Bismillahirrahmanirrahim
Soru-166:Muhterem
hocam, bazı Sünni kardeşlerle sohbet ederken, Hz. Ali'nin
halifelerden son derece razı olduğu ve onlara karşı hiçbir
olumsuz söz söylemediğini ileri sürüyorlardı. Biz de
onlara Nehc-ül Belağa'dan "Şıkşıkıyye" hutbesi gibi
Emir-ül Mu'minin'in bazı sözlerini kendilerine
naklettiğimizde, bu sefer de dönüp bu sözlerin asılsız
olduğu ve Şii yazar Seyyid Razi tarafından uydurulduğunu
iddia ediyorlardı. Şimdi size sorum şu, Nehc-ül Belağa'da
nakledilen Şıkşıkıyye vb. bazı hutbe ve sözlerin Seyyid
Razi'ye değil, Hz. Ali'ye ait olduğunu nasıl
ispatlayabiliriz? Allah razı olsun.
Cevap-166: Muhterem
kardeşim, evvela şunu söylemem lazım ki maalesef aciz ve
inad ehli insanların en çok
baş vurduğu şey delilsiz inkardır. Zira bundan daha kolay
ve ucuz bir müdafaa vesilesi yoktur. Sonra Arapların bir
tat sözü var diyorlar ki: "Suda boğulan kimse çürük bir ot
bile görse ona sarılır ve sağlam olup olmadığını düşünmez."
Saniyen fesahat ve
belağat ilminden anlayan
münsif insanların da çeşitli
vesilelerle beyan ettiği gibi Seyyid
Razi değil, kırk tane
Seyyid
Razi gibi insanlar bir araya gelseler, yine de
Nehc-ül
Belağa'daki hutbelerin
benzerini söyleyemezler. Büyük Arap şair ve edibi "Şekip
Arselan'ın" harika tabiriyle "Emir'in
(Ali'nin) kelamı, kelamın emiridir!"
Salisen muhakkik alimler, bu
temelsiz ve köhnemiş iddiayı bile cevapsız bırakmamak ve
bu çürük bahaneyi bile muddailerin
elinden almak için, uzun araştırmalar sonucu
Nehc-ül
Belağa'daki hutbe, mektup ve
sözlerin hepsiniz Seyyid
Razi'nin dışındaki
sened ve kaynaklarını teker
teker bularak bunların çoğunun
Seyyid
Razi'den yıllar önce yazılan kaynaklarda
adreslerini bulup göstermiş ve
hucceti her kese tamamlamışlardır. Bu konuda
muhtelif eserler yazılmıştır ki bunların en geniş ve
kapsamlısı büyük alim Merhum
Abdüzzehra El-Hüseyni'nin yazdığı "Masadir-u
Nehc-il
Belağati ve Esaniduhu"
(Nehc-ül
Belağa'nın kaynakları ve
senedleri) isimli dev eserdir.
Biz burada sizin sorunuz
münasebetiyle sadece Şıkşıkıyye
hutbesinin Seyyid
Razi'nin dışındaki
kaynaklarını ki bunların bir çoğu
Seyyid Razi'nin
Nehc-ül
Belağa'yı yazdığı hicri
400'den yıllar, hatta birkaç asır önce kaleme alınmıştır,
vermekle yetineceğiz. İnşaallah
ki aklını kullanan ve hakkı samimiyetle öğrenme telaşında
olan münsif kimselere faydalı
olur. Tabi bu kaynakların dışında da mutlaka bu sözler
onlarca kaynakta nakledilmiş idi, ancak kitabın yazıldığı
zamanlara muasır olarak yaşanan Moğol istilası ve
saldırıları sırasında ve daha sonraları meydana gelen
hadiselerde binlerce cilt kitap imha olmuş ve insanlar o
ilim mirasından mahrum bırakılmışlardır. Eğer o acı ve
esef verici olaylar olmasaydı, bugün elde olanların kaç
katı belki Nehc-ul
Belağa'ya
sened ve kaynak gösterilebilecekti. Gerçi mevcut
miktarı bile akıl ve insaf sahiplerine yeterli, hatta
fazla bile.
Şimdi önce
Şıkşıkıyye hutbesinin metnini
verelim daha sonra da senet ve kaynaklarını:
ŞIkŞIkIyye hutbesİ
"Andolsun
Allah'a ki Ebu
Kuhafe‘nin
oğlu, onu bir gömlek gibi giyindi; oysa daha iyi bilirdi
o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim;
hilâfet benim çevremde dönerdi; sel benden akardı; hiçbir
kuş, uçtuğum yere uçamazdı. Hilâfetle arama bir perde
çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş
elimle hamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır
mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları
tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine
ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker.
Gördüm ki sabretmek daha
doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda
kemik; mirâsımın yağmalandığını görüyordum. Birincisi, onu
falâna verip gitti."
(Sonra A'şâ'nın şu beytini
okudular:)
Bugün deveye binmişim;
yolculuk zahmetine düşmüşüm;
Câbir'in
kardeşi Hayyanla bulunduğum
günle bu günüm kıyaslanır mı hiç?
"Ne de şaşılacak şey ki
yaşarken halkın kendisini bırakmasını teklif ederdi;
ölümünden sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı.
Bu iki kişi hilâfeti, devenin iki memesi gibi aralarında
paylaştılar. O, hilâfeti, düz ve düzgün olmayan çorak bir
yere attı; sözü sertti, insanı yaralardı; onunla buluşup
görüşeni incitirdi. Meselelerde şüphesi çoktu; özür
getirmesinin sayısı yoktu. Onunla konuşan, arkadaşlık eden,
serkeş bir deveye binmişe benzerdi; burnuna geçen yularını
çekse burnu yırtılır, yaralanırdı; bıraksa üstündekini
helâk olma çukuruna götürür, atardı. Allah'ın bekasına
andolsun, halk, onun zamanında
ne edeceğini şaşırdı; yoldan çıktı; renkten renge boyandı;
oradan oraya yeldi-durdu. Uzun bir zaman, çetin mihnetlere
düştüm; sabrettim; derken o da yoluna düzüldü; halîfeliği
bir topluluğa bıraktı ki ben de bunların biriyim sanıldı.
Allah'ım, sana sığınırım; ne
de danışma topluluğuydu bu! Onlardan benim hakkımda,
birincisiyle ne vakit bir şüpheye düşen oldu ki bu çeşit
kişilere katıldım ben? Fakat inerlerken onlarla indim;
uçarlarken onlarla uçtum; inişte, yokuşta onlarla beraber
oldum. İçlerinden biri, hasedinden gerçekten saptı; öbürü,
damadı olduğundan ona uydu, benden yüz çevirdi; öbürleri
de öyle işler ettiler ki anmak bile çirkin
Derken kavmin üçüncüsü
kalktı; hem de bir halde ki iki yanı da yelle dolmuştu;
işi gücü, yediğini çıkaracak yerle yiyeceği yer arasında
gidip gelmekti. Onunla beraber babasının oğulları da işe
giriştiler; Allah malını (beyt-ül
malı) ilk baharda devenin otları, çayırı-çimeni yiyip
sömürmesi gibi yediler, sömürdüler. Sonunda onun da ipi
çözüldü; hareketi tezce yaralanıp öldürülmesine sebep oldu,
karnının dolgunluğu onu bu hale getirdi; işini tamamladı
gitti.
Derken, halkın benim
etrâfıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar
beni üzen bir şey olmadı; her yıldan, birbiri ardınca
çevreme üşüştüler; bir derecede ki kalabalıktan Hasan'la
Hüseyn, ayaklar altında
kalacaktı neredeyse. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi
çevreme toplandılar; bu hengamede elbisem bile yırtılmıştı.
Ama işi elimle aldıktan
sonra bir bölük, biatten döndü; ahdini bozdu. Öbür bölük
ok yaydan fırlar gibi fırladı, inancından vazgeçti;
öbürleri de itâatten çıktı; sanki onlar, her türlü noksan
sıfatlardan münezzeh Allah'ın "İşte
âhiret yurdu; biz onu, yeryüzünde yücelik ve
bozgunculuk dilemeyenlere veririz ve sonuç,
çekinenlerindir" (28, Kasas,
83) buyurduğunu duymamışlardı. Evet,
andolsun Allah'a, elbette duydular da, ezberlediler
de; fakat dünya, gözlerine bezenmiş bir şekilde göründü,
onun bezentisi hoş geldi
onlara.
Ama şunu da bilin ki
andolsun tohumu yarana, insanı
yaratana, bu topluluk, biat için toplanmasaydı, Allah'ın,
zâlimin doyup zulmetmemesi, mazlûmun aç kalmaması hakkında
bilginlerden aldığı ahd-ü
peyman olmasaydı hilâfet
devesinin yularını sırtına atardım; ümmetin sonuncusunu,
ilkinin kâsesiyle suvarır giderdim. Siz de anlamışsınızdır
ki şu dünyânızın değeri, bir dişi keçinin aksırığından da
değersizdir bence.
(Demişlerdir ki:
hutbelerinde söz, buraya gelince, Irak ili halkından biri
kalktı, Hazrete bir kâğıt sundu. Hazret kâğıdı okumaya
daldılar. Okuyup bitince İbn-i
Abbas, Ey Müminler Emiri dedi,
sözüne, bıraktığın yerden başlasan;
Emir'ül-Müminin aleyhisselâm
buyurdular ki:)
Heyhât ey
Abbas oğlu, bu, erkek devenin,
esridiği zaman ağzına gelen bir köpüktü; geldi, gene
geriye gitti."
Şimdi bu hutbenin
kaynaklarını vermeğe çalışalım:
1- El-Mehasin-u
Vel-Adab,
Allame Barki, Vefat: 280
hc.
2- El-Garat,
İbn-i Hilal
Sakafi, Vefat: 283
hc.
3- El-Mevaiz-u
Vez-Zevacir,
İbn-i
Said Askeri (Sünni alimlerden) Vefat: 291
hc.
4-
Kitab-ul İnsaf,
İbn-i
Ka'bi Balhi (Sünni
alimlerden), Vefat: 319 hc.
5- El-İnsaf-u Fil-İmameti,
Ebu Cafer
İbn-i Kubbet-ür
Razi, Vefat: 319
hc.
6- İkd-ül
Ferid, C.4,
İbn-u Abd-i
Rabbih (Sünni alimlerden),
Vefat: 328 hc.
7- El-Evail,
İbn-i Hilal Askeri (Sünni
alimlerden), Vefat: 395 hc.
8- Maan-il
Ahbar, S.343, Şeyh
Saduk, Vefat: 380
hc.
9- İlel-üş
Şerayi, Şeyh
Saduk, Vefat: 380
hc.
10-
Tuhef-ul
Ukul, S.313,
İbn-u
Şu'bet-il Harrani,
Vefat: 380 hc.
Not: Buraya kadar verdiğimiz
kaynaklar, Seyyid
Razi öncesi yazılan
kitaplardır ki bazıları da Sünni kaynaktır. Şimdi birkaç
kaynak da Seyyid
Razi'ye muasır veya yakın olan
bazı kaynaklar:
11-
Kitab-ü-ul
Cemel, S.62, Şeyh
Müfid (Seyyid
Razi'in Hocası), Vefat: 413
hc.
12- El-İrşad,
S.135, Şeyh Müfid, (Seyyid
Razi'in Hocası), Vefat: 413
hc.
13- El-İfsah,
S.17, Şeyh Müfid, (Seyyid
Razi'nin Hocası), Vefat: 413
hc.
14- El-Emali,
Ebu'l Fetih
Hilah b. Muhammed b. Cafer El-Hifar,
Vefat: 414 hc.
15- El-Muğni,
Kadı Abd-ül
Cabbar (Ehl-i
Sünnet'in Mutezili kolundan),
Vefat: 415 hc.
16-
Nüzhet-ül
Edib, Vezir
Ebu Said
Abi, Vefat: 422
hc.
17-
Nesr-üd Dürer, Vezir
Ebu Said
Abi, Vefat: 422
hc.
Not: Bu kitapların da
Nehc-ül
Belağa'dan önce yazılmış
olması muhtemeldir. Zira Nehc-ül
Belağa ile onların yazılış
tarihi arasında fazla bir fasıla yoktur.
18- Eş-Şafi, S.203,
Seyyid
Murteza Alem-ül
Hüda (Seyyid
Razi'nin abisi), Vefat: 436
hc.
19- Şer-ul
Hutbet-iş
Şıkşıkıyye, Seyyid
Murteza Alem-ül
Hüda (Seyyid
Razi'nin abisi), Vefat: 436
hc.
20- El-Fihrist, S.224,
İbn-i Nedim, Vefat: 438
hc.
21- El-Fihrist, S.92,
Necaşi, Vefat: 450
hc.
22- El-Emali,
Şeyh Tusi, Vefat: 460
hc.
23- Er-Resail-ül
Aşr, Şeyh
Tusi, Vefat: 460 hc.
24-
Mecme-ül Emsal, C.1,
S.197, Meydani, Vefat 518
hc.
25- El-Müsteksa,
C.1, S.393, Zımahşeri (Meşhur
Sünni Müfessir), Vefat: 538 hc.
26- El-İhticac,
S.281, Tabersi Vefat: 588
hc.
27-
Gurer-ul
Hikem,
Amedi, Vefat: 588 hc.
28- El-Menakıb,
Sıbt İbn-i
Cevzi, (Sünni alimlerden),
Vefat: 654 hc.
29-
Tezkirat-ül Havas,
S.133, Sıbt
İbn-i
Cevzi, (Sünni alimlerden), Vefat: 654
hc.
30- Ma
Huve Nehc-ül
Belağa? İsimli kitabın sahibi
Şehristani, (s.98)
İbni
Haşab'dan şöyle nakletmektedir: "Allah'a
and olsun ki, ben "Şıkşıkıyye"
hutbesini öyle kitaplarda gördüm ki
Seyyid Razi dünyaya
gelmezden 200 yıl önce yazılmışlardı!!"
Evet muhterem kardeşim biz
bu kadarıyla yetinip kararı akıl ve insaf sahibi
insanların kendisine bırakıyoruz. Allah'a emanet olun.