mükafat ve hesaba inanırsa, o gerçekten mümindir; böyle birisi biz Ehlibeyt'in Şialarındandır." (Hakku’l-Yakin -Seyyid Abdullah Şubber-, c.2, s.20)

Bu konu ve detayları hakkında daha onlarca hadis nakledilmiş, özel kitaplar yazılmıştır. Allame Meclisi Biharü’l-Envar kitabında bu konuda 200’ü aşkın hadis nakletmiştir. Fakat biz burada bu kadarıyla yetiniyoruz.

 

4) Acaba Sünni kaynaklardan rec’at inancını destekleyen hadisler gösterilebilir mi?
Cevap: Sünni kaynaklarda bu konuyu açıktan destekleyen ve yoğun olan hadisler vardır diyemeyiz. Ancak dolaylı olarak buna delil sayılabilecek bazı hadisler yok değildir. Biz bunlardan iki tanesini örnek olarak zikrediyoruz:

Meşhur Sahabi Ebu Said-i Hudri’den Resulullah’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Sizden öncekilerin gidişatını karış-karış, adım-adım izleyeceksiniz; kertenkelenin deliğinde de olsanız onu izleyeceksiniz." Dediler ki, "Yahudiler ve Hıristiyanların gidişatını mı izleyeceğiz?" Peygamber efendimiz, "Ya kimin?" buyurdu." (Sahih-i Buhari, c.9, s.103, Sünen-i İbn-i Mace, c.10, Hadis: 7472, Kenz-ul Ummal –Muttaki Hindi-, c.11, s.133/30923)

 

Benzer bir hadis Ebu Hureyre’den şu şekilde nakledilmiştir:

“Ümmetim, kendinden önceki asırlara (onlarda yaşayan insanlara) karış karış ve dirsek dirseğe uymadığı müddetçe Kıyamet kopmaz.” “Ya Resulallah Fars ve Rum gibilerini mi kastediyorsunuz?” diye sorduklarında, “İnsanlar onlardan başkaları mı ki?” diye cevap verdi.” (Sahih-i Buhari, c.9, s.102, Kenzu’l-Ummal –Muttaki Hindi-, c.11, s.133)

 

Geçmiş çeşitli ümmetlerde rec’atın vuku bulduğuna bizzat Allah’ın kitabı şahittir. Bunun bir çok örnekleri vardır ki birazdan birkaç örneğine deyinmeye çalışacağız inşallah. Demek ki Buhari başta olmak üzere bir çok kaynakta nakledilen bu gibi hadisler İslam ümmetinde de rec’atın vuku bulacağını göstermektedir.

Bir de Yusuf b. Yahya Makdis-i Şafii, "İkdü’d-Durer" adlı kitabında Ashab-ı Kehf kıssasının tefsirinde Sünni Müfessir Sa'lebi'den şöyle rivayet ediyor: “Arkadaşlarıyla ahir zamanda Mehdi'nin kıyamına kadar yan üste yatıştılar. Deniliyor ki: Mehdi onlara selam verecek, sonra Allah onları diriltecektir."[1] Bu da Ashab-ı Kehf'in ahir zamanda rec’atini (dünyaya döneceğini) göstermektedir.

Ayrıca Ehl-i Sünnet, kitaplarında ölülerin dünya hayatına dönüşüyle ilgili rivayetleri nakletmiş,[2] bu rivayetleri reddetmemiş ve bunu mucize ve keramet saymışlardır.

Örneğin Hicri 281 yılında vefat etmiş olan İbn-i Ebi'd Dünya Ebubekir b. Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd b. Süfyan'il Emevi'il Karaşi,[3] bu alanda "Ölümden Sonra Dirilenler" adlı bir kitap yazmış ve bu kitap miladi 1987 yılında Beyrut'ta Dar-ul Kutub-il İlmiyye tarafından basılmıştır.

Ebu Nuaym-i İsfehani, "ed-Delail" kitabında ve Suyuti, "el-Hasais" kitabında, "ölüleri diriltmede Resulullah'ın (s.a.a) mucizesi" adı altında bir bölüm ayırmıştır.[4] Mâverdi ve Kadı İyaz ise Resulullah'ın (s.a.a) ölüleri diriltmede bazı mucizelerini rivayet etmiş,[5] Siyuti de, ölüleri diriltmede Peygamber'den başkalarının kerametlerini kaydetmiştir.

Zeyd b. Harise,[6] Rabi b. Harraş[7] ve Ensar'dan bir kişinin[8] ölümden sonra konuştuklarını, Rabi b. Harraş-il Ğatfani'nin öldükten sonra tebessüm ettiğini,[9] Ebu'l Kasım-il Talhi İsmail b. Muhammed-il Hafiz'ın öldükten sonra avretini örttüğünü,[10] Şeyban-i Nah'i'nin -bir rivayete göre de Nebate b. Yezid'in- kendi eşeğini dirilttiğini,[11] hicri 885'te vefat eden Ebu Meali Sıracuddin-i Rufai'nin bir koyunu dirilttiğini ve bir kişiyi öldürdüğünü,[12] Maşcun'un öldükten sonra tekrar dirildiğini[13] ve bu konuda sayılmayacak kadar çok örnekler rivayet etmişlerdir.

Muhyiddin Abdulkadir b. Şeyh Aydrusi, "Nur-us Safi" adlı kitabının hicri 914 yılının olayları bölümünde, hicri 914 yılında vefat eden Şeyh Ebubekir b. Abdullah Baalvi'den bir çok kerametler nakletmiştir. Onlardan birisi şudur: Bir yıl Hacdan dönünce Zeyla bölgesine gitti. O dönemde orada Muhammed b. Atik hüküm sürüyordu. Tesadüfen Muhammed b. Atik'in kendisinden çocuğu olan bir cariyesi öldü. Vali onu deli gibi sevdiği için ölümünden dolayı aklını yitirdi. Efendim, onun üzüldüğünü ve ağladığını duyunca ona teselli vermek, sabırlı olmayı ve Allah'ın kazasına rıza göstermeyi tavsiye etmek için ona gitti. O sırada cariye, valinin karşısında bir elbiseye sarılmış duruyordu. Efendim, valiyi her ne kadar sabırlı olmaya ve tahammül göstermeye davet ettiyse de faydası olmadı. Nihayet efendimin ayaklarına düşerek ayaklarını öpmeye başladı ve "Efendim! Eğer Allah onu diriltmezse ben de ölürüm ve hiç kimseye inancım kalmaz!" dedi.

Bunun üzerine efendim o cariyenin yüzünü açarak onu ismiyle çağırdı. Cariye, "lebbeyk" diyerek ona cevap verdi. Böylece Allah ona ruhunu iade etti. Sonra efendimden başka oradakilerin hepsi dışarı çıktı; cariye, kocasıyla birlikte keşkek yemeği yiyinceye kadar efendim orada kaldı ve bu olaydan sonra cariye uzun bir süre yaşadı.[14]

Bu gibi rivayetleri hiç tereddüt etmeden saygıyla rivayet eden birisi neden rec’ati imkansız biliyor? Acaba rec’at, insanın ruhu çıktıktan sonra hayata dönmesinden başka bir şey midir? Bizim yukarıda naklettiğimiz rivayetler de bunun birer örnekleri değil midir?! Bütün bu rivayetler, rec’atin, zatî bakımdan mümkün olduğunu ve aklen imkansız olmadığını ortaya koymaktadır.

 

5) Geçmiş ümmetlerden rec’ate örnek gösterilebilecek olaylar nelerdir?
Cevap:
Bu konuda bizzat Kur’an-ı Kerim’de birçok olay zikredilmiştir ki bunlardan bir kaçını zikretmekle yetiniyoruz:

 

İsrailoğulları'ndan Bir Grubun Dirilişi:

Allah Teala buyuruyor ki: "Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara, "ölün!" dedi (ödüler). Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkardır. Lakin insanların çoğu şükretmez."[15]

Bu ayet-i kerimenin tefsirindeki bütün rivayetler onların uzun bir süre öldüklerine, sonra Allah'ın onları dirilttiğine, böylece dünyaya dönerek uzun bir süre yaşadıklarına delâlet etmektedir.

Şeyh Saduk der ki: Onların sayısı yetmiş bin hane idi. Her yıl taun hastalığına yakalanıyorlardı. Bu yüzden zenginler maddi imkanları iyi olduğu için diyarlarından çıkıyor, fakirler ise maddi imkanları zayıf olduğu için diyarlarında kalıyordu. Bu nedenle, göç edenler taun hastalığına daha az yakalanıyor, göç etmeyenler ise bu hastalığın pençesine daha çok düşmekteydiler. Dolayısıyla, diyarlarında kalanlar, eğer biz de diyarımızdan göç etseydik taun hastalığına yakalanmazdık, diyorlardı; göç edenler ise, eğer diyarımızdan göç etmeseydik biz de taun hastalığına yakalanırdık, diyorlardı.

Nihayet taun hastalığı gelince hep birlikte diyarlarından çıkmaya karar verdiler ve bir denizin sahiline göç ettiler. Yüklerini indirdiklerinde Allah onlara: "Ölün" diye seslendi. Böylece hepsi öldü. Sonuçta yoldan geçen biri onları kenara itti ve orada Allah'ın istediği bir süre kaldılar.

Sonra İsrailoğulları peygamberlerinden Ermiya[16] isminde bir peygamber oradan geçince şöyle dedi: Ey Rabb'im! Eğer dilersen onları diriltirsin; onlar da senin beldelerini bayındırlaştırır, kullarını dünyaya getirir ve sana ibadet edenle birlikte ibadet ederler. Bunun üzerine Allah Teala ona, "Senin için diriltmemi ister misin?" diye vahyetti. Peygamber, "Evet, isterim" cevabını verince Allah Teala onları dirilterek o peygamberle birlikte gönderdi. Dolayısıyla, onlar öldükten sonra dünyaya döndüler ve sonra da kendi ecelleriyle öldüler.[17]

İşte bu, ölümden sonra dünyaya dönüştür. Hamran b. A'yen, İmam Bâkır'dan (s.a.a) onların hakkında, "Acaba onlar dirildiler ve insanlar onları gördükten sonra yine aynı gün öldüler mi, yoksa dünyaya dönerek evlerinde oturdular, yemek yediler ve kadınlarla evlendiler mi?" diye sordu.

İmam, "Allah onları dünyaya döndürdü; onlar evlerinde oturdular, yemek yediler, kadınlarla evlendiler ve dünyada Allah'ın istediği kadar yaşadılar; daha sonra kendi ecelleriyle öldüler" buyurdu.[18]

 

Uzeyr b. Ermiya'nın Dirilişi:

Allah Teala buyuruyor ki: "Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; "ölümden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba" dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. "Bir gün yahut daha az dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi."[19]

Yıkık bir kasabaya uğrayan bu kişinin kim olduğu konusunda farklı rivayetler ve tefsirler olsa da, onun yüz sene ölü olarak kaldığı ve yüz sene sonra dünyaya dönerek yaşadığı ve sonra da kendi eceliyle öldüğünde ittifak edilmiştir; bu da dünya hayatına bir dönüştür.

Tabersi der ki: Bu yıkık kasabaya uğrayan Uzeyr'dir; Ebu Abdullah İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen rivayet de bu doğrultudadır. İmam Bâkır'dan (a.s) nakledilen rivayete göre de bu adam Ermiya'dır.[20]

Âyyaşî, kendi senediyle İbrahim b. Muhammed'den şöyle rivayet eder: İlim ehli bir grup, harici olan İbn-i Kevva'nın Hz. Ali'ye, "Ey müminlerin emiri! Dünya ehli arasında babasından büyük çocuk var mıdır?" diye sorduğunu ve o hazretin şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Evet; onlar Uzeyr'in çocuklarıdır. Uzeyr, tarlasından gelince yıkılmış bir kasabadan geçiyordu, bir eşeği, içinde incir olan bir tulumu ve içinde meyve şırası olan bir de testi vardı; bu halde yıkılmış kasabadan geçerken (kasabanın halini görünce) "Ölümden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba?!" dedi. Derken Allah Teala onu yüz yıl öldürdü. Sonra çocukları çoğaldı ve nesli arttı. Sonra Allah Teala onu öldürdüğü yerde dirilterek dünyaya döndürdü; işte o çocuklar babalarından büyüktü."[21]

 

Hz. Musa'nın Kavminden Yetmiş Kişinin Dirilişi:

Allah Teala buyuruyor ki:

"Bir zamanlar: Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe asla sana inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı. Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz."[22]

 

Bu iki ayet Hz. Musa'nın (a.s) kavminden Allah'la görüşmek için seçilenlerden bahsediyor. Onlar Allah Teala'nın buyruğunu duyunca, "Allah'ı açıkça görmedikçe inanmayız" dediler ve bu zulümlerinden dolayı yıldırım çarptı ve öldüler. Musa'nın (a.s), "Ey Rabb'im! İsrailoğulları'na döndüğümde onlara ne diyeyim" diye arzetmesi üzerine Allah Teala onları diriltti. Böylece onlar dünyaya döndüler, yediler, içtiler kadınlarla evlendiler ve çocukları oldu; daha sonra kendi ecelleriyle öldüler.[23]

Bu da İsrailoğulları'ndan yetmiş kişinin ölümünden sonra tekrar dirilişi ve dünyaya dönüşüdür; Allah Teala buyuruyor ki: "Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: Ey Rabb'im! Dileseydin onları da beni de daha önce helak ederdin. İçimizden bir takım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helak mı edeceksin?"[24]

 

Hz. İsa'nın (a.s) Ölüleri Diriltişi:

Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa'nın ölüleri dirilttiğiyle ilgili olarak birkaç yerde Hz. İsa'ya hitaben, "Ve ölüleri benim iznimle (hayata) çıkarıyordun"[25] buyuruyor ve başka bir rivayette Hz. İsa'dan naklen, "Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim"[26] buyuruyor.
Hz. İsa'nın (a.s) Allah'ın izniyle dirilttiği bazı ölüler dünyaya dönüp bir süre yaşadıktan sonra kendi ecelleriyle ölmüşlerdir.[27]

 

Ashab-ı Kehf'in Dirilişi:

Ashab-ı Kehf, Allah'a iman etmelerine rağmen putlara tapan, putları çağıran ve kendisine karşı çıkanları öldüren sultanlarının korkusundan imanlarını gizleyen bir gruptur. Sonra onlar toplanarak Allah'a iman ettiklerini bazılarına bildirdiler ve mağaraya sığındılar: "Onlar mağaralarında üç yüz yıl ve buna ilaveten dokuz yıl kalmışlardır."[28] Sonra Allah onları diriltti de birbirlerini soruştursunlar diye dünyaya döndüler; onların kıssası meşhurdur.

Birisi, Allah Teala'nın, "Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın"[29] buyruğu gereğince, "Ashab-ı Kehf ölü değildi" şeklinde itiraz edecek olursa onlara şu cevabı veririz: Ayetin Arapçasında geçen "Rukud" kelimesi ölüm anlamına gelir. Allah Teala buyuruyor ki: "Nihayet Sûr'a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler. (işte o zaman) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahman'ın vahyettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! derler."[30] Bunun örnekleri çoktur.[31]

Yusuf b. Yahya Mukaddesi-i Şafii, "Ikd'ud Durer" adlı kitapta Ashab-ı Kehf kıssasının tefsirinde Sa'lebi'den şöyle rivayet ediyor: Arkadaşlarıyla ahir zamanda Mehdi'nin kıyamına kadar yan üste yatıştılar. Deniliyor ki: Mehdi onlara selam verecek, sonra Allah onları diriltecektir."[32] Bu da Ashab-ı Kehf'in ahir zamanda rec’atini (dünyaya döneceğini) göstermektedir.

 

İsrailoğulları'ndan Öldürülen Bir Kişinin Dirilişi:

Müfessirler şöyle rivayet ederler: İsrailoğulları'ndan biri, zengin bir akrabasının mirasına konmak için onu öldürdü ve onu öldürdüğünü diğerlerinden gizledi. Yahudiler ise onun katilini tanımak istiyorlardı. İşte bu nedenle Allah Teala öldürülen kişinin dirilerek katilini tanıtması için bir inek kesmelerini ve onun bir parçasıyla ölü cesede vurmalarını emretti. İsrailoğulları bir süre tartıştıktan sonra ineği kestiler ve onun bir parçasıyla öldürülen kişinin cesedine vurdular. Böylece maktul dirildi, damarlarından kan fışkırdı ve katilini tanıttı. Allah Teala buyuruyor ki: "Bunun için de: Ona (ölü cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun, demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; belki düşünesiniz."[33]

 

Hz. İbrahim'in (a.s) Allah'ın İzniyle Kuşları Diriltişi:

Müfessirler şöyle kaydederler: Hz. İbrahim (a.s), yırtıcı hayvanların kokuşmuş bir leşi parçaladıklarını, kara ve deniz hayvanlarının onu yediklerini görünce şöyle dedi: "Ya Rabb'i! Senin, bu leşi yırtıcı hayvanların, kuşların ve karada yaşayan hayvanların midesinde topladığını gördüm; onu nasıl dirilteceğini bana göster ki gözlerimle göreyim." Bu husus Allah Teala şöyle beyan ediyor: "İbrahim de bir zaman: Rabb'im! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster! demişti. (Allah); inanmadın mı? dedi, (İbrahim): Hayır (inandım), fakat kalbim kuvvet bulsun diye (görmek istiyorum) dedi. O halde kuşlardan dördünü tut, onları kendine çek, sonra (kesip) her dağın başına ondan birer parça koy. Sonra onları kendine çağır; koşarak sana gelecekler. Bil ki, Allah daima galip ve hikmet sahibidir, dedi."[34]

Hz. İbrahim (a.s), dört ayrı kuşu (rivayete göre tavus, güvercin, karga ve horozu) tutarak kesti ve bunların tüylerini kanlarına karıştırdı. Onları on parçaya ayırarak her birini bir dağın başına bıraktıktı. Sonra gagalarından tutarak onları Allah'ın adıyla çağırdı. Bunun üzerine kuşlar koşarak Hz. İbrahim'e geldiler. Böylece her bir kuşun eti ve kemiği ayrı ayrı toplandı ve Hz. İbrahim'in (a.s) gözleri önünde dirildiler."[35]

 

Zulkarneyn'in Dirilişi:

Zulkarneyn hususunda ihtilaf edilmiştir. Bir rivayete göre Zulkarneyn Allah tararından gönderilmiş olan bir peygamberdir ve Allah Teala onun eliyle yeryüzünü fethetmiştir. Mucahid ve Abdullah b. Ömer'den nakledilen rivayet bunu destekliyor. Başka bir rivayete göre ise Zulkarneyn adil bir hükümdardır.

Ebu Tufeyl kendi senediyle Hz. Ali'den (a.s) şöyle rivayet eder: "Zulkarneyn, Allah'ı seven ve Allah'ın da kendisini sevdiği, insanları Allah'a davet eden ve Allah'ın da hayrını dilediği salih bir kuldur. Kendi kavmini Allah'tan sakınmaya davet etmiş, kavmi de başının bir tarafına vurarak onu öldürmüştü. Daha sonra Allah onu diriltmiş ve yine insanları Allah'a davet etmiş; ama bu kez de kavmi başının diğer tarafına vurarak onu öldürmüş ve böylece 'Zulkarneyn' olarak adlandırılmıştır."[36]

İmam (a.s) daha sonra, "Sizin aranızda da onun gibi birisi vardır." buyurdu.[37] Bu sözle İmam (a.s) kendisini kastetmektedir.[38]

Ali b. İbrahim'in İmam Cafer Sadık'tan (a.s) naklettiği rivayet şöyledir: Allah, Zulkarneyn'i kendi kavmine gönderdi. Kavmi onun başının sağ tarafına vurunca Allah onu beş yüz sene öldürdü. Bu süreden sonra tekrar onu kavmine gönderdi. Bu sefer de başının sol tarafına vurdular. Tekrar Allah onu beş yüz sene öldürdü. Sonra Allah onu tekrar kavmine gönderdi ve onu güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar yeryüzünün doğusuna ve batısına hükümdar etti."[39]

 

Hz. Eyyub'un Ailesinin Dirilişi:

Allah Teala buyuruyor ki: "... Ona (Eyyub'a) ailesini ve onlarla beraber bir katını daha verdik."

İbn-i Abbas ve İbn-i Mes'ud der ki: Allah Teala, Eyyub'a ailesini ve hayvanlarını geri verdi ve ona onlarla birlikte bir katını da fazladan bağışladı.

İmam Cafer Sadık'tan (a.s) nakledilen bu rivayete Hasan, Katade ve Ka'b da değinmiştir.[40]

Bütün bu olaylar, geçmiş ümmetlerde ölümden sonra tekrar dünya hayatına dönüldüğünü göstermektedir. Çeşitli dönemlerde, farklı mekanlarda ve farklı amaçlarla içlerinde peygamberler, peygamberlerin vasileri ve sıradan halkın bulunduğu bazı kişiler dünyaya dönmüşlerdir. Ve bu da ölülerin ölümden sonra dünya hayatına dönmelerinin imkansız olmadığını ortaya koymaktadır; bunda hiçbir tartışmaya yer yoktur.

 

Burada şunu sormamız gerekiyor: Gelecekte rec’ati (ölümden sonra dünyaya dönüşü) engelleyecek sebep nedir? Geçmişte rec’ati gerektiren bazı nedenler vardı; gelecekte rec’ati gerekli kılacak daha önemli ve açık nedenlerin var olacağı söz konusu olamaz mı?! Oysa rec’at, canilerin ve zalimlerin kirlettiği, tahammül edilmez oranda zulüm ve haksızlıkla doldurduğu yeryüzünde hakkın uygulanması ve adaletin yerini bulması doğrultusunda peygamberlerin hedefi ve elçilerin vaadettiği azabın gerçekleşmesidir: "Andolsun Tevrat'tan sonra Zebur'da da: Yeryüzüne muhakkak iyi kullarım varis olacak (bu yer onların eline geçecek) diye yazmıştık."[41] Allah Teala buyuruyor ki: "O halde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin (başınıza gelecekleri göreceksiniz)!"[42]

 

6) Yukarıda zikredilen ayeti Sünni müfessirler nasıl tefsir etmişlerdir acaba?
Cevap: Yazımızın başında Kur’an’dan zikrettiğimiz ayetin tefsiriyle ilgili Sünni müfessirlerin görüşlerinin ne olduğunu belki merak edenler olabilir. Bu yüzden bunlardan bir kısmına kısaca değinmekte yarar var:

İmamiyye (Caferî) müfessirleri dışındaki diğer müfessirlerin çoğu bu ayet üzerinde fazla durmadan işi aceleye getirip birkaç kelimede geçiştirmişlerdir; onların görüşünü iki noktada özetleyebiliriz:

1- Bu ayet kıyamet gününü bildirmektedir,[43] kıyamet gününün bazı özelliklerini açıkladıktan sonra kısaca yalanlayanların durumunu beyan etmektedir.[44]

 

2- Bu, kıyametten sonra vuku bulacak olaylardandır,[45] bu dirilişten maksat, herkesi kapsayan genel dirilişten sonra yeniden azap için diriliştir;[46] yani, dirilişten sonraki diriliştir.

 

Bunların hiç birinin bilimsel bir dayanağı yoktur; daha önce dediğimiz gibi ayetlerin sıralanışı ve birbirleriyle bağlantısı bu görüşleri reddetmektedir. Çünkü birinci haşr=dirilişi kıyamet gününe tefsir etmek Allah Teala hakkında çelişki oluşturmaktadır; Allah Teala bir yerde, o gün her ümmetten bir grubu haşrederiz, buyurmuşken, nasıl başka bir yerde de, kıyamet günü insanların hepsini haşredeceğiz, buyurabilir?

 

İbn-i Şehraşub der ki: Allah Teala'nın kıyamet günü bütün insanları dirilteceğinde ihtilaf yoktur; belli bir grubun dirilişi ise kıyametten başka bir gün olacaktır.[47]

 

Allame Tabatabaî der ki: Eğer haşirden maksat, azap için diriliş olsaydı, belirsizlik olmaması için hedefin de açıklanması gerekirdi. Nitekim, "Allah'ın düşmanları ateşe sürüldükleri gün toplanıp bir araya getirilirler. Nihayet oraya vardıklarında..."[48] ayetinde hedef belirtilmiştir. Oysa bu ayetten sonra da kınama ve ayırma hükmü vardır ve azaptan bahsedilmemektedir; gördüğünüz gibi ayet mutlaktır ve söylenen bu özel haşrın kastedildiğine hiçbir işaret yoktur. Ve azaba veya ateşe veya başka bir şeye vardıklarında şeklinde buyurmayıp, "Nihayet oraya vardıklarında" şeklindeki sonraki ayet bu mutlak ifadeyi daha da genişletmektedir.

 

Yine bu ayet (O gün her ümmetten ayetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat haşrederiz) ve bundan sonraki iki ayetin, kıyametten önce vuku bulacak nişanelerden olan, yeryüzünde Dabbe'nin çıkışı kıssasından sonra ve "Sûr'a üfürüldüğü gün" ayetinden başlayıp kıyamet gününün olaylarını tavsif eden diğer ayetlerden önce yer alması da bu ayetten maksadın, kıyamet günündeki dirilişin olmadığını desteklemektedir. Kıyamet gününün olaylarından birisinin, kıyametten önce vuku bulacak olaylardan önce zikredilmesi anlamsızdır. Eğer her ümmetten bir grubun dirilişi kıyamet gününün olaylarından olsaydı, olaylar sırayla vuku bulacağı için, Sûr'a üfürülüş ve insanların boyun bükerek Allah'a gelişinden sonra zikredilmesi gerekirdi.

 

İşte bu nedenle bu ayeti kıyamette diriliş olarak tefsir eden bazı müfessirler de durumu fark ederek şöyle demişlerdir: "Bu olayın (bir grubun dirilişi), Sûr'a üfürülüşten ve kıyametten önce zikredilişi, bunların her birinin tek başına çok önemli konular olduğundan her birinin ayrı ayrı incelenmesi ve durumlarının ayrı ayrı zikredilmesi gerektiğini vurgulamak içindir; ancak eğer sıra gözetilecek olsaydı okuyucu bu ikisinin bir olay olduğunu sanabilirdi."

 

Fakat okuyucularımız, kesinlikle ikna edici olmayan bu izahın ne kadar uydurma olduğunun farkındadırlar. Eğer maksat bu olsaydı, bu müfessirin tasarladığı bu tevehhümü önlemek için başka bir yöntem izlenmesi gerekirdi; bu ayet, Sûr'a üfürülüş ayetinden sonra zikredilerek, bundan daha önemli olan ayetteki dirilişin, kıyamet günü dirilişi dışında olduğu tevehhümüne yer verilmemesi daha uygun olurdu.

 

İşte buradan da bu ayetin, her ümmetten bir grubun dirilişinin, kıyametten önce olacağını vurguladığı anlaşılıyor.[49]

Kıyamet gününün dirilişinden sonra özel dirilişin olacağını savunanlara gelince, kıyamet gününün bir ve tek olduğunu vurgulayan ayet ve hadisler karşısında hiçbir dayanağı olmayan bu görüş gerçekten çok ilginçtir.

 

7) Rec’at ve tenasuh arasında bir fark var mı?

Cevap: Bazıları rec’at konusunu batıl bir inanış olan tenasuh (reenkarnasyon) iddiasıyla karıştırmış veya kasıtlı olarak öyle göstermeye çalışmıştır. Oysaki bunu iddia edenler azıcık akıllarını çalıştırıp, bir zerre insaf gösterselerdi bu ikisinin birbiriyle hiçbir alakasının olmadığını açık bir şekilde görürlerdi. Tenasuhun batıl olduğunu mutlak bir şekilde kabul edenler (ki Şia’ya bu eleştiriyi yöneltenler de dahil bütün Müslümanlar böyle olduğuna inanıyorlar), geçmiş ümmetlerde gerçekleşen rec’atleri de aynı kategoride değerlendirmeleri gerekir. Oysa hiç kimse böyle bir iddiada bulunmamıştır. Doğru olan da budur zaten; zira tenasuha inananlar, bir ruhun farklı farklı bedenlerde Kıyamete kadar tekrar tekrar bu dünyaya geleceğini iddia etmektedirler. Oysa rec’at bir kimsenin kendi bedeniyle bir defalığına İlahi bir hikmet gereği yeniden dirilişidir; tıpkı Kıyamet günündeki diriliş gibi..

 

8) Acaba rec’at olayı bütün insanları mı kapsamaktadır, yoksa özel birilerini mi?

Cevap: Yukarıda zikrettiğimiz Neml Suresinin 83. ayetinden ve birçok hadisten de istifade edildiği gibi rec’at her kes için değil, belli kimseler söz konusudur. Yukarıda ki ayette “Ayetlerimizi yalanlayan her topluluktan bir grubu haşredeceğiz” buyurmaktadır. Bu husus hadislerde daha açık ve net olarak beyan edilmiştir. Evet Ehlibeyt kanalıyla rivayet edilen müstefiz hadislerin tamamından rec’at=dönüş yapacakların mümin ve kafirlerden iki gurup olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Rec’at genel kapsamlı değildir; rec’at özel bir haşirdir; ancak imanlarında halis olanlarla şirklerinde halis olanlar rec’at edeceklerdir."[50] Bu iki grubun dışındakiler kıyamete kadar rec’at etmeyeceklerdir.

 

İnşallah bu bölümün kapasitesi gereğince bu konuda bu kadar bir açıklama yeterli olur. Allah izin verirse bu konu hakkında yakında www.ehlibeyt-nuru.com sitesinde daha geniş bir çalışma ziyaretçilerin istifadesine sunulacaktır. Arzu edenler oraya da müracaat edebilirler.  

 --------------------------------------------------------------------------------

KAYNAKLAR:

[1] - Ikd'ud Durer, s.192, Kum-Dar'un Nesaih basımı.

[2] - Bunlardan bazılarını Fazl b. Şazan'ın "İhticac"ının beşinci bölümünde bulabilirsiniz.

[3] - Hatib, Tarih-u Bağdad'ında c.10, s.89'da onun hayatını kaydetmiştir.

[4] - Delail-un Nubuvvet -Ebu Nuaym-, s.223. Hasais-ul Kubra -Siyuti-, c.2, s.110-114.

[5] - İ'lam-un Nubuvvet -Maverdi-, s.141. Şifa, c.1, s.614.

[6] - el-Gâdir -Emini-, c.11, s.103, el-İstiyab, c.1, s.192'den naklen. el-Bidayet-u ve'n Nihaye, c.6, s.156 ve s.158. er-Ravd-ul Unuf, c.2, s.37. el-İsabe, c.1, s.565 ve c.2, s.24. Tehzib-ut Tehzib, c.3, s.410. el-Hasais-ul Kubra, c.2, s.85. Şerh-uş Şifâ -Haffaci-, c.3, s.105 ve 108.

[7] - el-Gâdir -Emini-, c.11, s.113 el-Bidaye-tu ve'n Nihaye, c.6, s.158'den naklen. er-Revd-ul Unuf, c.2, s.370 ve Sıfat-us Safve, c.3, s.19.

[8] - el-Gâdir -Emini-, c.11, s.105 el-Bidaye-tu ve'n Nihaye, c.6, s.158'den naklen.

[9] - el-Gâdir -Emini-, c.11, s.119, Sıfat-us Safve, c.2, s.19.'dan naklen. Tabakat-u Şe'rani, c.1, s.37. Tarih-u İbn-i Asakir, c.5, s.298.

[10] - el-Gâdir -Emini-, c.11, s.167, Muntezam, c.10, s.90'dan naklen. el-Bidayet-u ve'n Nihaye, c.12, s.217.

[11] - el-Gâdir -Emini-, c.11, s.106, el-Bidayet-u ve'n Nihaye, c.6, s.153 ve 292'den naklen ve el-İsabe, c.2, s.169.

[12] - el-Gâdir -Emini-, c.11, s.187, Ravzet-un Nazirin -İmam Ziyauddin-i Vitri-, s.112'den naklen.

[13] - el-Gâdir -Emini-, c.11, s.135, Vefeyat-ul A'yan, c.2, s.461'den naklen. Mirat-ul Cinan, c.1, s.351. Tehzib-ut Tehzib, c.11, s.389. Şuzurat-uz Zeheb, c.1, s.259.

[14] - Nur-us Safir an Ahbar-il Karn-il Aşir, s.84. Bkz. el-Gâdir, c.11, s.190 ve Şuzurat-uz Zeheb, s.8, s.63.

[15] - Bakara, 243.

[16] - Kuleyni'nin "Kafi" adlı kitabındaki rivayette, c.8, s.170/237'de İmam Bâkır'dan ve Suyuti'nin Sudey'den ve onun da Ebu Malik ve diğerlerinden rivayetinde onun isminin "Hizkil" olduğu geçer.

[17] - el-İ'tikadat -Şeyh Saduk-, s.60, "Mu'temer-uz Zikr'el Elfiyye li Şeyh Mufid" basımı; Dürr'ül Mensur -Suyuti-, c.1, s.741-743; Beyrut-Dar'ul Fikr basımı.

[18] - Ayyaşi Tefsiri, c.1, s.130/433, Tahran-Mektebet-ul İlmiyye basımı.

[19] - Bakara, 259.

[20] - Tabersi'nin Mecma-ul Beyan'ı, c.2, s.639, Beyrut-Dar'ul Marifet basımı.

[21] - Ayyaşi Tefsiri, c.1, s.141/468; Tahran-Mektebet'ul İlmiyye basımı.

[22] - Bakara, 55-56.

[23] - el-İ'tikadat -Şeyh Saduk- s.61.

[24] - A'raf, 155.

[25] - Maide, 110.

[26] - Al-i İmran, 49.

[27] - Kafi, c.8, s.237/532; Ayyaşi tefsiri, c.1, s.174/51.

[28] - Kehf, 25.

[29] - Kehf, 18.

[30] - Yasin, 51-52.

[31] - Bkz. El-İ'tikadat -Şeyh Saduk-, s.62.

[32] - Ikd'ud Durer, s.192, Kum-Dar'un Nesaih basımı.

[33] - Bakara, 73. Ve bkz. Kısas-ul Enbiya -Sa'lebi-, s.204-207, Beyrut-Mektebet-us Sekafiyye basımı.

[34] - Bakara, 260.

[35] - Bkz. Kummi tefsiri, c.1, s.91; Ayyaşi tefsiri, c.1, s.142/469.

[36] - "Karn", başın üst kısmına veya iki yanlarına dendiği gibi diğer anlamlara da gelir.

[37] - Taberi tefsiri, c.16, s.8, Beyrut-Dar-ul Marifet basımı.

[38] - Tabersi tefsiri, c.6, s.756, Beyrut-Dar-ul Marifet basımı.

[39] - Kummi tefsiri, c.2, s.40.

[40] - Tabersi tefsiri, c.7, s.94; Taberi tefsiri, c.17, s.58; Sa'lebi'nin Kısas-ul Enbiya'sı, s.144. Bu ayet Enbiya suresinin 84. ayetidir.

[41] - Enbiya, 105.

[42] - Tevbe, 24.

[43] - İbn-i Kesir tefsiri, c.3, s.388 ve Beyzavi tefsiri, c.2, s.183.

[44] - Ruh-ul Beyan, c., 20, s.26.

[45] - Razi tefsiri, c.24, s.218.

[46] - Ruh-ul Beyan tefsiri, -Berusevi-, c.6, s.373.

[47] - Müteşabih-ul Kur'an, c.2, s.97.

[48] - Fussilet, 19.

[49] - el-Mizan tefsiri -Tabatabai-, c.15, s.397.

[50] - Muhtesar-u Besair-id Deracat -Hasan b. Süleyman-, s.34. Bihar-ul Envar, c.53, s.39/1.

 

 

 
Site içi Arama


 

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız |
Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  Îletişim için |

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de  'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM