Soru-150:Hocam, 
                    Abdulbaki Gölpınarlı'nın Der Yayınları tarafından hazırlanan 
                    Nehc-ül Belağa'nın 307. sayfasında yer alan Hz. Ali (as) 'a 
                    ait hutbesinde " ....Onlar toplandılar da birisine uydular, 
                    ona imam dediler mi bu, rızayı gösterir. Allah'ın da razı 
                    olduğu bir şey..." diye süren hutbesinin kısa bir tefsirini 
                    yapar mısınız? Çünkü bu hutbeyi bazı kişiler, sanki Allah, 
                    ilk üç halifenin hilafetinden razı olmuş gibi bir anlam 
                    çıkarıyorlar. Allah'a emanet olunuz. 
                    
                    Cevap-150: Muhterem 
                    kardeþim, sorunuzun cevabý kýsaca þöyledir: 
                    
                    Evvela bu mektup (siz hutbe 
                    demiþsiniz ama bu hutbe deðil bir mektuptur; Nehc-ül 
                    Belaða’nýn 6. mektubu), baþýnda da belirtildiði gibi 
                    Muaviye’nin cevabýnda yazýlmýþtýr. Muaviye Hz. Ali’nin (a.s) 
                    kendisini azletmesine karþýlýk, “Bunu yapamazsýn, zira beni 
                    önceki halifeler bu makama atamýþlardýr.”  dediðinde, 
                    Emir-ül Mu’minin (a.s) ona yukarýdaki cevabý yazarak onun 
                    kendi mantýðý ve savunduðu ölçülere dayanarak iddiasýnýn 
                    yersiz olduðunu ispatlamaya çalýþmýþ ve “Onlarýn hilafetini 
                    size göre meþru kýlan þura ise, onlarý seçen þura beni de 
                    seçmiþtir. Neden onlarý seçerken hilafetleri meþru ve 
                    aldýklarý kararlar geçerli oluyor da benimki olmuyor?” demek 
                    istemektedir. Yoksa Emir-ül Mu’minin’in hilafet konusunda 
                    þuraya inandýðý ve Þia’nýn iddia ettiði nassa inanmadýðý 
                    demek deðildir. O halde neden nass yoluyla deðil de bu 
                    þekilde istidlal etmektedir? derseniz, cevabý þudur ki daha 
                    iþin baþlarýnda (yani Allah Resulü’nün vefatýndan hemen 
                    sonra), nassa itina etmeyenler, aradan bunca zaman geçtikten 
                    sonra mý itina edeceklerdi?! Bu yüzden Hz. Ali (a.s) 
                    onlardan bu açýdan artýk ümidini kesmiþti ve onlarýn kendi 
                    mantýklarýyla onlarý ilzam etmeðe, en azýndan hücceti 
                    tamamlamaya çalýþýyordu. 
                    
                    Yukarýdaki cümleye gelince, 
                    burada iki ihtimal ve nakil vardýr,  bir nakilde ki bir çok 
                    alimin de belirttiði gibi daha sahih olan nakildir, bu 
                    cümlede “Lillah” kelimesi yoktur. Dolayýsýyla o zaman 
                    cümlenin manasý þöyle olur. Eðer onlar bir kimse üzerinde 
                    icma ederlerse bunda rýza vardýr. Yani demek ki ona razý 
                    olmuþlar ki seçmiþler. Böyle olunca yukarýdaki hususlarý da 
                    dikkate aldýðýmýzda mesele kolayca çözülmüþ olur. Yani 
                    önceki halifeleri seçip ona razý olanlarýn aynýsý, beni de 
                    seçip razý olmuþlardýr. O halde neden bana karþý çýkýyorsun 
                    ey Muaviye?” 
                    
                    Bir diðer nakilde ise “Lillah” 
                    kelimesi  de nakledilmiþtir. Þimdi bunun olduðunu 
                    varsayarsak, o zaman manasý þöyle olur ki Emir-ül Mu’min 
                    yine onlarýn kendi kabullerinden hareketle adeta þöyle 
                    buyurmak istiyor: “Siz demiyor musunuz Muhacir ve Ensar 
                    toplanýp bir kimseyi seçerlerse, bu seçim geçerli olur ve 
                    Allah’ýn rýzasýna uygun düþer. Daha ne, iþte beni de böyle 
                    bir þekilde Muhacir ve Ensar seçmiþlerdir. O halde neden 
                    kendi mantýðýnýza ve ölçülerinize uygun seçilen bir halifeye 
                    muhalefet ediyorsun ey Muaviye?”  
                    
                    Þöyle bir mana da burada 
                    muhtemeldir bence. Bu cümlelerin zahirini olduðu gibi kabul 
                    edip sahiden Emir-ül Mu’minin’in benimseyerek söylediðini 
                    bile farz etsek, o zaman þöyle diyebiliriz ki eðer gerçekten 
                    Muhacir  ve Ensar bir kimsenin üzerinde icma eder ve ona 
                    imam derse, Allah’ýn rýzasýna uygun olur. Ama acaba böyle 
                    bir þey gerçekleþmiþ mi gerçekten ve gerçekleþmiþse kim 
                    hakkýnda gerçekleþmiþtir? Ýlk üç halifenin seçiliþ 
                    þekillerine baktýðýmýzda böyle bir icmanýn  hiç birisi 
                    hakkýnda gerçekleþmediðini açýkça görebiliriz. Zira 1. 
                    Halife’nin seçiliþi Saide oðullarý sofasýnda toplanan beþ on 
                    kiþi vasýtasýyla, hem de bir sürü dövüþ kavganýn ardýndan 
                    gerçekleþmiþ ve hatta orada bulunan Ensar’ýn büyüklerinden 
                    Sa’d b. Ubade ölünceye dek halifeye biat etmemiþtir. Diðer 
                    Müslümanlar da, örneðin Hz. Ali, Haþimoðullarý, ve bir çok 
                    diðer ileri gelmiþ Sahabiler, Selman, Ebuzer, Mikdat, Ammar, 
                    Ubey b. Ka’b, Zübeyr… ki Sünni kaynaklarda dahi bunlarýn 
                    sayýsýný on sekizden fazla yazmýþlardýr,  bir müddet 
                    direndikten sonra çeþitli baskýlar ve tehditlerin ardýndan, 
                    Ýslam’ýn aslýna zarar gelmesin diye Hz. Ali’nin izniyle biat 
                    etmiþlerdir. Demek ki rýzayla gerçekleþen bir þey yoktur.
                    
                    
                    Ýkinci Halife’ye gelince, onda 
                    zaten asla þura veya icma diye bir þey olmamýþtýr. Sadece 1. 
                    Halife vasiyet etmiþ ve Ömer b. Hattab’ý hilafete atamýþtýr.
                    
                    
                    Üçüncü Halife’ye gelince, onun 
                    da seçimi, sonucu önceden belirlenmiþ altý kiþilik bir þura 
                    eliyle olmuþtur ki keyfiyetini ve orada cereyan edenleri, 
                    özellikle Hz. Ali’ye karþý takýnýlan tavýrlarý ve oynanan 
                    sinsi oyunlarý öðrenmek isteyenler, bu konuyu geniþçe 
                    iþleyen tarih kitaplarýna müracaat edebilirler. 
                    
                    Evet hakkýnda ciddi ve gerçek 
                    bir þura ve icma yapýlan yegane halife Hz. Ali’dir (a.s). 
                    Dolayýsýyla olaya bu açýdan baktýðýmýzda, hatta o sözleri 
                    Hz. Ali (a.s) benimseyerek söylemiþ olsa dahi, doðrudur ve 
                    bundan da, önceki halifelerin deðil, Hz. Ali’nin hilafetinin 
                    Allah’ýn rýzasýna uygun olduðu sonucu çýkar. 
                    
                    Kaldý ki sýrf bu sözün 
                    zahirine bakarak ve bu açýklamalarý dikkate almadan güya Hz. 
                    Ali’nin önceki halifelerin hilafetini tasvip ettiði anlamýný 
                    çýkarmaya çalýþanlarýn samimiyetinde þüphe edilir. Zira illa 
                    da Hz. Ali’nin kendi sözleri referans alýnmak isteniyorsa, 
                    neden Hz. Ýmam’ýn yine bu Nehc-ül Belaða’da nakledilen ve bu 
                    sözden anladýklarýyla taban tabana zýt düþen sözlerini 
                    görmezlikten geliyorlar? Oysaki onlarýn anlam ve 
                    sonuçlarýnda hiçbir tevile mahal yoktur. Burada konunun 
                    tekmili için ve o sözlerin ýþýðýnda bu sözün de gerçek 
                    tefsiri daha iyi anlaþýlsýn diye, bunlardan bazý örnekler 
                    vermeðe çalýþacaðýz. Fakat onlara geçmeden önce Ehl-i 
                    Sünnet’in Mutezili alimlerinden Ýbn-i Eb-il Hadid’in 
                    naklettiði iki ilginç olayý nakletmek istiyorum:
                    
                     
                    
                    Ýbn-i Ebi-l Hadid diyor ki:
                    
                    "Ýmam Ali'nin külli ve zýmni 
                    de olsa halifeleri eleþtirdiði mütevatirdir. Bir gün Ýmam 
                    Ali bir mazlumun, "Ben mazlumum, bana zulmedilmiþtir" diye 
                    baðýrdýðýný duyar. Bunun üzerine ona der ki: "Gel beraber 
                    baðýralým; çünkü ben de sürekli zulme uðradým."
                    
                    Yine kendi dönemindeki Ýbn-i 
                    Ali'ye ismindeki güvendiði birinden þöyle nakleder:
                    
                    "Bir gün dönemin Hanbelî imâmý 
                    Ýsmâil b. Ali Hanbelî'nin huzurundaydým. Ýsmail, Kufe'den 
                    Baðdad'a dönen bir yolcudan yolculuðunun nasýl geçtiðini, 
                    Kufe'de neler gördüðünü soruyordu. O da baþýndan geçenleri 
                    anlatýyor, üzgün bir þekilde Gadir gününde Þiiler'in 
                    halifeleri þiddetle eleþtirdiklerini söylüyordu. Hanbelî 
                    imam, o insanlarýn suçu ne? Bu kapýyý Hz. Ali'nin kendisi 
                    açmýþtýr, dedi. Adam, öyleyse bu arada bizim vazifemiz nedir? 
                    Bu eleþtirileri doðru mu bilmemiz gerekiyor? Doðru bilecek 
                    olursak bir tarafý býrakmamýz gerekiyor, doðru bilmezsek de 
                    diðer tarafý, dedi!
                    
                    Ýsmail bu soruyu duyunca 
                    yerinden kalkarak meclisi terk ederken "Þimdiye kadar bu 
                    sorunun cevabýný ben de bulamadým" dedi.
                    
                     
                    
                    Hz Ali (a.s) Nehc-ül 
                    Belaða'nýn "Þýkþýkýye Hutbesi" diye meþhur olan 3. 
                    hutbesinde Resulullah'tan sonraki olaylara deðinmiþ ve 
                    takýndýðý tavýr hakkýnda þöyle buyurmuþtur:
                    
                    "Andolsun Allah'a ki Ebu 
                    Kuhafe‘nin oðlu, o (hilafeti) bir gömlek gibi giyindi; oysa 
                    daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle deðirmen taþýnýn 
                    mili gibiydim; hilâfet benim çevremde dönerdi; sel benden 
                    akardý; hiçbir kuþ, benim (zirveme) çýkamazdý. Hilâfetle 
                    arama bir perde çektim; onu koltuðumdan silkip attým. 
                    Düþündüm; kesilmiþ elimle hamle mi edeyim; yoksa bu 
                    kapkaranlýk körlüðe sabýr mý edeyim? Hem de öylesine bir 
                    körlük ki ihtiyarlarý tamamýyla yýpratýr; çocuðu kocaltýr; 
                    inanan da Rabbine ulaþýncaya dek bu zulmette zahmet çeker.
                    
                    Gördüm ki sabretmek daha doðru; 
                    sabrettim; ettim ama gözümde diken, boðazýmda kemik vardý; 
                    mirâsýmýn yaðmalandýðýný görüyordum..." (Resulullah sonrasý 
                    olaylara ýþýk tutan bu hutbenin tamamýný Nehc-ül Belaða'da 
                    okumanýzý tavsiye ediyorum.