Bismillahirrahmanirrahim
Soru-270:
Sizden bana bir konuda yardýmcý olmanýzý rica ediyorum. Tevbe
suresi 100. ayetle ilgili bir soruyla karþýlaþtým. “Tevbe/100-
Muhacirlerin ve Ensar'ýn ilk öncüleri ile iyilikte onlara tam
uyanlardan Allah hoþnut olduðu gibi onlar da Allah'tan hoþnut
olmuþlardýr. Allah onlara altlarýndan nehirler akan ve
içlerinde ebedi olarak kalacaklarý cennetler hazýrlamýþtýr.
Ýþte büyük kurtuluþ, büyük baþarý budur.” Ayetin öncesinde ve
sonrasýnda belirleyici ayetler yok. Elimdeki kitaplarda da bu
konuyla ilgili bir þey bulamadým. Bu ayeti indiren Allah’ýn
sahabenin sonradan sapýtacaðýndan haberi yok muydu diyorlar.
Bu ayeti delil göstererek sahabeye uymanýn gerekli olduðunu
söylüyorlar. Fetih suresi 18. ayeti de zikrettiler ama az da
olsa onunla ilgili bir þeyler bulabildim. Mutlaka bu soruyla
daha önce karþýlaþmýþ olduðunuzu düþünerek daha fazla
ayrýntýya girmeyeceðim. Cevabýnýzý bekliyorum. Saygýlarýmla.
Cevap-270:
Muhterem kardeşim, bir ayeti yorumlarken bir taraftan ayette
bulunan karineler dikkate alınmalı, diğer taraftan yapılan
yorumun kesin kabullere ve akli ölçülere ters düşmemesine
dikkat edilmelidir. Ehlisünnet ön kabulleri olan "Sahabenin
hepsinin istisnasız adil olduğu" görüşüne gerçi bazı ayetleri
de delil olarak göstermektedirler. Ama maalesef bu ayetleri
yorumlarken hem ayetteki bazı karineleri görmezden geliyorlar,
hem de bunların bir çok kesin kabullere ve akli ölçülere ters
düştüğüne dikkat etmiyorlar. Mesela delil olarak gösterdikleri
ayetlerden birisi sizin de değindiğiniz Rıdvân biatiyle ilgili
Fetih Suresi'nin 18. ayetidir. Ayetin metni şöyledir:
"Andolsun
o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, müminlerden razı
olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara güven indirmiş ve
onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır." (Fetih,
18)
Onlar, bu ayete
dayanarak ağaç altında Allah Resulü'yle biat eden her kesin
Hakk'ın rızasına mahzar olduklarını iddia etmektedirler. Oysa
eğer dikkat edilirse, ayetin içindeki "mu'min" kavramı bunu
yeteri kadar açıklamaktadır. Evet biz de gerçek anlamda mu'min
olan ve bu imanlarını sonuna kadar devam ettiren sahabeden
razı olduğunu kabul ediyoruz. Aksi de düşünülemez zaten. Ancak
orada bulunup, hatta zahirde biat bile eden, ama batında bu
sıfata (iman) sahip olmayan kimseleri kapsaması ne şer'an ve
ne de alken mümkün değildir. Tarihler bize nifakları hemen
herkes tarafından bilinen Abdullah İbn-i Ubeyy gibi bazıları
da oradaydı ve zahirde biat bile ettiler! Oysa hiçbir insaf ve
iz'an sahibi olan, onların ayette zikredilen razı olunanlardan
olduğunu söyleyemez.
Tevbe suresinin
100. ayetinde de durum farklı değildir. Önce ayetin metnini
görelim:
"Muhacir ve
Ensar'dan İslâm'a ilk önce girenlerin başta gelenleri ve iyi
amellerle onlara tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı
oldu, onlar da Allah'dan razı oldular ve onlara, altlarında
ırmaklar akan cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedi
kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur." (Tevbe,
100)
Yine bu ayetin
zahirine dayanarak ve maalesef ayetteki karineleri, kesin
kabulleri ve akli ölçüleri dikkate almadan sahabenin hepsinin
adil ve cennetlik olduğuna hükmetmişlerdir.
Örneğin
Muhammed b. Ka'b-i Karzî'ye "Resulullah'ın ashabı hakkında ne
düşünüyorsunuz?" diye sorulduğunda, "Resulullah'ın ashabının
hepsi istisnasız cennetliktir; ister iyilik ehli olmuş
olsunlar, isterse kötülük!!" diye cevap vermiştir. "Peki neye
dayanarak bunu söylüyorsunuz?" denildiğinde de söz konusu
ayeti (Tevbe, 100) delil olarak göstermiş ve şartsız bir
şekilde Sahabe'den razı olduğunu beyan etmiştir. Oysa
devamında tabiîlerden bahsederken yanına şart koşmuş ve
"İyilikle (veya iyi bir şekilde) onlara tâbi olanlar.."
tabirini kullanmıştır. Yani sahabeye tabii olanlar ancak, iyi
amellerle onlara tabi olur veya iyi bir şekilde onara tabi
olurlarsa, Allah'ın rızasına mazhar olabilirler!"
(El-Menar ve
Fahr-i Râzî Tefsirleri, Tevbe Suresi'nin100. ayetinin
tefsirinde)
Bu muhteremler,
bu sözü söylerken neden bu sözün sonunun nereye varacağını
oturup düşünmezler? Bunu anlamak mümkün değil. Lütfen bir
düşünün Allah-u Teala başkalarını ancak, sahabeye iyi bir
şeklide uyduklarında veya iyi amellerle uyduklarında Allah'ın
rızasını kazanacaklarını söylüyor. Şimdi düşünün bir sahabi
Muhammed b. Ka'b'ın tabiriyle kötülük ehli olacak, ondan sonra
da ona birisi iyi bir şekilde uyacak? Bu nasıl mümkün
olabilir?! Bir kimsenin kötülüğüne uymayı "iyilikle" nasıl
vasıflandırabiliriz? Bu mümkün mü? Bunu bizim nakıs aklımız
çelişki olarak görebiliyor da (haşa) Allah-u Teala göremiyor
mu? Oysa kendisi kitabında açık bir şekilde ".. Allah kötülüğü
emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi
söylüyorsunuz?" (A'raf, 28) buyuruyor.
Yine Nahl
Suresi'nde buyuruyor ki: "Şüphesiz ki Allah, size adaleti,
iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayasızlıktan,
fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size
böyle öğüt verir." (Nahl, 90)
Şimdi iyiliği
emredip kötülükten sakındıran ve asla kötülüğe emretmediğini
belirten Allah (c.c), nasıl olur da dönüp sahabe kötülük ehli
bile olsa, onlara tabi olmayı iyilik olarak nitelendirebilir?
Tabi olanlarda, iyiliklerde tabi olmayı veya iyilikle tabi
olmayı rızasına şart koşan Allah, bil-evla tabi olunan ve
örnek olanda iyiliği şart bilir. Ancak bu aklen ve mantıken
açık oluğu için bunu açıklamaya gerek yoktur. Örneğin Allah-u
Teala anne-baba hakkında şöyle buyuruyor:
"Rabbin kesin
olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibadet edin, anne ve
babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında
yaşlanırsa, sakın onlara "öf" deme ve onları azarlama. İkisine
de tatlı ve güzel söz söyle." (İsrâ, 23)
Ayet-i Kerime'de
"anne-babaya "öf" demeyin" buyurduğu için, birisi kalkıp da
anne-babasını dövüp söver ve "Kur'an "öf" demeyin demiştir.
Dövme ve sövme diye bir açıklama ve kayıt yoktur. Dolayısıyla
benim bir suçum yoktur" diyebilir mi? Her akıllı insan şunu
anlar ki bir "öf" demek yasaklanıyorsa, ondan çok daha önemli
olan dövmek sövmek gibi şeyler haydi haydi yasak olur. Bunun
ismine fıkıhta "tarik-i evleviyet" denir.
Yukarıdaki
ayette de benzer bir durum söz konusudur. Yani uyan ve tabi
olan kimsede "iyilik" şart koşuluyorsa, uyulan kimde de bunun
şart olması daha evla ve daha önemlidir. Öte yandan Resulü'ne
dahi İlahi hükümlerde hiçbir ayrıcalık tanımayan ve "O, bize
isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı * Elbette biz onu
bundan dolayı kuvvetle yakalardık. * Sonra da onun şah
damarını koparırdık! * O vakit sizden hiçbiriniz ona siper de
olamazdınız!" (Hâkka, 44 ila 47) buyuran Allah her şeye rağmen
başkalarına böyle bir ayrıcalığı nasıl tanıyabilir?! "Allah
indinde sizin en üstününüz, en takvalı olanınızdır." (Hucurât,
13) buyuran Allah böyle haksız ve yersiz bir ayrıcalığı
sahabeye nasıl tanıyabilir? Esasen böyle bir ayrıcalığı
birilerine tanımak, açık bir şekilde onları günah ve yanlışa
teşvik değil de nedir?! "Siz ne yaparsanız yapın, ben yine de
sizden razıyım" demek değil mi?" Bu ise yüzlerce Kur'an
ayetine ters düşmüyor mu? Allah-u Teala neden ve niçin bazı
kullarına bu ayrıcalığı tanısın? Bu o âdil Rabb'ın adaletine
açık bir şekilde ters düşmüyor mu?..
Burada konumuza
ışık tutacak bir olayı bizzat Kur'an ayetlerine dayanarak
anlatmakta fayda görüyorum. Bakın A'raf Suresi'nde Önce
Allah'ın kendisine ayetler, (ilim ve irfan) verdiği birisinden
bahsediyor ki daha sonra bu ilahi lütfün kadrini bilmediği
için, Şeytan'a kul olmuş ve önceden sahip olduğu her şeyi
kaybedip kötü bir akibete düçar olmuştur. Olay kısaca şöyledir
ki: Tarihlerin de yazdığına göre Bel'âm Bâurâ isminde birisi
Hz. Musa (a.s)'ın zamanında yaşıyordu ki aynı zamanda Hz.
Musa'nın akrabası ve talebesi de oluyordu. Bu adam Hz.
Musa'nın elinde yetişip bir çok İlahi ayet ve ilme sahip olmuş
ve manevi açıdan öyle bir makama ulaşmıştı ki müstecab-üd dave
(duası kabul olan) birisi haline gelmişti! Hatta bazen Hz.
Musa'nın temsilcisi olarak bazı yerlere tebliğe gidiyordu! Ama
maalesef daha sonra Firavun'un vaatlerine kanarak nefsine uyup
önceden sahip olduğu bütün makam ve derecelerini kaybetmiştir.
Öyle ki artık (mealini vereceğimiz ayette de görüldüğü üzere)
Allah-u Teala ondan bir köpek olarak bahsetmektedir! İlginçtir
ki Allah-u Teala ısrarla Resulü'ne bu kıssayı bir ibret olsun
diye ümmetine anlatmayı emretmektedir!
Söz konusu
ayetlerim meali şöyledir:
"Onlara,
kendisine âyetlerimizi sunduğumuz o adamın kıssasını da anlat;
âyetlerden sıyrılıp çıktı, derken onu şeytan arkasına taktı,
en sonunda da helak olanlardan oldu. * Ve eğer dileseydik onu
o âyetlerle yüceltirdik, fakat o yere (dünyevî ve nefsânî
şeylere) saplandı kaldı ve kendi keyfinin ardına düştü. Artık
onun ibret verici hali o köpeğin haline benzer ki, üzerine
varsan da dilini uzatır solur, bıraksan da solur. İşte bu,
âyetlerimizi inkâr eden kavmin misalidir. Bu kıssayı iyice
anlat, belki biraz düşünürler." (A'raf, 175-176)
Demek ki bir
insanın bir zaman iyi olması, onun sonuna kadar öyle
kalacağına delil olamaz. İnsan son nefesini alıncaya kadar
imtihana tabidir. Önemli olan insanın iyi halini sonuna kadar
devam ettirebilmesidir. Bir büyük alimin tabiriyle mu'min
olmak önemli değil, mu'min kalabilmek önemlidir. Kur'an bazı
ayetlerinde açık bir şekilde önce iman edip sonra kafir olan
bazılarından bahsetmektedir. Bu ayetler sahabe zamanında
indiğine göre demek ki bazıları iman ettikten sonra bu
imanlarını kaybetmişlerdir:
"Şüphesiz
imanlarının arkasından küfreden, sonra da küfrünü artırmış
olanların tevbeleri asla kabul olunmaz. İşte onlar sapıkların
ta kendileridir." (Âl-i İmrân, 90)
"İman edip sonra
kafir olan (inkâr eden), sonra iman edip tekrar inkâr eden,
sonra da inkârlarında ileri gidenleri Allah ne bağışlayacak,
ne de doğru yola eriştirecektir." (Nisâ, 137)
"Yeminlerini
kalkan yapıp (insanları) Allah'ın yolundan çevirdiler. Onların
yaptıkları ne kötüdür! * Bunun sebebi şudur: Onlar inandılar,
sonra kafir oldular (inkar ettiler); bu yüzden kalplerinin
üzeri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar." Münâfikûn, 2-3)
Allah Resulü'nün
zevceleri hem sahabidirler, hem de Peygamber hanımı. Eğer bu
dinde sırf sahabi olmakla birilerine bir ayrıcalık söz konusu
olsaydı, onlar bunu her kesten daha çok hak etmiş olurlardı!
Oysa bakın Kur'an-ı Kerim onlar hakkında ne buyuruyor:
"Ey peygamber!
Hanımlarına şöyle söyle: "Eğer dünya hayatını ve ziynetini
istiyorsanız, haydi gelin, sizi donatayım ve güzellikle
bırakıp salıvereyim. * Yok eğer Allah ve Resulünü ve ahiret
yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki Allah içinizden
güzellik edenlere pek büyük bir ecir hazırlamıştır. * Ey
peygamberin hanımları! sizden her kim bir terbiyesizlik ederse
ona azap iki kat katlanır. Bu Allah'a göre çok kolaydır. *
Yine sizden her kim Allah'a ve Resulü'ne boyun eğer, salih bir
amel işlerse, ona da mükâfatını iki kat veririz. Hem onun için
bol bir rızık hazırlamışızdır. * Ey peygamberin hanımları! Siz
kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva ile
korunacaksanız, konuşurken kırıtmayın da kalbind4e bir
hastalık bulunan kimse tamaha düşmesin. Güzel ve dosdoğru söz
söyleyin." (Ahzâp, 28 ila 32)
Gördüğünüz gibi
Allah-u Teala, değil onlara bir ayrıcalık tanımak, tam tersine
sorumluluklarının başkalarına nazaran bir kat daha ağır
olduğunu (örnek oldukları için), bundan dolayı da hem
sevapları hem de veballerinin başkalarına nazaran bir kat daha
fazla olduğunu vurgulamaktadır. Sünni kardeşlerimiz ise
yaptıkları yanlışların bir kat vebalini dahi vermek bir yana
yaptıklarından sorumlu olmadıklarını söylüyorlar! Ne kadar da
uzaktır bu mantıkları Kur'an'ın mantığından!!
Rabbim hepimize
doğruları görebilmek için basiret ve feraset versin ve onlara
cesaret ve samimiyetle tabi olabilmeyi nasip buyursun. Amin!
|