Advertisement

KEVSER YAYINCILIK

  Ana Sayfa / Soru ve Cevaplar

 

Bugün :  

Sık Kullanılanlara Ekle

 

Başlangıç Sayfası Yapın

 
 

Bismillahirrahmanirrahim

 Soru - 286

Soru 1- Ehlibeyt mektebine göre 'usul-i din'in kaynakları nelerdir?

Cevap: 'Usul-i din'in kaynakları akıl, kitap ve kat'i (mütevatir) sünnettir. Bunlar aslında birbirini tamamlar niteliktedir. Çünkü Allah'ın varlığı ve bazı sıfatları, risalet ve nübüvvetin aslı ve gerekliliği akli delillerle ispatlanmadan kitap ve sünnet delil olamaz. Olsa olsa taklidi bir delil olur. Örneğin Kur'an'ın hakkaniyeti bir kimseye ispat olmadan, Kur'an'dan kendisine delil getirilmesi abes olur. Risalet müessesenin zarureti sabit olmadan, Peygamber'in sözlerini delil olarak göstermek de aynı. Bunun da alternatifsiz yolu akli delillerdir. Elbette temel konular akli delillerle sabit olduktan sonra diğer konularda ve bir takım detaylarda nakli delillere de başvurabiliriz. Gerçi Kur'an ve sünette de bahsettiğim konularda deliller zikredilmiştir, ama bunlar aklı teyid için verilmiştir. Nitekim bunların çoğunda delilden sonra insanlar akletmeğe ve tefekkür etmeye davet ve teşvik edilmişlerdir ki bunun örneklerine Kur'an ayetlerinde sık sık rastlamaktayız. 

 

Soru 2- Mektebin, sünnet ve hadis tanımlaması nedir? Bu iki terim birbirinden farklı mıdır?

Cevap: Sünnet hadisten daha kapsamlı bir tabirdir. Yani hadis, Resulullah'ın (s.a.a) sözlerinden ibarettir. Ama sünnet sözlerle birlikte Allah Resulü'nün fiilleri ve takrirlerini de kapsamaktadır.

 

Soru: 3- Eğer ki bu ikisi kaynak olarak zikredilebilirse, bunu 'Kitap' tan delillerle ispatlayabilir misiniz?

Cevap: Ehl-i Beyt Mektebi'ne göre Allah Resulü (s.a.a)'in Müslümanlar için düstur niteliği taşıyan bütün emir ve nehiyleri, bir başka deyişle "Sünnet-i Nebevî" tümüyle vahiydir veya vahiyden istifade edilmiştir. Bu yüzden onda içtihad, re'y, kıyas, istihsan gibi şeylerin yeri yoktur. Birçok hadisten istifade edildiği üzere Resul-i Ekrem (s.a.a), hakkında vahiy nazil olmayan bir konuda kendisine bir şey sorulduğu zaman cevap vermez ve vahyin inmesini beklerdi. Dolayısıyla onun bu manadaki sünneti tabi ki kaynak ve şer'i delildir. 

Nitekim Kur'ân'ı Kerim de herhangi bir istisna koymadan: "O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz; O (söyledikleri) ancak vahy olunan bir vahiydir." (Necm / 3-4) buyurmaktadır. Veya bir başka ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: "De ki "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da (Allah bildirmeden) bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben ancak bana vahy edilene uyarım..." (Enam / 50)

Yunus Sûresi, 15. ayet de aynı muhtevayı ifade etmektedir. Aynı gerçeği Hak Teala bir başka ayetinde şu cümlelerle açıklıyor: "Şüphesiz biz sana kitabı hak olarak indirdik ki, Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin..." (Nisa / 105)

Bütün bu ayetlerden Allah Resulü'nün verdiği bütün hükümlerin, birer ilahi vahiy olduğunu ve onun kendi indinden herhangi bir emir veya nehiyde ve şer'i bir açıklamada bulunmadığı apaçık ortadadır. Zaten böyle olsaydı, Allah-u Teala mutlak bir şekilde Resulüne itaat etmeyi ümmete muhtelif ayetlerinde farz kılar mıydı? (6) Veya yine hiçbir kayıt koymadan:"...Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan sakınıp-korkun..." (Haşr / 7) buyurur muydu? Yahut: "Ey iman edenler; Allah'a itaat edin; Peygamber'e itaat edin; ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve Resulüne döndürün şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız..." (Nisa / 59) ayetinde ise Peygambere itaatin Allah'a itaat olduğunu, Müslümanların ihtilaflarda ve sorunlardaki başvurmaları gereken merci olduğunu bildirir miydi? Ve bilahare Allah'a ve ahiret gününe gerçek imanın baş şartının Allah'a ve Resulüne itaat edip, onu dinin baş vurulacak gerçek mercii olarak tanıtır mıydı?!

Eğer Peygamber müçtehid olsaydı bir müçtehidin diğer bir müçtehide muhalefet etmesi caiz olduğu için Peygambere de muhalefet caiz olsaydı o zaman Allah aşkına bu ayeti nereye koyacaktınız?: " Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman , mû'min olan bir erkek ve mû'min olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık sapıklıkla sapıtmıştır." (Ahzap /36)

Zannedersem bu kadarı Kur'ân'dan yeterlidir. Sünnetten de bir iki örnek vererek bu konuyu noktalamak istiyoruz: İbn-i Amr b.el-As'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Ben Peygamber'den (s.a.a) duyduğum her şeyi yazardım. Ancak Kureyş beni bundan alıkoydu. Dediler ki: 'Sen Resulullah'ın her söylediğini yazıyorsun. Allah Resulü (s.a.a) de bir insandır; kızgınlık halinde de hoşnutluk halinde de konuşabilir. (Bu yüzden hata da yapabilir!)"

Ondan sonra yazmaktan vazgeçtim bunu Allah Resulü (s.a.a)'e anlatınca, mübarek parmağıyla ağzını gösterdi ve şöyle buyurdu: "Yaz! Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bundan (ağzımdan) haktan başka bir şey çıkmaz." (7)

Resulullah (s.a.a), bir ganimet paylaştırmasına itiraz eden bazı Müslümanlara şöyle buyurdu: "Ben size bir şey verdiğimde veya bir şeyden sizi mahrum bıraktığımda bir haznedarım ben; ancak emredildiğim şekilde hareket ederim." (8)

Evet, gördüğünüz gibi: "Allah Resulü bir beşerdir; neticede O da hata yapabilir..." diyenler bizzat Allah Resulünün zamanında dahi eksik değillerdi; ancak gördüğünüz gibi Allah Resulü nasıl hem de yemin ederek onlara gereken cevabı veriyor. Resulü'nden önce Allah'ın kendisi onların cevabını Kur'ân-ı Kerim'de vermiş, ama gören kim! Aynen, Kur'ân'daki: "Namaza yaklaşmayın...." cümlesini görüp de "Sarhoş olduğunuz halde" cümlesini görmeyen veya görmek istemeyen kimsenin misali. Allah Resulü'nün masumiyetinden bahsedildiği zaman hemen "Ya O da bir beşer değil mi?" cümlesine asılıp, Kur'ân'da bu cümlenin ardından gelen ve :"Bana vahy ediliyor..." (Kehf / 110) cümlesini görmeyenler zaten bütün hatayı da bu noktada yapıyorlar. Her şey işte "Bana vahy ediliyor" gerçeğinin altında yatıyor. Zaten böyle olmasaydı Allah-u Teala Resulü'nü insanlara örnek olarak tanıtır mıydı? Öyle bir örnek ki, bütün sözleri, fiilleri ve teyitleriyle insanlara bir ilahi hüccet niteliği taşıyor:

"Hiç şüphesiz sizin için Allah'ın Resulünde güzel bir örnek vardır..." (Ahzap / 21)

 

Soru 4- Bu kaynakların bize sağlıklı bir kanalla ulaşması mümkün müdür?

Cevap: Resulullah'ın (s.a.a) sünneti olarak bize ulaşan veriler iki kısımdır: Bir kısmı 'haber-i ahad' denilenlerdir ki bunların zayıf olan kısımlarının hiçbir itibarı yoktur.  Bir kısmı ise sahih haberlerdir. Bunlar ise, itikadi konularda delil sayılmaz, sadece teyid olarak istifade edilebilir. Çünkü itikadi konularda yakin şarttır ve haberi ahadın senedi sahih bile olsa yakini doğurmaz. Çünkü ravilerin hata yapma ihtimalleri de olabilir vs. Ama fıkhi konularda delil olarak da istifade edilebilir. Çünkü orada yakin şart değildir. Zannı galip de hüccettir. Bu açıklamayla sorunuz da cevabını bulmuş oluyor. Zira haberi vahidin sağlıklı ulaşmama ihtimali olduğu için zaten itikadi konularda delil sayılmaz. Mütevatir habere gelince zaten yakin verici olmazsa, adına mütevatir denmez. Zira mütevatirin anlamı şudur ki bir haber çeşitli zaman ve mekânlarda bulunan ve birbirleriyle bir araya gelip hadisi uydurmak için plan yapma imkan ve ihtimali olmayan muhtelif raviler silsilesi tarafından insanda şüpheye mahal bırakmayacak yoğunlukta nakledilmesidir. Hepsinin top yekûn hata yapmaları da itina edilecek bir ihtimal değildir. Bu da sünneti ihtiva eden o haberin doğruluğunun garantisidir.

 

5- 'Kitab'ın korunmuşluğu Allah' a ait iken, sünnet ya da hadisin korunmuşluğunu ne ile ispat edebilirsiniz? Acaba bunu ispat illa da Kur'an yoluyla mı olmalıdır?

Cevap: Evvela Sünnet'in korunmuşluğu diye bir şey söz konusu değildir. Yani tümden böyle bir garanti yoktur. Ama bahsettiğimiz mütevatir sünnetin bize hüccet ve delil oluşunun başlıca delili, Kur'an'dan önce aklın hükmüdür. Kur'an'dan delillerini ise yukarıda zikretmiştik. Söz konusu deliller, Resulullah'ın din adına verdiği bütün direktiflerinin (ister Kur'anî isterse gayri Kur'anî) hüccet ve bağlayıcı olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Resulullah'ın mezkûr niteliği taşıyan sünnetini itibarsız olarak görürsek, o zaman bu ayetler hükmünü kaybeder.  

 

6- Allah itikadımız ile ilgili konuları 'Kitab'ında eksik mi bırakmıştır ki hadis ya da sünnete veyahut bu konuda başka kaynaklara başvurma gereği duyalım?

Cevap: Bu sorunun cevabını da aslında yukarıdaki açıklamalarımızdan almış olmalısınız. Dediğimiz gibi itikadi konuların aslı ve temelleri, Kur'an'dan önce akli delillerle sabittir. Ancak aslının ispatından sonra Kur'an'da bunları teyid niteliğinde veya detaylar hakkında Kur'an ve sünnette bilgiler verilmiştir. Ahkâmda olduğu gibi itikadi konularda da bu detayların bir kısmının Peygamber'in diliyle açıklanmasının ne sakıncası olabilir? Örneğin itikadi bir konu olan ahiret inancının aslının ve zaruretinin aklen ispatından sonra,  öbür dünya hakkındaki bir takım detay bilgilerin muhbiri sadık olan Peygamber vasıtasıyla (yine gayri Kur'anî vahiyle bilgilendikten sonra) insanlara aktarılmasından daha doğal ne olabilir? Allah-u Teala hikmeti gereği ameli konularda olduğu gibi, itikadi konuların bir takım detaylarının da Resulü'nün diliyle açıklanmasını maslahat görmüştür. Elbette bunlar detaylar olduğu için, kesin ve mütevatir olarak sabit olanlarına inanırız, olmayanları hakkında ise en azından susarız.

Belki bu kaygının sebebi şudur ki eğer biz Kur'an'dakilerle yetinirsek, Müslümanlar arasındaki ihtilaflar ortadan kalkmış olur. Fakat sizin de bilmeniz gerekir ki bu yeterli bir gerekçe değildir. Zira hadisleri göz ardı ettiğimizde dahi bu ihtilafların birçoğu aynen devam edecektir. Çünkü itikadi konuları ihtiva eden nice ayetler vardır ki bunların tefsirinde akıl almaz ihtilaflar meydana gelmiştir ve her kes de ayetlerden kedi anladığının doğru olduğunu iddia etmektedir. Örneğin insanların amellerinde mecbur olduğunu iddia eden cebriler de düşüncelerini güya bazı ayetlerin zahirine dayandırmaktadırlar, hür iradeye sahip olduğunu söyleyenler de. Kaza ve kaderi ispat edenler de, inkâr edenler de. Allah-u Teala'nın Kıyamet'te mu'minlerce görüleceğini iddia edenler de, görülmesinin mümkün olmadığını söyleyenler de! Şefaati inkâr edenler de, ispat edenler de. Tevessülün meşru olduğunu söyleyenler de, şirk olduğunu söyleyenler de vs. Buna onlarca örnek sıralamak mümkündür. 

İşte bütün bunlardan da anlaşılıyor ki burada en önemli mesele, bizi Peygamber'in sahih sünnetine götürecek, hatta Kur'an ayetlerinin de sahih tefsirine ulaştıracak Kur'an ve Resul referanslı sağlam ve şaibesiz kanal ve kaynakların tespitidir ki ayrı bir tartışma konusudur ve biz bunun Allah Resulü'nün Ehlibeyt'i olduğuna inanıyoruz ki şimdi bu konuya girersek uzun sürer… Allah'a emanet olun.

 

 

 

 
Site içi Arama


 

 

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız |
Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  Îletişim için |

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de  'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM