Bismillahirrahmanirrahim
Soru
353:
Şia'daki rec'at inancıyla ilgili Kur'an ve
hadislere dayalı bilgi verir misiniz?
Cevap:
Muhterem kardeşim, bu konu oldukça geniş ve uzun
bir bahistir. Ama biz şimdilik kısmen de olsa,
sizi aydınlatacak bazı önemli noktalara değinmeye
çalışacağız:
1- Birçok
düşünce ve inanışın bize garip ve inanılmaz
gelişi, onun yanlış ve asılsız olduğunu göstermez.
Nice ilginç ve garip şeyler vardır ki ilk
duyduğumuzda şaşırır ve inanmakta zorlanırız. Ama
zamanla ve konu hakkında bilgi ve belgemiz
çoğaldıkça şaşkınlığımız da yerini sükûnet ve
yakine bırakır. Bu yüzden akıllı ve insaflı bir
insan, bu tür garip şeyleri duyduğunda hemen
inkâra gitmeyip, gerçekten ona inananların, neden
ve neye dayanarak inandıklarını iyi
araştırmalıdır. Rec’at konusu da özellikle Sünni
ekolden gelen kardeşlerimize ilk duyduklarında çok
garipsedikleri ve çoğusunun bir çırpıda
reddettikleri ve buna inanan kimseyi nerdeyse
tekfir ettikleri bir konudur. Oysa benzer şeylerin
diğer ümmetlerde de olduğu bizzat Kur’an
ayetlerine dayandırılarak söylendiğinde, “Allah
Allah böyle şeylerde mi olmuştur?” demekten
kendilerini alamıyorlar. İnşallah bunlardan bazı
örneklere aşağıda değineceğiz.
2- Ehlibeyt
mektebi rec’at inancına delil olarak Kur’an’dan
gösterdiği birçok ayetin yanı sıra, Ehlibeyt’ten
gelen ve manevi tevatür haddine ulaşan hadislere
dayanmaktadır. Ayrıca Ehl-i Sünnet kaynaklarından,
direk olarak değil dolaylı olarak bu mevzua delil
sayılabilecek bazı hadis ve rivayetlere de istinat
etmektedir ki bunlardan bir kısmı hatta baş kaynak
sayılan Buhari gibi en muteber Sünni kaynaklarda
bile nakledilmiştir.
3- Yukarıda da
değindiğimiz gibi Rec’at inancının aslı ve ana
hatları hem Kur’an ayetlerince hem de manen
mütevatir olan hadislerce sabittir. Ama konunun
bazı detayları, hakkında hadislerde farklı
nakiller olduğu için, mektebimizin alimleri
meselenin aslına inanın, teferruatını ehline
bırakın demişlerdir.
4- Şimdi
konunun ana hatlarına soru cevap şeklinde
değinmeye çalışacağız:
1) Rec’at
nedir?
Cevap:
Rec’at ahiruzzamanda, (Hz. Mehdi’nin zamanı ve
sonrasında) iman ve küfürde zirveye ulaşmış bazı
kimselerin, bu dünyaya yeniden dönüşleri demektir.
2) Rec’atın
hikmeti nedir?
Cevap:
Bazı mu’minlerin bu dünyaya gelerek, kendilerine
veya başka mu’minlere zulmeden, onların hakkını
çiğneyen kimselerden öbür dünyadan önce bu dünyada
alınacak İlahi intikamları görüp gönülleri
serinleyecek, mutlu olacaklar. Veya bazıları Hz.
Mehdi’nin zamanında inerek ona ve evrensel İlahi
hâkimiyetini gerçekleştirmesine yardımcı
olacaklar. Veya bazı Peygamber ve İmamlar, dünyaya
yeniden gelip Hz. Mehdi’den sonra bir müddet hüküm
sürecekler.
3) Şia’nın
rec’at inancına delil gösterdiği ayet ve
hadislerden örnekler verebilir misiniz?
Cevap: Kur’an’dan bu konuda birçok ayet
delil olarak zikredilmiştir ki sözü uzatmamak için
bunlardan sadece bir tanesine değinmek istiyoruz:
"O gün her
ümmetten ayetlerimizi yalanlayanlardan bir grup
haşrederiz..." (Neml, 83) Görüldüğü gibi bu ayette
her ümmetten bir grubun haşredileceği bir günden
bahsediyor. Oysa biz biliyoruz ki Kıyamet gününde
her kes haşr edilecektir. Zaten aynı surede birkaç
ayet sonra Kıyamet ile ilgili açıklama şu şekilde
yapılmıştır:
"...Sûr'a
üfürüldüğü gün göklerde ve yerde bulunan kimseler,
hep korku içinde kalır... Hepsi boyun bükerek O'na
gelirler." (Neml, 87) Demek ki 83. ayette
bahsedilen gün Kıyamet günü değildir. Aynı şekilde
Kıyamet günüyle alkalı bir başka ayette şöyle
buyuruyor: "O gün ... onların hepsini
haşredeceğiz, hiç birini bırakmayacağız."(Kehf,
47) Bu konudaki hadisleri de dikkate aldığımızda
Neml, 83’te bahsedilen günün Rec’at günü olduğunu
anlıyoruz. Zaten Ehlibeyt İmamları da bu ayeti
tefsir ederken aynen bu şekilde tefsir
etmişlerdir.
Şimdi de
hadislerden bazı örnekler:
Ehlibeyt
İmamları bu olaya her şeyden önce İlahi kudret
açısından yaklaşmış ve rec'at inancını, Allah
Teala'nın sonsuz kudretine imanın göstergelerinden
saymışlardır. Örneğin uzun bir hadiste,
Emirü’l-Müminin Ali'nin (a.s), İbn-i Kevva-i
Harici'nin rec'at hakkında sorduğu soruya verdiği
cevabının son bölümünde, "Ey İbn-i Kevva! Allah-u
Teala'nın gücünde şüphe etme." buyurduğu rivayet
edilmiştir. (Biharü’l-Envar, c.53, s.74)
Yine Ebu
Sabah'ın rec'atle ilgili sorusuna ise İmam Bâkır
(a.s) şöyle cevap vermiştir: "Bu bir güçtür; bu
gücü Kaderiler'den başkası inkâr etmez; bu gücü
inkâr etme." (Biharü’l-Envar, c.53, s.71-72) İmam
(a.s), Abdurrahman Kasir'e de buna benzer bir
cevap vermiştir. Biharü’l- Envar, c.53, s.73-74)
Ehlibeyt
İmamları yukarıda zikrettiğimiz ayeti rec'at
inancının doğruluğuna delil olarak
göstermişlerdir. Örneğin Ebu Basir, İmam Muhammed
Bâkır'ın (a.s), "Iraklılar rec'ati inkar mı
ediyorlar?" diye sorduğunu ve kendisinin, "Evet"
demesi üzerine İmam'ın, "Kur'an-ı Kerim'in "O gün
her ümmetten bir grubu haşredeceğiz" buyurduğunu
okumamışlar mı?!" buyurduğunu rivayet eder.
(Muhtasar-u Besair'id Derecat, s.25. Bihar-ul
Envar -Meclisi-, c.53, s.40/6. el-İykaz'u min'el
Hic'a, s.278/91. er-Rec’at -Esterabadi-, s.55/30)
Ali b. İbrahim
kendi tefsirinde, Hammad'dan kendi senediyle İmam
Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakleder:
"İnsanlar "O gün her ümmetten bir grubu
haşrederiz" ayeti hakkında ne diyorlar?" diye
sordu. Ben, bu haşrın kıyamette olacağını
söylüyorlar dedi. Bunun üzerine İmam (a.s) buyurdu
ki: "Öyle değil; bu ayet (kıyametten önce) dünyaya
dönüş hakkındadır; Allah kıyamette bir grubu
haşredip diğerlerini bırakacak mı? Kıyamet ayeti
şudur: "O gün ... onların hepsini haşredeceğiz,
hiç birini bırakmayacağız."-Kehf,47- (Kummi
tefsiri, c.1, s.24. Muhtasar-u Besairi’d-Derecat
-Hasan b. Süleyman-, s.41. Biharü’l-Envar, c.53,
s.60/49. er-Rec’at -Esterabadi- s.77-48)
İmam Bâkır'dan
(a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Allah'ın günleri
üçtür: Kâim'in -Mehdi'nin- kıyam ettiği gün,
rec’at=dünyaya dönüş günü, Kıyamet günü."
(el-Hısal -Saduk-, s.108-75. Meani’l-Ehbar
-Saduk-, s.365-1)
Şeyh Saduk
kendi senediyle Hasan b. Cehm'den, Me'mun'un, İmam
Rıza'ya (s.a.a), "Ey Ebe'l Hasan! Rec’at hakkında
görüşünüz nedir?" diye sorduğunda İmamın şöyle
buyurduğunu rivayet eder:
"Rec’at
haktır; geçmiş ümmetlerde rec’at olmuştur ve
Kur'an da bunu bildirmiştir. Resulullah (s.a.a)
buyurmuştur ki: Geçmiş ümmetlerde vuku bulan her
şeyin tıpkısı bu ümmette de vuku bulacaktır.
Evlatlarımdan olan Mehdi kıyam edince Meryem oğlu
İsa yere inecek ve onun arkasında namaza
duracaktır. Bilin ki İslâm garip olarak başladı ve
garip olarak da dönecektir; ne mutlu gariplere!"
Ya Resulullah! Sonra ne olacak? diye sorulduğunda
ise o hazret, "Sonra hak, ehline dönecektir",
buyurdu." (Biharü’l-Envar, c.53, s.59-45)
Yine İmam
Rıza'dan (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Kim Allah'ın birliğine... rec’at ve iki müt'aya
(temettü haccı ve geçici nikaha), miraca ve
kabirdeki sorgu-suale, havuza, şefaate, cennet ve
cehennemin yaratılışına, sırat ve mizana, diriliş
ve kıyamete, ceza-mükafat ve hesaba inanırsa, o
gerçekten mümindir; böyle birisi biz Ehlibeyt'in
Şialarındandır." (Hakku’l-Yakin -Seyyid Abdullah
Şubber-, c.2, s.20)
Bu konu ve
detayları hakkında daha onlarca hadis nakledilmiş,
özel kitaplar yazılmıştır. Allame Meclisi
Biharü’l-Envar kitabında bu konuda 200’ü aşkın
hadis nakletmiştir. Fakat biz burada bu kadarıyla
yetiniyoruz.
4) Acaba
Sünni kaynaklardan rec’at inancını destekleyen
hadisler gösterilebilir mi?
Cevap: Sünni kaynaklarda bu konuyu açıktan
destekleyen ve yoğun olan hadisler vardır
diyemeyiz. Ancak dolaylı olarak buna delil
sayılabilecek bazı hadisler yok değildir. Biz
bunlardan iki tanesini örnek olarak zikrediyoruz:
Meşhur Sahabi
Ebu Said-i Hudri’den Resulullah’ın şöyle buyurduğu
nakledilmiştir: "Sizden öncekilerin gidişatını
karış-karış, adım-adım izleyeceksiniz;
kertenkelenin deliğinde de olsanız onu
izleyeceksiniz." Dediler ki, "Yahudiler ve
Hıristiyanların gidişatını mı izleyeceğiz?"
Peygamber efendimiz, "Ya kimin?" buyurdu."
(Sahih-i Buhari, c.9, s.103, Sünen-i İbn-i Mace,
c.10, Hadis: 7472, Kenz-ul Ummal –Muttaki Hindi-,
c.11, s.133/30923)
Benzer bir
hadis Ebu Hureyre’den şu şekilde nakledilmiştir:
“Ümmetim,
kendinden önceki asırlara (onlarda yaşayan
insanlara) karış karış ve dirsek dirseğe uymadığı
müddetçe Kıyamet kopmaz.” “Ya Resulallah Fars ve
Rum gibilerini mi kastediyorsunuz?” diye
sorduklarında, “İnsanlar onlardan başkaları mı
ki?” diye cevap verdi.” (Sahih-i Buhari, c.9,
s.102, Kenzu’l-Ummal –Muttaki Hindi-, c.11, s.133)
Geçmiş çeşitli
ümmetlerde rec’atın vuku bulduğuna bizzat Allah’ın
kitabı şahittir. Bunun bir çok örnekleri vardır ki
birazdan birkaç örneğine deyinmeye çalışacağız
inşallah. Demek ki Buhari başta olmak üzere bir
çok kaynakta nakledilen bu gibi hadisler İslam
ümmetinde de rec’atın vuku bulacağını
göstermektedir.
Bir de Yusuf
b. Yahya Makdis-i Şafii, "İkdü’d-Durer" adlı
kitabında Ashab-ı Kehf kıssasının tefsirinde Sünni
Müfessir Sa'lebi'den şöyle rivayet ediyor:
“Arkadaşlarıyla ahir zamanda Mehdi'nin kıyamına
kadar yan üste yatıştılar. Deniliyor ki: Mehdi
onlara selam verecek, sonra Allah onları
diriltecektir."[1] Bu da Ashab-ı Kehf'in ahir
zamanda rec’atini (dünyaya döneceğini)
göstermektedir.
Ayrıca Ehl-i
Sünnet, kitaplarında ölülerin dünya hayatına
dönüşüyle ilgili rivayetleri nakletmiş,[2] bu
rivayetleri reddetmemiş ve bunu mucize ve keramet
saymışlardır.
Örneğin Hicri
281 yılında vefat etmiş olan İbn-i Ebi'd Dünya
Ebubekir b. Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd b.
Süfyan'il Emevi'il Karaşi,[3] bu alanda "Ölümden
Sonra Dirilenler" adlı bir kitap yazmış ve bu
kitap miladi 1987 yılında Beyrut'ta Dar-ul
Kutub-il İlmiyye tarafından basılmıştır.
Ebu Nuaym-i
İsfehani, "ed-Delail" kitabında ve Suyuti,
"el-Hasais" kitabında, "ölüleri diriltmede
Resulullah'ın (s.a.a) mucizesi" adı altında bir
bölüm ayırmıştır.[4] Mâverdi ve Kadı İyaz ise
Resulullah'ın (s.a.a) ölüleri diriltmede bazı
mucizelerini rivayet etmiş,[5] Siyuti de, ölüleri
diriltmede Peygamber'den başkalarının
kerametlerini kaydetmiştir.
Zeyd b.
Harise,[6] Rabi b. Harraş[7] ve Ensar'dan bir
kişinin[8] ölümden sonra konuştuklarını, Rabi b.
Harraş-il Ğatfani'nin öldükten sonra tebessüm
ettiğini,[9] Ebu'l Kasım-il Talhi İsmail b.
Muhammed-il Hafiz'ın öldükten sonra avretini
örttüğünü,[10] Şeyban-i Nah'i'nin -bir rivayete
göre de Nebate b. Yezid'in- kendi eşeğini
dirilttiğini,[11] hicri 885'te vefat eden Ebu
Meali Sıracuddin-i Rufai'nin bir koyunu
dirilttiğini ve bir kişiyi öldürdüğünü,[12]
Maşcun'un öldükten sonra tekrar dirildiğini[13] ve
bu konuda sayılmayacak kadar çok örnekler rivayet
etmişlerdir.
Muhyiddin
Abdulkadir b. Şeyh Aydrusi, "Nur-us Safi" adlı
kitabının hicri 914 yılının olayları bölümünde,
hicri 914 yılında vefat eden Şeyh Ebubekir b.
Abdullah Baalvi'den bir çok kerametler
nakletmiştir. Onlardan birisi şudur: Bir yıl
Hacdan dönünce Zeyla bölgesine gitti. O dönemde
orada Muhammed b. Atik hüküm sürüyordu. Tesadüfen
Muhammed b. Atik'in kendisinden çocuğu olan bir
cariyesi öldü. Vali onu deli gibi sevdiği için
ölümünden dolayı aklını yitirdi. Efendim, onun
üzüldüğünü ve ağladığını duyunca ona teselli
vermek, sabırlı olmayı ve Allah'ın kazasına rıza
göstermeyi tavsiye etmek için ona gitti. O sırada
cariye, valinin karşısında bir elbiseye sarılmış
duruyordu. Efendim, valiyi her ne kadar sabırlı
olmaya ve tahammül göstermeye davet ettiyse de
faydası olmadı. Nihayet efendimin ayaklarına
düşerek ayaklarını öpmeye başladı ve "Efendim!
Eğer Allah onu diriltmezse ben de ölürüm ve hiç
kimseye inancım kalmaz!" dedi.
Bunun üzerine
efendim o cariyenin yüzünü açarak onu ismiyle
çağırdı. Cariye, "lebbeyk" diyerek ona cevap
verdi. Böylece Allah ona ruhunu iade etti. Sonra
efendimden başka oradakilerin hepsi dışarı çıktı;
cariye, kocasıyla birlikte keşkek yemeği yiyinceye
kadar efendim orada kaldı ve bu olaydan sonra
cariye uzun bir süre yaşadı.[14]
Bu gibi
rivayetleri hiç tereddüt etmeden saygıyla rivayet
eden birisi neden rec’ati imkansız biliyor? Acaba
rec’at, insanın ruhu çıktıktan sonra hayata
dönmesinden başka bir şey midir? Bizim yukarıda
naklettiğimiz rivayetler de bunun birer örnekleri
değil midir?! Bütün bu rivayetler, rec’atin, zatî
bakımdan mümkün olduğunu ve aklen imkansız
olmadığını ortaya koymaktadır.
5) Geçmiş
ümmetlerden rec’ate örnek gösterilebilecek olaylar
nelerdir?
Cevap:
Bu konuda bizzat Kur’an-ı Kerim’de birçok olay
zikredilmiştir ki bunlardan bir kaçını zikretmekle
yetiniyoruz:
İsrailoğulları'ndan Bir Grubun Dirilişi:
Allah Teala
buyuruyor ki: "Binlerce oldukları halde, ölüm
korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri
görmedin mi? Allah onlara, "ölün!" dedi (ödüler).
Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara
karşı lütufkardır. Lakin insanların çoğu
şükretmez."[15]
Bu ayet-i
kerimenin tefsirindeki bütün rivayetler onların
uzun bir süre öldüklerine, sonra Allah'ın onları
dirilttiğine, böylece dünyaya dönerek uzun bir
süre yaşadıklarına delâlet etmektedir.
Şeyh Saduk der
ki: Onların sayısı yetmiş bin hane idi. Her yıl
taun hastalığına yakalanıyorlardı. Bu yüzden
zenginler maddi imkanları iyi olduğu için
diyarlarından çıkıyor, fakirler ise maddi
imkanları zayıf olduğu için diyarlarında
kalıyordu. Bu nedenle, göç edenler taun
hastalığına daha az yakalanıyor, göç etmeyenler
ise bu hastalığın pençesine daha çok
düşmekteydiler. Dolayısıyla, diyarlarında
kalanlar, eğer biz de diyarımızdan göç etseydik
taun hastalığına yakalanmazdık, diyorlardı; göç
edenler ise, eğer diyarımızdan göç etmeseydik biz
de taun hastalığına yakalanırdık, diyorlardı.
Nihayet taun
hastalığı gelince hep birlikte diyarlarından
çıkmaya karar verdiler ve bir denizin sahiline göç
ettiler. Yüklerini indirdiklerinde Allah onlara:
"Ölün" diye seslendi. Böylece hepsi öldü. Sonuçta
yoldan geçen biri onları kenara itti ve orada
Allah'ın istediği bir süre kaldılar.
Sonra
İsrailoğulları peygamberlerinden Ermiya[16]
isminde bir peygamber oradan geçince şöyle dedi:
Ey Rabb'im! Eğer dilersen onları diriltirsin;
onlar da senin beldelerini bayındırlaştırır,
kullarını dünyaya getirir ve sana ibadet edenle
birlikte ibadet ederler. Bunun üzerine Allah Teala
ona, "Senin için diriltmemi ister misin?" diye
vahyetti. Peygamber, "Evet, isterim" cevabını
verince Allah Teala onları dirilterek o
peygamberle birlikte gönderdi. Dolayısıyla, onlar
öldükten sonra dünyaya döndüler ve sonra da kendi
ecelleriyle öldüler.[17]
İşte bu,
ölümden sonra dünyaya dönüştür. Hamran b. A'yen,
İmam Bâkır'dan (s.a.a) onların hakkında, "Acaba
onlar dirildiler ve insanlar onları gördükten
sonra yine aynı gün öldüler mi, yoksa dünyaya
dönerek evlerinde oturdular, yemek yediler ve
kadınlarla evlendiler mi?" diye sordu.
İmam, "Allah
onları dünyaya döndürdü; onlar evlerinde
oturdular, yemek yediler, kadınlarla evlendiler ve
dünyada Allah'ın istediği kadar yaşadılar; daha
sonra kendi ecelleriyle öldüler" buyurdu.[18]
Uzeyr b.
Ermiya'nın Dirilişi:
Allah Teala
buyuruyor ki: "Yahut görmedin mi o kimseyi ki,
evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt
üst olmuş) bir kasabaya uğradı; "ölümden sonra
Allah bunları nasıl diriltir acaba" dedi. Bunun
üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra
tekrar diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. "Bir gün
yahut daha az dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene
kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz
bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara
ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra
tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları
nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz,
dedi. Durum kendisince anlaşılınca: şimdi iyice
biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi."[19]
Yıkık bir
kasabaya uğrayan bu kişinin kim olduğu konusunda
farklı rivayetler ve tefsirler olsa da, onun yüz
sene ölü olarak kaldığı ve yüz sene sonra dünyaya
dönerek yaşadığı ve sonra da kendi eceliyle
öldüğünde ittifak edilmiştir; bu da dünya hayatına
bir dönüştür.
Tabersi der
ki: Bu yıkık kasabaya uğrayan Uzeyr'dir; Ebu
Abdullah İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen rivayet
de bu doğrultudadır. İmam Bâkır'dan (a.s)
nakledilen rivayete göre de bu adam
Ermiya'dır.[20]
Âyyaşî, kendi
senediyle İbrahim b. Muhammed'den şöyle rivayet
eder: İlim ehli bir grup, harici olan İbn-i
Kevva'nın Hz. Ali'ye, "Ey müminlerin emiri! Dünya
ehli arasında babasından büyük çocuk var mıdır?"
diye sorduğunu ve o hazretin şöyle buyurduğunu
rivayet eder:
"Evet; onlar
Uzeyr'in çocuklarıdır. Uzeyr, tarlasından gelince
yıkılmış bir kasabadan geçiyordu, bir eşeği,
içinde incir olan bir tulumu ve içinde meyve
şırası olan bir de testi vardı; bu halde yıkılmış
kasabadan geçerken (kasabanın halini görünce)
"Ölümden sonra Allah bunları nasıl diriltir
acaba?!" dedi. Derken Allah Teala onu yüz yıl
öldürdü. Sonra çocukları çoğaldı ve nesli arttı.
Sonra Allah Teala onu öldürdüğü yerde dirilterek
dünyaya döndürdü; işte o çocuklar babalarından
büyüktü."[21]
Hz.
Musa'nın Kavminden Yetmiş Kişinin Dirilişi:
Allah Teala
buyuruyor ki:
"Bir zamanlar:
Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe asla sana
inanmayız, demiştiniz de bakıp durur olduğunuz
halde hemen sizi yıldırım çarpmıştı. Sonra
ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki
şükredesiniz."[22]
Bu iki ayet
Hz. Musa'nın (a.s) kavminden Allah'la görüşmek
için seçilenlerden bahsediyor. Onlar Allah
Teala'nın buyruğunu duyunca, "Allah'ı açıkça
görmedikçe inanmayız" dediler ve bu zulümlerinden
dolayı yıldırım çarptı ve öldüler. Musa'nın (a.s),
"Ey Rabb'im! İsrailoğulları'na döndüğümde onlara
ne diyeyim" diye arzetmesi üzerine Allah Teala
onları diriltti. Böylece onlar dünyaya döndüler,
yediler, içtiler kadınlarla evlendiler ve
çocukları oldu; daha sonra kendi ecelleriyle
öldüler.[23]
Bu da
İsrailoğulları'ndan yetmiş kişinin ölümünden sonra
tekrar dirilişi ve dünyaya dönüşüdür; Allah Teala
buyuruyor ki: "Musa tayin ettiğimiz vakitte
kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş
deprem yakalayınca Musa dedi ki: Ey Rabb'im!
Dileseydin onları da beni de daha önce helak
ederdin. İçimizden bir takım beyinsizlerin
işlediği (günah) yüzünden hepimizi helak mı
edeceksin?"[24]
Hz. İsa'nın
(a.s) Ölüleri Diriltişi:
Allah Teala,
Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa'nın ölüleri
dirilttiğiyle ilgili olarak birkaç yerde Hz.
İsa'ya hitaben, "Ve ölüleri benim iznimle (hayata)
çıkarıyordun"[25] buyuruyor ve başka bir rivayette
Hz. İsa'dan naklen, "Allah'ın izniyle ölüleri
diriltirim"[26] buyuruyor.
Hz. İsa'nın (a.s) Allah'ın izniyle dirilttiği bazı
ölüler dünyaya dönüp bir süre yaşadıktan sonra
kendi ecelleriyle ölmüşlerdir.[27]
Ashab-ı
Kehf'in Dirilişi:
Ashab-ı Kehf,
Allah'a iman etmelerine rağmen putlara tapan,
putları çağıran ve kendisine karşı çıkanları
öldüren sultanlarının korkusundan imanlarını
gizleyen bir gruptur. Sonra onlar toplanarak
Allah'a iman ettiklerini bazılarına bildirdiler ve
mağaraya sığındılar: "Onlar mağaralarında üç yüz
yıl ve buna ilaveten dokuz yıl kalmışlardır."[28]
Sonra Allah onları diriltti de birbirlerini
soruştursunlar diye dünyaya döndüler; onların
kıssası meşhurdur.
Birisi, Allah
Teala'nın, "Kendileri uykuda oldukları halde sen
onları uyanık sanırdın"[29] buyruğu gereğince,
"Ashab-ı Kehf ölü değildi" şeklinde itiraz edecek
olursa onlara şu cevabı veririz: Ayetin
Arapçasında geçen "Rukud" kelimesi ölüm anlamına
gelir. Allah Teala buyuruyor ki: "Nihayet Sûr'a
üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden
kalkıp koşarak Rablerine giderler. (işte o zaman)
Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu,
Rahman'ın vahyettiğidir. Peygamberler gerçekten
doğru söylemişler! derler."[30] Bunun örnekleri
çoktur.[31]
Yusuf b. Yahya
Mukaddesi-i Şafii, "Ikd'ud Durer" adlı kitapta
Ashab-ı Kehf kıssasının tefsirinde Sa'lebi'den
şöyle rivayet ediyor: Arkadaşlarıyla ahir zamanda
Mehdi'nin kıyamına kadar yan üste yatıştılar.
Deniliyor ki: Mehdi onlara selam verecek, sonra
Allah onları diriltecektir."[32] Bu da Ashab-ı
Kehf'in ahir zamanda rec’atini (dünyaya
döneceğini) göstermektedir.
İsrailoğulları'ndan Öldürülen Bir Kişinin
Dirilişi:
Müfessirler
şöyle rivayet ederler: İsrailoğulları'ndan biri,
zengin bir akrabasının mirasına konmak için onu
öldürdü ve onu öldürdüğünü diğerlerinden gizledi.
Yahudiler ise onun katilini tanımak istiyorlardı.
İşte bu nedenle Allah Teala öldürülen kişinin
dirilerek katilini tanıtması için bir inek
kesmelerini ve onun bir parçasıyla ölü cesede
vurmalarını emretti. İsrailoğulları bir süre
tartıştıktan sonra ineği kestiler ve onun bir
parçasıyla öldürülen kişinin cesedine vurdular.
Böylece maktul dirildi, damarlarından kan fışkırdı
ve katilini tanıttı. Allah Teala buyuruyor ki:
"Bunun için de: Ona (ölü cesede, kestiğiniz
ineğin) bir parçasıyla vurun, demiştik. Böylece,
Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini
gösterir; belki düşünesiniz."[33]
Hz.
İbrahim'in (a.s) Allah'ın İzniyle Kuşları
Diriltişi:
Müfessirler
şöyle kaydederler: Hz. İbrahim (a.s), yırtıcı
hayvanların kokuşmuş bir leşi parçaladıklarını,
kara ve deniz hayvanlarının onu yediklerini
görünce şöyle dedi: "Ya Rabb'i! Senin, bu leşi
yırtıcı hayvanların, kuşların ve karada yaşayan
hayvanların midesinde topladığını gördüm; onu
nasıl dirilteceğini bana göster ki gözlerimle
göreyim." Bu husus Allah Teala şöyle beyan ediyor:
"İbrahim de bir zaman: Rabb'im! Ölüleri nasıl
dirilteceğini bana göster! demişti. (Allah);
inanmadın mı? dedi, (İbrahim): Hayır (inandım),
fakat kalbim kuvvet bulsun diye (görmek istiyorum)
dedi. O halde kuşlardan dördünü tut, onları
kendine çek, sonra (kesip) her dağın başına ondan
birer parça koy. Sonra onları kendine çağır;
koşarak sana gelecekler. Bil ki, Allah daima galip
ve hikmet sahibidir, dedi."[34]
Hz. İbrahim
(a.s), dört ayrı kuşu (rivayete göre tavus,
güvercin, karga ve horozu) tutarak kesti ve
bunların tüylerini kanlarına karıştırdı. Onları on
parçaya ayırarak her birini bir dağın başına
bıraktıktı. Sonra gagalarından tutarak onları
Allah'ın adıyla çağırdı. Bunun üzerine kuşlar
koşarak Hz. İbrahim'e geldiler. Böylece her bir
kuşun eti ve kemiği ayrı ayrı toplandı ve Hz.
İbrahim'in (a.s) gözleri önünde dirildiler."[35]
Zulkarneyn'in Dirilişi:
Zulkarneyn
hususunda ihtilaf edilmiştir. Bir rivayete göre
Zulkarneyn Allah tararından gönderilmiş olan bir
peygamberdir ve Allah Teala onun eliyle yeryüzünü
fethetmiştir. Mucahid ve Abdullah b. Ömer'den
nakledilen rivayet bunu destekliyor. Başka bir
rivayete göre ise Zulkarneyn adil bir hükümdardır.
Ebu Tufeyl
kendi senediyle Hz. Ali'den (a.s) şöyle rivayet
eder: "Zulkarneyn, Allah'ı seven ve Allah'ın da
kendisini sevdiği, insanları Allah'a davet eden ve
Allah'ın da hayrını dilediği salih bir kuldur.
Kendi kavmini Allah'tan sakınmaya davet etmiş,
kavmi de başının bir tarafına vurarak onu
öldürmüştü. Daha sonra Allah onu diriltmiş ve yine
insanları Allah'a davet etmiş; ama bu kez de kavmi
başının diğer tarafına vurarak onu öldürmüş ve
böylece 'Zulkarneyn' olarak adlandırılmıştır."[36]
İmam (a.s)
daha sonra, "Sizin aranızda da onun gibi birisi
vardır." buyurdu.[37] Bu sözle İmam (a.s)
kendisini kastetmektedir.[38]
Ali b.
İbrahim'in İmam Cafer Sadık'tan (a.s) naklettiği
rivayet şöyledir: Allah, Zulkarneyn'i kendi
kavmine gönderdi. Kavmi onun başının sağ tarafına
vurunca Allah onu beş yüz sene öldürdü. Bu süreden
sonra tekrar onu kavmine gönderdi. Bu sefer de
başının sol tarafına vurdular. Tekrar Allah onu
beş yüz sene öldürdü. Sonra Allah onu tekrar
kavmine gönderdi ve onu güneşin doğduğu yerden
battığı yere kadar yeryüzünün doğusuna ve batısına
hükümdar etti."[39]
Hz.
Eyyub'un Ailesinin Dirilişi:
Allah Teala
buyuruyor ki: "... Ona (Eyyub'a) ailesini ve
onlarla beraber bir katını daha verdik."
İbn-i Abbas ve
İbn-i Mes'ud der ki: Allah Teala, Eyyub'a ailesini
ve hayvanlarını geri verdi ve ona onlarla birlikte
bir katını da fazladan bağışladı.
İmam Cafer
Sadık'tan (a.s) nakledilen bu rivayete Hasan,
Katade ve Ka'b da değinmiştir.[40]
Bütün bu
olaylar, geçmiş ümmetlerde ölümden sonra tekrar
dünya hayatına dönüldüğünü göstermektedir. Çeşitli
dönemlerde, farklı mekanlarda ve farklı amaçlarla
içlerinde peygamberler, peygamberlerin vasileri ve
sıradan halkın bulunduğu bazı kişiler dünyaya
dönmüşlerdir. Ve bu da ölülerin ölümden sonra
dünya hayatına dönmelerinin imkansız olmadığını
ortaya koymaktadır; bunda hiçbir tartışmaya yer
yoktur.
Burada şunu
sormamız gerekiyor: Gelecekte rec’ati (ölümden
sonra dünyaya dönüşü) engelleyecek sebep nedir?
Geçmişte rec’ati gerektiren bazı nedenler vardı;
gelecekte rec’ati gerekli kılacak daha önemli ve
açık nedenlerin var olacağı söz konusu olamaz mı?!
Oysa rec’at, canilerin ve zalimlerin kirlettiği,
tahammül edilmez oranda zulüm ve haksızlıkla
doldurduğu yeryüzünde hakkın uygulanması ve
adaletin yerini bulması doğrultusunda
peygamberlerin hedefi ve elçilerin vaadettiği
azabın gerçekleşmesidir: "Andolsun Tevrat'tan
sonra Zebur'da da: Yeryüzüne muhakkak iyi kullarım
varis olacak (bu yer onların eline geçecek) diye
yazmıştık."[41] Allah Teala buyuruyor ki: "O halde
Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin
(başınıza gelecekleri göreceksiniz)!"[42]
6) Yukarıda
zikredilen ayeti Sünni müfessirler nasıl tefsir
etmişlerdir acaba?
Cevap: Yazımızın başında Kur’an’dan
zikrettiğimiz ayetin tefsiriyle ilgili Sünni
müfessirlerin görüşlerinin ne olduğunu belki merak
edenler olabilir. Bu yüzden bunlardan bir kısmına
kısaca değinmekte yarar var:
İmamiyye
(Caferî) müfessirleri dışındaki diğer
müfessirlerin çoğu bu ayet üzerinde fazla durmadan
işi aceleye getirip birkaç kelimede
geçiştirmişlerdir; onların görüşünü iki noktada
özetleyebiliriz:
1- Bu ayet
kıyamet gününü bildirmektedir,[43] kıyamet gününün
bazı özelliklerini açıkladıktan sonra kısaca
yalanlayanların durumunu beyan etmektedir.[44]
2- Bu,
kıyametten sonra vuku bulacak olaylardandır,[45]
bu dirilişten maksat, herkesi kapsayan genel
dirilişten sonra yeniden azap için diriliştir;[46]
yani, dirilişten sonraki diriliştir.
Bunların hiç
birinin bilimsel bir dayanağı yoktur; daha önce
dediğimiz gibi ayetlerin sıralanışı ve
birbirleriyle bağlantısı bu görüşleri
reddetmektedir. Çünkü birinci haşr=dirilişi
kıyamet gününe tefsir etmek Allah Teala hakkında
çelişki oluşturmaktadır; Allah Teala bir yerde, o
gün her ümmetten bir grubu haşrederiz,
buyurmuşken, nasıl başka bir yerde de, kıyamet
günü insanların hepsini haşredeceğiz, buyurabilir?
İbn-i Şehraşub
der ki: Allah Teala'nın kıyamet günü bütün
insanları dirilteceğinde ihtilaf yoktur; belli bir
grubun dirilişi ise kıyametten başka bir gün
olacaktır.[47]
Allame
Tabatabaî der ki: Eğer haşirden maksat, azap için
diriliş olsaydı, belirsizlik olmaması için hedefin
de açıklanması gerekirdi. Nitekim, "Allah'ın
düşmanları ateşe sürüldükleri gün toplanıp bir
araya getirilirler. Nihayet oraya
vardıklarında..."[48] ayetinde hedef
belirtilmiştir. Oysa bu ayetten sonra da kınama ve
ayırma hükmü vardır ve azaptan bahsedilmemektedir;
gördüğünüz gibi ayet mutlaktır ve söylenen bu özel
haşrın kastedildiğine hiçbir işaret yoktur. Ve
azaba veya ateşe veya başka bir şeye vardıklarında
şeklinde buyurmayıp, "Nihayet oraya vardıklarında"
şeklindeki sonraki ayet bu mutlak ifadeyi daha da
genişletmektedir.
Yine bu ayet
(O gün her ümmetten ayetlerimizi yalanlayanlardan
bir cemaat haşrederiz) ve bundan sonraki iki
ayetin, kıyametten önce vuku bulacak nişanelerden
olan, yeryüzünde Dabbe'nin çıkışı kıssasından
sonra ve "Sûr'a üfürüldüğü gün" ayetinden başlayıp
kıyamet gününün olaylarını tavsif eden diğer
ayetlerden önce yer alması da bu ayetten maksadın,
kıyamet günündeki dirilişin olmadığını
desteklemektedir. Kıyamet gününün olaylarından
birisinin, kıyametten önce vuku bulacak olaylardan
önce zikredilmesi anlamsızdır. Eğer her ümmetten
bir grubun dirilişi kıyamet gününün olaylarından
olsaydı, olaylar sırayla vuku bulacağı için, Sûr'a
üfürülüş ve insanların boyun bükerek Allah'a
gelişinden sonra zikredilmesi gerekirdi.
İşte bu
nedenle bu ayeti kıyamette diriliş olarak tefsir
eden bazı müfessirler de durumu fark ederek şöyle
demişlerdir: "Bu olayın (bir grubun dirilişi),
Sûr'a üfürülüşten ve kıyametten önce zikredilişi,
bunların her birinin tek başına çok önemli konular
olduğundan her birinin ayrı ayrı incelenmesi ve
durumlarının ayrı ayrı zikredilmesi gerektiğini
vurgulamak içindir; ancak eğer sıra gözetilecek
olsaydı okuyucu bu ikisinin bir olay olduğunu
sanabilirdi."
Fakat
okuyucularımız, kesinlikle ikna edici olmayan bu
izahın ne kadar uydurma olduğunun farkındadırlar.
Eğer maksat bu olsaydı, bu müfessirin tasarladığı
bu tevehhümü önlemek için başka bir yöntem
izlenmesi gerekirdi; bu ayet, Sûr'a üfürülüş
ayetinden sonra zikredilerek, bundan daha önemli
olan ayetteki dirilişin, kıyamet günü dirilişi
dışında olduğu tevehhümüne yer verilmemesi daha
uygun olurdu.
İşte buradan
da bu ayetin, her ümmetten bir grubun dirilişinin,
kıyametten önce olacağını vurguladığı
anlaşılıyor.[49]
Kıyamet
gününün dirilişinden sonra özel dirilişin
olacağını savunanlara gelince, kıyamet gününün bir
ve tek olduğunu vurgulayan ayet ve hadisler
karşısında hiçbir dayanağı olmayan bu görüş
gerçekten çok ilginçtir.
7) Rec’at
ve tenasuh arasında bir fark var mı?
Cevap:
Bazıları rec’at konusunu batıl bir inanış olan
tenasuh (reenkarnasyon) iddiasıyla karıştırmış
veya kasıtlı olarak öyle göstermeye çalışmıştır.
Oysaki bunu iddia edenler azıcık akıllarını
çalıştırıp, bir zerre insaf gösterselerdi bu
ikisinin birbiriyle hiçbir alakasının olmadığını
açık bir şekilde görürlerdi. Tenasuhun batıl
olduğunu mutlak bir şekilde kabul edenler (ki
Şia’ya bu eleştiriyi yöneltenler de dahil bütün
Müslümanlar böyle olduğuna inanıyorlar), geçmiş
ümmetlerde gerçekleşen rec’atleri de aynı
kategoride değerlendirmeleri gerekir. Oysa hiç
kimse böyle bir iddiada bulunmamıştır. Doğru olan
da budur zaten; zira tenasuha inananlar, bir ruhun
farklı farklı bedenlerde Kıyamete kadar tekrar
tekrar bu dünyaya geleceğini iddia etmektedirler.
Oysa rec’at bir kimsenin kendi bedeniyle bir
defalığına İlahi bir hikmet gereği yeniden
dirilişidir; tıpkı Kıyamet günündeki diriliş
gibi..
8) Acaba
rec’at olayı bütün insanları mı kapsamaktadır,
yoksa özel birilerini mi?
Cevap:
Yukarıda zikrettiğimiz Neml Suresinin 83.
ayetinden ve birçok hadisten de istifade edildiği
gibi rec’at her kes için değil, belli kimseler söz
konusudur. Yukarıda ki ayette “Ayetlerimizi
yalanlayan her topluluktan bir grubu haşredeceğiz”
buyurmaktadır. Bu husus hadislerde daha açık ve
net olarak beyan edilmiştir. Evet Ehlibeyt
kanalıyla rivayet edilen müstefiz hadislerin
tamamından rec’at=dönüş yapacakların mümin ve
kafirlerden iki gurup olduğu anlaşılmaktadır.
Örneğin İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet
edilir: "Rec’at genel kapsamlı değildir; rec’at
özel bir haşirdir; ancak imanlarında halis
olanlarla şirklerinde halis olanlar rec’at
edeceklerdir."[50] Bu iki grubun dışındakiler
kıyamete kadar rec’at etmeyeceklerdir.
İnşallah bu
bölümün kapasitesi gereğince bu konuda bu kadar
bir açıklama yeterli olur. Allah izin verirse bu
konu hakkında yakında
www.ehlibeyt-nuru.com sitesinde daha geniş bir
çalışma ziyaretçilerin istifadesine sunulacaktır.
Arzu edenler oraya da müracaat edebilirler.
--------------------------------------------------------------------------------
KAYNAKLAR:
[1] - Ikd'ud
Durer, s.192, Kum-Dar'un Nesaih basımı.
[2] -
Bunlardan bazılarını Fazl b. Şazan'ın
"İhticac"ının beşinci bölümünde bulabilirsiniz.
[3] - Hatib,
Tarih-u Bağdad'ında c.10, s.89'da onun hayatını
kaydetmiştir.
[4] -
Delail-un Nubuvvet -Ebu Nuaym-, s.223. Hasais-ul
Kubra -Siyuti-, c.2, s.110-114.
[5] - İ'lam-un
Nubuvvet -Maverdi-, s.141. Şifa, c.1, s.614.
[6] - el-Gâdir
-Emini-, c.11, s.103, el-İstiyab, c.1, s.192'den
naklen. el-Bidayet-u ve'n Nihaye, c.6, s.156 ve
s.158. er-Ravd-ul Unuf, c.2, s.37. el-İsabe, c.1,
s.565 ve c.2, s.24. Tehzib-ut Tehzib, c.3, s.410.
el-Hasais-ul Kubra, c.2, s.85. Şerh-uş Şifâ
-Haffaci-, c.3, s.105 ve 108.
[7] - el-Gâdir
-Emini-, c.11, s.113 el-Bidaye-tu ve'n Nihaye,
c.6, s.158'den naklen. er-Revd-ul Unuf, c.2, s.370
ve Sıfat-us Safve, c.3, s.19.
[8] - el-Gâdir
-Emini-, c.11, s.105 el-Bidaye-tu ve'n Nihaye,
c.6, s.158'den naklen.
[9] - el-Gâdir
-Emini-, c.11, s.119, Sıfat-us Safve, c.2,
s.19.'dan naklen. Tabakat-u Şe'rani, c.1, s.37.
Tarih-u İbn-i Asakir, c.5, s.298.
[10] -
el-Gâdir -Emini-, c.11, s.167, Muntezam, c.10,
s.90'dan naklen. el-Bidayet-u ve'n Nihaye, c.12,
s.217.
[11] -
el-Gâdir -Emini-, c.11, s.106, el-Bidayet-u ve'n
Nihaye, c.6, s.153 ve 292'den naklen ve el-İsabe,
c.2, s.169.
[12] -
el-Gâdir -Emini-, c.11, s.187, Ravzet-un Nazirin
-İmam Ziyauddin-i Vitri-, s.112'den naklen.
[13] -
el-Gâdir -Emini-, c.11, s.135, Vefeyat-ul A'yan,
c.2, s.461'den naklen. Mirat-ul Cinan, c.1, s.351.
Tehzib-ut Tehzib, c.11, s.389. Şuzurat-uz Zeheb,
c.1, s.259.
[14] - Nur-us
Safir an Ahbar-il Karn-il Aşir, s.84. Bkz.
el-Gâdir, c.11, s.190 ve Şuzurat-uz Zeheb, s.8,
s.63.
[15] - Bakara,
243.
[16] -
Kuleyni'nin "Kafi" adlı kitabındaki rivayette,
c.8, s.170/237'de İmam Bâkır'dan ve Suyuti'nin
Sudey'den ve onun da Ebu Malik ve diğerlerinden
rivayetinde onun isminin "Hizkil" olduğu geçer.
[17] -
el-İ'tikadat -Şeyh Saduk-, s.60, "Mu'temer-uz
Zikr'el Elfiyye li Şeyh Mufid" basımı; Dürr'ül
Mensur -Suyuti-, c.1, s.741-743; Beyrut-Dar'ul
Fikr basımı.
[18] - Ayyaşi
Tefsiri, c.1, s.130/433, Tahran-Mektebet-ul
İlmiyye basımı.
[19] - Bakara,
259.
[20] -
Tabersi'nin Mecma-ul Beyan'ı, c.2, s.639,
Beyrut-Dar'ul Marifet basımı.
[21] - Ayyaşi
Tefsiri, c.1, s.141/468; Tahran-Mektebet'ul
İlmiyye basımı.
[22] - Bakara,
55-56.
[23] -
el-İ'tikadat -Şeyh Saduk- s.61.
[24] - A'raf,
155.
[25] - Maide,
110.
[26] - Al-i
İmran, 49.
[27] - Kafi,
c.8, s.237/532; Ayyaşi tefsiri, c.1, s.174/51.
[28] - Kehf,
25.
[29] - Kehf,
18.
[30] - Yasin,
51-52.
[31] - Bkz.
El-İ'tikadat -Şeyh Saduk-, s.62.
[32] - Ikd'ud
Durer, s.192, Kum-Dar'un Nesaih basımı.
[33] - Bakara,
73. Ve bkz. Kısas-ul Enbiya -Sa'lebi-, s.204-207,
Beyrut-Mektebet-us Sekafiyye basımı.
[34] - Bakara,
260.
[35] - Bkz.
Kummi tefsiri, c.1, s.91; Ayyaşi tefsiri, c.1,
s.142/469.
[36] - "Karn",
başın üst kısmına veya iki yanlarına dendiği gibi
diğer anlamlara da gelir.
[37] - Taberi
tefsiri, c.16, s.8, Beyrut-Dar-ul Marifet basımı.
[38] - Tabersi
tefsiri, c.6, s.756, Beyrut-Dar-ul Marifet basımı.
[39] - Kummi
tefsiri, c.2, s.40.
[40] - Tabersi
tefsiri, c.7, s.94; Taberi tefsiri, c.17, s.58;
Sa'lebi'nin Kısas-ul Enbiya'sı, s.144. Bu ayet
Enbiya suresinin 84. ayetidir.
[41] - Enbiya,
105.
[42] - Tevbe,
24.
[43] - İbn-i
Kesir tefsiri, c.3, s.388 ve Beyzavi tefsiri, c.2,
s.183.
[44] - Ruh-ul
Beyan, c., 20, s.26.
[45] - Razi
tefsiri, c.24, s.218.
[46] - Ruh-ul
Beyan tefsiri, -Berusevi-, c.6, s.373.
[47] -
Müteşabih-ul Kur'an, c.2, s.97.
[48] -
Fussilet, 19.
[49] -
el-Mizan tefsiri -Tabatabai-, c.15, s.397.
[50] -
Muhtesar-u Besair-id Deracat -Hasan b. Süleyman-,
s.34. Bihar-ul Envar, c.53, s.39/1.
|