Bismillahirrahmanirrahim
İNSANIN YÜKLENDİĞİ İLAHİ EMANET
Soru-252:
Muhterem hocam, aþaðýdaki ayetle ilgili sorularýmý
yanýtlarsanýz memnun olurum:
Kur'an-ý
Kerim'de buyuruyor ki:
"Biz o emaneti göklere, yere ve daðlara
sunduk; onlar, onu yüklenmeye yanaþmadýlar, ondan korktular da
onu insan yüklendi. O gerçekten çok zalim ve çok cahildir."
(Ahzap, 72)
Soru 1:
Bu ayette bahsedilen emanetten maksat nedir ve insan onu
nasıl yüklenmiştir?
Soru 2:
İnsanın bu emaneti yüklenmesi ve diğer varlıkların
yüklenmemesinin anlamı nedir?
Soru 3:
Allah’ın bu emaneti göklere, yere
ve dağlara sunmasının anlamı nedir?
Soru 4:
Bazı hadislerde ayette geçen
“emanet” Hz. Ali’nin velayeti olarak açıklanmıştır. Bunu nasıl
izah edebiliriz?
Soru 5:
İnsanın bu emaneti yüklenmesi kendi
iradesiyle mi olmuştur? Yaratılan her insan bu emaneti bilerek
ve kabul ederek mi yaratılmıştır?
Soru 6:
Bu ahitleşme nerede ve ne zaman
olmuştur?
Cevap:
Muhterem kardeşim sorularınızı aşağıda
sırasıyla cevaplamaya çalışacağız:
Soru 1:
Bu ayette bahsedilen emanetten maksat nedir ve insan onu
nasıl yüklenmiştir?
Cevap:
Bu ayette geçen emanet Kur’an’ı tefsir
edenler tarafından değişik şekillerde yorumlanmıştır ki
bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
a) Allah-u
Teala’nın genel velayeti ve varlıklar üzerindeki tasarruf
hakkı ve insanın bu velayete teslim olup tam anlamıyla ona kul
olmasıdır.
b) Allah’ı
gereği gibi tanımak ve onun gereklerine amel etmektir.
c) İnsan için
Allah tarafından belirlenen teklif ve görevlerdir ki onları
yerine getirdiğinde cenneti ve muhalefet ettiğin de cehennemi
hak eder.
d) İnsana
verilen akıldır ki mükellef ve sorumlu olmanın şartıdır.
e) İnsana
verilen ve onu başka varlıklardan ayıran serbestlik ve hür
iradedir.
f) İnsana bir
emanet olarak verilen organlarıdır.
g) İnsanların
birbirlerine bıraktıkları emanetlere sahip çıkmak ve
verdikleri sözlere sadık kalmaktır.
Bu tefsirlerin
arasından en mantıklısı, en önemlisi ve en kapsayıcı olanı
birinci tefsirdir. Yani birinci tefsir bir anlamda diğer
tefsirleri de içine almaktadır, ama diğerleri böyle değildir.
Şöyle ki Allah-u Teala insanı öyle harikulade bir istidat ve
kabiliyetle yaratmıştır ki onun yeryüzündeki halifesi olmaya
namzettir. Eğer bu istidat ve kabiliyetlerini iyi kullanır ve
gereken marifet ve basireti elde eder ve nefsini eğiterek
kemallere ulaşırsa meleklerden dahi üstün olabilir. İnsan, bu
kabiliyetleri kullanıp kullanmamada Allah’ın kendisine verdiği
hür iradesini kullanır ve kimse onu buna mecbur etmez. Ama
diğer varlıklar, yerler, gökler, dağlar vs. böyle değillerdir.
Gerçi onlar da bir türlü İlahi marifete sahiptirler ve onu
zikir ve tesbih ederler. Ama onlar bunu yaparken mecburdurlar
ve tekvini olarak bunu yapmaktadırlar. Öyle yaratılmışlardır;
hür iradeleri yoktur ve aksini yapmaya muktedir değillerdir.
Yine insan bu özelliklerini kullanırken aklından yararlanır.
İnsanda olan
bütün bu özellikler onu diğer varlıklardan farklı kılmış ve
sonu olmayan bir ilerleme ve tekamül özelliğine
kavuşturmuştur. Eğer insan bu özelliğini hakkıyla kullanır ve
bu kapasitesini heba etmezse, onu İlahi velayeti tam anlamıyla
kabullenmeye ve ona kamil bir kul olmaya kadar götürür.
Görüldüğü gibi, bu sürecin sonucu İlahi velayetin altına
girmek ve Allah’a kamil bir kul olmadır. Demek ki insanın
yüklendiği emanet, İlahi velayet ve ona kulluktur. Diğer
şeyler ise bu hedefe ulaşmanın vesile ve araçlarıdır.
Soru 2:
İnsanın bu emaneti yüklenmesi ve diğer varlıkların
yüklenmemesinin anlamı nedir?
Cevap:
İnsanın bu emaneti yüklenmesi, Allah
tarafından bu emaneti taşımaya layık olarak yaratılmasıdır. Bu
da insanın yukarıda bahsettiğimiz özelliklere sahip olarak
yaratılmasıyla mümkün olmuştur. Ama diğer varlıklar bu
özelliklere sahip olmadıkları için bu emaneti
yüklenememişlerdir.
Soru 3:
Allah’ın bu emaneti göklere, yere ve dağlara sunmasının anlamı
nedir?
Cevap:
Yukarıdaki açıklamalardan da belli olduğu gibi bu sunmadan
maksat Allah-u Teala’nın varlıkları yaratırken onları
birbiriyle kıyaslaması ve hangisinin bu emaneti taşımaya layık
olduğunu belirlemesidir. Bu mukayeseyle insanın emaneti
taşımaya layık olduğu ve diğerlerinin olamadığı ortaya
çıkmıştır. Sanki varlıklar tekvin ve yaratılış dilleriyle ve
lisan-ı hal ile “Ya rabbi biz bunu taşımaya layık değiliz”;
İnsan ise “Ya rabbi ben taşırım” demiştir.
Soru 3:
Demek ki bu emanete hamil olmak insan için bir fazilet ve
üstünlüktür; o halde neden ayetin sonunda insan “Çok zalim
ve çok cahil" diye nitelendirilmiştir?
Cevap:
Bunun sebebi şudur ki insan asaleten bu emaneti ona
taşıttıracak ilim ve adalete (salih amellere) sahip değildi.
Ama bunu elde etme kabiliyetine sahipti. Dolayısıyla ilk başta
bu emaneti yüklenmenin ne kadar zor ve çetin olduğunu ve onu
gerektiği gibi taşamadığında nasıl bir akıbete uğrayacağından
gafil olduğu için onu taşımayı kolay zannedip kabul etti.
Elbette o kimse bu sıfatlarla vasıflanır ki aksini elde etme
yeteneğine de sahip olsun. Yani adil olabilme kabiliyetine
sahip olmayan kimseye zalim denmez veya alim olabilme
kabiliyetine sahip olmayana cahil denmez. Nitekim dağa taşa
adil veya cahil denmez. Çünkü bu kabiliyet onlarda yoktur.
Kısacası insan başta bu emanetin ne kadar ağır olduğunun
farkında olmadığı için büyük bir cüretle bu emaneti kabul
eder. Ama ilim elde ettikçe onun ağırlığının farkına varır.
Eğer bu ilminin gereğini yerine getirir ve adil olursa (salih
amelleri ve ilahi emir ve teklifleri yerine getirirse) emaneti
layıkıyla taşır ve saadete ulaşır. Ama eğer bu ilmin gereğini
yerine getirmez ve konumunun ve makam ve kabiliyetlerinin
kadrini bilmez ve onları heba ederse, işte o zaman çok zalim
ve cahil durumuna düşer. Belki de insanların çoğu bu büyük
makam ve mertebenin ve paha biçilmez kabiliyet ve nimetin
kadrini bilmediği ve onu heba ettikleri için insan bu
sıfatlarla vasıflandırılmıştır.
Her halükarda
insan hem üzerine aldığı bu emaneti sonuna kadar layıkıyla
taşır ve Allah’ın halifesi olamaya ve “Hiç şüphesiz biz
insanı yücelttik” (İsra, 70) tacını başına koymaya hak
kazanır. Yada yüklendiği emanete sahip çıkmaz ve onu heba
ederek esfeli safline kadar geriler. Nasıl ki Tin Suresinde bu
hakikat başka bir tabirle şöyle beyan edilmiştir:
“Gerçekten de biz, insanı, en güzel bir sûrete sâhip olarak
yarattık. * Sonra da onu döndürdük, aşağıların en aşağısına
attık. * Ancak iman edenler ve iyi işlerde bulunanlar başka,
gerçekten de onlara bitmez tükenmez, başa kakılmaz bir mükâfat
var.” (Tin, 5-6)
Aynı şekilde Asr
suresinde: “Şüphe yok ki insan, elbette zararda, ziyanda. *
Ancak iman edenler ve iyi işlerde bulunanlar ve birbirlerine
gerçeği gözetmeyi ve sabretmeyi tavsiye edenler başka.”
(Asr, 2-3)
İşte bundan
dolayıdır ki yukarıda bahsettiğimiz “emanet” ayetinin ardından
gelen ayetler insanı üç kısma ayırmaktadır: Mu’min, münafık ve
müşrik: “Emânete hıyânet etmeleri yüzünden Allah, münâfık
erkeklerle münâfık kadınları ve şirk koşan erkeklerle şirk
koşan kadınları azaplandıracak; hıyânette bulunmayan mu’min
erkeklerle mu’min kadınlara da tövbe nasîp edecektir ve Allah,
suçları örter, rahîmdir.” (Ahzap, 73)
Soru 4: Bazı
hadislerde ayette geçen “emanet” Hz. Ali’nin velayeti olarak
açıklanmıştır. Bunu nasıl izah edebiliriz?
Cevap:
Bunun izahı şudur ki Hz. Ali’nin velayeti de yukarıda
bahsettiğimiz genel ilahi velayetin bir boyutudur. Onun
velayetini kabul etmeyen aslında Allah’ın velayetini kabul
etmemiştir. Buna tefsir ilminde tatbik derler.
Soru 5:
İnsanın bu emaneti yüklenmesi kendi iradesiyle mi olmuştur?
Yaratılan her insan bu emaneti bilerek ve kabul ederek mi
yaratılmıştır?
Cevap:
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı
üzere bu yüklenme yaratılışla ve insanda koyulan
kabiliyetlerle ilgili bir şeydir ki hür irade de bunun bir
boyutudur. İnsanın emaneti kabul etmesi de bu yükü taşımaya
kabil ve kadir olduğu anlamınadır.
Soru 6: Bu
ahitleşme nerede ve ne zaman olmuştur?
Cevap:
Bu sorunun cevabı da önceki
açıklamalarımızdan anlaşılmaktadır. Yani bunun zamanı yoktur.
Yaratılırken böyle yaratılmaktadır.
|