| 
                      Bismillahirrahmanirrahim 
                      Soru-155: Merhabalar Dostlar.Dönüp eski tartışmalara 
                      baktığımda epey bir mut'a hadisesinin olay çıkarmış 
                      olduğunu gördüm. Gerçekten hassas bir nokta. Bana 
                      verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum. Sözünü 
                      ettiğiniz adresleri kaydettim. Yalnız gene bu mut'a 
                      meselesi ile ilgili kuşkularım devam ediyor. Aynı pilavı 
                      tekrar ısıtıp öne sürmek istemiyorum, ama barika-i hakikat 
                      müsademe-i efkardan çıkar misali, olayı biraz genişletmek 
                      istiyorum. öncelikle mut'a nin AMACI nedir? bunu merak 
                      ediyorum. Gerçekten insanin şehvet duygusuna bir 
                      alternatif midir yoksa başka ilahi bir sebeb var 
                      mıdır?Şimdi eğer bu sadece şehvete hizmet eden bir metot 
                      ise, şehvetin inancımızdaki yeri nedir? İzin verirseniz 
                      ben biraz Hz. Ali ne diyor, ona bakmak istiyorum. Elimdeki 
                      tek kaynak Nehc-ul Belağa; Gölpınarlı çevirisi:Sayfa 
                      83:"..Dünyadan yarin ondan kendinizi koruyacağınız, 
                      kurtaracağınız şeyleri derin devşirin, azık edinin. 
                      Nefsine öğüt veren, tevbe etmeyi öne alan, ŞEHVETine üst 
                      olan kuldur. Rabbinden çekinen, sakınan. Çünkü ecel çağı 
                      gizlidir kuldan; dileği aldatır onu, şeytan musallat 
                      olmuştur ona, üstüne bindirip sürçmek için suçu bezer, 
                      güzel gösterir ona..."     
                      Soru-155: Merhabalar 
                      Dostlar. 
                      Dönüp eski tartışmalara 
                      baktığımda epey bir mut'a hadisesinin olay çıkarmış 
                      olduğunu gördüm. Gerçekten hassas bir nokta. Bana 
                      verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum. Sözünü 
                      ettiğiniz adresleri kaydettim. Yalnız gene bu mut'a 
                      meselesi ile ilgili kuşkularım devam ediyor. Aynı pilavı 
                      tekrar ısıtıp öne sürmek istemiyorum, ama barika-i hakikat 
                      müsademe-i efkardan çıkar misali, olayı biraz genişletmek 
                      istiyorum. öncelikle mut'a nin AMACI nedir? bunu merak 
                      ediyorum. Gerçekten insanin şehvet duygusuna bir 
                      alternatif midir yoksa başka ilahi bir sebeb var mıdır? 
                      Şimdi eğer bu sadece şehvete 
                      hizmet eden bir metot ise, şehvetin inancımızdaki yeri 
                      nedir? İzin verirseniz ben biraz Hz. Ali ne diyor, ona 
                      bakmak istiyorum. Elimdeki tek kaynak Nehc-ul Belağa; 
                      Gölpınarlı çevirisi: 
                        
                      Sayfa 83: 
                      "..Dünyadan yarin ondan 
                      kendinizi koruyacağınız, kurtaracağınız şeyleri derin 
                      devşirin, azık edinin. Nefsine öğüt veren, tevbe etmeyi 
                      öne alan, ŞEHVETine üst olan kuldur. Rabbinden çekinen, 
                      sakınan. Çünkü ecel çağı gizlidir kuldan; dileği aldatır 
                      onu, şeytan musallat olmuştur ona, üstüne bindirip sürçmek 
                      için suçu bezer, güzel gösterir ona..." 
                        
                      Sayfa 107: “Allah kullarının 
                      en sevgili olanından (inne min ehebbi İbadillahi...)"..Tatlı, duru suyu kana kana içmiştir de ırmağın su 
                      içilecek yerlerine varması kolay olmuştur; dümdüz tertemiz 
                      yola dalmıştır, ŞEHVETler elbisesinden soyunmuştur..”
 
                        
                      (Sayfa 108) 
                      "Şu bölük-bölük halkın, 
                      dinlerinde delil saydıkları şeylerin birbirine aykırı 
                      oluşuna, Peygamber izini izlemeyişlerine, Vasi'nin 
                      yaptığına uymayışlarına, gaybe inanmayışlarına, ayıptan 
                      arınmayışlarına nasıl şaşmam ben? Şüpheli şeyleri yaparlar, 
                      ŞEHVETlerde koşarlar, iyi ve hayır isler onlarca kendi iyi 
                      bildikleri işlerdir..." 
                      Ayrıca başka bir yerde "Mu’minlerin 
                      dünyayı elde etmeleri onu ellerinden yitirmelerinden başka 
                      bir şey değildir" diyor. 
                      
                       
                      Yine başka bir yerde "Ey 
                      dünya, ey dünya uzaklaş benden" diyor. Yanlış 
                      hatırlamıyorsam başka bir yerde de mu’minlerden 
                      bahsederken “Onlar şehvetlerini öldürmüş kimselerdir” 
                      diyor. 
                      Yani, bizim yolumuzda önemli 
                      olan şehveti öldürmektir, gerçek Ali yolunda yürüyen için 
                      ulaşılması gereken nokta budur. Öte yandan mut'a olayı 
                      birazcık şehvetini dizginlemeyenler için bir alternatif 
                      gibi görünüyor ve bana kalırsa bu yüzden çok fazla teşvik 
                      edilmemesi gereken bir netod olması gerekir. 
                      Merak ediyorum, mut'anın 
                      hükmü nedir? Yani sevab mıdır, mekruh mudur, yoksa hiç bir 
                      hükmü yok mudur? Herhalde yemek ve uyku benzeri bir şey 
                      olsa gerek. Yani takvası ölçüsünde insan Ali gibi toprak 
                      üzerinde yatıp bir avuç buğday ile hayatını idame 
                      ettirebilir. Yani çok fazla takvaya uygun bir şey gibi 
                      görünmüyor bana açıkçası. Biraz daha avami boyutta. 
                      Ama belki de tam tersidir. 
                      Yani "cahile haram, alime helal" hükmünce uygulanan bir 
                      metottur. Açıkçası bilmiyorum. 
                      Mut'anın tarihi vesikalarla 
                      mevcudiyeti hakkında bir sorunum yok, ama sorum dedim ya 
                      ne için böyle bir şey var. Akidenin felsefik boyutunda 
                      nereye oturuyor? Lütfen bu konuda beni aydınlatabilir 
                      misiniz? 
                        
                      Cevap: 
                      Bismillahirrahmanirrahim 
                        
                      Ali aşığı Mekzun kardeşimin 
                      dikkatine,  Selamun aleykum. 
                      Mut’a hakkındaki yazınız ve 
                      sorunuzla ilgili dilimin döndüğü kadar size cevap vermeğe 
                      çalışacağım. 
                      Zannedersem yazınızın son 
                      kısmındaki paragraftan başlasam daha güzel olacak tertip 
                      açısından. O bölümde diyorsunuz ki “Mut'anın tarihi 
                      vesikalarla mevcudiyeti hakkında bir sorunum yok, ama 
                      sorum dedim ya ne için böyle bir şey var? Akidenin 
                      felsefik boyutunda nereye oturuyor? Lütfen bu konuda beni 
                      aydınlatabilir misiniz?...” 
                      
                       
                      Muhterem kardeşim, sen de 
                      biliyorsun ki biz Allah-u Teala’nın Hekim olduğuna 
                      inanıyoruz. Yani O, hiçbir abes şey yapmaz, hiçbir abes 
                      hüküm vermez ve hiçbir abes emir ve nehiyde bulunmaz. 
                      Bütün hükümlerinde mutlaka bir hikmet vardır. Biz bilelim 
                      veya bilmeyelim. Bize hikmeti malum olsun veya olmasın. 
                      Demek ki bizim için önemli olan bir hükmün gerçekten şer’i 
                      olup olmadığını tespit etmektir. Eğer sabit değilse mesele 
                      yok. Ama eğer sağlam delillerle sabit olursa, o zaman 
                      felsefesini de bilirsek ne ala. Bilmezsek de Rabbimizin 
                      emridir ve mutlaka bir hikmeti vardır deyip teslim 
                      olmalıyız. Bunu söylerken hiçbir hükmün felsefe ve 
                      hikmetini araştırmayalım demek istemiyoruz tabi. Bu en 
                      doğal hakkımızdır. Ancak bütün araştırmalarımıza rağmen 
                      tam olarak anlamasak da hükmün aslı bize sabit olduğu için 
                      bize düşen teslim olmaktır.  Şimdi gelelim asıl mevzuumuza. 
                      Aziz kardeşim, evrensel ve 
                      ebedi bir din bütün zamanlarda ve mekanlarda bütün 
                      insanların bütün sorunlarına istisnasız çözüm yolları 
                      sunmalıdır. Bu iddiada olan bir din herhangi bir zamanda 
                      herhangi bir insanın karşı karşıya bulunduğu bir soruna 
                      çözüm yolu öneremezse, asla evrensel bir din olamaz. Öbür 
                      taraftan her kesin maddi ve manevi yönden standart bir 
                      seviyede olmadığını da hepimiz biliyoruz. Aziz İslam’ın 
                      planladığı ideal bir insan portresi elbet ki vardır. Ki 
                      bunların başında İnsan-ı kamil dediğimiz Peygamberler ve 
                      imamlar gelmektedir. Ancak bu, her hangi bir nedenle bu 
                      seviyeye ulaşamayan kimseleri de İslam’i öğretilerin 
                      dışında tutulmasını gerektirmez ve çeşitli maddi ve manevi 
                      seviyelerde seyr eden her insana seviyesi ve durumu 
                      dikkate alınarak uygun hükümler ve uygulamalar 
                      sunulmalıdır.  
                      
                       
                      İnsanı kendine esir edecek 
                      dünya düşkünlüğü, şehvet perestlik ve... tabi ki tasvip 
                      edilemez. Hz. Ali (a.s)’ın da naklettiğiniz konulardaki 
                      sözleri de aslında bu istikamettedir. Ancak İslam bir 
                      fıtrat dini olduğu için de insanların fıtri 
                      gereksinimlerine de makul bir çerçevede cevap vermelidir, 
                      vermiştir de. Yoksa fıtrat dini olmasının bir anlamı 
                      olamaz. Biraz önce de değindiğimiz gibi maişet konusu ve 
                      şehevi duyguların makul yollarla bir türlü temin ve tatmin 
                      edilmesi de bu türdendir. Tabi insanların hepsi aynı 
                      şartlarda ve durumlarda olmadığı için, bu çözüm yolları da 
                      farklı farklı olabilir. 
                      
                       
                      Biz genellikle belli bir 
                      standardı ve seviyeyi ve şartları göz önünde 
                      bulundurduğumuz için, İslam’daki bir çok hüküm de ilk 
                      etapta bize belki anormal veya en azından müphem ve hazmı 
                      zor konular olarak gözükebilir. Ancak değişik şartları ve 
                      durumları dikkate alırsak, bunların yerinde ne kadar 
                      gerekli ve zorunlu olduğunu ve olmazsa olmazlığını (yani 
                      olmadığı takdirde nice zorluk ve sıkıntıların 
                      doğabileceğini) görebiliriz. Mesela bunlardan birisi 
                      İslam’daki çok evlilik olayıdır. Sizin zahiri olarak ve 
                      sadece belli bir açıdan yaklaşarak ortaya koyduğunuz 
                      mantığa göre çok evlilik aslında anormal bir şey olmalıdır. 
                      Zira zahirde erkekleri daha çok şehvet düşkünü olmaya sevk 
                      eder. Oysa hepimiz biliyoruz ki bu belli durumlar ve 
                      şartlar için koyulan bir zaruret hükmü ve ruhsatıdır. 
                      Yoksa normal şartlarda İslam bunu erkeklere asla tavsiye 
                      ve teşvik etmemiştir. Söz konusu özel durumlardan haberdar 
                      olan her münsif insan da bunu kesinlikle tasdik eder ki 
                      eğer o şartlar için bu çok evlilik hükmü koyulmasaydı, ne 
                      tür zorluklar, sıkıntılar ve eksiklikler yaşanabilirdi.
                      
                      
                       
                      Şimdi bu açıklamalardan 
                      sonra biz şuna inanıyoruz ki Mut’a hükmü de her kes için 
                      koyulan ve teşvik edilen bir hüküm değil, belli şartlar ve 
                      bir takım zaruretlerle karşı karşıya bulunan kimseler için 
                      koyulan bir hükümdür, ruhsattır. 
                      
                       
                      Şimdi denilebilir ki bir 
                      takım insanlar, söz konusu zaruretler söz konusu olmadan 
                      da bu hükmü su-i istimal edebilirler. Cevabı şudur ki eğer 
                      bazı insanlar, kendi cehaletleri ve nefsani hareket 
                      etmeleri yüzünden bu yanlışa düşüyorlarsa, bu onların 
                      yanlışı ve sorunudur. Hükmü koyanın bunda ne suçu olabilir 
                      ki? Bunun gibi nice İlahi hükümler, insanlar tarafından 
                      su-i istimal edilmiyor mu? Bir alimin de dediği gibi 
                      alemde koyulup da su-i istimal ve ihlal edilmeyen bir tane 
                      bile kanun yoktur. Daimi evlilik, talak (boşama hakkı) 
                      vs..gibi. Şimdi bazı insanlar daimi evliliği kendi 
                      şehvetperestlikleri için bir araç olarak kullanıyorsa veya 
                      bazı erkekler olur olmaz sudan bahanelerle eşlerini 
                      boşayıp, aileleri, çoluk çocuğu perişan ediyorlarsa, 
                      İslam’ın bu hükümleri esastan kaldırması mı gerekirdi? 
                      Tabi eğer gerçek bir İslami yönetim topluma hakim olursa, 
                      bu su-i istimallerin hepsine bir takım tedbirler alabilir; 
                      almalıdır. Esasen biz Müslümanlar olarak aziz İslam’ın 
                      hangi hükmünü olduğu gibi ve doğru dürüst uyguladık ki bu 
                      da ikincisi olsun?!  Evet bu aksaklıklar hükmü getiren 
                      İslam’ın değil, biz Müslümanların suçudur.  
                      Şimdi Mut’anın bizce zaruret 
                      arzettiği yerleri bir nebze olsun tasavvur edebilmenizi 
                      sağlamak için size bazı örnekler vermeğe çalışacağım. Bu 
                      örnekleri geçenlerde burada bir defa daha gündeme getirmiş 
                      ve o günlerde buna itiraz eden kardeşlerden makul çözüm 
                      yolu istemiştim. Ama maalesef bazı kardeşler bize mantıklı 
                      bir cevap verme yerine dalga geçmeği tercih etmişlerdi! 
                      Ama olsun, hayatın gerçekleri bu tür safsatalarla 
                      geçiştirilemez. Akıllı olan duygusal yaklaşımlar yerine 
                      mantıklı ve geçerli çözümler sunabilmelidir. Her neyse o 
                      yazımda demiştim ki: 
                        
                      Mut'aya muhalif olan 
                      kardeşlere bir iki sorum var. Lütfen sağa sola bükmeden bu 
                      soruların cevabını net bir şekilde buyursunlar: 
                      
                       
                        
                      1- Bir kimse farzedin, 
                      cinsel duyguları acımasız ve en şiddetli şekliyle 
                      kendisine baskı yapmaktadır. Maddi açıdan henüz bir aileyi 
                      geçindirecek durumda değildir. Maddi durumundan veya 
                      herhangi sebeplerden ötürü hiçbir kimse kendisiyle daimi 
                      nikah yapmaya yanaşmıyor. Bunu defalarca denemesine rağmen 
                      sonuç alamamış. Bütün çabalarına rağmen cinsel dürtülerini 
                      de bir türlü bastırıp yatıştıramıyor. Bu dürtülerin 
                      amansız baskısıyla psikolojik açıdan perişan ve hiçbir iş 
                      yapamaz durumda. Kısacası daimi evliliğe giden bütün 
                      yollar yüzüne kapalı olan ve artık hiçbir yolla kendini 
                      kontrol edebilecek durumda olmayan ve bu yüzden çeşitli 
                      cismi ve ruhi rahatsızlıklarla boğuşup duran bu zavallıya, 
                      evrensel, ebedi ve insanlığın maddi ve manevi bütün soru 
                      ve sorunlarına çözüm getirdiğine inandığımız İslam adına 
                      aşağıdaki yollardan hangisini öneriyorsunuz veya sizin, 
                      bizim aklımıza gelmeyen bir öneriniz var mı? 
                      a) Bir takım operasyonlarla 
                      kendini erkeklikten düşürüp cinsel dürtülerine ebediyen 
                      son versin. 
                      b) Ömrünün sonuna kadar 
                      içinde bulunduğu cismi ve ruhi rahatsızlıklarla boğuşup 
                      dursun. Sonu nereye varırsa varsın. 
                      c) İntihar etsin. 
                      d) Zina etsin. 
                      e).... .... 
                        
                      2- Bir kadın düşünün, her 
                      hangi bir sebepten dolayı yıllarca beklemesine rağmen 
                      taliplisi yok. Yada evlenmiş kocası vefat etmiş veya 
                      boşanmış, yanında birkaç tane de çocuğu olduğu için kimse 
                      kendisiyle evlenmiyor (ne tek evlilik, ne de çok evlilik 
                      yoluyla). Cinsel sorunlar açısından da önceki sorudaki 
                      kimseden hiçbir farkı yoktur. Böyle birisi için de 
                      yukarıda bahsettiğimiz alternatiflerden hangisini 
                      önerirsiniz acaba? 
                      Rabbim şahittir ki aynen 
                      bahsettiğim konumda bulunan nice insanlar tanıyorum ki şu 
                      anda çözümsüz bir buhranın içerisinde kıvranıp durmaktadır.
                      
                      
                       
                      Ey İslam alimleri, Allah'ın 
                      rızası için bu insanlara bir çözüm yolu gösterin; eğer 
                      İslam'a ve onun evrenselliğine ve kamil bir hayat nizamı 
                      olduğuna inanıyorsanız. Tabi bu şekilde inanmayana bir 
                      diyeceğimiz yok... 
                      Tabi karga fıkrasındaki gibi 
                      bir cevap istemiyorum. Birisine sormuşlar: "Bey efendi, 
                      bir kuyuya bir karga düşüp orada ölürse, kuyuyu temizlemek 
                      için şer'î açıdan ne yapmak gerekir? Adam şu cevabı vermiş: 
                      "Git işine be adam, karga deli mi ki gelip kuyunun içine 
                      düşsün!!" Evet bu tür cevaplara karnımız tok. Başka bir 
                      cevabı olan varsa, buyursun istifade edelim. 
                      Evet bu sorularım henüz 
                      yerindedir ve kimseden bir cevap alamadım şimdiye kadar. 
                      Şimdi aynı şeyi size de soruyorum Mekzun kardeşim; eğer 
                      sizin yukarıda zikrettiğim şıkların dışında bir 
                      alternatifiniz varsa buyurun gerçekten istifade edelim.
                      
                      
                       
                      Son olarak daha önce sitede 
                      mut’a hakkında yayınlanan yazının da sizin sorduğunuz 
                      soruyla ilgili bölümünü buraya aktararak sözlerime son 
                      veriyorum:  
                      
                       
                        
                      1. Bilindiği gibi 
                      Allah insanı bir erkek ve bir dişiden yaratmıştır. Bu 
                      yaratılanlar da, erkek yada dişi olmaları hasebiyle "cinsel 
                      arzu ve istek" denen şehevî bir olguya sahiptir. Erkek ile 
                      dişide bulunan bu duygu tamamen fıtrîdir; yaratılıştan 
                      gelir. Yüce yaratıcı bunu böyle dilemiştir. 
                      Doğuştan gelen bu duygu; 
                      cinsel arzu ve istek, şöyle yada böyle mutlaka 
                      karşılanacaktır. Aksi halde yaratılışa aykırı tutum içine 
                      girilir! Bunun bir kadınla "bir ömür boyu" bir arada 
                      kalarak giderilmesi daimi evlilikle mümkün olursa o yola 
                      baş vurulur. Ama eğer bu, bir takım sebeplerden dolayı 
                      mümkün olmazsa, ömür boyu kendini mahrum bırakıp bunun 
                      ruhi ıstırap ve sıkıntılarını çekmeğe mecbur olmak diye 
                      bir akli zorunluluk olamaz. Fıtrat dini olan aziz İslam’ın 
                      buna da mutlaka bir çözüm yolu getirmesi gerekir ve 
                      getirmiştir de. Yeter ki bunun bir düzenlemesi, bir kuralı 
                      olsun ve soyda karışım olmasın. 
                        
                      2. Bir kişi bazı 
                      sebeplerden dolayı dâimî nikâhla evlenip çoluk çocuk 
                      sahibi olmak istemeyebilir. Böyle insanlar çoktur. Süreli 
                      nikâhın kapısını tamamen kapattığınız zaman, bu adam ya 
                      zinaya sürüklenecek, yada süreyi içinde saklı tutup 
                      evlenecek; sonra da eşini boşayacak. Bu durumda o kadına, 
                      varsa çocuklarına yazık olmaz mı? Halbuki baştan 
                      karşılıklı rıza ile, hukuk dairesinde süreli evliliklerine 
                      izin verilse, bu iki sakıncadan hiç birisi yaşanmayacak. 
                       
                        
                      3. Genç bir delikanlı, 
                      genç yaşta dâimî nikâhla evlenip de  hemen çoluk çocuğa 
                      karışmak istemeyebilir (tahsil vb. sebeplerden dolayı). Bu 
                      gencin fıtrî cinsel duyguları da bastırıyorsa, bunu "oruç 
                      tut" ve... demekle avutamazsınız. Önünü iki yoldan birine 
                      açacaksınız: Geçici evlilik yada gayr-ı meşrû, başıboş 
                      cinsel ilişki, yani zina!  
                        
                      4. Yıllarca evinden, 
                      eşinden ayrı kalmak zorunda kalan bir kişi düşünün: Bu 
                      insan ya ikinci bir dâimî evlilik yapacak, yada evlilik 
                      dışı cinsel ilişkide bulunacak, zinaya düşecek! Ekonomik 
                      şartlar yada ikinci bir dâimî evliliğin sorumlulukları 
                      kendine ağır geliyorsa ne yapacak? Bu adamın zinaya 
                      düşmesine göz mü yumulacak?  
                        
                      5. Kadınların 
                      erkeklere oranla çok daha fazla olduğu bir nüfus dağılımı 
                      düşünün: Bu durumda çözümünüz ne!? Belki çok evlilik 
                      diyebilirsiniz. Ama eğer bu da ya maddi bir takım 
                      sıkıntılardan dolayı veya ailelerde meydana gelebilecek 
                      huzursuzluklardan dolayı mümkün olmazsa ne olacak? Bu 
                      kadınların da cinsel ihtiyaçlarının olduğunu inkar 
                      etmiyorsanız; ya onları ömür boyu "kuma"lığa mahkum 
                      edeceksiniz, ya başıboş bir cinsel bataklığa iteceksiniz, 
                      yada kendisine cinsel duygularını bastırması için tavsiye 
                      ve telkinlerde bulunacaksınız! Allah aşkına; bunlardan 
                      hangisi gerçek çözüm?  
                        
                      6. Kadın tarafından 
                      kaynaklanan bir takım sebeplerle çocukları olmayan ve 
                      mutlaka çocuk sahibi olmak isteyen, ama ikinci bir dâimî 
                      evliliği de maddi veya manevi açıdan kaldıramayacak bir 
                      baba düşünün. Siz de biz de biliyoruz ki bir çok aileler 
                      böyleki durumlarda çocuklarını kısır eşini boşamaya ve onu 
                      çileli bir hayata itmeğe zorlayıp başka bir kadınla 
                      evlenmeğe zorluyorlar. Böyle birisi için Mut’a nikâhından 
                      daha güzel bir çözümünüz var mı? 
                        
                      Bu aklî ve toplumsal 
                      sebepleri / gerekçeleri daha da çoğaltabiliriz. Bütün 
                      bunları bir tarafa iter, erkek ve dişideki fıtrî duyguları 
                      görmezden gelirseniz; insanları (özellikle gençliği) iki 
                      toplumsal bataklıktan birine mahkum edersiniz: Bunlardan 
                      birisi cinselliği tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan 
                      geçici bir "ruhbanlık", diğeri ise "cinsel komünizm", yani 
                      genel evleridir. (Şimdilerde çoğu "elbette müslümanım!" 
                      diyen pek çok gencin neden genel evlere mübtelâ olduğunu 
                      varın sizler düşünün...) 
                        
                      Bugün hemen her şehre 
                      kurulan genel-evlerin gençlerle dolup taşmasını nasıl izah 
                      edersiniz!? Bu gençlerin içinde İslâmî kaygısı olmayanlar 
                      elbette az değil; ama hepsi mi öyle? Hepsi mi Kâfir ve 
                      imansız? Çoğu Müslüman evlâdı olan bu gençlerin o batağa 
                      düşmelerinin sebebi ne? 
                        
                      Mü'minlerin Emîri İmam Ali (a.s) 
                      ve onun has arkadaşı ve öğrencisi Abdullâh b. Abbâs ne 
                      kadar da doğru söylemiş: "Şayet Ömer Mut’ayı 
                      yasaklamasaydı; bedbaht kimsenin dışında kimse zina 
                      etmezdi!" (Tefsir-i Taberi, C.5, S.9) 
                      Allah’a emanet olun aziz 
                      kardeşim.  |