Bismillahirrahmanirrahim
Soru-157: Bu
yazı tevessül ve bazı diğer konularda bir Şia alimiyle bir
Sünni alimi arasında geçen bir tartışmanın metnidir.
Sünni:
Siz Şiilerin dua kitaplarınızdaki bütün dualarda, şirk ve
küfür eserleri göze çarpmaktadır. Örneğin Allah’a teveccüh
etmeksizin İmamlardan hacetlerinizi talep ediyorsunuz, bunun
kendisi şirkin en büyük delilidir.
Şii: Alicenabın, geçmiş
atalarına uyarak böyle esassız sözleri söylemesi gerçekten
insafsızlıktır. Ya ne buyurduğunuzun farkında değilsiniz veya
şirkin manasına dikkat etmeden konuşuyorsunuz. Hakikatin
ortaya çıkması için ilk önce şirk ve müşrikin manasını
açıklamanız rica olunur.
Şia’yı Şirk İle Suçlama
Sünni:
Konu o kadar açık ki izaha gerek yok sanırım. Allah-u
Teâla’yı kabul edip yine O’ndan başkasına yönelmenin şirk
olduğu apaçık bir gerçektir. Müşrik, Allah’tan başkasına
yönelip isteğini ondan talep eden kimsedir.
Görüldüğü
kadarıyla Şia camiası asla Allah’a yönelmemektedir.
Bütün dileklerini Allah’ın adı olmadan İmamlarından istiyorlar.
Hatta Şia fakirleri, yollarda, evlerin kapılarına veya
dükkanlara geldikleri zaman; “Ya Ali!”, “Ya Hüseyin!” “Ya
garip İmam Rıza!”, “Ya Hazret-i Abbas” diyorlar. Bir kere
olsun “Ya Allah” dedikleri görülmemiştir. Bütün bunlar şirke,
Şia toplumunun Allah’a yönelmediğine ve Allah’tan başkasına
yöneldiklerinin delilidir.
Şii:
Sözlerinizi neye yorayım bilmiyorum.
Acaba inatçılık yüzünden, bildiğiniz halde kendinizi
bilmezliğe vurmanıza mı, yoksa gerçeklere gereken dikkati
göstermediğinize mi? Umarım inat ehli değilsinizdir. Çünkü
alim olmanın şartlarından birisi insaflı olmaktır. Hakkı bilen
biri, kendi istek ve amacı uğruna hakkı zayi ederse, o kimse
insaflı değil demektir. İnsafı olmayan alim de amelsiz alimdir.
Resulullah (s.a.a) bir hadiste şöyle buyuruyor:
“İlmiyle amel etmeyen, meyvesiz bir ağaç
gibidir.”
Konuşmanızda defalarca şirk ve müşrik kelimelerini kullandınız.
Boş ve asılsız delillerle Allah’ı bir bilen Şiilerı müşrik
olarak tanıttınız. Bu gibi sözleriniz, bilinçsiz Ehl-i Sünnet
kardeşlerin üzerinde tesir edip şiaları müşrik bilmelerine
sebep olabilir (ki şimdiye kadar da kötü tesirini bırakmıştır).
Öte yandan burada bulunan şialar da bu sözlerinizden çok
rahatsızdırlar. Size garazlı bir âlim ve iftiracı gözüyle
bakıyorlar. Çünkü onlar inançlarının farkında olup
sözlerinizin hiçbirinin kendilerinde olmadığını görüyorlar.
Öyleyse sözlerinizde öyle cümleler kullanın ki hem hak belli
olsun, hem de kalplerde size karşı ilgi doğsun.
Burada olan ve olmayan Ehl-i
Sünnet kardeşlerin zihinlerinin aydınlanması için eğer izin
verirseniz mecburen toplantımızın vaktini de göz önünde
bulundurarak Allame Hilli, Muhakkik-i Tusi, Allame Meclisi
gibi Şia’nın iftiharı ve dahileri olan büyük araştırmacı alim,
fakih ve hekimlerinin ve Molla Sadra, Molla Nevruzi, Ali
Taligani, Molla Hadi Sebzevari, Merhum Feyz-i Kaşani ve Feyyaz
Lahicani gibi öteki hekim ve araştırma ehli olanların,
Kur’ân’ın ayetleri, Eimme-i Athar (a.s)’ın yüce emirlerinden
yola çıkarak şirk ve müşrik konusundaki itikatlarını arz
edeceğim. Böylece burada bulunanlar zannetmesinler ki şirkin
manası mugalata eden Hafız kardeşin buyurduğu gibidir.
Sünni:
(Sinirli bir şekilde) Buyurun, buyurun.
Dinleyici Bir Sünni:
(Saygılı
bir şekilde) Mecliste âlim olmayanlar da olduğundan rica
ediyorum sözleriniz oldukça sade olsun. Sadece alimleri göz
önünde bulundurup cevaplarınızı onlara yönelik vermeyin. Bu
yüzden karmaşık ve zor konulardan kaçınmanızı temenni ediyorum.
Şii:
Değerli kardeşim, hatırlatmalarınızı her
zaman göz önünde bulunduruyorum. Yalnızca bu toplantıda değil,
hangi toplantıda olursa olsun, sözlerimi alimlere değil, hep
alim olmayan tabakaya karşı yöneltmek adetimdir.
Peygamberlerin gönderilmesi, kitapların nazil olması,
gerçeklerden habersiz olan insanlar için değil midir?
Gerçekler sade ve herkesin anlayabileceği bir şekilde
anlatılmalıdır. Bir hadiste Resulullah (s.a.a)’in şöyle
buyurduğu naklediliyor:
“Biz
peygamberler, insanlarla akılları miktarınca konuşuruz.”
İsteğinizi
daima göz önünde bulunduruyorum. İnşaallah bundan böyle daha
çok dikkat ederim. Eğer gaflet edersem, rica ediyorum beni
uyarın.
Şirkin Çeşitleri
Şii:
Kur’ân’ın ayetleri, birçok alimin derin
araştırmalarını, özellikle Sadr’ul- Müteellihin ve Fazıl
Taligani’nin önemli açıklamalarından şirkin iki çeşit olduğu
anlaşılmaktadır. Şirkin öteki kısımları da bu ikisinin
kapsamına girmektedirler. Sözü geçen iki kısım şirk:
1- Açık
olan şirk.
2- Gizli
olan şirk.
Açık Olan Şirk
a) Zat’ta Şirk
İnsan
Allah’a, zatında, sıfatlarında, fiillerinde veya ibadetlerinde
ortak koşarsa bu açık şirktir.
Zatta şirk;
uluhiyet, zat ve Allah’ın vahdaniyeti mertebesinde Allah’a
şirk koşmak ve buna itiraf etmek demektir. Putperestler, nur
ve zulmet (karanlık), Yezdan (Allah) ve Ehrimen (kötülük İlahi)
gibi iki yaratılış kaynağına inanan Mecusiler buna güzel
örnektirler.
Yine
Hıristiyanlar, baba, oğul ve Ruh’ul-Kudüs olmak üzere Allah’ın
zatı’nı üç kısma ayırmışlardır. Onlardan bazıları Ruh’ul-
Kudüs’ün Meryem olduğunu söylüyorlar. Bu üçünün her birinin
ayrı ayrı özellikleri olduğuna inanmaktadırlar. Bu üçü bir
araya gelmezlerse, Allah’ın zatı da belirginleşmez diyorlar.
Nitekim Allah-u Teâla da onların bu inancına, Mâide
süresinin 73 ayetinde değinmiş ve onu reddetmiştir:
“Şüphe yok ki, “Allah, üçün
üçüncüsüdür” diyenler küfre sapmışlardır. Oysa tek bir ilahtan
başka ilah yoktur .”
Hıristiyanların Akaidi
Bu ayet
Hıristiyanların Nesturiye, Milkaiye ve
Yakubiye gibi fırkalarına aittir. Onlar da bu inançlarını
putperestlerden ve Mecusîlerden almışlardır. Kısaca
Hıristiyanlar da putperest ve Mecusiler gibi müşriktirler.
Çünkü üç asl’a inanmaktadırlar.
Başka bir
deyişle onlar uluhiyet‘in Allah, Meryem ve İsa’nın arasında
ortak olduğunu söylüyorlar. Yine onlardan bazıları Allah, İsa
ve Ruh’ul- Kudüs’ün ayrı-ayrı ilahlar olduğu inancıdadırlar.
Diyorlar ki, başlangıçta ilahlar üç tane idiler: Baba, oğul ve
Ruh’ul- Kudüs. Sonra bu üçü bir araya gelip Mesih oldular.
Şüphe yok ki, akli ve nakli
delillere göre, bu anlamda böyle bir ittihat imkansız ve
batıldır. Hatta Vacib’ul- Vücud’un zatı dışındaki varlıklar
için bile imkansızdır. Bu nedenle yukarıda getirdiğimiz ayetin
sonunda şöyle buyuruyor: “Oysa tek bir ilahtan başka ilah
yoktur.” Yani, bir olan Allah’tan başka ibadete layık
hiçbir varlık yoktur. O halis vahdaniyetle vasıflıdır.
b) Sıfatlarda Şirk
Allah-u
Teala’nın ilim, hikmet, kudret, hayat vb. gibi sıfatlarını,
kadim ve O’nun zatının dışında bilmek sıfatlarda şirk anlamına
gelmektedir. Ebu’l- Hasan Ali bin İsmail-i Eş’ari-yi Basri‘nin
takipçileri olan Eş’arilerin itikadı böyledir. Nitekim sizin
büyük alimlerinizden Ali bin Ahmed bin Hazm ez-Zahiri
“El-Fisel" isimli kitabının dördüncü cüz’ünde, s. 207’de
ve meşhur filozof Endülüslü İbn-i Rüşd “el- Keşf-u an
Menahic’il- Edilleti fî Akaid’il- Milleti” kitabının 58.
sayfasında Allah’ın sıfatlarının zait (zatından ilave) ve
kadim olduğuna inandıklarını yazmışlardır.
Öyleyse,
birisi Allah’ın sıfatlarını Onun yüce zatının dışında olduğunu
kabul ediyorsa, yani Allah’ı alimiyet, kadiriyet, hikmet,
hayat vb gibi sıfatlarla vasıflandırır ve bunları Allah
Teâla’nın zatının kendisi olarak bilmezse müşriktir. Çünkü
kadimlikte Onun için benzer ve eş edinmiş olur. Halbuki Allah
Teâla’nın zatının dışında hiçbir şey kadim değildir. Allah’ın
sıfatları O’nun zatının kendisidir. Örneğin, şeker ve tatlılık,
yağ ve yağlılık gibi; şekerden tatlılığı, yağdan da yağlılığı
ayırmak mümkün değildir; tatlılık ve yağlılık, sonradan şeker
ve yağın zatına katılan şeyler değillerdir. Allah Teâla daha
başlangıçta onları tatlı ve yağlı olarak yaratmıştır. Şekerden
tatlılığı, yağdan da yağlılığı alırsak artık o, yağ ve şeker
olmayacaktır.
“İşte
bunlar bir takım örneklerdir; onları insanlara gösterip
durmadayız ve bilgi sahiplerinden başkaları anlamaz onları.”
Allah’ın
sıfatlarının, O’nun zatından ilave olmadığını daha iyi
anlayabilmek için misaller konunun daha iyi anlaşılmasını
sağlamaktadır. Allah yani “Alim,” yani “Hayy”, yani “Kadir”,
yani “Hakim”... demektir.
c) Fiillerde Şirk
Hakikat ve manada Allah’ı bir
bilmemek fiillerdeki şirktir. Yani, mahlukattan birini veya
bir kaçını İlahi fiillerde müessir (etkin) ya da müessirin bir
cüz’i olarak bilmek ya da işleri yaratıldıktan sonra halka
tefviz edilmiş (devredilmiş) olarak bilmek şirktir. Yahudiler
böyle bir inanca sahiptirler. Onlar diyorlar ki; “Allah,
mahlukatı yarattı, sonrada işleri mahlukata devretti ve
kendisi kenara çekildi.”
Nitekim
Mâide süresinin 64. ayetinde Yahudiler kötülenerek şöyle
buyurulmaktadır:
“Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır (sıkıdır) dediler, elleri
bağlandı ve söyledikleri söz yüzünden lanetlendiler.”
Kendilerine
Müfevvize de denilen “Gulat müşrikler”, Allah’ın işleri
İmamlara (a.s) devrettiğine ve O’nların yaratıp rızk verdiğine
inanmaktadırlar.
Kim, hangi
yolla olursa olsun, Allah’ın fiillerinde- ister müessirin
cüz’i olsun, ister işleri enbiyaya, ümmetlere, İmamlara veya
me’mumlara devredildiği şeklinde olsun- başkasını ortak bilmek
kesinlikle şirktir.
d) İbadette Şirk
İbadette
şirk ise şudur: İnsan ibadet ettiği zaman dış görünüşünü ya da
kalbindeki niyetini Hak’tan (Allah’tan) başka yöne çevirmesine
denir. Örneğin, namazı başkaları için kılmak ya da başkaları
için adak adamak gibi niyete ait olan ibadetlerde niyetini
Allah’tan başkasına çeviren müşriktir. Çünkü Kur’ân, Kehf
suresinin 110. ayetinde böyle bir ameli (şirki) men ederek
şöyle buyurmaktadır:
“Kim
Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık iyi işlerde bulunsun ve
Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın.”
Amel ve
ibadet edildiği zaman Allah’tan başkasına yönelilmemeli ve
peygamberin, İmamın ya da mürşidin yüzü nazara alınmamalıdır.
Yani namaz, oruç, hac, humus, zekat, adak vb. gibi farz veya
sünnet ibadetlerin zahiri Allah için olur, ama kalpte ve
batında Allah’tan başkasının dikkatini çekmek veya meşhur
olmak için olursa bu şirktir. Çünkü hadislerde, amelde riya
etmenin küçük şirk olduğu beyan edilmiştir. Bir hadiste
Resulullah (s.a.a)’ın şöyle buyurduğu naklediliyor: “Küçük
şirkten sakının!” Küçük şirkin ne olduğu soruluğunda ise
şöyle buyurdu: “Riya ve şöhret (tutkunluğudur).”
Yine bir
hadiste Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Sizin için
koktuğum en kötü şey gizli şirktir. Gizli şirkten uzak durun.
Çünkü ümmetimin içinde saklı olan şirk, karanlık gecede, siyah
taşın üstünde yavaş yürüyen karıncadan daha gizlidir.”
Sonra şöyle
buyurdular: “Kim namazında,
orucunda riya (gösteriş) ederse müşriktir, kim sadakayı riya
üzerine verir, hacca riya üzerine gider ve riya üzerine köle
âzad ederse müşriktir.”
Sünni:
Siz kendi kendinizi ele verdiniz.
Diyorsunuz ki insan, insan için adak adarsa müşriktir. Öyleyse
siz şialar müşriksiniz. Çünkü İmamlara ya da İmamzadelere her
zaman adak adıyorsunuz. Böyle bir adak Allah’tan başkası için
olduğundan şirktir.
Adak Adama
Şii:
İnsan bir kavmin veya bir milletin
akaidini inceleyip hüküm vermek istediğinde akıl, mantık ve
ilim kaidesince, onların cahillerinin söz ve fiillerine
bakarak hüküm vermemesi gerekir. Aksine onların kanunlarını ve
güvenilir kitaplarını dikkatlice incelemelidir.
Şia’nın
inancını öğrenmek istediğiniz zaman cahil ve avam şiaların söz
ve hareketlerine bakmanız yanlış bir şeydir. Çarşı-pazarda
bilgisiz insanların Ya Ali, Ya İmam Rıza dediklerini
gördüğünüzde, onların yada bütün şiaların müşrik olduğunu
söyleyemezsiniz. Bazı cahil kimseler İmamlara, İmam zadelere
adak adıyorlarsa, bunu onlara galip olmanız için bir delil
saymayın. Zira her kavimde cahil ve laubali kimseler
bulunmaktadır.
Ama eğer
sizler art niyetsiz ve bahane peşinde olmaksızın akılcı bir
araştırma yapmak istiyorsanız, Şia’nın fıkıh kitaplarına
başvurmanız gerekir. Bu kitaplar bütün kütüphanelerde,
herkesin elinin ulaşacağı yerdedir.
İstidlali
fıkıh kitapları ve ilmi hal risaleleri okursanız, Caferi
fıkhında, şirke giden yolun olmamasının yanı sıra, hurafeye
yönelik kanunlar da yoktur. Aksine gerçek, halis, öz tevhid
Caferi fıkhıyla kendisini gösterir.
“Şerh-i
Lüme” ve “Şerayi” gibi bütün kütüphanelerde bulunan
fıkıh kitaplarını incelerseniz, onlarda adak için özel bir
babın ayrıldığını görürsünüz. Yine Şia alimlerinin hepsinin
ilm-i hal kitaplarında adak konusuna ait fetvalar vardır. Bu
kitaplarda adak için özel bir babın ayrılmasının sebebi,
adağın ibadet oluşundan dolayıdır. Allah için bir amelin
yapılmasının gerekli olmasında, adak adandığı zaman iki şartın
yerine getirilmesi gerekir. Bu iki şarttan herhangi biri
olmazsa adak adanmış sayılmaz. Bu iki şarttan biri “niyet”,
ikincisi hangi dille olursa olsun “siyğe” (akid) okunmasıdır.
Bir Müslüman bu iki şart olmaksızın adağın gerçekleşmediğini
anlarsa, ilk önce bu iki şartın mana ve niteliğini öğrenir ve
daha sonra adağını adar.
İnsan bir
fakihten ya da onun risalesinden adak meselesini araştırdığı
zaman her şeyden önce niyet konusuyla karşılaşır. Niyet, her
ibadette özellikle de adakta Allah için ve O’nun rızasını
kazanmak için olmalıdır. Demek ki niyet Allah için olmazsa o
amel yapılmamış sayılır.
İkinci
olarak, niyeti tamamlayıp onu sabitleştirmek için adak adayan
kimse, adak adadığı zaman muhakkak adak akdini okuması gerekir.
Akitte de Allah adı olmazsa akit gerçekleşmemiş olur.
Örneğin
birisi adak adadığı zaman şöyle demesi gerekir:
“Lillahi aleyye en esume” (Allah için oruç tutmak
benim üzerime gerekli olsun) veya içki içmeyi terk etmek
istediği zaman “Lillahi aleyye en etruke şürb’el- hamr”
(Allah için içkiyi terk etmek, benim üzerime gerekli olsun)
demelidir. Diğer bütün adaklar da bu şekildedir.
Eğer akdi
Arapça okumak mümkün olmazsa herkes kendi diliyle okuyabilir.
Ama anlamı Arapça’yla aynı olmalıdır.
Eğer niyetinde Allah’tan başkası
olursa veya başkasının adını Allah’la beraber getirir ve o
başkası ister yaşayan olsun, ister ölü, ister peygamber olsun,
ister İmam veya İmam zade, adağı batıldır. Bunu da bilerek ve
kasıtla yaparsa müşriktir. Çünkü yukarıdaki ayette Kur’ân
açıkça şöyle buyuruyor: “Rabbine itaatte hiç kimseyi ortak
tutmasın.” İlim ehli, bunu bilmeyenleri uyarmaları gerekir.
Şia
fakihleri, ister yaşayan olsun, ister ölü, peygamber veya İmam
için adanan adağın batıl olduğunu, bunu bilerek ve kasten
yapanın da müşrik olduğunu söylüyorlar.
Adak, Allah
için adanmalıdır, ama adak istenilen yerlerde harcanabilir.
Örneğin, Allah için bir koyunu adayıp onu bir evde, bir ibadet
yerinde vb. yerlerde keserse, bunun sakıncası yoktur. Para,
elbise vb. şeyleri Allah için adar ve bir fakire bir yetime ya
da Resulullah (s.a.a)’in soyundan gelen bir seyyide verirse
sakıncası yoktur. Ama eğer Peygamber (s.a.a) için veya İmamlar
(a.s) için veya O’nların soyundan gelmiş olan seyyidler (Peygamber
ve İmamların torunları) veya alimler ve yetimler için adak
adanırsa, bu adak kesinlikle batıldır. Bilerek ve kasten de
olursa şirktir.
Her resulün,
fakihin, alimin, vaizin, mübelliğin vazifesi yazmak ve
söylemektir. “Peygamberin vazifesi, ancak tebliğdir.”
Halkın
vazifesi ise dinlemek ve amel etmektir. Birisi ya da birileri
dini vazifelerini öğrenip öğretmenin peşinde değilse ve dini
vazifelerine uygun şekilde amel etmiyorlarsa bu o dinin, o
mezhebin eksikliğinden değildir.
Zannederim
bu kadarı gerçeğin anlaşılması için yeterlidir. Artık bundan
sonra kalkıp; “şialar müşriktir” demeyin.
Gizli Şirk
Yeniden
konumuza dönersek iyi olur. Şirkin ikinci kısmı “gizli
şirk”tir. Bu şirk amellerde, ibadet ve itaatlerde riya olarak
kendini gösterir. Bu şirkle, açık şirkin kısımlarından olan
ibadette şirkin farkı şudur: İbadet şirkinde Allah’a ortak
koşulmakta ve o ortağa da ibadet edilmektedir. Örneğin namaz
kılarken eğer şeytanın aldatmasıyla, velayet makamı veya bir
mürşit nazara alınırsa, kesinlikle bu amel batıl ve şirkin
özüdür.
İbadet
ederken Allah’ın zatından başka hiçbir şey insanın zihnine ve
fikrine gelmemelidir. Yoksa açık şirk kısmına girer.
Resulullah
(s.a.a)’in şöyle buyurduğu naklediliyor.
“Allah-u
Teâla buyuruyor ki, kim salih bir amel işlerse ve benden
başkasını da onda ortak ederse, o amel bütünüyle onun içindir;
ben ondan [o amelden ya da o ameli yapandan] uzağım. Ben
şirkten, ihtiyaçsızların en ihtiyaçsızıyım.”
Yine bir
hadiste şöyle nakledilmektedir:
“Kim halkın övmesi için namaz kılar, oruç
tutar veya hacca giderse, şüphesiz o amelinde Allah’a ortak
koşmuştur.”
İmam
Cafer-i Sadık (a.s) da şöyle buyuruyor:
“Bir kul,
Allah’ın rahmetiyle ahiretin sevabını talep ederek bir ameli
yapar ve o amele insanlardan birinin rızasını katarsa, o
müşriktir.”
Gizli
şirkin alanı çok geniştir. Her amele en küçük bir şekilde de
olsa Allah’tan başkası ortak koşulursa, bunu yapan müşrik olur.
Sebeplerde Şirk
Gizli
şirkin kısımlarından bir diğeri sebeplerdeki şirktir. Nitekim
insanlardan çoğu, sebep ve yaratıklara ümit etmekte ve
onlardan korkmaktalar. Bu da şirktir; ama bağışlanmış şirktir.
Sebeplerde
şirkten kasıt şudur: Sebeplerin tesirlerinin kendilerinden
olduğuna inanmaktır. Örneğin, güneşin birçok şey üzerinde
tesiri vardır. Eğer bu tesiri onun kendinden olduğunu söyler
ve onun yaratıcısından gaflet edilirse bu şirktir. Ama güneş,
hekim yaratıcısı tarafından feyzi artıran bir vesile olarak
kabul edilirse, bu asla şirk değildir. Aksine bunun kendisi
bir çeşit ibadettir. Çünkü Hakkın ayetlerine yönelmenin
kendisi, Hakka yönelmenin mukaddimesidir. Kur’ân-ı Kerim’in
birçok ayetinde “İlahi ayetlere bakınız” diye emr
olunmuştur. Çünkü bu bakışlar, Allah’a yönelmenin ortamını
hazırlamaktadırlar.
Aynı
şekilde (yani sebeplerde şirkin bir başka şekli), herhangi bir
sebebi müstakil olarak kabul etmektir. Örneğin tacir
ticaretine, çiftçi ziraatına işçi işine, kısacası herhangi bir
işe sahip olan o işine müstakil gözle bakarsa müşriktir. Ama
sebeplere, “Allah’tan başka hiçbir müessir yoktur” niyetiyle
bakarsa, bu şirk olmaz.
Şia Hiçbir
Şekilde Müşrik Değildir
Bu kısa
mukaddimede şirkin aslı, manaları ve eserleri beyan olup
açıklığa kavuştuktan sonra izin verirseniz bu sözlerimizden
bir netice elde edelim. Söyler misiniz, şialar beyan ettiğimiz
bu şirk çeşitlerinin (gizli ve açık) hangi grubuna
girmektedirler? Acaba hangi alim ya da avam bir şianın,
Allah-u Tebarek ve Teala’nın zat, sıfat ve fiillerinde şerik
kabul ettiğini, duydu ya da gördünüz? Acaba neye dayanarak
Allah’a ibadet ederken başka bir mabuda taptığını
söylüyorsunuz?
Bu şirk
çeşitlerinden birini acaba şiaların, usul, füru ve akait olmak
üzere hangi kitaplarında okudunuz ve hangi İmamından (a.s) bir
rivayet görüp duydunuz? Halkın dikkatini çekmek ve riya etmek
gibi şirkin gizli kısmı ise sadece şialara özgü değildir.
Şia ve
Sünnilerin tümü bu maddi alemde tutsaktır. İlim ve marifetin
olmaması, günahlardan arınmamak, bazen şeytanın hileli
vesveselerine uyarak riya etmenin Şia’sı, Sünni’si yoktur.
Yine sebeplerde gark olup Allah’a itaat etmeme ve şeytana
itaat etme konusu da aynı şekildedir. Böyle bir şirkin
bağışlanmış olduğunu daha önce söylemiştik. Çünkü biraz
kendine gelmekle insan kendisini ondan kurtarabiliyor. Öyleyse
neye dayanarak şiaların müşrik olduğunu söylüyor ve
bilmeyenleri de kandırıyorsunuz?
Sünni:
Söylediklerinizin hepsi doğru, ama arz
ettiğim gibi İmamlara tevessül edip onlardan dilek dilemek
şirktir. Çünkü bizim vasıtaya ihtiyacımız yoktur. Ne zaman
Allah’a yönelirsek sonuç alabiliriz.
Şii:
Doğrusu sizin gibi insaflı ve düşünceli
bir alimin araştırmadan, geçmiştekilerin tesirinde kalarak
bunları söylemesi şaşırtıcı bir şeydir.
Galiba
uykuda idiniz, veya az önce söylediklerimi dikkatle
dinlemediniz. Yukarıda konuyu genişçe açıklamama rağmen yine
de, İmamlardan (a.s) bir şey istemek şirktir diyorsunuz.
Söyler
misiniz halktan bir şey istemek şirk midir? Eğer böyle olursa,
o zaman herkes müşriktir. Hiçbir zaman bir muvahhid dahi
bulamazsınız. İnsanlardan bir şey istemek, onlardan yardım
dilemek şirkse öyleyse neden peygamberler (a.s) insanlardan
yardım istiyorlardı. Beylerin gerçeği görebilmesi için,
Kur’ân’ın ayetleri üzerinde biraz daha dikkatli bir şekilde
düşünmeleri iyi olur.
Asif’in, Belkıs’ın Tahtını Hz.
Süleyman’ın
Yanına Getirmesi
Neml (27) suresinin 38.
ayetinden 40. ayetine kadar Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: (Elçinin
gitmesinden sonra Süleyman:
“Ey önde gelenler! Onlar,
bana teslim olup gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana
getirebilir?” dedi.
Cinlerden bir ifrit: “Sen
yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphe yok ki ben,
elbette güvenilecek bir kuvvete sahibim” dedi.
Kitaba
ait bir bilgiye sahip olan dedi ki: “Ben gözünü yumup açmadan
onu sana getirebilir.” Derken (Süleyman) tahtı yanında durur
vaziyette görünce dedi ki: “Bu Rabbimin lütuf ve ihsanındandır...”
Belkıs’ın o
büyük ve azametli tahtı, uzun yollardan, bir göz açıp
kapamaktan daha hızlı bir şekilde getirilmesi aciz mahlukun
işi değildir. Bunun normalin üstünde bir şey olduğu bellidir.
Hz. Süleyman (a.s) bu işin İlahi bir kudreti gerektirdiğini
bildiği halde Allah’tan tahtın getirilmesini istemedi. Aksine
onu getirmek için aciz bir mahluktan yardım istedi. Bizzat
etrafında olanlardan o tahtı getirmelerini istedi. Hz.
Süleyman (a.s)’ın aciz yaratıklardan böyle bir istekte
bulunması, şunu gösteriyor ki, yaratıktan bir şeyi yapmasını
istemek mutlak olarak şirk değildir.
Allah-u Teala dünyayı sebepler
dünyası olarak yaratmıştır. Şirk kalbe ait olan bir şeydir.
İnsan birisinden bir şey istediği zaman, onu Allah ya da
Allah’ın şeriki olarak görmezse, ondan isteğini istemesi asla
şirk sayılmaz. Nitekim bu amel insanların yanında normal olan
şeylerdendir; zira insanlar sürekli, Allah’ın adını anmaksızın
ondan bundan yardım istemekteler.
Acaba hasta
birisi doktorlara gidip doktor bey derdime bir çare bul, bu
hastalık beni öldürecek dediği zaman bu hasta müşrik mi olur?
Boğulmak
üzere olan birisi, Allah’ın adını anmaksızın halktan yardım
dilediği zaman müşrik mi oluyor?
Zalim
birisi birisine zulmeder, o mazlum da örneğin makam ve yetki
sahibi birisinin yanına gidip de, efendim lütfen bu zalimin
elinden beni kurtar, dediği zaman müşrik mi olur?
Eğer bir
hırsız, birisinin evine girer ve o ev sahibinin can, mal veya
namusuna zarar vermek isterse ve ev sahibi de dama çıkıp
komşularını yardıma çağırır ve bizi kurtarın derse o adam
müşrik mi olur?
Cevap
kesinlikle hayırdır. Akıl sahibi hiçbir insan onlara müşrik
demez. Eğer müşrik derlerse ya cahildirler ya da garazlı
insanlardır.
Muhterem
beyler, mugalata etmeyelim. Şia camiasının hepsi, Âl-i
Muhammed’e (a.s) Allah diyen veya Âl-i Muhammed’i zat’da,
sıfat’da veya fiillerde Allah’a şerik koşanları kesinlikle
müşrik bilmekteler.
Şialar,
zorluklarda Ya Ali, Ya Hüseyin diyorlarsa, bunun anlamı ey
Allah olan Ali, Ey Allah olan Hüseyin değildir. Aksine dünya,
sebepler dünyası olduğu ve Allah-u Teala da işleri sebeplerle
yaptığı için Âl-i Muhammed’i de kurtuluş sebepleri ve
vesileleri olarak kılmıştır. Onların vesilesiyle Allah’a
yöneliyorlar.
Sünni:
Neden direk olarak Allah’a yönelip de
dileklerini O’ndan dilemiyorlar. Neden sebep ve vesilelerin
peşinde gidip duruyorlar? Kur'an-ı Kerimde de nakledildiği
üzere Resulullah'ın zamanındaki müşrikler de Şöyle diyorlardı:
"(o müşrikler derler ki): "Biz onlara (putlara), bizi Allah'a
daha çok yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz." (Zumer Suresi,
ayet 3). Oysa Allah buyuruyor ki: "Sana yararı da zararı da
olmayan Allah'tan başkalarını çağırma..." (Yunus, 106) Yine
buyuruyor: "Ve Allah ile beraber başka bir ilahı çağırma..." (Kasas,
88)
Şii:
Aziz kardeşim, evvela geçen
açıklamalarımızdan da anlaşıldığı gibi, kim Allah-u Teala'dan
bağımsız olarak başka birisine Allah'ın parelelelinde ve ona
rağmen yönelir ve onu çağırır, ona tevessül eder ve onun
Alalh'tan bağımsız olarak onun isteklerini yerine
getirebileceğine inanırsa, bu tabi şirktir. Zaten sizin
bahsettiğiniz ayetlerde de müşriklerin böyle bir inancından
bahsetmektedir. Onlar (ayetin sebebi nuzulundaki hadislerden
de anlaşıldığı üzere) örneğin melekler hakkında şöyle
düşünüyorlardı; diyorlardı ki melekler, Allah2ın kızlarıdır ve
alemi tedbir edip yönetmekte Allah'ın ortaklarıdırlar. Ve
onlar Allah'tan bir şey isterlerse Allah onların isteklerini
yerine getirmeğe mecburdur. Bu yüzden biz meleklerin putlarını
yapıp onlara tapıyoruz ki bu vesileyle onların yanında değer
kazanalım; onlar da bizi Allah'a yakınlaştırsınlar ve biz
meleklerden bir şey istediğimizde, onlar da bunu Allah'a
yöneltsinler ve Allah onları yerine getirmeğe mecbur kalsın.
İşte bu tür bir inanç ve başkalrını vesile kılmak tabi ki
şirktir. Hiç bir kimse alemde Allah'tan bağımsız bir şekilde
bir şey yapmaya kadir değildir. Öbür ayette de Allah'tan
başkasını çağırmayın denildiğinde de maksat Allah'tan bağımsız
ve adeta onu da Allah'ın bir ortağı ve ikinci bir ilah olarak
çağırmayın, ondan bir şey beklemeyin, denilmektedir. Evet biz
de söylüyoruz kim (Resulullah da dahil) her hangi bir kul
hakkında böyle bir inanca sahip olursa ve onu aracı kılar ve o
eğer bizimle Allah arasında vasıta olursa, Allah da bizim
isteklerimizi yerine getirmeğe (haşa) mecbur kalır veya onun
kendisi Allah'tan bağımsız olarak ve kendi güç ve imkanlarıyla
bizim isteklerimizi yerine getirir diye düşünürse, kesinlikle
şirke düşmüştür ve müşriktir. Ama acaba biz Resulullah veya
imamlarımız hakkında böyle mi düşünüyoruz? Bir tane Şia
kitabında böyle bir şeye rastladınız mı? Veya herhangi bir Şii
aliminden böyle bir şey duydunuz mu? Biz onları vesile ve
şefaatçi kıldığımızda veya onlardan bir şey istediğimizde,
Allah’a olan teveccühümüz yine yerindedir. Ancak sağlam bir
semavi senet olan Kur’ân-ı Kerim, vesileyle Allah’a
yönelmemizi ve vesileyle O’nun dergâhına gitmemizi kendisi
emrediyor. Ve biz onları vesile ederek Allah'a yöneldiğimiz
vakit, asla onları Allah'tan bağımsız bilmiyoruz. Onlar ne
yaparlarsa Allah'ın izni, kudreti ve emriyle yaparlar; çünkü
Allah'ın salih ve veli kullarıdırlar ve Allah'a ettikleri
ibadet ve itaat ve onun emirlerine teslimiyet ve onun yolunda
çektiklerin büyük zorluk ve fedakarlıklardan dolayı, Allah
katında büyük makam ve mertebe sahibi olmuşlardır. Bu yüzden
Allah onların makamını yükseltmek, insanları onlara ve onların
önderliğine yöneltmek ve onları örnek almak için, kısacası
sürekli onlar gibi yüce ve Allah dostu kimselerle haşir neşir
olup kendimizi onlara muhtaç hissetmemiz için (ve diğer bir
çok sebepten dolayı), onları vesile kılmamızı bizden
istemiştir. Mâide suresinin 35. ayetinde şöyle
buyuruyor: “Ey inananlar, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi)
ona (yaklaştıracak) vesile arayın.”
Resulullah ve Onun Pak Ehl-i
Beyt'i Hakk’ın Feyiz Vesileleridirler
Biz şialar,
Resulullah ve Ehl-i Beyt'i (aleyhim’us- selam), işlerimizi
yalnız başlarına ve kendileri hallediyorlar demiyoruz. Aksine
O’nları Allah’ın salih kulları biliyor ve Allah’ın feyzine
ulaşmak için birer vasıta olarak kabul ediyoruz. Bizim O’nları
vesileler olarak kabul etmemiz, Resulullah (s.a.a)’in
emrettiği içindir.
Sünni:
Resulullah (s.a.a) nerede O’nları
vesileler kılmamızı emretmiştir? Bu ayetin Resulullah'ın Ehl-i
Beyt'ine ait olduğunu nereden söylüyorsunuz?
Şii:
Birçok hadiste Resulullah (s.a.a),
tehlikelerden kurtulmak için Ehl-i Beytine tevessül etmemizi
emretmiştir.
Sünni:
O hadislerden aklınızda olanlardan
bazılarını söyleyebilir misiniz?
Şii:
Vesileden maksat Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’idir; buna
delilimiz, Hafız Ebu Naim İsfehani’nin “Nüzul’ul- Kur’ân fi
Aliyyin” (Ali’nin hakkında nazil olan ayetler) adlı
eserinde, Hafız Ebubekr Şirazi “Ma Nezele Min’el- Kur’ân’i
fi Aliyyin” (Kur’ân’dan Ali hakkında nazil olan şeyler)’de,
İmam Ahmed Sa’lebi kendi yazdığı tefsirde naklettikleri
şeylerdi. Onlar şöyle diyorlar:
Bu ayet-i kerime (Maide/35)’deki
vesileden amaç, Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’idir. Bu konuda
Resulullah (s.a.a)’den birçok hadisler nakledilmiştir.
Büyük
alimlerinizden İbn-i Ebi’l- Hadid Mütezili “Şerh-i Nehc’ul-
Belağa” adlı eserinin 4. Cildinin, 39. sayfasında, Hz.
Fatıma (a.s)’ın hutbesinden bu ayete delil olarak bir cümleyi
aktarıyor. Hz. Fatıma (a.s) “Fedek” olayında Muhacir ve
Ensar’a yönelik bir hutbe okumuştur. Bu hutbenin başlarında
Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyuruyor:
“Göklerde ve yerde ne varsa, azameti ve
nuru için ibadet edilen Allah’a hamd ediyorum. Bütün
vesilelerin hedefi O’dur ve O’nun insanların içindeki vesilesi
biziz.”
Sekaleyn Hadisi
Hz.
Peygamber’in pâk Ehl-i Beyt’ine tevessül edip O’nlara
sarılmanın sağlam delillerinden birisi de Sekaleyn hadisidir.
Bu hadisi, hem Sünniler, hem de şialar sahih senetlerle
mütevatir olarak nakletmişlerdir. Resulullah (s.a.a) o hadisin
bir yerinde şöyle buyuruyor:
“...Eğer
onlara sarılırsanız, benden sonra asla sapmazsınız.”
Sünni:
Bu hadise mütevatir ve senedi sahih
demekle galiba hata yapıyorsunuz. Çünkü bu bizim büyük
alimlerimizin yanında malum değildir. Büyük şeyhimiz sünnet ve
cemaatın kıble ve kâbesi Muhammed bin İsmail Buhari Kur’ân’dan
sonra en sahih olan kendi muteber sahihinde (Sahih-i Buhari)
bu hadisi nakletmemiştir.
Şii:
Ben hata yapmadım. Aksine bu hadisin
muteber olduğunu alimleriniz kesin olarak kabul etmektedirler.
Hatta İbn-i Hacer-i Mekki gibi çok mutaassıp birisi dahi bu
hadisin sahih olduğuna itiraf etmiştir. Şüphenizin giderilmesi
için “Savaik’ul- Muhrika”nın ikinci faslının sonlarına
doğru 89 ve 90. sayfalarında 11. babdaki 4. ayetin aşağısında
Tirmizi, Ahmet bin Hanbel, Taberani ve Müslim’den hadisler
naklettikten sonra şöyle diyor: “Bil ki, Sekaleyn’e (Kur’ân ve
Ehl-i Beyt ) sarılma hadisi birçok yollarla 20’den fazla
sahabeden nakledilmiştir.”
Daha sonra
şöyle diyor: “Bazıları Resulullah (s.a.a)’in bu hadisi veda
Haccı’nda Arafat’ta iken, bazıları Medine’de
ölüm döşeğinde ve odası sahabelerle dolu olduğu zaman,
bazıları Gadir-i Hum’da, bazıları da Tâif’ten
döndükten sonra buyurduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir.”
Daha sonra
kendi görüşünü şöyle açıklıyor: “Bu ihtilafların arasında her
hangi bir çelişki yoktur. Resulullah’ın (s.a.a) adı geçen
bütün yerlerde, Kur’ân’ın ve Ehl-i Beyt (a.s)’ın azametini
ispat etmek için bu hadisi defalarca buyurmasında bir sakınca
yoktur.”
Taassuptan
Uzak Olmak Saadete Sebep Olur
Hadis
Sahih-i Buhari’de yoktur öyleyse zayıftır sözüne gelince,
bu söz birçok yönden red olmuş ve alimlerin kabul etmediği bir
şeydir. Eğer Buhari, hadisi nakletmemişse, karşılığında öteki
büyük alimlerinizin geneli nakletmişlerdir. Hatta Sahihi-i
Buhari’yle aynı seviyede olan Sahih-i Müslim ve diğer
Sihahlar bunu (Sahih-i Buhari’nin dışında) genişçe
nakletmişlerdir.
Ya
sihahları ve muteber kitaplarınızı bir kenara atacak ve
akidenizi yalnızca Sahih-i Buhari’de yazılanlarla
sınırlandıracaksınız; ya da öteki alimlerinizin de kendi
zamanlarında Ehl-i Sünnetin en adil, en alim ve en bilgin
insanlar olduklarını itiraf edip onları da kabul edeceksiniz.
Özellikle de Sihah-ı Sitteyi yazanları. Böyle olunca da eğer
bir hadis Sahih-i Buhari’de bazı sebeplerden dolayı
nakledilmemiş ve ötekilerde nakledilmiş olursa, o zaman onu
kabul etmek zorundasınız.
Sünni:
Buhari’nin üstünde durmamızın her hangi
özel bir sebebi yoktur. Yalnızca Buhari çok ihtiyatlı ve hadis
nakletmekte titiz olduğundan, senet veya metin yönünden
sakıncalı veya akla uygun olmayan hadisleri nakletmemiştir.
Şii:
Siz Ehl-i Sünnet’in yaptığı hatalardan
biri de, “bir şeyi sevmek, insanı kör ve sağır eder” kaidesi
esasına göre işte buradadır. Buhari hakkında guluv ediyorsunuz
(yani onu sahip olduğu makamdan yüksekte görüyorsunuz). Onun
çok dakik olduğunu ve Sahihinde getirdiği her hadisin çok
muteber, hatta vahiy gibi olduğunu zannediyorsunuz. Halbuki
zannettiğiniz gibi değildir. Buhari hadislerin senedinde
getirdiği birçok kişi (ravi) merdut (reddedilmiş), menfur (nefret
edilmiş), kezzap (yalancı) ve uydurukçu insanlardır.
Sünni:
Aslında sizin bu sözleriniz merdut ve
menfurdur. Siz Buhari gibi birisinin ilmi makamına ihanet
ediyorsunuz. (Yani Ehl-i Sünnet ve cemaatin hepsine ihanet
ettiniz.)
Şii:
İlmi bir eleştiri ihanet ise, öyleyse
hadisleri dikkat ve titizlikle incelemiş olan, muteber
Sahihlerdeki, özellikle Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim’deki
birçok hadisin senedinde uydurukçu, kezzap ve merdut (sözlerine
itibar olmayıp reddedilen) birçok kişinin olduğunu söyleyen
büyük alimleriniz de, ilim makamına ihanet etmiş ve merdut
insanlardır.
Hadis
kitapları konusunda dakik ve titiz davranırsanız iyi olur.
Onları okuduğunuz zaman guluv ederek; “Buhari ve Müslim onları
nakletmiş, öyleyse hepsi sahih ve doğrudur” demeyin.
Sihah-i
Sitte, özellikle de Sahih-i Müslim ve Buhari’ye guluv gözüyle
bakan siz ve diğer alimler, önce onlardaki hadisleri eleştirip
sahihlerle sahih olmayanları belirten kitaplara bir baş
vurursanız iyi olur. Böylece Buhari’nin azametini, hadis
nakletmekteki dikkatinin ne derecede olduğunu görürsünüz.
Eğer
Süyuti’nin “El-Leali’l- Mesnua fi Ehadis’il- Mevzua”
eserine, Zehebi’nin “Mizan’ul- İ’tidal” ve “Telhis’ul-
Müstedrek” adlı kitaplarına, İbn-i Cevzi’nin “Tezkiret’ul-
Mevzuat”ına, Ebubekir Ahmed bin Ali Hatip el-Bağdadi’nin
yazmış olduğu “ Tarih-i Bağdadi” ye ve kısaca “Rical”
konusunda büyük alimlerinizin yazmış oldukları kitapları
okursanız, beni suçlamaz ve “Buhari’ye ihanet ettin”
demezsiniz.
Buhari ve Müslim,
Uydurukçu ve Yalancılardan
Hadis
Nakletmişlerdir
Ben ne
söyledim ki bu kadar sinirleniyorsunuz? Ben sadece, “Sihahlar,
hatta Sahih-i Müslim ve Buhari’de yalancılardan hadisler
nakledilmiştir.” dedim.
Sahih-i Buhari’deki hadisleri,
“Rical” kitaplarına baş vurarak dikkatle incelerseniz, birçok
yalancı ve uydurukçu insanlardan hadisler nakletmiş
olduklarını görmüş olursunuz.
Örneğin: Ebu Hureyre,
Haricilerden olan İkrime Muhammed bin Abd Semerkandi, Muhammed
bin Beyan, İbrahim bin Mehdi, Benus bin Ahmed-i Vasıti,
Muhammed bin Halid, Ahmed bin Muhammed Yemani, Abdullah bin
Vakid-i Harrani, Ebu Davud Süleyman bin Amr-i kezzab ve İmran
bin Hattan gibi birçokları merdut (reddedilmiş) ravilerden
hadis nakletmişlerdir. Onların hepsinin isimlerini saymaya ne
toplantının vakti vardır, ve ne de benim hafızam yeterli gelir.
Rical kitaplarına baş vurursanız, söylediğimiz gerçeği daha
iyi anlarsınız.
Buhari,
sizin zannettiğiniz gibi öyle çok ihtiyatlı ve titiz birisi de
değildi. O ravilerin sadece dış görünüşüne bakıyordu. Bizim
deyişimizle iyimser birisi idi, görünüşü iyi olan herkesten
hadis nakletmiştir.
Bu
iddiamızı rical kitapları yazan kendi alimleriniz
onaylamaktadır. Onların bazlarının adlarını yukarıda getirdik.
Bu alimler uyduruk hadisleri ayırt etmiş, Müslim ve Buhari’nin
kendilerinden hadis naklettiği ravileri dikkatle incelemiş ve
birçoklarının ayıplarını ortaya çıkarmışlardır. Onlar bu işi,
bugünkü alimler de bunlardan haberdar olsunlar diye
yapmışlardır. O kitapları göz önünde bulundurarak bu gece;
“Buhari’nin Sekaleyn ve Ehl-i Beyt’e sarılmakla ilgili
hadisleri nakletmemesinin sebebi onun titiz ve ihtiyatkar
olmasından dolayıdır” buyurmayınız. Titiz, dakik ve ihtiyatlı
bir alimin, itimat edilmeyen yalancı ve uydurukçu ravilerden
gülünç hadisler naklederek ilim ve akıl ehlinin alay etmesine
sebep olmak dakik bir alimden beklenir mi hiç?
Kelimullah
(Hz. Musa)’ın Azrail’e tokat atıp onu kör etmesi, yine Hz.
Musa’nın ayak yalın ve avret yeri açık olarak Beni İsrail’in
yanına gitmesi (ki bunları daha önce söylemiştim) acaba hurafe
ve uyduruk değil midir?
Acaba
Allah’ın, kıyamette ayağı yaralı olarak görülmesi ve bacağını
göstermesi küfür değil midir? Buhari bunları Sahihinde
nakletmiş ve biz de daha önce onlardan bazılarını aktarmıştık.
Sahih-i
Müslim ve Sahih-i
Buhari’deki Resulullah’a İhanet Sayılan Gülünç Hadisler
Buhari,
sahihinin 2. cildinin, 120. sayfasında, “el-Lehv-u bi’l-
Hirab” babında ve Müslim sahihinin 1. cildinin “er-
Ruhsat-u fi’l- La’b-i Ellezi La Ma’siyete fi Eyyam’il- İyd”
babında Ebu Hureyre’den şu hadisi naklediyorlar:
“Bir bayram
günü bir grup Sudanlı zenci, Resulullah’ın mescidinde
toplanmış ve eğlence aletleriyle milleti eğlendiriyorlardı.
Resul-u Ekrem (s.a.a) Aişe’den; “Sen de bakmak ister misin”
diye sordu. Aişe de; “Evet Ya Resulullah” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) onu sırtına aldı. Aişe başını
Resulullah (s.a.a)’ın omzundan uzatıp yüzünü onun mübarek
yüzüne koydu. Resulullah (s.a.a) Aişe’nin daha çok lezzet
alması için onları daha iyi oynamaya teşvik ediyordu. Aişe
yoruluncaya kadar onu sırtında tuttu. Aişe yorulduktan sonra
onu yere indirdi.”
Şimdi Allah
aşkına söyleyin, eğer böyle bir şeyi, sizlerin hakkında
anlatsalar sinirlenip kızmaz mısınız?
Eğer bir adam dese ki; “Dün
akşam Hafız beyin (Sünni'nin ismi) evinin arkasında bir grup
insan oyun oynayıp alkış çalıp eğleniyorlardı, büyük alim
Hafız bey de karısını sırtına almış onları seyrediyorlardı,
hatta Sayın Hafız, karısının daha çok lezzet alması için
onları daha iyi oynamaya teşvik ediyordu.” Hafız bey, Allah
aşkına söyleyin, bunları duyduğunuz zaman utanmaz ve
etkilenmez misiniz? Eğer ben, böyle bir sözü, dış görünüşü iyi
olan birisinden duymuş olsam onu nakletmem doğru olar mı? Eğer
nakletsem, akıllı insanlar bana demezler mi ki; “Cahil bir
adam bir söz söyledi, akıllı olan siz neden onu naklettiniz?”
Buhari’nin
naklettiği hadisler hakkında artık kendiniz hüküm verin. Eğer
o hadis konusunda gerçekten dakik ve titiz idiyse, farz edin
böyle bir olayı duydu, acaba onu nakletmesi ona yakışır mıydı?
Sonra da sizler kalkıp diyorsunuz ki, Kur’ân’dan sonra en
sahih kitap Sahih-i Buhari’dir!!
Buhari,
Resulullah (s.a.a)’ın, kendisinden sonra Kur’ân’a ve pâk Ehl-i
Beyt’e sarılmayı emrettiği Sekaleyn hadisini, Ehl-i Beyt (a.s)’ın
adı o hadiste geçtiğinden dolayı onu nakletmemiştir! Ama
uydurma, yalan hadisler olunca onları, (ki onların hepsini
vakit olmadığı için aktaramıyorum) kitaplarında özel bablar
ayırarak nakletmiştir!
Evet Buhari,
Ehl-i Sünnet alimlerinin içinde çok ihtiyatlı birisi idi. Şu
manaya ki o, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt (a.s)’ın velayet makamını
ispatlayan her hadisi gördüğünde ihtiyat ederek onu
nakletmemiştir. Çünkü bu hadisler bilgin ve alim insanların
eline geçtiğinde, hak ve hakikatin ortaya çıkacağını biliyordu.
Sihahları Sahih-i Buhari’yle karşılaştırdığımızda, bir hadis
mütevatir dahi olsa, Kur’ân ve ayetlerle teyit bile edilse
Buhari’nin onu nakletmediğini görüyoruz.
Örneğin
Mâide suresinin 67. ayeti “Ey Peygamber, Rabbinden sana
indirileni tebliğ et...”, 55. ayeti “Sizin veliniz, sahibiniz
ancak Allah, O’nun resulü, namaz kılan ve rüku ederken zekat
veren müminlerdir” ve Şura suresinin 214. ayeti “ve en
yakınlarını korkut” gibi ayetlerin nüzul sebepleri hakkındaki
birçok hadisi Gadir-i Hum hadisi, Yevm’ud- Dar (İnzar) hadisi,
Muahat Hadisi, Sefine hadisi, Bab’ul- Hıtta hadisleri gibi
velayet makamı ve Ehl-i Beyt (a.s)’ın yüceliğini ispat eden
diğer hadisleri ihtiyat edip nakletmemiştir. Ama nebilerin
özellikle Hatem’ul- Enbiya Hz. Muhammed (s.a.a) ve O’nun
tertemiz Ehl-i Beytinin (a.s) yüce makamına ihanet sayılan her
hadisi (hangi yalancı ve uydurukçudan olursa olsun) ihtiyat
etmeden nakletmiştir.
Sekaleyn Hadisinin Senetleri
Şimdi de Sekaleyn hadisini
nakleden sizin muteber hadis kitaplarınızdan bazılarına
değineceğim. Böylece Buhari’ye rağmen, sizin diğer büyük ve
güvenilir alimlerinizin, hatta Buhari’yle (size göre
doğrulukta) eşit olan Müslim bin Haccac’ın bile Sekaleyn
hadisini nakletmiş olduklarına şahit olacaksınız. O
kitaplardan bazıları şunlardır:
Sahih -i Müslim (Müslim
bin Haccac) c.7, s.122, Sahih-i Ebu Davud, Sünen-i
Tirmizi, c. 2, s. 307, Hasais-u Nesai, s. 30,
Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c.3, s. 14 ve 17, c. 4, s. 26
ve 59, c. 5, s. 182 ve 189, Müstedrek-i Hakim c.3, s.
109 ve 148, Hilyet’ul- Evliya (Hafız Ebu Naim İsfehani)
c.1, s. 355, Tezkire (Sibt bin Cevzi ) s.182 Usd’ul-
Ğabe (İbn-i Esir-i Cezri), c. 2 s. 12 ve c. 3, s. 147,
Cem’un Beyn’es- Sahihayn (Hamidi), Cem’un Beyn’es-
Sihah’is- Sitte (Rezin), Kebir-i Taberani,
Telhis’ul- Müstedrek (Zehebi), Ikd’ul- Ferid (İbn-i
Abdurabbih), Metalib’ul- Süul (Muhammed bin Talha eş-
Şafii), Menakıb-i Harezmi, Yenabi’ul- Meveddet
(Süleyman Belhi el-Hanefi) 4.bab, Meveddet’ul- Kurba
(Mir Seyyid Ali Hemedani İkinci Meveddet’te), Şerhi
Nehc’ul- Belağa (İbn-i Ebi’l- Hadid), Nur’ul- Ebsar
(Şeblenci) s. 99, Fusul’ul- Muhimme (Nuruddin bin Sabba
el-Maliki) s. 25, Feraid’us- Simtayn (Himvini),
Tefsir-i Keşf’ul- Beyan (İmam Sa’lebi), Menakıb-i
Sem’ani ve İbn-i Meğazili eş- Şafii, Kifayet’ut- Talib
(Muhammed bin Yusuf Genci eş- Şafi) 1. babda, Gadir-i
Hum hutbesinin sahih olduğunu beyan ederken ve 6. bab s.
130’da nakletmiştir. Tabakat (Muhammet bin Sa’d-i Katip)
c. 4, s. 8, Tefsir-i Fahr-u Razi, c. 6 s. 18’de İ’tisam
ayetini tefsir ederken, Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 4, s.
113 Meveddet ayetini tefsir ederken, Ikd’ul- Ferid (İbn-i
Abdurabbih) c. 2, s. 158 ve 346, Şerh-u Nehc’ul- Belağa
(İbn-i Ebi’l- Hadid) c. 6, s. 130, Yenabi’ul- Meveddet
(Süleyman Hanefi) çeşitli tabirlerle s.18, 25, 29-34, 95, 115,
126, 199 ve 230, Savaik (İbn-i Hacer-i Mekki) çeşitli
tabirlerle s. 75, 87, 90, 99 ve 136’da ve diğer birçok büyük
alimleriniz az bir farklılıkla, (Şia ve Sünnilerin nakliyle
tevatür haddine ulaşan) bu hadis-i şerifi Resulullah (s.a.a)’den
nakletmişlerdir:
“Şüphesiz ki ben sizin
aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah’ın kitabı ve
itretim olan Ehl-i Beytimi. Bu ikisi havuzun başında bana
ulaşıncaya dek asla birbirlerinden ayrılmazlar. Kim o ikisine
sarılırsa, şüphesiz kurtulur ve kim yüz çevirirse helak olur;
Onlara sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız.”
Bu bizim
güçlü delilimizdir. Resulullah (s.a.a)’ın emriyle Kur’ân-ı
Kerim ve Ehl-i Beyt (a.s)’a sarılmak ve O’nlara tevessül etmek
mecburiyetindeyiz.
Meclisteki Bir diğer Sünni:
Bu hadisi, Salih bin Musa bin Abdullah bin İshak bin Talha bin
Abdullah el Kureşi et-Teymi et-Talhi kendi senediyle Ebu
Hureyre’den şöyle naklediyor:
“Şüphesiz ki ben aranızda iki şey bırakıyorum; Allah’ın
kitabını ve Sünnetimi...”
Şii:
Yine tek taraflı olarak zayıf, salih
olmayan ve cerh-u ta’dil sahipleri (Zehebi, Yahya, İmam Nesai,
Buhari, İbn-i Adiy vb.) tarafından reddedilmiş olan bir
kimseden hadis naklederek meclisin vaktini aldınız. Benim
efendim, büyük alimlerinizden nakledilen bu kadar sahih ve
muteber hadis sizi ikna etmedi mi ki, bütün bu sahih hadisleri
bir kenara bırakıp alimlerinizin de kabul etmediği zayıf
hadislere yapışıyorsunuz? Halbuki hem Sünni hem de Şia
alimleri, Resul-u Ekrem (s.a.a)’in; “Allah’ın kitabı ve
itretim” diye buyurduğu sözde ittifak etmişlerdir. Çünkü
kitap ve sünnetin bir açıklayıcıya ihtiyaçları vardır. Onların
beyan edilmesi gerekir. Sünnetin kendisinin açıklanmaya
ihtiyacı varken nasıl olur da Kur’ân’ı açıklayabilir? Demek ki
itret, (Ehl-i Beyt) Kur’ân’ın eşidir; hem Kur’ân’ın
açıklayıcısıdır ve hem de sünneti aşikar edendir.
|