|
Soru-245:Emir-ül
Mu'min Ali (a.s)'in mübarek doğum
tarihi
ile ilgili rivayetler
Cevap-245:
Muhterem kardeşim, Emir-ül Mu'min Ali (a.s)'in mübarek doğumu
birçok muteber rivayete göre şöyle gerçekleşmiştir:
Bir gün Abbas b.
Abd-ül Muttalib, Yezid b. Ka'neb, Beni Haşim'den ve Beni Uzza
kabilesinden bir grupla birlikte Kabe'nin önünde
oturuyorlardı. Tam o sırada, Esed kızı Fatıma Mescide geldi. O
tam dokuz aylık hamileydi ve artık doğum sancısı çekiyordu.
İlerleyip Kabe'nin önünde durdu ve yüzünü semaya kaldırarak
şöyle yalvardı Hak Teala'ya: "Allah'ım ben gönderdiğin her
peygambere ve Resule ve indirdiğin her kitaba iman etmişim.
Kabe'yi bina eden ceddim İbrahim Halil'in söylediklerini
tasdik etmişim. O halde bu Beyt'in ve onu bina edenin ve
karnımda olan ve benimle konuşan ve konuşmalarıyla benimle
ünsiyet kuran ve senin celal ve azamet ayetlerinden olan bu
çocuğun hürmetine sana yalvarıyorum; doğum yapmaya bana
kolaylaştır!"
Abbas ve Ka'neb'ten şöyle
nakledilmiştir: "Fatıma sözlerini bitirdikten sonra, Kabe'nin
arka duvarının yarıldığını gördük; Fatıma yarılan yerden
Kabe'nin içine girdi ve gözümüzden kayboldu. Ardından Kabe'nin
duvarı Allah'ın izniyle yeniden kavuştu! Biz Kabe'nin kapısını
açmaya uğraştık, ama bir türlü başarılı olmadık. Anladık ki bu
Allah tarafından gerçekleşen bir olaydır. Fatıma üç gün
Kabe'nin içinde kaldı. Bütün Mekke'nin çarşı pazarında,
sokaklarında, evlerinde hep bu olay konuşuluyordu. Bilahare
dördüncü gün gelip çattı. Kebe'nin üç gün önce yarılan duvarı
tekrar yarıldı ve Fatıma Bint-i Esed elinde oğlu Esedullah-ı
Galip, Ali b. Ebi Talip ile birlikte dışarıya çıktı ve orada
bulunan insanlara şöyle seslendi: "Ey insanlar, Allah beni
insanların arasından seçti ve beni diğer kadınlara vermediği
faziletle faziletlendirdi. Zira onun seçtiği evde çocuğumu
dünyaya getirdim. Üç gün o saygın evde kaldım ve cennet
meyvelerinden ve yemeklerinden yedim. Elimde çocuğumla
birlikte dışarıya çıkmak istediğimde gaybdan bir ses bana
şöyle seslendi: "Ey Fatıma, bu değerli çocuğun ismini Ali koy.
Hiç şüphesiz ben Ali-yi A'la'yım; onu kendi kudret, izzet ve
celalimden yarattım; onu adaletimden yeteri kadar
nasiplendirdim; onun adını kendi adımdan münşak ettim; onu
mübarek adabımla edeplendirdim; onu gizli ilimlerimden
haberdar ettim; o, benim saygın evimde dünyaya geldi; evimin
üzerinde ilk ezanı o okuyacaktır; putları Kabe'nin üzerinden
aşağıya atıp kıracaktır.; beni azamet, yücelik ve tevhidle
anacaktır; o, bütün yaratıklarımın arasından seçtiğim habibim
ve Resulüm olan Muhammed'den sonra imam ve onun vasisi
olacaktır. Ne mutlu o kimseye ki onu sevsin ve ona yardım
etsin. Yazıklar olsun o kimseye ki ona itaat etmesin, ona
yardımda bulunmasın ve onun hakkını inkar etsin."
Hz.
Peygamber (s.a.a), Hz. Ali (a.s)’ın doğumundan hemen sonra
onun eğitimini üstlendi. Fatıma, oğlu Ali'yi Peygamber
(s.a.a)’in yanına getirdiğinde, oğluna karşı onda aşırı bir
ilgi olduğunu gördü. Peygamber (s.a.a) Fatıma'dan Ali (a.s)’ın
beşiğini kendi yatağının baş ucuna koymasını istedi.
Ali (a.s)’ın yaşamının ilk
günleri Peygamber’in kucağında ve onun özel ilgi ve terbiyesi
altında geçti. Peygamber (s.a.a) sadece Ali (a.s)’ın beşiğini
sallamakla kalmıyor, onu yıkıyor, besliyor ve kendisiyle
konuşuyordu. Bazen ona sıkıca sarılıyor ve şöyle diyordu:
"Bu çocuk benim kardeşimdir ve ileride de yardımcım, varisim
ve damadım olacaktır." Peygamber (s.a.a)Hz. Ali'ye olan
sevgisinden dolayı ondan asla ayrılmıyor, ibadet etmek için
Mekke'den çıktığında bile Ali'yi beraberinde götürüyordu.
Aziz Peygamber (s.a.a)’in
Hz. Ali'yi sürekli kontrol altında tutmasından hedefi, onu
kendi elleriyle terbiye etmesiydi. Bu konuda başkasının etkili
olmamasına özen gösteriyordu. Nitekim Hz. Ali bir konuşmasında
Peygamber (s.a.a)’in kendisi için yaptığı değerli hizmetleri
sıralayarak şöyle diyor: "Allah’ın selamı Resulullah'a ve
soyuna olsun Resulullah'a ne kadar yakın olduğumu, onun
katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Çocuktum
henüz, o beni bağrına basardı, yatağında yatırırdı, mübarek
vücudunu bana sürerdi, beni koklardı. Lokmayı çiğner ağzıma
verir, beni yedirirdi."
Yüce Allah, büyük velisi
Hz. Ali (a.s)’ın Habibi ve Resulü'nün evinde büyüyüp ondan
talim ve terbiye almasını irade etmişti. İslam tarihçileri
şöyle yazıyor: "Mekke'de şiddetli bir kıtlık kuraklık baş
gösterdi. Peygamber (s.a.a)’in amcası olan Ebu Talib o
günlerde fakirlikle karşı karşıya kalmıştı. Peygamber’in diğer
amcası olan Abbas, mal ve servet bakımından kardeşi Ebu
Talib'den daha zengindi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) ve
amcası Abbas, Ebu Talib’in durumu düzelene kadar onun
çocuklarından birini yanlarına almayı kararlaştırdılar;
sonuçta Abbas Cafer'i, Peygamber (s.a.a) ise Ali'yi alarak
kendi evine götürdü."
Emir'ül-Mü'minin, böylece
Peygamber (s.a.a)’in evinde büyüdü ve onun talim ve terbiyesi
altında yetişti. Nitekim Hz. Ali (a.s) bir konuşmasında o
günler hakkında şöyle diyor: "Her zaman devenin yavrusu
nasıl anasının ardından giderse, bende onun ardından giderdim;
o her gün bana huylarından birini belletir, ona uymamı
buyururdu."
İslam
peygamberi, Allah tarafından risalet için görevlendirilmeden
önce her yıl bir ayını Hira mağarasında ibadet ile geçirir ve
sonra Mescidü’l-Haram’a gidip Allah’ın evini yedi defa tavaf
ettikten sonra evine dönerdi. Bu durumda insanın aklına şöyle
bir soru geliyor. Acaba aziz Peygamber, ibadet ve münacat için
gittiği bu yere Ali’yi de götürür müydü, yoksa onu evde mi
bırakırdı?
Ama ipuçları şunu
gösteriyor ki, Peygamber (s.a.a) Ali’yi evine götürdüğü ilk
günden beri onu asla kendi başına bırakmamıştır. Tarihçiler
şöyle yazmaktalar:
“Ali (a.s),
Peygamber (s.a.a)ile her zaman birlikteydi. Peygamber
(s.a.a)ibadet için şehir dışındaki dağlara ve çöllere gittiği
vakit bile Ali'’yi yanında götürür.”
Bu konuda Emir-ül Mü’minin
şöyle buyuruyor: “Her yıl Hira dağına çekilir, kulluğa
koyulurdu. Onu ben görürdüm başkası görmezdi.”
Bu
cümle aynı zamanda Peygamber (s.a.a)’in risaletten önce de
Hira’ya gittiğini te’yid etmektedir.
Ali (a.s)’ın nefsi tahareti
ve Peygamberden aldığı terbiye, onun küçük yaşlarda hassas bir
kalp, nafiz gözler ve işiten kulaklar ile, herkesin görüp
işitmesi mümkün olmayan şeyleri görüp işitmesine sebep oldu.
Bu konuda Hz. Ali şöyle buyuruyor: “Ben çocukluk
çağlarında, Hira dağında Peygamber (s.a.a)’in yanında iken,
ondan dökülen vahiy ve risalet nurunu görüyor ve onun nübüvvet
kokusunu duyuyordum”
İmam
Sadık (a.s) buyuruyor ki: “Emir-ül Mü’Minin, İslam
Peygamber’inin (s.a.a) bi’setinden önce risalet nurunu
görüyor ve vahiy meleğinin sesini duyuyordu.”
Peygamber (s.a.a) bu konuda
Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: “Eğer ben son Peygamber (s.a.a)
olmasaydım, sen benden sonra nübüvvet makamına en layık olan
kişi olurdun. Ama sen benim dost ve varisimsin. Sen
muttakilerin önderi ve rehberisin.”
Emir-ül Mü’minin çocukluk
çağlarında işittiği gaybi sesler hakkında şöyle diyor: “Ona
vahiy gelirken, şeytanın feryadını duydum da: “Ya
Resulullah”dedim, “bu feryat nedir?” Buyurdu ki: “Bu feryad
eden şeytandır. Kendisine halkın kulluk etmesinden ümidi kesti
artık. Sen benim duyduğumu duymadasın, gördüğümü görmedesin,
ancak sen Peygamber (s.a.a) değilsin, vezirsin.”
-
Munteh'el Amal (Şeyh Abbas Kummi), s.141.
-
Keşf’ul-Gumme c.1, s. 90.
-
Nehc’ül-Belağa, 192. Hutbe.
-
Siret-i İbn-i Hişam, c.1, s. 236.
-
Nehc’ül-Belağa, Kasıa Hutbesi.
-
Şerh-u Nehcü’l-Belağa-i İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 1 s. 208.
-
Nehc’ül-Belağa, 192. Hutbe.
-
Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i Ebi Hadid, c. 13, s. 197.
-
Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 13, s. 310.
-
Nehc’ül-Belağa, Kasıa Hutbesi, 192. Hutbe.
|
|