|
Soru-244:
Muhterem hocam geçenlerde, "Yeni Ümit" diye nurcuların
çıkardığı bir dergide, mut'a konusunda çok çirkin ve
insafsızca bir yazı çıkmış. Bazı zavallılar da bunu, yeni ve
cevapsız bir şeymiş gibi ona buna gösteriyorlar! Oysa
asırlardır söylenen ve Şia tarafından çeşitli vesilelerle
cevaplanan şeylerin tekrarından başka bir şey değil. Ama yine
bu yazının da cevapsız kalmaması gerekir diye düşünüyorum.
Bunu da herhalde en güzel yapacak sizlersiniz...
Bismillahirrahmanirrahim
Cevap-244:
Muhterem kardeşim, sizin
dediğiniz gibi bu yazı da tekrarı
mükerrerattan başka bir şey değildi. Bu
iddalar ve daha fazlası Yayın
evimizin çıkardığı "Kur'an Ve
Sünnet Işığında Mut'a Nikahı" isimli kitapta geniş bir
şekilde cevabını bulmuştur ki kitabın tam metni sitemizin
Makaleler bölümünde de yayınlanmıştır. Ama dediğiniz gibi
yine de yazı cevapsız kalmasın diye, bahsettiğimiz kitabın
sahibi Abdülkadir
Çuhacıoğlu kardeşimiz, Makaleye
geniş bir cevap vermiş ve yayınevimizin yayınladığı "Kıble
dergisinin" 9. sayısında yayınlanmıştır. Ama makaleyi
görmeyen kardeşler için burada da yayınlıyoruz ve buna
vesile olduğunuz için, size de
ayrıyeten teşekkür ediyoruz.
Abdulkadir
Çuhacıoğlu*
Topluma Dönük
İlâhî Bir Rahmet
MÜT’A NİKÂHI
Geçenlerde “Yeni
Ümit” dergisinde[1]
Ali ÜNAL ve Osman ŞİMŞEK imzasıyla bir makale yayınlandı.
“Acı Bir Tecrübe: MUT’A (Geçici Evlilik) ve GERÇEKLER” adlı
söz konusu makale, “hayal ürünü” olup olmadığını
bilemediğimiz bir istismar örneği ile başlıyor ve müt’a
nikâhının İslâm’da yerinin olmadığını, –kendi deyimiyle–
Şiîlerin kaynaklarını da kullanmak suretiyle ispata
çalışıyor.
Öncelikle
belirtelim ki, müt’a nikâhının cevazına bütün Şiîler inanmaz.
Şîa’nın şu an yaşamakta olan belli başlı üç kolu vardır ve
bunlardan sadece “İmâmiyye Şîası” müt’ayı meşrû kabul eder.
Zeydiyye ile İsmâîliyye kabul etmez. O yüzden makalede müt’a
nikâhının cevazının tüm Şiîler’e mal edilmesi bilimsel
açıdan doğru değildir.
Diğer bir
husus; Ehl-i Sünnet ulemasının reddettiği ve İslâm dışı
gördüğü “müt’a nikâhı” ile İmâmiyye Şîası’nın kabul ettiği
“müt’a nikâhı” mahiyet bakımından birbirlerinden tamamen
ayrıdır. Ehl-i Sünnet’in reddettiği müt’a, İmâmiyye Şîası
tarafından da asla meşrû kabul edilmez ve zinâ ile eşdeğerde
görülür. İmâmiyye, cevaz verdiği müt’a nikâhının hukûkî
sınırlarını çizer ve ancak o şartlar dahilinde meşrû sayar.[2]
Gelelim
makalede ileri sürülen iddialara:
1. [Bu
evlenme şeklinde miras da söz konusu olmadığı ...]
iddiası nikâh esnasında şart koşulmadığı sürece doğrudur.
Ancak nikâh kıyılırken şart koşulursa, mektepte en yaygın
görüşe göre miras cereyan eder. Bu evlilik sonucu doğan
çocuk ile ebeveyni arasında karşılıklı miras alış verişi ise
zaten vardır.
Müt’a nikâhı bir fuhuş mu?
2. [Mut'a,
üzerine dinî kılıf geçirilmiş para karşılığı fuhşa
benzemektedir.] iddiası
“Müslümanım” diyen bir kişinin ağzından çıkabilecek bir söz
değildir. Bu sözün sahiplerine göre Allah’ın Rasûlü (s.a.a)
bu fuhşa nasıl izin vermiştir acaba? Fuhuş aklen çirkin bir
şey iken ve –bizimle beraber– Mâtürîdî ekolüne göre de aklen
çirkin olan bir şeyin meşru olması mümkün değilken, Allah ve
Rasûlü’nün –bir süreliğine de olsa– buna izin verdiğini
nasıl söylersiniz? Bu ve benzeri iddialar Allah ve Rasûlü’nü
töhmet altına sokan iddialardır ve bunu dillerine dolayanlar
biraz olsun haya etmeli ve bunun hesabını düşünmeliler.[3]
Hz. Ali’ye izâfe edilen Hayber hadîsi
3. [Bir
defasında, mut'a'nın helâl
olduğuna inanan birisi[4]
Hz. Ali (r.a.) ile bu konuda tartışınca, Hz. Ali ona, Allah
Resûlü'nün mut'a'yı ve evcil eşeğin etinin yenmesini Hayber
günü yasakladığını söylemiştir.]
rivâyeti Buhârî ile Müslim dahil pek çok hadis kitabında
geçmektedir. Ancak başta Süfyân es-Sevrî ile
İbn’ül-Qayyim el-Cevziyye
olmak üzere bütün Sünnî alimler,
müt'a nikâhının Hayber günü lehte yada
aleyhte, hiçbir şekilde gündeme gelmediğini; dolayısıyla
rivâyette hata bulunduğunu söylüyorlar.[5]
Bu bir.
İkincisi,
hadisin bazı
rivâyetlerinde, konunun Hz. Ali ile Abdullâh b. Abbâs
arasında çıkan “müt’a nikâhı”yla ilgili tartışma üzerine
gündeme geldiği görülüyor. Rivâyete göre İmam Ali (a.s) İbn
Abbâs'ı müt’aya cevaz verdiği için azarlıyor ve söz konusu
“Hayber hadisi”ni okuyor! Rivâyetten, ömrünün sonuna kadar
müt’a nikâhının cevazında sebat eden Abdullâh b. Abbâs’ın
İmam Ali'ye hiç kulak vermediği anlaşılıyor. Oysa azcık
olsun tarih bilenler, Abdullâh ile İmam Ali’nin (a.s)
birbirlerine ne derece yakın olduklarını, Abdullâh'ın İmam
Ali'ye ne kadar güvenip itimat ettiğini asla inkâr edemezler.
Böyle bir İbn Abbâs'ın, Ali'nin naklettiği bir hadise rağmen
fetvasında direnmesi hiç mümkün mü acaba!? Üstelik şu söz de
Abdullâh'a ait: “Bir konuda Ali b. Ebî Tâlib'in
fetvası güvenilir bir yolla bize ulaştığı takdirde, asla
onun dışına çıkmayız!”[6]
Üçüncüsü,
Hayber hadisinin bütün rivâyet yolları İbn Şihâb ez-Zührî'de
birleşiyor. ez-Zührî, her ne kadar Ehl-i Sünnet
kardeşlerimizin "gayet siqa bir hadis hafızı" sayıp son
derece güvendikleri birisi olsa da biz aynı kanaatte değiliz.
Bizce o sâbıkalı bir râvîdir ve rivâyetlerine güvenmemiz
mümkün değildir.[7]
Sadece Buhârî ile Müslim'de, tam yedi sahâbîden[8]
gelen rivâyetler, o gün yalnız evcil eşeklerin etinin yasak
edildiğini ifade ediyor ve bu rivâyetlerin hiç birisinde "müt'a
nikâhı"na yer verilmiyor. Bu da gösteriyor ki Hz. Ali’ye
izafe edilen ve içinde müt’anın yasaklanmasından bahseden
“Hayber hadisi” kesinlikle hatalı. Üstelik bu yedi sahâbîden
gelen rivâyetlerin hiçbirisinin senedinde "İbn Şihâb
ez-Zührî"nin adına da rastlayamıyoruz. Anlaşılan, Hayber
hadisindeki "müt'a nikâhı yasaklaması" tamamen İbn Şihâb'ın
katkısıdır ve bunu özellikle İmam Ali'den gelen rivâyete
sokuşturması boşuna değildir![9]
Sebra hadîsinin durumu
4. Makalede [Allah
Resûlü'nün mut'a'ya ikinci kez izin verişi de Mekke'nin
Fethi'nde vuku bulmuştur. Üç günlük izinden sonra Resûlullah
mut'a'yı tekrar ama bu defa Kıyamet Günü'ne kadar
yasaklamıştır.] deniyor
ve ardından Sebra b. Ma’bed el-Cühenî’den gelen rivâyetlere
yer veriliyor. Doğrusu, müt’a nikâhına “haram” diyenlerin
dört elle sarılıp üzerine yattıkları tek rivâyet bu. Öyle ki,
bu adeta onlar için “ilaç” gibi. Ancak:
Bir defâ,
bu rivâyet gerek metin ve gerekse senet bakımından, Ehl-i
Sünnet âlimlerinin hadis ve fıkıh usûlü kriterlerine göre de
zayıftır. Bunun Müslim’de, şurada, burada yer alıyor olması
da bilimsel açıdan bir şey ifade etmez. Rivâyet tek
kelimeyle şâzdır (yahut münkerdir) ve şâz (yahut münker)
olduğunu ortaya koyan pek çok karîne vardır.[10]
İkincisi,
şayet Allah’ın Rasûlü (s.a.a) Mekke’nin fethinde müt’a
nikâhına nihâî hükmü vererek, kıyamete dek kesin bir dille
yasaklamışsa, iki ay gibi kısa bir süre sonra gerçekleşen
“Evtâs günü” buna tekrar nasıl izin veriyor!?[11]
Rahmet ve hikmet peygamberinin bu denli çelişkiye düşmesi,
dün dediğini bu gün yalanlaması mümkün görünüyor mu sizce?
Bu durum bile Sebra hadîsinin asılsızlığını göstermez mi?
Allah ve Rasûlü müt’aya izin vermiştir.
5. [Esasen,
ne Kur'ân,
ne de Resûlüllah Efendimiz, mut'a'yı helâl kılmış değildir.]
iddiası ne kadar bayat ve ne kadar delilden yoksundur!
İleride de kısaca temas edeceğimiz gibi, Nisâ Sûresinin 24.
âyeti açık bir dille müt’a nikâhına onay vermektedir.
Peygamber
Efendimiz de sahâbenin müt’a nikâhı yapmasına izin vermiştir.
Abdullâh b.
Mes'ûd anlatıyor: "Allah'ın Rasûlü (s.a.a) ile
birlikte gaza ediyorduk. Kadınlar(ımız) yanımızda değildi. (Cinsel
arzularımız iyice bastırmaya başlayınca) 'Acaba kısırlaşsak
mı!?' dedik. Allah'ın Rasûlü (s.a.a) bizi bundan menetti;
ardından bize bir elbise karşılığında belli bir zamana kadar
bir kadınla evlenmemize izin verdi ve 'Ey iman
edenler! Allah'ın size helâl kıldığı şeyleri haram kılmayın...'
ayetini okudu."[12]
Yine Câbir b. Abdillâh ile Seleme b. Ekva’
anlatıyor: "Biz bir ordu içindeydik. Allah'ın
Rasûlü'nün (s.a.a) bir habercisi geldi ve dedi ki:
Allah'ın Rasûlü (s.a.a) size müt'a yapmanız için izin verdi;
müt'a yapabilirsiniz."[13]
Sadece bu iki sahih hadis bile Rasûl-i
Ekrem’in (s.a.a) müt’aya izin verdiğini açıkça ifade ediyor.
O buna açıktan izin vermeyip te sahâbenin uygulamalarına göz
yummuş olsa bile bu onay değil midir? “Takrîrî Sünnet”
dendiğinde ne anlıyorsunuz siz?
İşin ilginç yanı, makale sahipleri pek çok
yerde olduğu gibi burada da çelişkiye düşmekte, az yukarıda
naklettiği Hz. Ali’ye izafe edilen Hayber hadîsi [=
Rivâyetlere göre Resûlullah (s.a.s.), mut'a'ya ilk defa
Hayber Savaşı'ından önce üç gün izin vermiş; ..]
ile Sebra hadîsinde [=
Ey
insanlar, ben size kadınlarla mut'a yapmanız konusunda
izin vermiştim...]
bile aynı izne yer verildiğini çarçabuk unutuvermekteler.
Buna “sarhoşluk” denmez de ne denir Allah aşkına!
Müt’anın yasaklanışında tedrîcilik var mı?
6. [Mut'a'nın
haram kılınmasında da böyle bir tedricîliğin söz konusu
olduğu anlaşılmaktadır. Tıpkı içkinin tedricen haram
kılınması gibi.] İçkinin
tedrîcî olarak yasaklandığı iddiası doğru değildir ve bu
iddianın hiçbir delili yoktur. Konuyla ilgili âyetlerden
hiçbirisinde içkiye en ufak bir kapı aralama bulunmadığı
gibi, hepsi yasak belirtmektedir.[14]
İlgili hadislerin durumu da aynıdır. Müt’a nikâhının haram
kılınması diye bir şey olmadığı için ondaki tedrîcîlik
iddiası da delilden yoksundur.
Müt’a nikâhı nesh edilmiş midir?
7. [Peygamber
Efendimiz (s.a.s.), mut'a'nın haram kılınma süreci ile
ilgili çok önemli olan bu noktayı şu şekilde ifade etmiştir;
"Mut'a'yı, nikâh, talâk (boşama), iddet ve miras (ile ilgili
ahkâmın teşrii) haram kılmıştır."]
hadîsini Ebû Ya’lâ ile Dâraqutnî’nin yanısıra İshâq b.
Râheveyh, İbn Hıbbân, Ebû Ca’fer et-Tahâvî ve el-Beyheqî
tarafından Ebû Hüreyre’den rivâyet ediliyor. Rivâyetin
başında sadece Ebû Hüreyre’nin bulunması bile onun reddi
için bizce yeterli aslında.[15]
Ayrıca Müemmel b. İsmâîl ile Ikrime b. Ammâr
adlı iki râvî var senedinde. Müemmel'in büyük bir hâfıza ve
zabt sorununun bulunduğunu; dolayısıyla hadiste çok hatalar
yaptığını hemen herkes kabul ediyor. Ikrime'nin de
Müemmel'den pek farkı yok.[16]
Bu ikisi, Kitaba, sünnete, sahâbe ve tâbiînin tatbikatlarına
aykırı bir rivâyeti aktarmakla "hata" ettiklerini kanıtlamış
oluyorlar. Dolayısıyla bu rivâyet, Ebû Hüreyre'ye dokunmasak
bile isnad bakımından sağlam değil.[17]
Müt’a nikâhını
nikâh, talâq, iddet ve miras âyet (yada hüküm)lerinin
neshettiğine dair daha başka rivâyetler de vardır ve
hiçbirinin yüzüne bakılacak hali yoktur.[18]
Yeri gelmişken
belirtelim ki; müt’a nikâhının aslen meşrû iken sonradan
nesh edildiğine dair başlıca üç iddia var: 1. Ayetlerle nesh,
2. Hadislerle nesh ve 3. İcmâ ile nesh. Bu üç iddianın da
temelsiz olduğuna dair detaylı bilgiyi ilgili çalışmamda
bulabilirsiniz.[19]
8. [Mut'a'nın
Peygamberimiz tarafından haram kılındığı bir çok sahabi
tarafından rivâyet edilmiştir.]
deniyor ve ardından ilgili sahâbîlerin adlarına yer
veriliyor. Söz konusu rivâyetlerin hepsine kitabımızda yer
verdik ve hepsinin metin ve senet tahlillerini yaptık.
Baktığınızda göreceksiniz ki; çoğu isnad bakımından zayıf.
Geri kalanları ise ya şâz yada Ehl-i Sünnet âlimlerinin
iddialarını destekleyecek nitelikte değil.[20]
Müt’anın haramlığına dair “icmâ” iddiası
9. [Mut'a'nın
haramlığında icma vardır.]
Bu da tamamen temelsiz, ayakları yere basmayan bir iddia.[21]
Kitaplarda sahâbeden sadece Ömer b. Hattâb, Abdullâh b. Ömer
ve Abdullâh b. Zübeyr’in; tâbiînden de Saîd b. Müseyyeb,
Urve b. Zübeyr, Hasen el-Basrî, Abdurrahmân b. Ebî Amra,
Rabî’ b. Sebra, Abdülazîz b. Ömer, Mekhûl, İbn Şihâb
ez-Zührî ve İsmâîl b. Ümeyye müt’aya “haram” gözüyle bakıyor.
Buna mukabil: Sahâbeden 1. Ali b. Ebî Tâlib,
amcasının oğlu has öğrencisi 2. Abdullah b. Abbâs,
3. Abdullâh b. Mes'ûd, 4. Câbir b. Abdillâh
el-Ensârî, 5. Ebû Saîd el-Hudrî, 6. Seleme b.
Ekva’, 7. Imrân b. Husayn, 8. Sa'd b. Ebî
Vaqqâs, 9. Semîr, 10. Übey b. Ka'b, 11.
Muâviye b. Ebî Süfyân, 12. Amr b. Hureys, 13.
Seleme b. Ümeyye b. Halef, 14. Rabîa b. Ümeyye b.
Halef, 15. Ma'bed b. Ümeyye b. Halef ve 16.
Esmâ bt. Ebîbekr; tâbiîn ve etbâut-tâbiînden ise
1. Tâvûs b. Keysân, 2. Saîd b. Cübeyr, 3.
Atâ b. Ebî Rabâh, 4. İbn Cüreyc, 5. Mücâhid b.
Cebr, 6. Safvân b. Ya'lâ b. Ümeyye, 7. Hâlid
b. Muhâcir b. Hâlid ile 8. İsmâîl es-Süddî
el-Kebîr’in yanısıra Mekke ve Yemen fukahâsının
tamamı müt’anın halen meşrû olduğuna inanıyor.[22]
Bu listeye Ehl-i Beyt’i de katarak düşünün: Bu durumda şayet
icmâ varsa, insaf edin; ne tarafta!?
İbn Abbâs müt’aya verdiği cevazdan döndü mü?
10. [İbn-i
Abbas'ın ... mut'a'ya ruhsat verdiği, fakat sonradan bu
görüşünden rücû ettiği kaynaklarda yer almaktadır.]
Doğru; kaynaklarda bu türden pek çok iddia var. Peki bu
iddiaların temeli ne kadar sağlam? Makalede, İbn Abbâs’ın
müt’aya verdiği cevazdan döndüğüne dair ileri sürülen
“Mü’minûn sûresinin ilk âyetleriyle alâkalı rivâyet” târihî
gerçeklerle bağdaşmıyor. Çünkü müt’a nikâhıyla ilgili
uygulamalar Medîne dönemine aittir. Mü’minûn sûresi ise
Mekke’de inmiştir. Söyler misiniz: Medîne’de vuku bulan bir
uygulamayı Mekke’de inen âyetler nasıl ortadan kaldırıyor!?
Yahut Mekke’de inen söz konusu âyetlerle yasaklanan bir şeye
Allah ve Rasûlü daha sonra nasıl izin veriyor!? Bu rivâyete
sırtını vererek İbn Abbas’ın söz konusu fetvasından
döndüğünü ileri sürenler hiç mi düşünmezler?
Diğer yandan
rivâyetin isnadında Mûsâ b. Ubeyde er-Rabezî var.
Mûsâ, özellikle de hâfıza bakımından ittifakla ve son derece
"zayıf", "rivâyetlerine güvenilmeyen" bir râvî.[23]
Bu nedenle İbn Hacer rivâyetin isnadının "zayıf" olduğunu
söylüyor.[24]
İbn Abbâs’ın
müt’a nikâhına verdiği cevazdan dönüşüne ilişkin
rivâyetlerin tamamı zayıftır. O yüzden İbn Abdilberr, "Abdullâh
b. Abbâs, müt'a nikâhının cevazına ve helâlliğine kâil
olmuştur; bu hususta kendisinden gelen rivâyetlerde hiçbir
ihtilaf yok."[25]
diyor. İbn Battâl'ın ifadesi ise aynen şöyle: "Mekke ve
Yemen uleması, İbn Abbâs'tan müt'anın helâl olduğunu rivâyet
ediyorlar. Bundan döndüğü ise zayıf senetlerle rivâyet
olunuyor. Oysa onun müt'aya cevaz verdiğini ifade eden
rivâyetler daha sahihtir."[26]
Müt’ayı yasaklayan kim?
11. [Hz.
Ömer mut'a'nın haram olduğunu açıkça ifade ve ilan etmiştir:
"Resûlüllah (s.a.s) bize üç defa mut'a yapmaya izin verdi,
sonra bunu haram kıldı..." (İbn Mâce, "Nikâh", 44),
Hz. Ömer'in sözü dikkatle mütalâa edilirse görülecektir ki,
mut'a'yı yasaklayan kendisi değildir; o, Allah Resûlü'nden
öğrendiği hükmü dile getirmektedir.
Hz.
Ömer'in mut'a'yı yasakladığı iddiasıyla ilgili olarak, ona
atfedilen, "Resûlüllah zamanında iki mut'a vardı; umrenin
hacca katılması (Hacc-ı Temettu') ve nikâh-ı mut'a:
ben, ikisini de yasaklıyorum." rivâyeti de vardır ve Şiîler,
yukarıdaki rivâyete değil, bu rivâyete sarılırlar. Oysa, Hz.
Ömer'in Resûlüllah (s.a.s.) zamanında caiz olan bir şeyi
kendine göre haram etmesi düşünülemeyeceği gibi ...]
Müt’ayı
yasaklamayı Hz. Ömer’in ağzından Rasûlullâh’a izafe eden İbn
Mâce hadîsi, yasaklamayı Hz. Ömer’in bizatihi kendisine
izâfe eden şu hadislere aykırı:
a)
Hz. Ali hadîsi:
"Ömer müt'ayı eğer yasak etmeseydi; pek az
kişi*
dışında, kimse zina etmezdi!"[27]
b)
Hz. İbn Abbâs
hadîsi: "Allah Ömer'e rahmet etsin; müt'a Allah'ın bu
ümmete bahşettiği bir rahmet idi. Şayet Ömer onu
yasaklamasaydı, pek az kişi dışında kimse zina etmezdi!"[28]
c)
Hz. Câbir’den gelen hadisler:
–
"Biz
Allah'ın Rasûlü (s.a.a) ve Ebûbekr zamanında bir avuç kuru
hurma ve un mukabilinde istimtâ' yapardık. Nihayet Ömer, Amr
b. Hureys hadisesinden ötürü bundan nehyetti."[29]
–
"Biz Allah'ın Rasûlü (s.a.a) ile birlikte her ikisini
de yaptık. Sonra Ömer bize bunları yasakladı; o yüzden bir
daha yapamadık."[30]
– “Ömer
şöyle dedi: "Şüphesiz, Allah Rasûlü'ne (s.a.a)
dilediği şeyi dilediği sebeplerle helâl kılıyordu. Kur'ân da
yerli yerince nazil oldu. Hac ve umreyi Allah için
tamamlayın. Bunu da Allah'ın emrettiği şekilde yapın. Şu
kadınlarla müt'a yapmayı da kesin artık! Şayet bana bir
kadınla süreli nikâh kıyan birisi getirilirse, and olsun onu
taşlarla recmederim!"[31]
– “Ömer
şöyle dedi: "Kur'ân işte bu Kur'ân, Allah'ın Rasûlü (s.a.a)
ise o (bildiğiniz) Rasûl! Allah'ın Rasûlü (s.a.a) zamanında
iki müt'a vardı: Biri hac müt'ası, öteki ise kadın müt'ası."[32]
– “Ömer
halife olduğunda dedi ki:
"Allah'ın Rasûlü (s.a.a) işte o (bildiğiniz) Rasûl;
Kur'ân ise bu Kur'ân! Kuşkusuz Allah'ın Rasûlü (s.a.a)
zamanında iki müt'a vardı ki ben bunları yasaklıyorum ve
yapanları cezalandırıyorum!: Birisi müt'a nikâhı, ki bir
kadınla belli bir süreye kadar evlenen bir adamı ele
geçirirsem; and-olsun onu taşlarla yok ederim! Öteki ise hac
müt'ası."[33]
d)
Imrân b.
Husayn hadisi: "Allah'ın kitabında "müt'a ayeti"
nazil oldu; Allah'ın Rasûlü (s.a.a) de onu bize emretti.
Daha sonra bunu nesheden bir ayet nazil olmadığı gibi,
Allah'ın Rasûlü (s.a.a) de vefatına dek bizi ondan menetmedi.
(Ancak) ondan sonra bir adam[34]
çıkıp kendi düşüncesiyle dilediğini söyledi."[35]
e)
Abdullâh b.
Ömer hadisi: Ömer dedi ki: "İki müt'a var ki Allah'ın
Rasûlü (s.a.a) zamanında vardı; ancak ben onları yasaklıyor
ve karşılığında cezalandırıyorum!: Hac müt'ası ve kadın
müt'ası."[36]
f)
Ebû Qılâbe
Abdullâh el-Cermî hadisi: Tıpkı Abdullâh b. Ömer'in rivayeti
gibi.[37]
g)
Saîd b. Müseyyeb hadisi: "Ömer iki müt'ayı yasakladı:
Kadın müt'ası ve hac müt'ası."[38]
h)
Urve b. Zübeyr de İbn Abbâs'a karşı müt'a nikâhının haram
olduğunu savunurken, Allah'ın sevgili Rasûlü'ne (s.a.a)
değil; Ebûbekr ile Ömer'in icraatlarına dayanıyor![39]
Ehl-i Sünnet
kardeşlerimizin en muteber kaynaklarında yer alan, son
derece sahih ve sahâbe arasında fazlasıyla yaygın olan bu
hadisler şu çarpıcı gerçeği ortaya koyuyor: Müt'a nikâhına
Allah (c.c.) izin vermiş, O'nun sevgili Rasûlü (s.a.a)
hayatta olduğu sürece uygulanmış. Bu uygulamaya I. Halife
zamanında da devam edilmiş! Allah'ın kitabında, Rasûlü'nün
sünnetinde olmasına rağmen bunu yasaklayıp haram kılan; buna
rağmen vazgeçmeyenleri cezalandıracağını söyleyen; hiç
kuşkusuz, II. Halîfe Ömer olmuştur!
Bütün bunlar
İbn Mâce hadisinin kesinlikle hatalı olduğunu ortaya
koyuyor. Bu hatanın rivâyetin senedinde yer alan Ebân b.
Ebî Hâzim (Abdillâh)’den kaynaklanıyor olması kuvvetle
muhtemel. Çünkü onun hâfızasının zayıf olduğu, bu yüzden de
münker pek çok hadisinin bulunduğu... Ehl-i Sünnet hadis
âlimlerinin itirafları arasında.[40]
Zaten eğer
müt'a nikâhını yasaklayan gerçekten Allah'ın Rasûlü (s.a.a)
ise, Ehl-i Sünnet âlimlerinden bir çoğu neden "Müt'a
nikâhını haram kılan / yasaklayan ilk kişi Ömer b.
Hattâb'tır." desin ki? Ebû Hilâl el-Askerî, Celâl es-Süyûtî,
el-Qalqaşendî ve el-Qaramânî; Ömer b. Hattâb'ın müt'ayı
haram kılıp yasaklayan ilk kişi olduğunu söylüyorlar.[41]
Bu durumda Şiîler neden "İki müt'a var
ki Allah'ın Rasûlü (s.a.a) zamanında vardı; ancak ben onları
yasaklıyor ve karşılığında cezalandırıyorum!: Hac müt'ası ve
kadın müt'ası." rivâyetine sarılmasınlar ki? Sizlere
göre de son derece sahih ve sağlam bu rivâyetleri
bıraksınlar da; her bakımdan münker olan İbn Mâce hadîsine
mi tutunsunlar? Kusura bakmayın; biz Şiîler her zaman ve her
yerde kuvvetli delilden yanayız.
Bu arada [Hz.
Ömer'in Resûlüllah (s.a.s.) zamanında caiz olan bir şeyi
kendine göre haram edemeyeceğini...]
düşünmeye siz devam ede durun; bakın o hac müt’ası konusunda
da ne diyor: “Allah'ın kitabında bulunduğu ve Rasûlü
de yaptığı hâlde sizlere hac müt'asını yasaklıyorum!”[42]
Ehl-i Beyt kaynaklarında yer alan Hayber
hadîsi ve takiyye
12. [Resûlüllah'ın
(s.a.s.) Hayber gününde mut'a'yı haram kıldığını ifade eden
ve Hz. Ali (r.a.) tarafından rivâyet edilen hadis, bizzat
Şiî kaynaklarda da yer almaktadır.
(et-Tehzib,
c. 7, s. 251)
Fakat müellif, bu hadisle alâkalı Hz. Ali'nin takiyye
yaptığını ileri
sürer. Ayrıca, mut'a'nın haram olduğuna dair Hz. Ali'nin
bizzat kendi ifadesi de mevcuttur.
el-İstibsar,
c. 3, s. 142)]
iddiasına gelince:
Sizce; bir
konuda pek çok yoldan sağlam isnatlarla ve yaygın biçimde
gelen bir hadise, sadece bir iki yoldan gelen bir hadis
muhâlif düşse ne yapılır? Aralarını bulma imkânı da yoksa,
muhâlif olanı mı tercih edersiniz, yoksa yaygın olanı mı?
Sizi bilmem; ama Ehl-i Sünnet ulemâsı bu durumda yaygın
olanı alır ve diğerini şâz (yahut münker) kabul ederek
reddeder.
Biz de aynı
şeyi yaptığımızda neden bu suç oluyor? Bizim hadis
kaynaklarımız, müt’a nikâhının cevazını açıkça ifade eden
sayısız hadislerle doludur. Ve bunlar sened bakımından gayet
sağlam ve yaygın rivâyetlerdir. Söz konusu Hayber hadîsi
–râvîlerinin her yönden siqa olduğunu kabul edersek– şâzdır
ve onunla amel etmek elbette mümkün değildir. Bu bir.
İkincisi,
rivâyet {... Zeyd b. Ali
à Ebû Hâlid Amr
b. Hâlid à
Huseyn b. Ulvân à
Ebul-Cevzâ Münebbih b. Ubeydillâh
à ...} kanalıyla
geliyor. Mektebimize göre, bunlardan bilhassa Huseyn b.
Ulvân ile Ebû Hâlid’e pek güvenilir gözüyle bakılmaz ve
rivâyetlerine ihtiyatla yaklaşılır.[43]
Onlara karşı Ehl-i Sünnet hadis alimlerinin tutumu ise daha
acımasızdır.[44]
Bu durumda böyle bir rivâyete itimat etmenin imkânı var mı?
“Takiyye”,
dinimize, şahsımıza, yakınlarımıza yahut malımıza yönelik
bir tehlike söz konusu olduğunda, hatta Müslümanlar arasında
birlik ve beraberliğin bozulmaması için gerçeği gizlemek, bu
gibi durumlarda açık vermemek demektir. Bunun İslâm’da
yerinin olmadığını iddia etmek, apaçık inattır. Yerine göre
farz, haram ve mendûb olmak üzere üç kısımda mütâlaa edilen
takiyyenin meşruiyeti konusunda kitapta ve sünnette pek çok
delil vardır ve durum aklen de böyledir. Bilmez misiniz: Her
doğru her yerde söylenmez.[45]
Bu kavramın
Şîa ile özdeş hale gelmesi elbette boşuna değildir.
Ebûbekr’e bîat etmedikleri takdirde Rasûlullâh’ın biricik
kızı Fâtıma’nın evini içindekilerle birlikte “yakma”
tehditlerini[46],
Rasûlullâh’ın vefatından sonra Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e
haksızlık yapılacağını belirten –Ehl-i Sünnet hadis
âlimlerinin ölçülerine göre de– sahih hadisleri[47],
Evlâd-ı Rasûl’ün ve dostlarının tarih boyunca çektiği
sıkıntıları, Ehl-i Beyt imamlarından hemen tamamının ya
öldürülerek yada zehirlenerek şehîd edilmelerini, Emevîler
ve Abbâsîler döneminde Ehl-i Beyt dostlarına yönelik “cadı
avına” dönüşen takip, tehdit ve zulümlerin, ondan sonraki
dönemlerde de artarak devam ettiğini; kitaplarının,
mallarının yağmalandığını... şayet siz bilmiyorsanız; biz
biliyoruz. Ateş düştüğü yeri yakar; bunun acısını bizler
çektik, sizler değil!
Bir de şimdi
bakın etrafınıza; takiyyeye en çok kimler sığınıyor? Şiî
âlimler mi, yoksa Sünnî âlimler mi?
Bize göre
Allah’ın Rasûlü’nün (s.a.a) vefatıyla birlikte Kur’ân
tamamlanmıştır; fakat onun sağlıklı biçimde yorumlanması
bitmiş değildir. Bu görev Hz. Ali başta olmak üzere Ehl-i
Beyt imâmlarına tevdî edilmiştir ve bu görev her ne pahasına
olursa olsun yerine getirilecek; sonraki kuşaklar bu
hazineden, bu tatlı pınardan mahrum bırakılmayacaktır. Onun
için takiyye en güzel araçlardan birisidir.
Ehl-i Beyt
imamlarından (a.s) yaygın biçimde gelen hadislere muhâlif
düşen her rivâyeti “takiyye” ile izah etmeyi –âcizâne– ben
de doğru bulmuyorum. Buradaki Hayber hadîsinin de takiyye
ile ilgisi yok ve sadece “şâz” demek yeterli bence. Fakat
bu, bu tarz “aykırı” rivâyetlerin hiçbirisi “takiyye ile
izah edilemez” demek değildir. İslâm’ın geleceğini ve
dostlarının hayatta kalmasını herkesten fazla düşünen
Evlâd-ı Rasûl (a.s), icap ettiğinde “takiyye” ile fetva
vermişlerdir.[48]
Ancak bunun için dinin hükümlerinin asla gizli kalmaması,
tereddüde yol açarak karışıklığa meydan vermemesi şarttır.
İmamlarımız, nerede takiyye yollu fetva vermişlerse, işin
doğrusunu dostlarına ve hâlisâne niyetle merak edenlere
başka bir zaman açık seçik anlatmışlar, tereddüde mahal
bırakmamışlardır. Aksi durumlarda takiyyeye baş vurdukları
asla vaki değildir.
Ayrıca
el-İstibsâr’da [Mut'a'nın
haram olduğuna dair Hz. Ali'nin bizzat kendi ifadesi]
de mevcut değildir. Orada mevcut olan rivâyet yukarıdaki
Hayber hadisidir.
Müt’a nikâhı sadece bir ruhsattır.
13. [Şiî
fıkhında, kiminle mut'a yapılabileceğiyle alâkalı olarak da
pek çok çelişkiler vardır. Bir rivâyette, mut'a'nın ancak
inanan biriyle yapılabileceği ifade edilirken (Küleynî,
Kâfî, 5. c. 454); diğer bir rivâyette, Müslüman bir
kadınla mut'a yapılamayacağı, sadece Yahudi ve Hıristiyan
kadınlarla böyle bir evlilik için ruhsat olduğu
belirtilmektedir.] Ehl-i
Beyt kaynaklarında [Müslüman
bir kadınla mut'a yapılamayacağı, sadece Yahudi ve
Hıristiyan kadınlarla böyle bir evlilik için ruhsat olduğu]na
ilişkin en ufak bir kayıt yoktur. Söz konusu makaleyi
yazanlar, öyle anlaşılıyor ki işi hayli aceleye getirmişler
ve kitaplarımızda olmayan çelişkiler yaratmaya çalışmışlar.
Konuyla ilgili rivâyetler, sadece “Yahûdî ve Hıristiyan
kadınlarla müt’a yapmakta beis olmadığına” ilişkindir.[49]
14. ["Kâfi"nin
5. cildinin 462. s.sının 1. rivâyeti, bâkire bir kız için
mut'a'nın tavsiye edilemeyeceğini, zira böyle bir evliliğin
o kızın anne-babası için utanç vesilesi olacağını
belirtmektedir. Ayrıca, İmam Ebû Abdullah (Hz. Cafer
es-Sadık) şöyle demektedir: "Mü'min
bir kadınla mut'a yapma; çünkü, böyle yapmakla onu küçük
düşürmüş
ve aşağılamış olursun." (et-Tehzib,
c. 7, s. 253; el-İstibsar, c. 3, s. 143)]
Ehl-i Beyt
(İmâmiyye) mektebinde müt’a nikâhı bir ruhsat olarak meşrû
kabul edilir ve ihtiyacı olmayanların bu yola başvurması
“mekruh” olarak değerlendirilir. O yüzden de İmamlarımız
(a.s) dostlarına mümkün oldukça dâimî nikâhı tavsiye
etmişlerdir.[50]
Aynı şekilde bâkire kızlarla müt’a yapılması da hoş
karşılanmaz. Müt’a yapılacak olsa bile, velilerinden izin
alınması ve “cinsel ilişkisiz” bir müt’a yapılması tavsiye
edilir.[51]
Elbette bütün
bunlar, normal koşullarda bu nikâha pek hoş gözle
bakılmadığı, adı üstünde sadece “ruhsat” olduğu içindir.
Ancak burada ve hiçbir yerde duygularımızla hukuku birbirine
karıştırmamak gerekir. Hiçbir hukukçu, bir konuya ışık
tutarken işine duygularını karıştıramaz; aksi halde hukuk
olmaz. Ve böyle durumlarda, ortada bekleyen toplumsal
ihtiyaçlar “çözümsüzlüğe” terk edilmez mi?[52]
Bunun vebalini kim çekebilir?
Yasalarla
serbest bırakılan; ama ihtiyacı olmayanların başvurması
halinde hoş karşılanmayan durumlar her hukuk sisteminde
vardır. Örneğin Ebû Hanîfe ve ilk dönem (yaklaşık altı
asırlık) Hanefî fakihleri, şarap dışında sarhoş edici
içkilerden “sarhoş etmeyecek miktarda” içilmesine yeşil ışık
yakarken[53];
acaba kendileri içmişler midir? Yada bunu kime tavsiye
etmişlerdir? Bu hüküm bizce yanlış olmakla birlikte, bizler
onların içtiklerini de sanmıyoruz, tavsiye ettiklerini de.
Diğer yandan
bir erkeğin, göbekten yukarısını açabileceğine (= ki
doğrudur) fetva veren Sünnî âlimlerden hangisi bu halde
sokağa çıkmıştır? Bu durum ayıp değil midir? Yapanı
ayıplamazlar mı? Hatta “deli misin be adam!” demezler mi?
Oysa ihtiyaç olduğunda (örneğin hamamda yıkanırken) kimse bu
durumu ayıplamaz.
Aynı şekilde
bir kadın; erkek kardeşinin, amcasının, dayısının ve oğlunun
(kısacası mahremlerine karşı) yanında boynunu, boğazını
hatta göğüslerini açabilir ve onlar da bu yerlere –şehevî
gözlerle olmadıkça ve fitneye sebebiyet vermedikçe–
bakabilirler. Buna Ehl-i Sünnet cânibinden de fetva veren
Hanefî ve Şâfiî âlimlerinden[54]
hangisi bunu –ihtiyaç yokken– uygulamış ve başkalarına
tavsiye etmiştir? Bu durum da son derece ayıp değil mi?
Bir erkeğin,
dul kalmış yengesiyle evlenmesine çoklarımızın duyguları
izin vermez. Oysa iki gönül bir olduktan sonra hukuken buna
mani var mı?
Kısacası
“duygu” başkadır, “hukuk” başkadır; ve bunlar asla
birbirlerine karıştırılmamalıdır. İmamlarımızın “ihtiyaç
olmadıkça başvurulmaması” ve “bâkirelerle müt’a yapılmaması”
yönündeki tavsiyelerini de bu şekilde anlamak gerekir.
İstismar
konusuna gelince; bir kimsenin kalbinde eğrilik varsa ve
niyeti kötü ise onun için her hüküm istismara açıktır.
İstismara açık olmayan hüküm de yoktur. Hukukta bir şey
istismara yol açıyorsa ve o şeye toplumun ihtiyacı da varsa;
o şeyin önünü tümden tıkamak yerine yasal önlemler
alırsınız. İşin doğrusu ve makul olanı budur. Aksi halde iyi
niyetli ama o şeye gerçekten ihtiyacı olan insanları da
mağdur edersiniz. Günümüzde de böyle değil midir? Halkın
ihtiyaçlarına yönelik bir yasa çıkarıldığında, birileri bu
yasanın açıklarını bularak istismara kalktığında ne yapılır?
O yasa tümden iptal mi edilir, yoksa o yasaya istismarı
önleyici mahiyette bir takım kayıtlar mı eklenir?
İslâm
hukukunda, normal koşullarda dâimî nikâhın resmîleştirilmesi
diye bir mecburiyetin olmadığını, birazcık fıkıh okumuşsanız
bilirsiniz. Oysa şimdi herkes mutlaka resmî bir nikâh
yaptırmak zorunda. Neden? Elbette devletin başka hedefleri
de vardır; ama bizce asıl sebep, istismarı, suiistimali ve
başıboşluğu önlemektir. Şimdilerde şayet sadece dînî nikâhla
yetinilseydi, seyredin manzarayı; ne istismârlar, ne
suiistimaller görürdünüz.
Ehl-i Sünnet
âlimlerinin iğrenç şartlı hulleciliğe ve “içinde saklamak ve
akit esnasında şart koşmamak halinde” müt’a nikâhına yeşil
ışık yakmalarına ne diyeceksiniz?[55]
Bizler müt’a
nikâhının istismara açık olduğunu inkâr etmiyoruz ki? Ama
istismara açık diye önünü tümden kesmenin ne aklî, ne de
hukûkî hiçbir manası yoktur. Varsa öyle bir şey; suiistimali
önleyici ilâve tedbirler alırsınız. Yasa çıkarır ve yapılan
tüm işlemleri resmîleştirirsiniz. Böylece resmî olmayan
uygulamaları önlersiniz. Yoksa devlet neden var ki? Her şeyi
vicdanlarla çözmek mümkün olsaydı; devlete, polise, askere
ne hâcet vardı?
["Mü'min
bir kadınla mut'a yapma; ...”]
rivâyetinin ise isnadı kopuk, yani münkati bir hadis. Böyle
bir hadis ile bizde amel etmeyiz, şayet birazcık usul
biliyorsanız, siz de.
Müt’a nikâhıyla alakalı âyet ve “istimtâ”nın
anlamı
15. [Şiîler,
mut'a inançlarını desteklemek için Nisa Sûresi'nin 24.
âyetini güya delil olarak kullanırlar.]
sözünü –kusura bakmayın ama– iyi niyetle izah etmekte
zorlanıyorum. Bu büyük ve çirkin bir ithamdır. Buna sadece
bizler değil, sahâbe ve tâbiînden olup ta âyetten müt’a
nikâhını anlayan birçok değerli insan da maruzdur. Tarafsız
olan, kendi aklıyla karar verebilen sağduyulu okuyucularım,
bu ithama asıl muhatap olan tarafın kimler olduğunu
anlayacaklardır.
Nisâ sûresinin
24. ayetinin müt’a nikâhından başka bir şeyi anlatmadığını
ilgili kitabımızda genişçe izah ettik. Tefsir ve meallerde
gözden kaçan bazı ilginç ayrıntılara da dipnotta değindik.
Kaldı ki âyetten müt’a nikâhı anlamını çıkaranlar sadece
bizler değiliz. Şayet başınızı kaldırıp ta etrafınızda olup
bitenlere bir bakarsanız; İbn
Mes'ûd, İbn Abbâs ve tüm öğrencileri, Übey b. Ka'b, Imrân b.
Husayn, Saîd b. Cübeyr, Mücâhid ve İsmâîl es-Süddî
başta olmak üzere daha pek çok şahsiyetin aynı sonuca
vardığını görürsünüz. Hatta büyük müfessir el-Qurtubî ve
eş-Şevkânî “müfessirlerin çoğunluğunun âyetin müt’a nikâhı
hakkında nâzil olduğuna inandıklarını” söylüyorlar.[56]
16. [İstimtâ"
kelimesi mut'a ile aynı kökten gelen bir kelime olup,
"faydalanma" anlamına geliyor ise de, bunu kavram olarak
mut'a'ya hamletmek kat'iyen
doğru değildir.] sözü,
söz sahiplerinin, Arapça’nın yanısıra İslâmî kavramlardan da
habersiz oldukları konusunda önemli ipuçları veriyor. Ayette
geçen "İstimtâ’"
kelimesinin kök itibariyle "faydalanmak", "istifade etmek",
"nimetlenip yararlanmak" gibi anlamlara geldiği doğrudur;
ancak bunlar onun sözlük karşılıklarıdır. Halbuki bu
kelimenin bir de İslâmî literatürde oturmuş ve herkes
tarafından bilinen bir terim (ıstılâh) karşılığı vardır ki;
o da “müt'a” yapmaktır. "Temettu’" da bu anlamdadır.
Bilhassa "kadınlar"dan, "nikâh"tan bahsedilen bir ortamda
bunun başka bir karşılığı yoktur. Konuyla alâkalı hadislerde
bile sürekli "istimtâ’" ve "temettu’" kavramları
kullanılmıştır.
Söz konusu ayette de böyle bir ortamda
kullanılmış bu kelime. Kelimeyi, içindeki terim karşılığını
boşaltıp "faydalanmak"la doldurmak bâtınî bir yorumdur ve
ciddiye alınacak yanı yoktur. Bu tarz yorumların kapısı bir
aralanırsa, "namaz kılmak" olarak anladığımız "salât"a
sadece "dua etmek", "oruç tutmak" anlamını verdiğimiz "savm"
kelimesine "tutmak" ... anlamı verilir ki; bunun tehlike
boyutlarını siz düşünün!
Kaldı ki
Arapça’da bir kelime, kalıptan kalıba girdiğinde ve farklı
konumlarda kullanıldığında değişik anlamlar ifade eder.
Bunun en güzel örneklerinden birisi “darb” kelimesidir.
“Vurmak, dövmek, örnek vermek, yola çıkmak, gezinti yapmak,
bir çeşit ortaklık yapmak vb” anlamlara gelen bu kelimeye,
Kur’ân’da geçtiği her yerde, yukarıdaki anlamlardan sadece
birisini verirseniz ne olur? Yine “nazar” kelimesinin de
“bakmak, düşünmek, tartışmak, beklemek” gibi karşılıkları
yok mu? “kavl” (qâf ile) kelimesinden türeme “mukâvele” ve
“ikâle” kelimelerinin anlamları birbirine ne kadar zıttır!
(Mukâvele “sözleşme”, ikâle ise hukuk dilinde “alışveriş
sözleşmesini feshetme” anlamına gelir.)
Müt’a bir zinâ mıdır?
17. Ayette
geçen “sifâh” deyiminin açıklamasında sırtlarını dayadıkları
Elmalılı Hamdi Yazır’ın [Nikâhın
... meşru olmasının hikmeti, nefsi tahsin ve üremedir...
Yalnız şehveti gidermek maksadı ile nikâh veya cariye
edinmek caiz değildir. Bundan dolayı, mut'a, başka bir ifade
ile metres tutmak helâl değildir, bir zinadır.]
sözleri ise cidden utanç vericidir. Bu sözleri söyleyen
Elmalılı, şâyet fıkıhtan tümüyle bi-haber olsaydı, “maksatlı
değil” derdik. Bir defa bu sözler, “müt’a nikâhına
sırf cinsel tatmin için başvurulur” çarpık önyargısına
dayanan sözlerdir. Oysa müt’a nikâhına başvurmanın daha
başka sosyal sebepleri de vardır ve ilgili kitabımızda
açıklaması mevcuttur.
Diğer
yandan “şehveti teskin için
nikahlanmak caiz değildir” demek koca bir fıkıh külliyatını
göz ardı etmek olur. Ehl-i Sünnet âlimleri, evlenmediği
takdirde zinaya düşecek bir kimse için; "evlenmesi farzdır /
vâciptir!" demiyor mu?[57]
Onların bu fetvası, sırf şehevî arzuları tatmin için de
evlenilebileceği konusunda sizce yeterince açık değil mi?
Elmalılı’ya göre bir erkeğin tamamen kısır yada çocuk
doğurma ihtimali kalmamış bir kadınla, bir kadının da aynı
özelliğe sahip bir erkekle evlenmesi de câiz değil
anlaşılan. Allah aşkına fıkıhta bunun yeri var mı!?
Ayrıca
müt’a nikâhına “zina” diyen Elmalılı, bununla Allah ve
Rasûlü’ne ne büyük iftirâ ettiğinin bilmem farkında mı?
Söyler misiniz: Allah’ın Rasûlü (s.a.a) sahabeye müt’a
yapmaları için izin verdiğinde onlara zina mı yaptırdı?
Onların fuhuş yapmalarına göz mü yumdu?
Elmalılı’nın
bu hezeyanları nereden aldığını biliyoruz: el-Cessâs.
Hanefîlerin önde gelen hukukçu müfessirlerinden olan
el-Cessâs, kendisine yakışmayan bir üslupla, ayetin müt’a
nikâhıyla ilgisinin olmadığını ispatlayabilmek için var
gücüyle çırpınıyor, bunun verdiği sarhoşlukla ne büyük
yanlışlar yaptığını bile fark edemiyor. Ama nâfile!
Fahruddîn er-Râzî bile onun bu çırpınışlarını “boş” olarak
değerlendiriyor ve bununla âyetin müt’a nikâhından
bahsettiğine ağırlık veriyor. er-Râzî çözümün “neshe gitmek”
olduğunun altını çiziyor![58]
Mü’minûn sûresinin 5~7 âyetleri
18. [Yukarıda
anlatılanlar dışında, mut'a'yi
kabul etmenin daha pek çok açmazı ve çelişkisi vardır.]
dedikten sonra Mü’minûn sûresinin 5~7 âyetlerini delil
gösteriyorlar. Söz konusu âyetlerde felâha erecek gerçek
mü'minler için, ırz ve namuslarını, cinsel arzu ve
isteklerini sadece iki sınıfa açabileceği, yalnız onlarla
cinsel ilişkiye girebileceği belirtiliyor: a.
Zevceleri b. Câriyeleri. Bu iki yolun dışında kalan
cinsel ilişkiler haram kılınıyor; yapanlar kınanıyor ve
"âdî" oldukları söyleniyor. Ancak bizler "müt'a" nikâhıyla
evlenen bir kadının da kocasına "zevce" olduğunu söylüyoruz.
Dolayısıyla ayetlerin konumuzla hiçbir ilgi ve alâkası yok.
Bu bir.
İkincisi,
daha önce de belirttiğimiz gibi, bu âyetlerle şayet müt’a
nikâhına da yasak getirilseydi, Allah'ın Rasûlü (s.a.a)
Medîne’de buna izin verebilir miydi? Mezhebi kurtaralım
derken, Hz. peygamberi ne duruma soktuğunuzun farkında
mısınız?
O yüzden, bu
ayetlerle "müt'a" nikâhının haramlığına delil getirmeyi,
Mâlikîlerden Qâdî Ebûbekr b. el-Arabî reddeder.[59]
Şimdi
soruyoruz: Açmazda olan biz miyiz, yoksa siz misiniz?
19. [Mut'a
İslâm'ın icat ettiği bir uygulama olmayıp, cahiliyye
döneminde yaygın olan bir usûldü.]
iddiasına gelince; sizce câhiliyye dönemine âit her şey
yanlış mıdır? O dönemde dâimî evlilik te vardı; peki şimdi
ne yapacaksınız!? Tesettür de vardı; bu durumda İslâm’da
tesettürün yerinin olmadığını mı iddia edeceksiniz?
İslâm
Peygamberi câhiliyye döneminden kalma her şeyi silip yok
etmedi. Yanlış olanlarını kaldırdı, diğerlerine de çeki
düzen verdi.
Müt’a ile alâkalı bazı hukûkî düzenlemeler
20. [Şiilere
göre, bu hüküm istimta'dan önce kadına hakkı olan metayı
vermek gerektiğini ifade eden bir kuraldır; aksi hâlde,
kadına hakkı verilmeden ondan yararlanılması mut'a kapsamına
dahil olamaz.] Biz
Şiîlerin dediği şudur: Kadın, müt'a nikâhından sonra cinsel
ilişki olsun olmasın, kararlaştırılan mehrin (ücretin)
tamamını hemen alabilir. Ancak asıl hak ediş, gerekli
istifadeden sonradır.
21. [Mut'a
anlayışına göre, bir kadın mut'a yoluyla evlendiği ilk
kocasından hamile olsa bile ikinci bir erkekle yine mut'a
yapabilir] iddiası
bizlere yönelik iftiralardan birisidir. Bizler diyoruz ki:
Taraflarca belirlenen süre (ecel) dolduğunda; kadın hamile
ise doğum yapıncaya kadar iddet bekler. Hamile değilse iki
hayız müddeti bekler. Hayız görmeyen kadınların iddeti ise
45 gündür.
Müt'a
nikâhıyla evlenen çiftlerden erkek olanı bu evlilik
esnasında ölürse, bu durumda kadın hamile değilse 4 ay 10
gün bekler. Hamile ise "4 ay 10 gün" ve "Doğum vakti"
seçeneklerinden süresi en uzun olanını tercih eder. (Yani
örneğin 4 ay 10 gün geçtiği hâlde doğum olmamışsa doğuma
kadar, doğum yapmış ama henüz 4 ay 10 günlük süre bitmemişse
bu süre bitene kadar iddet bekler.)[60]
22. [Kur'ân,
boşanma durumunda üç hayız ve temizlik müddeti
beklemeyi teşrî buyurmuş olup, zikrettiğimiz bu hükmün
dışında başka bir hüküm getirmiş değildir. Böyle bir hükmü,
Sünnette de görmüyoruz.]
iddiası çok câhilce, –her zaman olduğu gibi– hiçbir
araştırmaya dayanmadan acelece verilmiş bir hükümdür. Oysa
hâmileyken boşanan bir kadının iddeti konusunda Talâq sûresi
(ayet: 4, 6) hâmileliğin sona ermesini istemektedir.
Sünnette de örneğin evli câriyelerin hâmile değilken
boşanmaları hâlinde “iki hayız” boyu iddet bekleyecekleri
vardır.[61]
Kaldı ki
“sünnet” deyince sadece Sünnî hadis kaynaklarını düşünmek
hiç te bilimsel, tarafsız ve insaflı bir yaklaşım değildir.
Bu, “kendisinden başkasını yok sayan” bir tutumdur ve bir
Müslümana yakışmaz.
23. [Hz.
Ali şöyle demektedir: "Şehevî arzularınıza karşı oruca
sığının." Eğer, mut'a caiz ise, kolay yoldan arzuları tatmin
mümkünken oruca ne gerek var? Bunun bir çelişki olduğu
apaçık değil midir?]
Tıpkı Ehl-i Sünnet kaynaklarında olduğu gibi, bizim
kaynaklarımızda da böyle durumlarda “oruç tutma” tavsiyesi
vardır. Fakat bu bir çelişki değildir. Şayet toplumun bütün
fertleri “tek tip” olsaydı o zaman belki çelişkiden söz
edilebilirdi. Şehevî arzularını, zaten tavsiye edilmeyen
müt’a ile gidermektense “oruç” ile dizginleyecek olanların
yanısıra, bununla kendini eğleyemeyecek olanlar da vardır.
Üstelik, müt’a yapmak isteyen bir kimse, istediğinde karşı
adayı hemen bulabilecek mi? Kısacası her iki hükmün farklı
uygulama alanları vardır.
Kaldı ki, daha
önce de belirttiğimiz gibi yine söylüyoruz: Müt’a nikâhı
sırf şehevî arzuları tatmin için başvurulan bir nikâh
değildir. Müt’a yoluyla çocuk sahibi olmak isteyen bir
kimse, bu isteğine her halde “oruç tutarak” ulaşamaz.
Dolayısıyla burada bir çelişki yoktur.
Kısacası
müt’a, –Mü’minlerin Emîri İmâm Ali’nin has öğrencisi İbn
Abbâs’ın da dediği gibi– toplumsal ihtiyaçlar göz önünde
bulundurularak vaz olunmuş ilâhî bir rahmettir. Toplumları
bu rahmetten esirgeyenler bu tutumlarına devam ede
dursunlar; batılı hukukçular bile –koşulları hazırlandığı
takdirde– toplumlar için gerekli olduğuna inanıyorlar!
Şimdi müsaade
buyururlarsa birkaç soru da biz soralım:
1. Şayet müt’a
nikâhı sizce zinadan ve fuhuştan farksız ise, Allah’ın
Rasûlü’nün (s.a.a) izin verip sahabeye uygulattığı müt’a da
zina ve fuhuş muydu?
2. Görüyoruz
da; lehte yada aleyhte hemen her hadisin metin ve senet
tenkidini yapmaktan israrla kaçınıyorsunuz. Bunun sebebi ne?
3. Sıkça
"Şiiler" diyerek bir şekilde dokundurmaya çalıştığınız
bizler, "Ali'nin Şîası" olmaktan gurur duyuyoruz.
Ya sizin "Şîası" olmakla iftihar
ettiğiniz birisi var mı?
4. Yine gördük
ki; bizim kabul etmediğimiz bazı şeyleri bize mal etmeye
çalışıyorsunuz. Cidden iyi niyetliyseniz, karşılıklı hoşgörü
içinde diyaloga girerek aramızdaki yanlış anlamalı yok
edemez miyiz?
5. Bir takım
konuları aramızda tartışırken kırıcı ve itham edici olmak
niye?
Gelin;
müctehid imamların karşılıklı saygıya dayalı geleneğini
sürdürelim? Tıpkı İmam Şâfiî gibi; “Her ne kadar bizler
müt’anın cevazına fetva veren o öncü insanlara muhalefet
edip görüşlerini terk etmişsek de bu onları cerh edip
eleştirmemizi gerektirmez. Onlar için 'Allah'ın haram
kıldığı bir şeyi helâl kıldınız ve dolayısıyla hata
ettiniz.' de diyemeyiz. Çünkü onlar hakkında böyle bir şey
iddia ettiğimizde onlar da bizim gibi düşünenleri hataya
düşmekle, Allah'ın (a.c.) helâl kıldığı bir şeyi haram
kılmakla suçlayacaklardır."[62]
diyelim, kardeş olalım ve hep öyle kalalım. Bi-emânillâh...
Ves-selâm...
*
1963’te Amasya’da doğdu. 1981’de Amasya İmam Hatip
Lisesi’ni, 1985 yılında da Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesini bitirdi. 1986 yılında Hatay ilinin Altınözü
ilçesinde, İmam Hatip Lisesi’nde “Meslek Dersleri
Öğretmeni” olarak göreve başladı. 1994’te Amasya’ya geldi
ve çeşitli okullarda görevini sürdürdü. Halen Amasya’nın
Taşova ilçesinde “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” öğretmeni
olarak görev yapmaktadır.
Önceleri
Ehl-i Sünnet (Hanefî) iken, uzun ve yoğun çalışmaları
sonucu Ehl-i Beyt mektebi’ni tercih eden Çuhacıoğlu’nun
yayınlanmış iki kitabı var:
– Kitap ve
Sünnet Işığında MÜT’A NİKÂHI (Kevser Yayınları,
Nisan – 2002)
– Hz.
Peygamberin Dilinden HZ. ALİ [el-Hasâis Tercüme ve
Şerhi] (Kevser Yayınları, Ekim – 2002)
1- Temmuz - Ağustos - Eylül 2003, Sayı : 61
Yıl : 16
2- Geniş
bilgi için bk. Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 16~25
3- Bu türden
iddialar ve cevapları için bk. Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı:
s. 129 vd.
4-
Rivayetlerde bu kişinin Abdullâh b. Abbâs olduğu
belirtiliyor.
[5]-
bk. en-Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim: IX, 180~181;
ez-Zeyle'î, Nasb'ur-Râye: III, 178~179; İbn’ül-Qayyim,
Zâd'ül-Meâd: II, 183 ayr. bk. 183~184, IV, 6; İbn Hacer,
Feth'ul-Bârî: XII, 210~211; el-Aynî, el-Umde: XIV, 254;
el-Qastalânî, İrşâd'üs-Sârî: VI, 299, VIII, 35;
eş-Şevkânî, Neyl'ül-Evtâr: VII, 230; Davudoğlu, Müslim
Şerhi: IX, 178
[6]-
Sahih senetlerle rivâyet edilen bu söz için bk. İbn Sa'd,
et-Tabaqât: II, 338; İbn Abdilberr, el-İstîâb: III, 40;
İbn’ül-Esîr, Üsd’ül-Ğâbe: III, 288; İbn Hacer, el-İsâbe:
II, 509
[7]-
İbn Şihâb ez-Zührî, Urve b. Zübeyr ile her fırsatta bir
araya gelip İmam Ali'ye (a.s) sataşan ve ona olan
düşmanlıklarını açığa vuran birisi! Bu konuda güvenilir
yollarla gelen pek çok rivâyet var! (Örnek olarak bk.
İbrâhîm es-Seqafî, el-Ğârât: s. 395; İbn Ebil-Hadîd, Şerhu
Nehc’il-Belâğa: IV, 102) Peygamber Efendimiz ise Ali’ye
sataşan ve ona sövenleri “münâfık” olmakla niteliyor ve bu
durumun doğrudan Allah ve Rasûlü’nü üzeceğini haber
veriyor. (Konuyla ilgili sahih hadisler için bk.
Çuhacıoğlu, Hz. Ali: s. 311~340, 351~357)
ez-Zührî
buna ilaveten, Abdülmelik b. Mervân gibi kan dökücü Emevî
sultanlarının meclis arkadaşlarından! (İbn Sa'd, VII, 447
= Aynı yerde o ünlü diktatörün hediye(!)lerine mazhar
olduğu da kayıtlı.) İbn Sa'd'ın Buhârî ile Müslim'in
şartlarına göre sahih bir senedle rivâyetine göre, birisi
ez-Zührî'ye gelerek, dişleri altın tellerle bağlamanın
hükmünü sorar. O da “sakıncası yok” der ve bu fetvayı
verirken Abdülmelik b. Mervân'ın da dişlerini altın telle
bağlattığını kaynak gösterir! ez-Zührî, bununla adeta
“Sakıncası yok; eğer olsaydı Abdülmelik bunu yapmazdı!”
demek ister. Sadece bir valisinin, Haccâc-ı Zâlim'in, bir
çoğu Ehl-i Beyt taraftarı on binlerce (yüz binin üzerinde
= bk. Ali el-Qârî – el-Haffâcî, Şerh’uş-Şifâ: III, 169)
masumun kafasını sudan sebeplerle kesmesini onaylayan
böyle bir diktatörün uygulamasını delil göstermek bir
insana yakışır mı!?
Ayrıca
ez-Zührî tedlis ile de ünlü birisi. (ez-Zehebî, el-Mîzân:
IV, 40) Yani rivâyet ettiği hadisin başkalarınca güvenilir
sayılabilmesi için senedde ve daha başka yerlerde oynama
yapabiliyor! ez-Zührî'nin hadislerin metin ve senedlerinde
yaptığı oynamalara örnek görmek istiyorsanız; onun rivâyet
ettiği hadislerde iyi bir gezintiye çıkmalısınız!
Yahyâ b.
Maîn bile “O Ümeyye oğullarına çalışırdı!” dedikten
(Hâkim, el-Ma'rife: 54; İbn Hacer, et-Tehzîb: II, 424)
sonra, ez-Zührî'yi kim siqa sayarsa saysın, bir kıymeti
var mı!?
8- Bu
sahâbîler şunlar: 1. Abdullâh b. Ömer, 2.
Câbir b. Abdillâh, 3. Abdullâh b. Ebî Evfâ, 4.
Abdullâh b. Abbâs, 5. Seleme b. Ekva’, 6.
Enes b. Mâlik ve 7. Berâ b. Âzib.
bk. Buhârî:
humus, 20, meğâzî, 40, zebâih, 27, 28; Müslim: sayd, 25,
26, 29, 32~34, 36, 37
9- Hz.
Ali’ye izafe edilen “Hayber hadîsi”nin genişçe tahlîli
için bk. Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 47~51
10- Sebra
hadîsinin metin ve senet tenkidi için bk. Çuhacıoğlu,
Müt’a Nikâhı: s. 88~95
11- Ahmed:
IV, 55; Müslim: nikâh, 18; el-Beyheqî, es-Sünen: VII, 204
[12]-
eş-Şâfiî, el-Ümm: 1705. htm;
Ahmed: I, 420, 432, 450; Buhârî: tef. Mâide, 9,
nikâh, 8; Müslim: nikâh, 11; et-Tahâvî, Şerhu
Meânî'l-Âsâr: 390. htm; el-Beyheqî, VII, 200~201
[13]
- Ahmed: IV, 47, 51; Buhârî: nikâh, 32; Müslim: nikâh,
13~14
14-
Hanefîlerin en güçlü müctehid âlimlerinden Ebûbekr er-Râzî
el-Cessâs, Baqara sûresinin 219 âyeti ile içkinin kesin
olarak haram kılındığını delilleriyle birlikte savunmakta
(bk. Ahkâm’ul-Qur’ân: III, 3 vd.), Şâfîlerden Fahruddîn
er-Râzî de (et-Tefsîr: VI, 43 vd.) onu desteklemektedir.
15- Ehl-i
Sünnet âlimlerinin temel kaynakları Ebû Hüreyre’nin
aslında güvenilir birisi olmadığını ortaya koyan
delillerle dolu. Konuyla ilgili detaylı bilgiyi, yakında
yayınlanacak olan “Sahâbenin Adâleti ve Ebû Hüreyre” adlı
kitabımızda bulabilirsiniz.
16- Müemmel=
İbn Sa'd, V, 501; ez-Zehebî, IV, 228~229; İbn Hacer,
et-Tehzîb: V, 568, et-Taqrîb: II, 294~295
Ikrime= İbn Sa'd, V, 555; ez-Zehebî, III, 90~93; İbn
Hacer, et-Tehzîb: IV, 159~161, et-Taqrîb: II, 34
17- Bu
rivâyeti, hem Ikrime'nin hem de Müemmel'in durumundan söz
ederken, ez-Zehebî de el-Mîzân’ına (III, 92, IV, 229)
almış. Ama insafa gelerek "münker" olduğunu söylemiş. İbn
Hacer de "Her iki râvî hakkında da eleştiriler var!"
diyerek (el-Feth: XII, 212; ayr. bk. el-Qastalânî,
el-İrşâd: VIII, 35) aynı şeyi ifade etmeye çalışmış!
18- bk.
Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 109~113
19- bk.
Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 109~119
20- bk.
Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 72~96
21- İcmâ
iddiası ve cevabı için bk. Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s.
103~108
22-
Ayrıntılı bilgi için bk. Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s.
47~62, 97~103
[23]-
ez-Zehebî, IV, 213; İbn Hacer, et-Taqrîb: II, 290
[24]-
İbn Hacer, el-Feth: XII, 215
[25]-
bk. el-Aynî, XIV, 254; Davudoğlu, VII, 226
[26]-
İbn Hacer, el-Feth: XII, 217; eş-Şevkânî, Neyl’ül-Evtâr:
VII, 228
Ayrıntılı
bilgi için bk. Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 52~56
*
Bazı rivâyetlerde “pek az kişi” anlamına gelen “şefâ”
kelimesi yerine “azgın ve eşkıyâ” anlamına gelen “şaqıy”
kelimesi kullanılıyor.
[27]-
et-Taberî (V, 9) Buhârî ile Müslim’in şartlarına göre
sahîh bir
isnadla: Hakem b.
Uteybe'den
rivâyet ediyor. ayr. bk. er-Râzî, X, 50; İbn Ebil-Hadîd,
XII, 253, XX, 25; el-Emînî, el-Ğadîr: VI, 206, 207, 239;
et-Tabâtabâî, el-Mîzân: IV, 295
Bu rivâyet
bizim hadis kaynaklarımızda da yer almaktadır. bk.
el-Küleynî, el-Kâfî: V, 448; el-Qummî, en-Nevâdir: s. 82;
Ebû Ca'fer et-Tûsî, et-Tehzîb: VII, 250, el-İstibsâr: III,
141; Şehîd-i Sânî, er-Ravda: II, 103; el-Hurr el-Âmilî,
Vesâil’uş-Şîa: XXI, 5, 10
[28]-
Abdürrazzâq, İbn'ül-Münzir, Ebû Ca'fer et-Tahâvî (390.
htm) vb. sahih isnadla rivâyet ediyor. ayr. bk.
el-Cessâs, III, 96; İbn Rüşd, II, 48; İbn'ül-Esîr,
en-Nihâye: II, 249; el-Qurtubî, el-Câmi’: V, 130;
es-Süyûtî, et-Tefsîr: II, 140; eş-Şevkânî, VII, 228;
el-Emînî, VI, 206
[29]-
Ahmed: III, 304; Müslim: nikâh, 16
[30]-
Saîd b. Mansûr, es-Sünen: I, 218; Ahmed: III, 325, 356,
363; Müslim: hac, 212, nikâh, 15; el-Beyheqî, VII, 204
Aynı
mahiyette biraz daha detaylı rivâyet için bk. Ahmed: I,
52, III, 298; Müslim: hac, 145; et-Tahâvî, 321. htm;
el-Cessâs, III, 96; el-Emînî, VI, 207, 209~211
[31]-
bk. Müslim: hac, 145; el-Cessâs, III, 96; el-Emînî, VI,
210~211
[32]-
Ahmed: I, 52 = İsnadı Müslim'in şartlarına göre gayet
sahih.
[33]-
el-Beyheqî, VII, 206; et-Tahâvî, 321. htm = İsnadı
Müslim'in şartlarına göre sahih ve sağlam. ayr. bk.
el-Emînî, VI, 210
34- Maksat
hiç kuşkusuz Ömer b. Hattâb'tır.
[35]-
Buhârî: tef. Baqara, 24; Müslim: hac, 172, 173 = Fahruddîn
er-Râzî (X, 49) bunun müt’a nikâhıyla alâkalı olduğunu
ifade ediyor.
[36]-
Ebû Ca'fer et-Tahâvî (321. htm) Buhârî ile Müslim'in
şartlarına göre sahih bir isnadla rivâyet ediyor.
[37]-
Saîd b. Mansûr (I, 218~219) Buhârî ile Müslim'in
şartlarına göre sahih bir isnadla rivâyet ediyor.
[38]-
Saîd b. Mansûr (I, 218), İbn Ebî Şeybe (bk. es-Süyûtî,
ed-Dürr'ül-Mensûr: II, 140; el-Emînî, VI, 211) ve
et-Tahâvî (321. htm) sahih bir isnadla rivâyet ediyor.
[39]-
Abdürrazzâq ile İbn Abdilberr gayet sahih bir isnadla
tahrîc ediyorlar. bk. İbn'ül-Qayyim, Zâd'ül-Meâd: I, 213;
el-Emînî, VI, 208
Yine aynı
Urve diyor ki: Havle bt. Hakîm Ömer'in yanına girerek
"Rabîa b. Ümeyye bir kadınla müt'a yapmış; kadın da bundan
hâmile!" dedi. Ömer hemen elbisesini sürüyerek dışarı
çıktı ve şunları söyledi: "Şu müt'a yok mu;
(yasaklamada) erken davranmış olsaydım, onları
recmederdim!" bk. Mâlik: nikâh, 42;
eş-Şâfiî, el-Ümm: 1771. htm; el-Beyheqî, es-Sünen:
VII,
206 = İsnâdı Buhârî ile Müslim’in şartlarına göre sahih.
[40]-
ez-Zehebî, I, 9; İbn Hacer, et-Taqrîb: I, 46
Bu rivâyetle
yukarıdaki e şıklı rivâyetin her ikisi de Ömer b.
Hattâb’tan itibâren Abdullâh b. Ömer kanalıyla geliyor.
Buradaki {...Abdullâh
à
Ebûbekr b. Hafs
à
Ebân b. Ebî Hâzim
à...}
yoluyla gelirken, yukarıdaki rivâyet {...Abdullâh
à
azatlısı Nâfi’
à
Mâlik b. Enes
à ...} yoluyla
geliyor. Birazcık hadis usûlü bilenler, Ehl-i Sünnet
hadisçilerine göre buradaki hadîsin isnâdının,
yukarıdakinin isnâdıyla asla boy ölçüşemeyeceğini bilir.
Ebûbekr b.
Hafs ise, İmâm Hüseyin’i Kerbelâ’da katleden Yezîdî
ordunun komutanı Ömer b. Sa’d’ın torunu.
[41]-
es-Süyûtî, Târîh'ul-Hulefâ: s. 136~137; el-Emînî, VI, 213;
Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 95, 97
42- bk. Nesâî: hac, 50 = İsnadı Buhârî ile
Müslim'in şartlarına göre sahih.
43-
el-Hıllî, el-Hulâsa: s. 216, 241; Şeyh Hasen,
et-Tahrîr’ut-Tâvûsî: s. 134~135, 393~394
44-
Huseyn için; Ali b. el-Medînî “cidden zayıf”, Ebû
Hâtim, Nesâî ve Dâraqutnî “hadisi metrûk” derlerken, Yahyâ
b. Maîn ile ez-Zehebî “kezzâb” olduğunu, İbn Hıbbân da
“hadis uydurduğunu” söyler. bk. ez-Zehebî, I, 542~543;
el-Münâvî, Feyd’ul-Qadîr: I, 467
Ebû Hâlid
için ise; Vakî’ b. Cerrâh, İshâq b. Râheveyh ve Ebû Zür’a
“hadis uydurduğunu”, Ahmed b. Hanbel, Yahyâ b. Maîn ve Ebû
Dâvûd “kezzâb” olduğunu söylerler. Nesâî de “siqa değil,
metrûk”, Buhârî “hadîsi münker birisi”, Ebû Hâtim,
Dâraqutnî ve İbn Hacer de “metrûk” demekle yetinirler. bk.
ez-Zehebî, III, 257; İbn Hacer, et-Tehzîb: IV, 320,
et-Taqrîb: II, 75
45- Konumuz
bu olmadığı için bu kadarla yetiniyor, ilgilenecek
olanlara şu kitapları öneriyoruz:
– Ca’fer
Sübhânî, et-Taqıyye; mefhûmühâ, haddühâ, delîlühâ
[http://www.imamsadeq.org]
– er-Risâle
kurumu, et-Taqıyye
[http://al-shia.com/html/ara/lib1/index.php]
46- Konuyla
ilgili sahih rivayetler için bk. İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef: VIII, 572; et-Taberî, II, 233~234;
el-Belâzürî, el-Ensâb: I, 586; İbn Abdilberr, el-İstîâb:
II, 254~255; İbn Ebil-Hadîd, VI, 11, 47~49, XX, 34; Ca’fer
Sübhânî, el-Huccet’ül-Ğarrâ’ [Hayli doyurucu olan bu eser
için bk. http://www.imamsadeq.org]: s. 23~47
47- Bu
konuda da pek çok sahih hadis var. bk. Çuhacıoğlu, Hz.
Ali: s. 244~247
48- Ali b.
Yaqtîn el-Bağdâdî, İmâm Mûsâ el-Kâzım’ın (a.s) en yakın
dost ve en has öğrencilerinden. Temiz ve hadis rivâyetinde
son derece güvenilir birisi. Aynı zamanda Hârûn
er-Reşîd’in bakanlarından. Ali bir gün İmâm’a mektup yazar
ve abdesti nasıl alacağını sorar. İmâm da ayaklarını
yıkayarak abdest almasını ve buna aykırı hareket
etmemesini söyler. Ali aldığı cevaba şaşırmakla birlikte
“İmâmımız daha iyi bilir!” diyerek o şekilde abdest almaya
devam eder. O günlerde birisi Reşîd’in kulağına “Ali’nin
Râfızî olduğunu...” fısıldar. Duruma iyice kızan Reşîd
derhal Ali’yi gizlice takibe başlar. Abdestini Sünnîler
gibi aldığını görünce rahatlar ve “Senin Râfızîlerden
olduğunu söyleyen yalan söylemiş ey Ali!” der. Bundan
böyle Ali’nin Reşîd yanındaki yeri daha da sağlamlaşır.
Hz. İmâm bu
olayın ardından bir mektup daha yazar ve artık
“Kitâbullâh’ın emrettiği gibi, ayaklarını meshederek”
abdest almasını söyler... İşte size hayat kurtaran bir
takiyye örneği.
bk. Şeyh
Müfîd, el-İrşâd: II, 227~229; et-Tabrasî, İ’lâm’ül-Verâ:
II, 21~22; el-Hurr el-Âmilî, I, 444~445; Ca’fer Sübhânî,
et-Taqıyye: 87~88
49- Ebû
Ca’fer et-Tûsî, et-Tehzîb: VII, 256, el-İstibsâr: III,
144~145; el-Hurr el-Âmilî, XXI, 37 vd.
50-
el-Küleynî, V, 452~453; el-Qummî, en-Nevâdir: s. 87;
el-Hurr el-Âmilî, XXI, 22~23; Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s.
25
51-
Ebul-Abbâs el-Hımyerî, Qurb’ül-İsnâd: s. 362; el-Küleynî,
V, 462~463; el-Qummî, en-Nevâdir: s. 87; Şeyh Sadûq,
el-Faqîh: III, 293, 297; Ebû Ca’fer et-Tûsî, et-Tehzîb:
VII, 254~255, el-İstibsâr: III, 145~146; el-Hurr el-Âmilî,
XXI, 32~35
52- bk.
Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 64~66
53- Konuyla
ilgili olarak; Ebû Ca’fer et-Tahâvî’nin “Şerhu
Meânî’l-Âsâr”ına, el-Cessâs’ın tefsîrine, es-Serahsî’nin
“el-Mebsût”una, el-Kâşânî’nin “el-Bedâi’”ine, el-Aynî’nin
“el-Umde”sine vs. bakabilirsiniz.
54-
el-Cessâs, V, 174; el-Kâşânî, el-Bedâi’: V, 120; İbn
Hacer, Feth’ul-Cevâd: II, 69; eş-Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc:
III, 129
55- Ehl-i
Sünnet ulemâsının müt’a nikâhını bile aratan fetvaları
için bk. Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 143~150
56- Ayetle
ilgili mütâlaalar için bk. Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s.
29~38
[57]-
bk. İbn Abdilberr, el-Kâfî: 229; İbn Qudâme, el-Muğnî:
VII, 334; el-Kâşânî, II, 228; İbn’ül-Hümâm, Feth’ul-Qadîr:
III, 187; el-Huraşî, Şerhu Muhtasar'il-Halîl: III, 165;
İbn Âbidîn, Redd’ül-Muhtâr: III, 6; Bilmen, Hukukı
İslamiyye: II, 41~44; Davudoğlu, VII, 210 Ayr. bk.
Şehîd-i Sânî, II, 64
58-
el-Cessâs, III, 94 vd.; er-Râzî, X, 53; Çuhacıoğlu, Müt’a
Nikâhı: s. 34~38, 129~137
59-
Ahkâm'ul-Qur'ân: III, 1311 Ayrıntılı bilgi için bk.
Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 69~72
60- Müt’a
nikâhıyla alâkalı hukûkî düzenlemeler için bk. Çuhacıoğlu,
Müt’a Nikâhı: s. 21~25
61- bk. Ebû
Dâvûd: talâq, 6; Tirmizî: talâq, 7; Dârimî, talâq, 17; İbn
Mâce: talâq, 30; et-Tahâvî, Şerhu Meânî’l-Âsâr: 409. htm;
Hâkim, II, 205; ez-Zeyle’î, Nasb’ur-Râye: III, 226~227
Ayr. bk.
el-Küleynî, VI, 169~170; el-Hurr el-Âmilî, XXII, 159~160
[62]-
eş-Şâfiî, el-Ümm: kitab’ul-aqdıye, mâ tecûzu bihî
şehâdetu
ehl’il-ehvâ’; Çuhacıoğlu, Müt’a Nikâhı: s. 157~158
|
|