 |
Bismillahirrahmanirrahim
Soru-02: Her şeyi
Allah yarattığına göre, Allah'ı kim yaratmıştır?
Cevap-02: Öteden beri
materyalistlerin (doğa ötesine inanmayan maddeci
ateistlerin) ileriye sürüp inançlı insanların, özellikle
genç kesimin kafasını bulandırmaya çalıştıkları meşhur
soruların birisi de yukarıda aktardığımız sorudur.
Onlar zannediyorlar ki bu sorunun cevabı yoktur. Yine
zannediyorlar ki bu soru Allah'a inananlar için söz
konusudur sadece. İnşallah vereceğimiz cevapta
göreceğiniz gibi, Allah'ın izniyle hem inananlar bu
sorunun cevabından aciz değillerdir, hem de bu sorunun
aynısı bizzat materyalistlerin kendisi için de söz
konusudur. Biz sorunun cevabına geçmeden önce, bu soruyu
soran materyalistlere diyoruz ki, siz demiyor musunuz ki
evrenin ana kaynağı maddedir ve her şey maddeden
meydana gelmiştir. Peki size göre maddenin kaynağı nedir
ve maddeyi meydana getiren etken hangi şeydir?
Siz bu soruya hangi cevabı
verirseniz, biz de size aynı cevabı vereceğiz.
Gördüğünüz gibi böyle bir soru sadece Allah'a inananlar
için söz konusu değildir ve materyalistler de benzer bir
soruyla karşı karşıyadırlar. Şimdi sorunun cevabına
geçelim. Vereceğimiz cevaba yardımcı olacağı için önce
birkaç örneği baz alarak bazı sorular sormak istiyoruz:
"Her şeyin rutubet ve
ıslaklığı sudan veya sıvı olan şeylerdendir; peki suyun
rutubeti neden veya neredendir acaba?"
"Bütün yemeklerin mesela
yağlılığı yağdandır. Peki yağın yağlılığı nedendir acaba?"
"Her şeyin tuzluluğunun tuzdan
olduğunu hepimiz biliyoruz. Peki tuzun tuzluluğu neden ve
neredendir?"
Evet bildiğimiz gibi suyun
rutubeti, yağın yağlılığı ve tuzun tuzluluğu başka bir
yerden veya şeyden değil, bizzat kendisindendir. Bu onun
zati özelliğidir.[1]
Görüldüğü gibi her olgu ve
eser kendi kaynağına dayanır; ancak onun kaynağının artık
neden ve nereden olduğu sorulmaz. Böyle bir soru yersizdir.
Varlık konusu da aynen
böyledir, Evrendeki varlıkların vücudu onların kendisinden
değil ve onların kendi zatından kaynaklanmamaktadır. Bu
yüzden de "nedensellik" ilkesi gereği onların varlığı bir
kaynağa dayanmalıdır. İşte burada Allah'a inananlar, bu
varlıkların kaynağının "Allah" olduğuna, Allah'ın kendi
varlığının ise zati olduğuna ve başka bir şeyden
kaynaklanmadığına inanmaktadırlar; zira eğer "Allah" da
diğer varlıklar gibi bir olgu olsaydı ve vücudu başka bir
şeyden kaynaklansaydı, o zaman evrendeki bütün varlıkların,
nedensiz birer olgu olmaları gerekirdi ki bu da imkansızdır.
Çünkü nedensiz olgu asla düşünülemez.
O halde böyle bir mahzurla
karşılaşmamamız için, varlıkların nedensiz olan ve varlığı
başka hiçbir şeyden kaynaklanmayan bir kaynağa ve etkene
dayanması gerekir.
Böyle bir soru her halde
şundan kaynaklanmaktadır ki materyalistler Allah'a
inananların "Her şeyin bir nedeni olduğuna" inandıklarını
zannederek "O halde Allah'ın varlığının nedeni ve kaynağı
nedir?" diye sormaktadırlar. Oysa Allah'a inananlar, "Her
şeyin bir nedeni olduğunu" değil, sonradan meydana gelen her
olgunun ve varlığı zati olmayan her varlığın, mutlaka bir
yaratıcısı olması gerektiğini" söylemektedirler. Bu görüş ve
tutum bir taraftan evrenin varlık kaynağını ve bütün
olguların meydana geliş nedenini bulmamızı sağladığı gibi,
diğer taraftan bu kaynağın artık başka bir kaynağa ve nedene
dayanmaması ve varlığının zati olduğu gerektiğini ortaya
koymaktadır. Büyük filozoflar bu görüşü kısa bir cümlede
özetlemiş ve şöyle demişlerdir: "Arazi (zati olmayan) her
varlık mutlaka zati olan bir varlığa dayanır."
Yahudi'nin birisi Hz. Emir-ül
Müminin Ali (a.s)'a "Allah ne zamandan beri vardır?" diye
sorunca, İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Yok olduğu bir zaman var
mı ki, ne zamandan beri diye sorulsun? Böyle bir soru her
yerde doğru değildir. Bir şey önceden olmayıp da sonradan
meydana gelirse, o zaman böyle bir sorunun anlamı olur.
Allah'ın ise evveli ve sonu olmadığı için, her şeyden önce
varmış ve her şeyden sonra da var olacaktır. Yaratıcı Allah
hakkında böyle bir soru yersizdir. "[2]
Şimdi burada şöyle bir soru
aklımıza gelebilir: Evet akli ve mantıki olarak evrendeki
varlığı zati olmayan mümkün varlıkların bilahare, varlığı
kendisinden olan "vacip" bir varlığa dayanıp varlıklarını
ondan almaları gerektiğini kabul etmekten başka bir çare
yoktur. Ancak esasen böyle bir şeyi tasavvur etmek ve
varlığı kendisinden olan bir varlık gerçeğini idrak etmek
nasıl mümkün olabilir?
Bu soruya cevabımız şudur ki,
evet gerçekten böyle bir hakikatin tasavvuru ve idraki
oldukça zor, hatta gayri mümkündür. Zira biz, sürekli
kendimiz gibi "mümkün" olan ve önceden olmayıp da sonradan
meydana gelen varlıklarla haşir neşir olduğumuz için, doğal
olarak ancak kendimiz gibi gördüğümüz şeyleri veya
benzerlerini tasavvur edebiliyoruz ve bu çerçevenin dışında
kalan ve Kur'an'ın tabiriyle "eşi benzeri bulunmayan" bir
varlığı idrak ve tasavvur edebilmemiz tabi ki mümkün
olmayacaktır. Ancak bizim onu algılayamamamız, onun var
olduğu gerçeğine bir halel getirmez. Önceden de dediğimiz
gibi bir çok akli ve mantıki delil böyle bir varlık
kaynağının olması gerektiğini ve olmazsa olmaz gerçeğini
kesin bir şekilde kanıtlamaktadır; biz de bunu biliyor ve
kabul ediyoruz. Bunu bildiğimiz halde, sırf hakikatini
algılayamadığımız için onu kabul etmezsek, kendimiz
kendimizle çelişmiş oluruz. Evet bir şeyin hakikatini
bilmemek, idrak etmemek hiçbir zaman o şeyin yokluğuna delil
olamaz. Evrende nice bildiğimiz, kabul ettiğimiz gerçekler
vardır ki onların hakikatinden haberdar değiliz. Ama bundan
dolayı da hiçbir zaman onları inkar yoluna da gitmiyoruz. Bu
gün teknolojinin ilerlemesiyle icat edilen nice cihazlar,
aletler vardır ki insanların kahir çoğunluğu onların nicelik
ve niteliklerine akıl erdiremiyor; ama hiçbir zaman da
gerçeğini bilmiyorlar diye onları inkar yoluna gitmiyorlar.
Zira onların bir gerçek olduğunu açıkça görüyor ve hatta
onlardan istifade ediyorlar. Kaldı ki alemde henüz
keşfedilmemiş nice sırlar ve muammalar vardır ki daha
asırlar geçmesi gerekir ki onlar keşfedilsin; belki de asla
keşfedilmeyecektir, ama buna rağmen hiçbir akıl, insaf
sahibi bilim adamı onları inkar yoluna gitmemiştir.
-
Elbette bu sözden maksadımız, onlar zatidir derken,
bir yaratıcıya muhtaç değillerdir demek değildir tabi.
Maksadımız şudur ki yaratıcı onları zaten böyle
yaratmıştır. Yani suyun mesela zatında rutubetliliği
koymuş; öyle ki rutubeti ondan alırsan artık su diye
bir şey söz konusu olamaz.
-
Bihar-ül Envar, C.3, S.285.
|
 |