Bismillahirrahmanirrahim
Soru-253:
Bundan iki
sene önce, yaratýlýþ hakkýnda tefekkür ederken, aklýma bir
soru takýldý. Soru þu idi: 'ALLAH Tabareke ve Teala, insanlarý
yaratmadan önce de çoðunun cehennemlik ve azýnýn cennetlik
olacaðýný, yani çoðunun ebedi azap göreceðini ve azýnýn bu
azaptan kurtulacaðýný biliyordu. ALLAH insaný neden bu
nitelikte yarattý da, çoðunun cennetlik nitelikte yaratmadý?'
ALLAH'IN adalet'inden asla þüphem olmadý ve ne yaptýysa
yerinde olduðuna zerre kadar þüphem yoktur hamd olsun. Ama
aydýnlanmak, mutmain olmak ve sorulduðunda cevap verebilmek
için soruyorum…
Cevap-253:
Allah-u Teala insanı yaratırken onu hür iradesiyle yaratmış,
hem iyilik ve güzelliğin, hem de kötülük ve isyanın yollarını
ve imkanlarını ona göstermiş ve ilham etmiştir. Bu gerçek
Kur'an'ın çeşitli ayetlerinde beyan edilmiştir. Örneğin şu
ayetlerde:
*"Doğrusu biz
insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden (erkek ve
kadın sularından) yarattık da onu işitici, görücü yaptık.
*Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; (bundan sonra o) ya
şükredici olur, yada nankör."
(İnsan, 2-3)
Yine Şems
suresinde şöyle buyurmaktadır:
*"Güneş'e ve
onun parıltısına, *Güneş'in ardından gelen Ay'a, *Güneş'i açıp
ortaya çıkaran gündüze, *Onu örten geceye, *Göğe ve onu bina
edene, *Yere ve onu döşeyene, *Nefse ve onu biçimlendirene,
*Sonra da ona kötülük ve takva kabiliyetini verene yemin olsun
ki, *Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur; *Onu
kirletip gömen de ziyan etmiştir."
(Şems, 1 ila 10)
Görüldüğü gibi
yukarıdaki ayetlerde Allah-u Teala insana yolu (iyiliğin ve
kötülüğün yollarını) gösterdiğini, ama hangisini seçip
seçmemede insanı serbest bıraktığını açık bir şekilde beyan
etmiştir. Yine Şems suresinin ayetlerinde, on bir yeminden
sonra, nefse hem kötülük ve hem de iyilik kabiliyetini ilham
ettiğini beyan etmektedir. Yani bunlar insanın fıtratına
koyulmuştur. Ancak kimse ne kötülüğü seçmede mecburdur, nede
iyiliği. İsterse hür iradesiyle nefsini ıslah edip, eğitip
temizler ve böylece kurtuluş ve saadete erişir. İsterse de onu
kirletir, dürtülerin elinde esir haline getirir ve pisliklerin
içine gömer ve tabii olarak kurtuluş ve saadeti kaçırarak
elindeki bu büyük sermayeyi heba eder. Bu açıklamaların
ışığında sizin yazınızdaki tabirin yanlış olduğu da ortaya
çıkmaktadır. Zira "Neden Allah insanların çoğunluğunu cehennem
nitelikli, azını ise cennet nitelikli yaratmıştır?" hükmü
yanlıştır. Zira yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi
Allah her kese cennetlik olabilme kabiliyet ve imkanı
vermiştir. Ancak bu imkanları kendi hür iradesiyle heba edip
de kendini cehennemlik yapan, insanın bizzat kendisidir.
Elbette
insanların çoğunluğunun öyle olması, Allah-u Teala'nın onları
öyle yarattığı ve buna mecbur oldukları anlamına gelmez.
Çoğunluğu teşkil eden o insanların her birisi de akıl, irade
ve İlahi imkanları kullanıp heba etmeselerdi, hepsi de
azınlığın ulaştığı şeye ulaşabilirlerdi. Bir şeyin mümkün
olduğuna hükmedebilmek için onun sadece bir ferdinin gerçekte
vuku bulması yeterlidir. Eğer mümkün olmasaydı, o bir fert de
tahakkuk etmezdi.
Belki de siz bu
tabiri Kur'an'daki bir ayetin zahirine dayanarak
söylemişsinizdir. Yani A'raf suresinin 179. ayeti:
"Andolsun ki,
cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık.
Onların kalpleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar.
Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır,
fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler.
Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta
kendileridir." (A'raf, 179)
Aşağıda Merhum
Allame Tabatabi'nin eşsiz eseri El-Mizan tefsirinde ayetin
tefsiriyle ilgili açıklamalarını vereceğim. Dikkatle okuyun. O
zaman hem ayetin manasının sizin anladığınız şekilde
olmadığını, hem de ne demek istediğini göreceksiniz. Merhum
Allame ilgili ayetin tefsirinde şöyle yazmaktadır:
“And olsun
ki, biz cinlerden ve insanlardan bir çoğunu cehennem için
yaratmışızdır.”
Ayette
geçen "zere'na" fiilinin kökü olan "zer'", yaratma anlamına
gelir. Bu ayette cinlerin ve insanların yaratılış gayesi
olarak cehennem tanıtılıyor. “Yalnız Allah’ın rahmetine
mazhar olanlar hariç ki, Allah insanları bunun için yarattı.”
(Hud, 119) gibi başka ayetlerde de insanları yaratmasının
gayesi olarak rahmeti gösteriyor ki, bu rahmet ahirette cennet
demektir. Bu ikisi arasında çelişki yoktur. Çünkü gaye fiilin
kemali ve varacağı sonuç itibarı ile değişiklik gösterir.
Bunu şöyle
açıklayabiliriz. Bir marangoz kapı yapmak istediği zaman, önce
bu işe yarayacak keresteyi temin eder. Sonra bu kereste
parçalarını ölçmeye tabi tutar. Arkasından onları keser,
yontar, rendeler. Böylece kapı yapmayı tamamlar. Marangozun bu
kereste parçaları üzerindeki çalışmalarda nihai tek amacı,
kapının meydana gelmesidir. Bu, işin bir yönüdür. Öbür yönden
bu marangoz daha işe başlarken bilir ki, bu kerestenin bütün
parçaları kapının parçaları olmaya elverişli değildir. Kapının
kendine özgü bir biçimi vardır ki, bu biçim kereste
parçalarının hepsinin biçimleri ile uyuşmaz. Kereste
parçalarının biçimlerini değiştirirken bazı parçaların fire
verilmesi gerekir. Çünkü ölçülere uygun değildirler. Buna göre
bu bazı parçaların fire verilip atılmaları ustanın maksadına
ve isteğine dahildir. Bu isteğe zaruri maksat denir. Demek ki
marangozun kapı yapımı sırasında önündeki kereste ile ilgili
iki farklı amacı vardır. Biri nihai ve asıl amaçtır ki, bu
kapı yapmaktır. İkincisi ara ve bağımlı amaçtır ki, bu
kerestenin bir bölümünden kapı yapmak ve öbür bölümünü fire
vererek, fazlalık olarak atmaktır. Bunun sebebi atılan
parçaların kapı şeklini almaya elverişli olmamalarıdır.
Başka bir örnek de
şudur: Çiftçi tarlaya tohum atar. Maksadı buğday elde
etmektir. Fakat hasat günü, ektiği tohumun sadece bir
bölümünün ürünü eline geçer. Tohumun öbür bölümü boşa gider.
Ya toprakta çürür, ya böcekler tarafından yenir veya
hayvanların ayakları altında çiğnenir. Bir bakıma bütün bunlar
çiftçinin amacı kapsamındadır. Ama diğer bir bakımdan da asıl
amacı buğday elde etmektir.
Yüce Allah
topraktan düzgün yapılı bir insan yaratmayı diledi. Onun
kendisine kulluk etmesini ve böylece rahmetinin kapsamına
girmesini istedi. Fakat bu insanın dünya hayatında edindiği
çeşitli yetenekler taşıdıkları farklı etkiler sebebi ile her
ferdin gerçek mecrasında ilerlemesine, kurtuluş yolunda
yürümesine imkan vermez. Ancak bazı fertler bunu başarabilir.
İşte o zaman amaçlar farklılaşır. Yüce Allah’ın insanı
yaratmadaki bir amacı ortaya çıkar. Bu amaç insanları rahmeti
ile kuşatarak onları cennete koymaktır. Bunun yanı sıra
kötüler ve hüsrana mahkum olanlar hakkında da başka bir amacı
ortaya çıkar. Bu amaç da onları cehenneme koymaktır. Yüce
Allah insanları cennete koymak için yarattı. Bu amaç asli ve
nihai amaçtır. İkinci amaç ise zorunlu ve bağımlı amaçtır.
Yüce Allah’ın iyilerin iyi olmasına ve kötülerin kötü olmasına
ilişkin hükmü bu ikinci tür amaca dayanır. Yüce Allah
insanların sonunda iyi mi, kötü mü olacağını bilir ve
bunlardan birini ister. Fakat bu istek asli bir istek değil,
bağımlı bir istektir.
İşte “And olsun
ki, biz insanlardan ve cinlerden bir çoğunu cehennem için
yarattık.” ayeti ile bu anlama gelen çok sayıdaki başka
ayetler bu tür bir ilahi gayeye dayanırlar.
“Onların
kalpleri vardır, onlarla kavramazlar. Gözleri vardır, onlarla
görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler...”
ifadesi onların ilahi rahmetin çığırında bulunmaya, Rabbani
esintilere maruz kalmaya yetenekleri olmadıklarına işarettir.
Öyle olunca, gördükleri ilahi ayetler, hak ehlinden
işittikleri vaazlar, fıtratlarının telkin ettiği deliller ve
şahitler kendilerine faydalı olmaz.
Ne aklın, ne gözün
ve ne kulağın işleyişinde bozulma olmaz. Çünkü Allah onları bu
fonksiyonlarını yerine getirmek için yarattı. Nitekim
“Allah’ın yaratılışında değişme yoktur” buyuruyor. Böyle
bir değişikliği ancak Allah yapar ki, o zaman o değişiklik
yaratma eyleminin bir parçası olur. Fakat yüce Allah her hangi
bir topluma verdiği nimeti, o toplum kendini değiştirmedikçe
değiştirmez. Nitekim şöyle buyuruyor, “Bu böyledir. Çünkü
bir toplum sahip olduğu iyi bir niteliği değiştirmedikçe Allah
da o topluma vermiş olduğu nimeti değiştirmez.” (Enfal,
53)
Buna göre söz
konusu kimselerin yeteneklerini dumura uğratan; kalplerinin,
gözlerinin ve kulaklarının çalışmalarını bozan yüce Allah’ın
kendisidir. Yüce Allah bunları onların yaptıklarının karşılığı
olan bir ceza olarak yapmıştır. Çünkü onlar kulluk yolundan
saparak Allah’ın kendilerine yönelik nimetini değiştirdiler.
Allah da onların kalplerini mühürleyerek cezalandırdı. Bu
yüzden kavrayamıyorlar. Gözlerine perde çekti. Bu yüzden
göremiyorlar. Kulaklarını sağırlaştırdı. Bu yüzden
işitemiyorlar. Bu onların cehenneme doğru yol aldıklarının
belirtisidir.
“İşte onlar
hayvanlar gibidirler, hatta daha şaşkındırlar”
ifadesi az önceki ifadenin sonucu ve onların durumunun
açıklamasıdır. Çünkü onlar insanı diğer hayvanlardan ayıran
nitelikleri kaybetmişlerdir. Bu niteliklerin başlıcası mutlu
insan hayatı açısından iyiyi kötüden ve faydalı olanı zararlı
olandan ayırt etmektir. Bu ayırt etme, işitme, görme ve
kavrama yolu ile olacaktır.
Bu tür insanlar
dilsiz hayvanlar arasında küçük baş hayvanlara
benzetiliyorlar. Oysa bu tür insanlarda yabani hayvanlarda
bulunan yırtıcılık ve zarar vericilik özellikleri de görülür.
Çünkü yeme ve çiftleşme içgüdülerinin hayvan tabiatında
önceliği vardır. Faydayı elde etmek, zararı savmadan önde
gelir. İnsandaki öfke içerikli itici iç güdüler, çekici şehevi
içgüdülerin amacına hizmet eder. Hayvani hayatı bakımından
insan türünün amacı, öncelikle beslenmeye ve üremeye
yöneliktir. İnsan türü bu amacını gerçekleştirirken itici iç
güdülerini devreye sokar. Buna göre bu ayet şu ayetle aynı
paraleldedir; “Kafirler ise dünyadan faydalanırlar.
Hayvanların yediği gibi yerler. Onların varacakları yer
cehennemdir.” (Muhammed, 12)
Bu tür insanların
küçük baş hayvanlardan daha şaşkın olmalarına gelince bu hüküm
küçük baş hayvanlarda bir tür şaşkınlığın varlığını
gerektirir. Çünkü hayvanların şaşkınlığı nisbidir, gerçek
değildir. Sebebine gelince onlar sahip oldukları ve bütün
gayretlerini sadece yemeğe ve yararlanma amacına yoğunlaştıran
bileşik iç güdülerin kontrolündedirler. Bu iç güdüler,
hayvanlara sağladıkları hayat mutluluğunda şaşkınlığa yol
açıcı ve sonuçları itibari ile kınanmaya müstehak değildirler.
Onların şaşkın sayılmaları insanlara özgü mutlulukla
karşılaştırılmaları ile ortaya çıkar ki, bu tür bir mutluluk
hayvanlar için değildir ve onlar, böyle bir mutluluğa onları
erdirecek niteliklerle donanmış değillerdir. .
Fakat kalpleri,
gözleri ve kulakları mühürlü insanlara gelince, söz konusu
mutluluk onların mutluluğudur ve kulak, göz ve gönül gibi bu
mutluluğa ileten organlarla donatılmışlardır. Fakat onlar bu
organları bozmuşlar, onları fonksiyonsuz bırakmışlar, onları
hayvanların kulakları, gözleri ve gönülleri düzeyine
indirgemişler, bu organları hayvanların kullanım alanları olan
mide ve çiftleşme alanlarında kullanmışlardır. Bu yüzden onlar
hayvanlardan daha şaşkındırlar ve kınamalara müstahaktırlar.
“İşe asıl
gafiller onlardır”
ifadesi bir sonuç ve onların başka bir durumu ile ilgili bir
açıklamadır. Yani gerçek gaflet, onların içinde bulundukları
durumdur. Bu durum, Allah’ın (onların yaptıklarına bir ceza
olarak) dilemesinin sonucudur. Allah kalplerini, gözlerini ve
kulaklarını mühürlemek suretiyle onları bu duruma düşürmüştür.
Gaflet, her türlü sapıklığın ve batılın hammaddesidir.
|