Bismillahirrahmanirrahim
TAHRÎM SÛRESİNİN İLK
ÂYETLERİNİN TEFSÎRİ
Soru-21:
Değerli
kardeşim, eğer mümkünse "Tahrim Suresi"nin ilk âyetlerini ve
tefsirini kısaca bize açıklar mısınız? Zira bu âyetlerden
bazıları Resulullah'ın (haşâ) yanlış yaptığını ve "Allah'ın
kendisine helal kıldığı şeyi haram kılma" suretiyle
masumiyetiyle bağdaşmayan bir hata ve yanlışa, hatta günaha
(haşâ) düştüğünü iddia ediyorlar?
Cevap-21:
Muhterem kardeşim, cevabınıza geçmeden önce âyetlerin
metnini ve sebeb-i nüzulunu açıklamamız gerekir:
"Rahman
ve Rahim Allah'ın Adıyla"
1- Ey Peygamber,
eşlerinin hoşnutluğunu arayarak, Allâh'ın sana helâl
kıldığını niçin harâm kılıyorsun? Allâh çok bağışlayandır,
rahimdir.
2- Allah yeminlerinizin
(keffâretle) çözülmesini size meşrû ve câiz kıldı. Allâh
sizin Mevlânız (yardımcınız-sahibiniz)dir. O, bilendir,
hikmet sahibidir.
3- Ve hani Peygamber
eşlerinden bazısına gizli bir şey söylemiş de, bunu kimseye
söylememesini tembih etmişti. Derken o (eşlerinden biri)
bunu, (başka bir eşine) haber verince ve Allah da bunu ona
açınca, o (Peygamber) de (bu olayın) bir kısmını söylemiş,
bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. (Peygamber) bunu
eşine haber verince o, kim bunu sana haber verdi demişti. O
da demişti ki: "Her şeyi bilen ve (gizli olan her şeyden)
haberdar olan Allah haber verdi."
4- Eğer (Peygamber'in
iki eşi olan) sizler Allâh'a tevbe ederseniz(bu sizin
yararınıza olur); zira gerçekten de kalpleriniz (suça-batıla)
meyletmiş-eğrilmiştir. Yok eğer ona karşı birbirinize
destekçi olmağa kalkışırsanız (hiçbir şey yapamazsınız);
zira artık Allâh onun Mevlâsı (yardımcısıdır); Cibril ve
Salih mu'minler de. Bunların arkasından melekler de onun
destekçisidirler.
5-
Umulur ki, eğer o
sizi boşarsa Rabbi ona sizin yerinize sizlerden daha hayırlı,
Müslüman, mu'min, gönülden itaat eden, tevbekâr, ibâdet eden,
oruç tutan dul ve bâkire eşler verir.
Biz burada, bu ayetlerin muhteva ve maksadının açıklığa
kavuşması için başlıca birkaç mevzu üzerinde durmağa
çalışacağız:
a)- Bu
ayetlerde bahsedilen olayın mahiyet ve keyfiyeti, yani
âyetin şe'n-i nüzûlu hakkında.
b)- Acaba
Yüce Resûlullah burada, (bazılarının dediği gibi) bir günah
mı işledi? Gerçek anlamda bir ilahî hükmü mü çiğnedi? Öyle
ise masûm bir Peygamber bunu nasıl yapar? Eğer öyle değilse
(ki değil), o zaman âyetin gerçek tefsiri ve açıklaması
nedir?
a)- Bu
âyetlerin şe'n-i nüzûlu ve hangi olayın ardından nâzil
olduğu hakkında muhtelif rivâyetler nakledilmiştir.
Bazı
rivâyetlerde diyor ki:
"Bazen
Resûlullah hanımlarından biri olan Cahş kızı Zeyneb'in
yanına gittiğinde (bazı rivayetlerde bunun Hz. Sevde
vâlidemiz olduğu da kaydedilmiştir), O hazırladığı bir
baldan efendimize yediriyor veya ondan yaptığı bir şerbetten
içiriyordu.
Bu
durumdan haberdar olan Ümm-ül Mu'minin Âişe durumu
kıskanarak bunu tahammül edemedi. Kendisi şöyle anlatıyor:
"Hafsa'yla
da görüşüp şöyle karar aldık: Peygamber hangimizin yanına
gelirse ona "Ya Resulallah ağzında "Urfut" ağacının balı
olan "Meğafir" kokusu var" diyecektik. (Bu ağacın balının
kötü bir kokusu vardır. Peygamber ise ağzından veya
elbisesinden kötü bir koku gelmemesine çok özen gösteriyordu.)
Bu karar üzere bir gün Peygamber (s.a.a.) Hafsa'nın yanına
vardığında O: "Ya Resûlallah, ağzınızdan Meğâfir kokusu
geliyor" deyince Resûlullah (s.a.a.) "Hayır ben Meğâfir
yememişim. Ben Cahş kızı Zeyneb'in yanında bir bal (şerbeti)
içmişim. Belki de arı o ağacın üzerine konmuş ve onun
balından almıştır. Fakat ben ant içiyorum ki bir daha o
baldan içmeyeceğim. Ancak sen bunu başkasına söyleme. (Olur
ki yanlış anlaşılır veya Zeynep bunu duyar da kalbi kırılır.)
Fakat o,
bilahare vefâkâr davranmayıp Peygamber'in (s.a.a.) bu
sırrını açığa vurdu ve sonunda bunun, iki hanımı (Âişe ve
Hafsa) tarafından kurulan bir plan olduğu açığa çıkınca
Allah Resulü (s.a.a.) buna çok üzüldü ve bunun üzerine söz
konusu âyetler nâzil olup bir yandan Peygamber'e teselli
kaynağı, diğer yandan bu tür yanlışları yapanlara ve
başkalarına bir ders ve ibret vesilesi oldu.
Bazı
diğer rivâyetlerde ise olay şu şekilde nakledilmiştir:
"Allah
Resulü bir gün, babasının evine giden Hafsa'nın odasında
hanımlarından birisi (veya cariyesi) olan Mâriye-i
Kıptiyye'nin yanında başını onun dizlerine koyarak istirahat
ediyordu. Bu sırada durumdan haberdar olan Hafsa buna
gücenmiş ve şiddetli itirazlarda bulunmuştu. Bunun üzerine
Allâh Resulü ortalığı yatıştırmak için "(Sâkin ol,) ben seni
râzı edeceğim. Sana bir sır söyleyeceğim; Fakat bu sırrı
tutup kimseye söylemeyeceksin." Hafsa sırrın ne olduğunu
sorunca Allah Resulü şöyle buyurdu:
"Ben ant
içiyorum ki bir daha şuna (Mâriye'ye) yaklaşmayacağım."
Fakat
Hafsa Âişe'nin yanına giderek ona Resulullah'ın bu kararını
müjdeleyip sırrını açığa vurmuştu. Bunun üzerine Allâh-u
Teâlâ Resûlünü durumdan haberdar edip söz konusu âyetleri
indirmiştir.
Olayın ne
olduğu fazla önemli değildir; önemli olan Resûlullah'ın bir
türlü bazı hanımları tarafından (ki bunların Âişe ve Hafsa
olduğunda bütün kaynaklar müttefiktir) eziyet ve hakarete
uğradığı gerçeğidir ki bazı rivâyetlere göre Allâh Resulü bu
olaydan sonra bir ay üzüntü ve sıkıntısından hanımlarından
ayrı yaşadı.
Öyle ki hatta Allah Resulü'nün onları boşadığı şâyiasına ve
bu olayı meydana getirenlerin dehşete kapılmalarına ve
yaptıklarından pişman olmalarına vesile oldu.
4. ayette
"Gerçekten kalbiniz suça ve bâtıla meyletmiştir"
cümlesinden anlaşıldığı üzere, Resûlullah'ın zevceleri bu
davranışları ile çok büyük bir günah işlemişlerdi ki Allâh-u
Teâlâ yine de onları tevbeye davet ediyor. Evet Resûlullah'a
eziyet etmenin nedenli ağır bir suç olduğu şu ayetlerde
gayet açık bir şekilde beyan edilmiştir:
"Hiç
şüphesiz Allâh'a ve Resûlü'ne eziyet edenlere Allâh dünya ve
âhirette lanet eder ve onlara aşağılayıcı bir azâp hazırlar."
"Allâh'ın
Resûlü'ne eziyet edenler var ya, onlar için çok acı bir azâp
vardır."
Evet
Allâh Resûlü gibi evrensel bir şahsiyet olan ve kâinâtın
serveri ve örneği konumunda bulunan birisine, bu tür çirkin
davranışlarla hakaret ve eziyet edilmesi göz yumulacak
türden şeyler değildir .Bu yüzden de Hak Teâlâ'nın bu
olaydaki şiddetli tavrı Resûlü'nün haysiyet ve şahsiyetini
korumaya yönelik olup, bu konuda küstahça veya câhilane
tutumlara son vermek ve herkesin ibret alması amacını
taşımaktadır.
Gerçi
Allâh Resûlü'nün tavrı onun yüce ahlakından ve son derece
fedâkârâne davranışından kaynaklanmaktadır. Fakat Allâh-u
Teâlâ Resûlü'ne arka çıkıp, onu uyararak bu kadar yumuşaklık
ve fedâkârlığın da fazla ve gereksiz olduğunu ortaya
koymaktadır. Buna itiraz şeklinde methetmek denir. Örneğin
bir kimse, bir defa "Şu adam çok şefkatli, merhametli ve
fedakar birisidir" şeklinde methedilir. Bir defa da, "Kardeşim
ne kadar şefkat, ne kadar merhamet, ne kadar fedâkârlık; bu
kadar da olmaz ki; her şeyin bir haddi var" şeklinde.
Denilebilir mi ki bunları söyleyen karşı tarafı yermek,
kötülemek istiyor. Bu vesileyle o adamın ne kadar merhametli
ve fedâkâr olduğu daha bir vurgulanmış oluyor. Resûlullah'a
da Kur'ân'ın bir çok yerinde bu şekilde tabirler ve medihler
kullanılmıştır. Ancak Arap edebiyatı ve konuşmadaki fesâhat
ve belâgat kurallarından habersiz kimseler hemen bu tür
tabirleri Resûlullah'a yönelik ilahî bir kınama olarak
değerlendirmeğe kalkışıyor .
Sanki burada Allâh-u Teâlâ şöyle demek istiyor: Ey Peygamber,
bu kadar müsâmaha ve fedâkârlık da fazladır artık; neden o
küstah hanımlarını hoşnut edebilmek için kendini bu kadar
meşakkate itiyor ve Allâh'ın sana helâl kıldığı şeyi ant
vasıtasıyla kendine haramlaştırıyorsun. Boş ver onları. Bu
kadar kendini sıkma; kendine eziyet etme.
b)-
Yukarıdaki açıklamalarımızdan da anlaşıldığı üzere
bazılarının bunu Resûlullah'ın bir hatası ve günahı olarak
ortaya atıp Allâh Resulü'nün masûm olmadığına delil
göstermeleri de oldukça saçma ve bizzat Kur'ân'ın diğer bir
çok âyeti ile çelişen bir tutumdur. Evet Allâh Resûlü'ne:
"Eğer
o bize bazı sözleri iftira ve asılsız olarak isnat ederse
onun şah damarını koparırız."
Veya:
"Onun
her söylediği birer vahîydir."
buyurduğu bir kimse için "Allâh'ın helâlini harâm etmiştir"
demek mümkün müdür? O halde buradaki "Neden Allâh'ın sana
helâl kıldığını harâm kılıyorsun." cümlesinden maksat şer'î
harâm ve teşrî anlamına değil, bir sonraki âyetten de
anlaşıldığı üzere mübâh bir şeyin ant ile kendine harâm
edilmesi olayıdır, ki Allâh Resûlü mülahaza ettiği meslahat
ve yüce ahlakı ve fedâkârlığından dolayı böyle bir davranış
içerisine girmişti ki, Allâh-u Teâlâ bu kadarının da fazla
ve gereksiz olduğunu bildirerek bir taraftan dolaylı olarak
Resulü'nü methetmiş, diğer taraftan da bu davranışlarıyla
Allah'ın Habibi'ni incitenleri uyarmış ve bir daha kimseye
Resûlullah'ın yüce ahlak ve şefkatinden su-i istifade
etmesine izin verilmeyeceği mesajını vermiştir.
Nasıl ki
benzeri uyarıları başka münasebetlerde de Hak Teâlâ
yapmıştır. Meselâ Müslümanlardan bir gurup Resûlullah'ın
evine yemeğe geldiklerinde, yemeği yedikten sonra, uzun bir
süre evde oturup fuzuli konuşmalar ve vakit geçirmeleriyle
Resûlullah'a eziyet ediyorlardı. Ama Allâh Resûlü yüce
ahlakı ve hayasından ötürü onlara bir şey söyleyemiyordu;
bu yüzden Allâh-u Teâlâ Ahzâp sûresinin 53. âyetini
indirerek Müslümanları şöyle uyardı:
"Ey
iman edenler, rasgele Peygamber'in evlerine girmeyin. (Bir
başka iş için girmiş iseniz, ille de) yemek vaktini
beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin. Yemeği
yiyince dağılın ve (uzun ) söze dalmayın. Gerçekten bu,
Peygamber'e eziyet etmekte ve o da sizden utanmaktadır.
Onlardan (Peygamber'in eşlerinden) bir şey istediğiniz zaman
perde arkasından isteyin. Bu sizin kalpleriniz için de daha
temizdir. Allâh'ın Resûlü'ne eziyet vermeniz ve ondan sonra
eşlerini nikahlamanız size ebedi olarak (hiç bir zaman helâl
olmaz)."
Evet bu
uyarılar, dolaylı, hatta bazen kınama şeklinde gerçekleşen
bir türlü methetmeden ibarettir. İsterseniz buna birkaç
örnek daha verelim:
Rahmeten
lil-alemin olarak gönderilen, O yüceler yücesi efendimiz,
insanların hidayeti için o kadar müştak , o kadar hırslı
davranıyor ve hakka direnmelerine o kadar üzülüyordu ki
kendini yiyip bitiriyordu adeta!
Fakat
Rabb-ül Âlemin âyet indirerek Resulü'nü kontrol ediyor ve bu
kadarına gerek olmadığını ona Şöyle bildiriyor:
"Onlar
bu söze (Kur'ân'a) iman etmezler diye sen, (üzüntü ve
telaştan) kendini kahrediyorsun adeta!"
(Kehf, 6)
"Onlar
iman etmezler diye, adeta kendini kahrediyorsun."
(Şuarâ, 3)
Evet bu
ve benzeri ayetlerde Allah, Resulü'nün bu kadar kendini
üzmesine gerek olmadığını ve "Şayet onlar sırt çevirecek
olurlarsa, artık biz seni onların üzerine bir gözetleyici
olarak göndermiş değiliz. Sana düşen yalnızca tebliğdir."
(Şuarâ. 48) buyurarak, kontrol edip uyarıyor.
Yine
Hakk'a olan yakin ve aşkından dolayı sabahlara kadar ibâdet
ederek ayakları şişen Habibi'ne şöyle buyuruyor:
"Tâ-Ha,
biz sana bu Kur'ân'ı zahmet ve meşakkata düşesin diye
indirmedik." (Tâ-Hâ,
1-2)
Aynı
şekilde şefkat ve merhamet timsali Habib'i her şeyini hatta
üzerindeki elbisesini dahi fakire verip evde kalmaya mecbur
olunca onu şu cümlelerle uyarıyor:
"Elini
boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma.
Sonra kınanıp, (işinden) geriye kalasın."
(İsrâ, 29)
"Allah
dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini doğru yola iletir.
O halde ruhun onlar hakkında bir takın teessüf ve üzüntülere
dalarak yıpranmasın. Allah onların ne yaptıklarını biliyor."
(Fâtır, 8)
Acaba bu
ayetlerde kullanılan tabirleri kınama olarak mı
değerlendirmek gerekir; yoksa hakkın Habibi'ne yönelik
sonsuz lütuf ve inayetini gösteren tabirler olarak mı?!
Karar sizin.