|
Soru-230:
Selamun aleykum.Ben diğer itikatları araştırdım. Sizin
sitenizi de okudum. Kendi itikadımı zaten biliyorum.
Düşünüyorum da yine de itikadımdan memnun oluyorum. Imam-ı
A'zamlar, Teftezaniler, İmam-i Rabbaniler, bunlar o kadar
mübarek zatlar ki ASLA yalan söylemezler. Bu inanç benim
içime yerleşmiştir. Bunu içimden atamam. Ama bu demek değildir
ki içtihatlarında yanlış yapmamışlardır. Elbette ki
yapmışlardır. Ama bunu zıddına, inadına, göz göre göre ASLA
yapmazlar. Hadisi şeriflerde dünya'nın ziyneti olarak övülen
İmam-i A'zam nasıl yapar bunu? Ashabı yargılamak ise bana
düşmez. Devrimizde artık kimse evladını bile bilemiyor. Kaldı
ki 1400 sene önce yasamış birisinin işlerini yargılasın. Onu
İmam-ı A'zamlara bırakıyorum. Zaten İmam-ı Şafii ne güzel
diyor Eshab hakkında: "Onlar (Ashab-ı Kiram) kılıçlarını kana
bulamışlar, biz de onlar hakkında konuşarak dillerimizi kana
bulamayalım." Ne güzel söz, ne güzel tavır! Ashab hakkında
kötü düşünmek olmaz. Radiyellahu anhüm, ve raduu anh buyuruyor
Hz. Allah. Daha fazlasına ne hacet? Konuşmak fizza ise, sukut
et olsun zehep. Daha fazlasına ne hacet. Saygılarımla.
Bismillahirrahmanirrahim
Cevap-230:
Selamun aleykum.
Muhterem kardeşim, hak
kişilerle değil, kişiler hakla ölçülür. Hz. Ali buyuruyor:
“Hakkı tanı ki, ehlini de tanıyasın.” Oysa siz bu mantığınızla
hakkı kişilerle tanımak istiyorsunuz. Kur’an-ı Kerim bu
mantığı kabul etmiyor. Kur’an-ı Kerim geçmişlerdekine taklidi
kabul etmiyor; bizzat insanın kendisinin akletmesi gerektiğini
vurguluyor. Kur’an-ı Kerim, “Biz babalarımızı ve büyüklerimizi
bu yolda bulduk da onlara taklit ettik” diyenlere cevaben “Ya
babalarınız ve büyükleriniz akletmemiş olsalar ve dolayısıyla
da yanlış yolda olsalar, o zaman ne yapacaksınız?” buyuruyor.
Siz de kalkıp kendi aklınızı başkalarına kiralayarak onlar
düşünmüşler yeter diyorsunuz. Allah Teala akaid konusunda
böyle bir taklidi imanı kabul etmiyor ve bizzat herkesin
kendisi düşünerek inanması gerektiğini vurguluyor.
Ben diğer itikatları
da araştırmışım diyorsunuz. Bu konuda ne kadar ciddi olup
olmadığınız, daha sonraki sözlerinizden anlaşılıyor zaten.
Onlar öyle zatlar ki asla yalan söylemezler; dolayısıyla
söyledikleri her şey aynen doğrudur diyorsunuz. Faraza başka
bir görüşü okuyan birisi olsanız dahi ne yazar; siz aklınızı
başkalarına kiraya verdikten sonra, o fikirler üzerinde
kendiniz düşünüp kıyaslayıp karar vereceğinize, bunu filan
İmam kabul etmiyor onun için ben de kabul edemem deyip işin
içinden sıyrılırsanız, tabii ki farklı bir durumda olsaydınız
asıl o zaman şaşardım.
Burada asıl sorun
geçmişleri yargılayarak onların cennetlik ve cehennemlik
olduklarına karar vermek değil ki, “bu konu bizi ilgilendirmez
bu husus onların kendine aittir” diyelim. Buradaki sorun
geçmişlerden hangisini kendimize önder ve örnek kabul etmek ve
hangisinin izinden gitmektir. Dolayısıyla biz izinden
gideceğimiz kimseyi iyice tanımak zorundayız. Zira aksi
taktirde o bizi doğru yola değil sapıklık yoluna götürebilir
ve yarın kıyamet günü de onlarla beraber ilahi azaba duçar
olduğumuzda “siz bizi bu yola ittiniz, biz size uyarak bu
belalara düştük dediğimizde,” haklı olarak onlar bize “biz
sizi zorlamadık, sizin kendiniz bizim peşimizden geldiniz”
cevabını vereceklerdir. .
Şu kesindir ki, İslam
Peygamberi’nin vefatının ardından ashap ayrılıklara düşmüş ve
İmam Şafii’den naklettiğiniz üzere kılıçlarını birbirlerinin
kanına boyamışlardır. Şimdi bu birbirlerinin kanıyla
kılıçlarını boyayan insanlar bize önderlik yapmakta ve biz
onların gösterdiği yoldan gitmekte İslam dinini onlardan
öğrenmekte ve Peygamberi onların ağzından tanımaktayız.
Onların da farklı farklı yollardan gittiği, farklı İslam
anlayışı ortaya koyduğu ortadadır. Aksi taktirde birbirlerinin
kanını dökmez ve İslam ümmeti de bu kadar bölük pörçük
olmazdı.
Böyle bir mantık da
kesinlikle doğru değildir ki, hem öldüren hem öldürülen haklı
olsun. Hem bu yol diyen hem de şu yol diyen doğru yolda olsun.
Zira ki, hak birdir, hak yol birdir, doğru yol birdir. Bu
durumda birinin gittiği yol doğru ise, ötekisinin gittiği
doğru değildir. Öldüren haklı ise, ölen haklı değil, ölen
haklı ise öldüren haklı değildir. O halde geçmişi iyice
incelemek ve geçmişte olan hadiseleri iyice tahlil etmek ve
böylece kimin doğru yolda kimin yanlış yolda olduğunu anlamak
bizim başlıca görevimizdir.
Allah aşkına
Peygamber'in mübarek na’şının üç gün kaldırılmadan yerde
kalmasını, Peygamber'in canı gibi sevdiği ve kalbimin meyvesi
dediği kızı Fatıma’yı ağlar gözle ümmete küskün olarak
peygamberin huzuruna varacak hadiselere sebebiyet vermeyi, Ali
gibi peygamberin kardeşim dediği bir zatı hane nişin kılmayı,
peygamberin cennet gülleri dediği torunları Hasan ve Hüseyin’i
o şekilde mezalime maruz bırakmayı ve.... nasıl yorumlamak
olur? Acaba bizim bu yorumlarımız Allah Resulünü rencide etmez
mi? Acaba Kur’an’ın ve Allah Resulü’nün ittiba etmemizi ve
kendilerine karşı saygılı olmamızı emredip farz kıldığı Ehl-i
Beyt’ini bırakıp da onların düşmanlarını, onların kanlarını
dökenlerini, peygamberin namusunu bile esir edip köy köy,
kasaba kasaba, şehir şehir dolaştırıp, kafir evlatları
muamelesine tabi tutanları nasıl kendimize önder ve yol
gösterici olarak seçebiliriz? Bu kadar da mı kör oluruz?!
Üstelik bu körlüğümüze delil olarak da geçmiş büyüklerimizi ve
dedelerimizi delil olarak gösterir, onlar cehenneme gidecekse
bırak biz de gidelim, onlar yanılmışlarsa bırak biz de
yanılalım, diyoruz. Bu akıl mantık işi midir? Düşün bir kere
sen peygamberin ağlamasına bile kıyamadığı ve konuşmasını
keserek minberden inip kucağına alarak tekrar minbere çıkıp,
konuşmasını kaldığı yerden devam edecek kadar itina gösterdiği
torunun mübarek başını bir tepsi içinde önüne koyulduğu sırada
bir elinde zıkkımlandığı şarabı, diğer kuruyası elinde
bulundurduğu odun parçasıyla onun peygamberin sürekli öpücüğe
boğduğu mübarek dudaklarına vurarak; “Ne de güzel dişlerin
varmış, ey Hüseyin; keşke Bedir’de öldürülen dedelerim burada
olsalardı da onların intikamını Muhammed’den nasıl aldığımı
görselerdi, bana eline kuvvet ey Yezid derlerdi” hezeyanını
eden Yezid gibi bir pislik için henüz lanet etmekten çekinir
ve bunu kendi itikadınızdan sayıyorsunuz. Doğrusu bu halde
iken Peygamber-i Ekrem’le karşılaştığınızda o Hazret’in
"Yazıklar olsun size bu muydu sizin bana olan vefanız? Bu
muydu sizin bana olan saygınız?" dediğinde o hazrete ne cevap
vereceğinizi merak ediyorum.
Bilahare şu kesindir
ki, yarın kıyamet günü herkes kendi sevdikleri ve kendine
önder seçtikleriyle mahşere gelecek. İşte o zaman Allah-u
Teala bizleri Allah Resulü ve O’nun mübarek Ehl-i Beyt’iyle
haşrederken, sizleri de kendi sevdikleriniz ve kendinize önder
seçtiğiniz kimselerle mahşere getirecektir. Sakın sanmayın
Allah sizi de Peygamber'le birlikte ve onun safında mahşere
getirecektir. Çünkü siz kendinize Peygamber'in Ehl-i Beyt’inin
düşmanlarını önder seçtiniz. Onların Peygamber'le birlikte
olmayacağı kesindir. Zira Peygamber onlara karşı davacı
olacaktır. Siz de onları kendinize önder seçtiğinize ve
onların yaptıklarını imzalayıp rıza gösterdiğinize göre,
sizler de kendi rehberlerinizin safında mahşere geleceksiniz.
Yanı sizler de Peygamber'in davalıları safında yer
alacaksınız. Şunu da kesin olarak bilmektesiniz ki, bir fiile
rıza ona iştirak etmek gibidir. O halde aynı suçtan siz de
yargılanacaksınız. O suçu bizzat işlemekten değil, o suça rıza
göstermekten yargılanacaksınız. Neyse bu dava kıyamete
kalmıştır. Hz. Fatıma (a.s)’ın ve Hz. Zeyneb’in buyurduğu
gibi, ahirtte kimin kazandığını kimin ise hüsrana uğradığını
hep birlikte göreceğiz. Bu hususu daha fazla uzatmak
istemiyorum.
Saygılarımla.
|
|