Bismillahirrahmanirrahim.
Soru-125:
Sitenizi merakla takip ediyor ve dikkatle yazılarınızı okumaya
çalışıyor gayretinizden ötürü teşekkür ediyorum. Merak ettiğim
bir husus var ki o da sudur: Takıyyeyle ilgili bir sorunun
cevabında beş türlü takıyyeden bahsedildi; peki neden İmam
Hüseyin, yirmi-otuz bin kişilik orduya karşı KERBELA’da
takıyye yapmadı da İmam Hasan Muaviye’ye karşı (kuvvetler denk
olmasına rağmen) kılıcını kınına koydu ve savaşmadı.
Vereceğiniz cevap için önceden teşekkür ediyorum...
Cevap-125:
Muhterem
kardeşim, selamun aleykum!
Takıyye,
insanın canını ve malını zalimlere karşı koruması için din
çerçevesinde konulmuş bir hükümdür. Bu hüküm bir çok diğer
ibadi vb. hükümlere göre öncelik taşımasına rağmen bu hükümden
daha önemli hükümler de dinde vardır. Buna göre, canı ve malı
korumaktan daha önemli bir mükellefiyet söz konusu olduğunda
artık takıyyeye yer kalmaz. Örneğin dinin temeli tehlikeye
düşer ve dinin korunması için kişinin, hakkı açıkça söylemesi
veya kıyam etmesi gerekirse, o zaman takıyye meşru olmaz ve
dini korumak kendi canını tehlikeye atmayı gerektirse bile
kişinin bu yolda hareket etmesi farz olur. Önceki
yazılarımızda da işaret edildiği gibi böyleki bir durumda
takıyye haram olur. Ehl-i Beyt Mektebinin ünlü fakihlerinden
olan Muhammed Hasan Necefi, Hz. Hüseyin'in kıyamını fikhi
açıdan tahlil ederken söyle diyor: "....Üstelik, Ceddi Hz.
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve alihi)'in din ve şeraitinin
korunması ve Yezit ve çevresinin kafir olduklarını muhalif ve
muvafık olan herkese açıklaması bu kıyamına bağlıydı." (Bkz.
Cevahir'ul-Kelam, C.21, S.296)
Ancak
burada başka bir soruyla karşılaşmaktayız, o da, dinin tehlike
de olup olmadığını anlamak için başvurulacak ölçü nedir? Acaba
bu konuda herkesin kendi teşhisi yeterli midir?
Bu sorunun
cevabında şunu söyleyebiliriz ki, bu konuda şahısların kendi
teşhisleri geçerli olmasa da, kesin olan şu ki, en azından
Müslümanların önderi ve imamı konumunda olan, Allah tarafından
gönderilmiş ve belirlenmiş olan peygamberler ve masum
imamların teşhisleri, kendileri ve o dönemde olanlar için
bağlayıcıdır. Bu yüzden Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin gibi masum
bir imam, bir dönemin kıyam veya takıyye dönemi olduğunu
belirledikten sonra, onun teşhisi sayesinde artık
Müslümanların vazifelerini belirlemiş olur.
Bu sorunun
cevabının diğer boyutlarının da açıklık kazanması için şu
noktalara dikkat etmek gerekir:
a)-
Ehl-i Beyt Mektebindeki İmamet Anlayışı:
Ehl-i Beyt mektebinde Ehl-i
Beyt İmamları Allah tarafından belirlenmiş masum ve vehbi
ilimlere sahip kişilerdir Onlar, hiçbir hareketlerinde
Allah'ın emirlerinden bir kıl payı bile çıkmazlar. Bize
onlara uymak ve onların emirlerine teslim olmak emredilmiştir;
hatta imanlı olup olmadığımızın en önemli ölçülerinden biri,
onlara kayıtsız şartsız tabi olup olmamamızla belli olur.
Esasen Peygamber'e ve masum imamlara bu kayıtsız şartsız itaat,
tevhid inancından sonra dinin bize öğrettiği en önemli emirdir.
Diğer emirler Allah-u Teala'nın iradesi gereği ancak bunun
çerçevesinde anlam kazanır ve kabul olur. Bizler zayıf
aklımızla onların davranışlarının hikmetini anlasak da
anlamasak da bu böyledir. Bu konunun daha iyi anlaşılması
için aşağıdaki ayet ve hadislere dikkat edin:
Kur'an-ı
Kerim şöyle buyuruyor: "Rabbine and olsun ki, kendi
aralarında çıkan ihtilaflı konularda seni hakem kılıp sonra da
senin verdiğin hükme hiçbir sıkıntı duymaksızın tam manasıyla
kabullenmedikçe, iman etmiş olamazlar." (Nisa: 65)
Ehl-i
Beyt İmamlarından gelen sahih hadislerde şöyle nakledilmiştir:
"Bilin ki, eğer bir adam geceleri ibadetle, gündüzleri oruçla
geçirir, tüm malını Allah yolunda sadaka verir ve ömür boyunca
her yıl hacca gider de Allah'ın velisinin velayetini tanımaz;
onun velayetini kabul etmez ve tüm amelleri onun kılavuzluğu
ile olmazsa yaptığı amellerin mükafatı konusunda Allah'a bir
hakkı olmaz ve iman ehlinden de sayılmaz". (El-Kafi, C.2,
S.18, Vesail-uş Şia, C.18, S.44)
Diğer bir
hadiste söyle yer almıştır: "İblis Adem (a.s)'a secde etmeğe
emredildiğinde Allah'tan istedi ki “Beni bu emrini yerini
getirerek Adem'e secde etmekten mazur gör; bundan sonra sana
öyle bir ibadet edeyim ki hiçbir mukarreb melek sana öyle bir
ibadet etmemiş olsun. Bunun üzerine Allah-u Teala tarafından
hitap geldi ki, senin ibadetine ihtiyacım yoktur." Demek ki
Allah-u Teala kendisine kulluk etmeği ve ona tapmayı, ancak
kendi Peygamberine ve yeryüzündeki halifesine boyun eğmek, ona
itaat etmeğe bağlı kılmıştır. Bu yüzden Allah, başka türlü bir
ibadeti, insan kendisini onun için çok fazla yorsa da kabul
etmez.
Kısacası
Ehl-i Beyt mektebine göre Peygamber (s.a.a)'in ve onun Ehl-i
Beyt'inin yaptıkları işlere tam bir teslimiyet göstermeyen ve
o işlere itirazda bulunan ve kendinden aksi görüşler ortaya
koyan kimseler, gerçek manada Peygamber ve Ehl-i Beyt'ini
tanımayan zayıf imanlı ve bazen imandan yoksun kimselerdir.
Örneğin Peygamber'in Hudeybiye sulhunu yapması veya hac
mut'asını teşri etmesi veya kendinden sonrası için bir vasiyet
yazdırmak istemesi vb. olaylarda Peygamber'in görüsüne karşı
görüşler ortaya koyanlar ve Peygamber'e itiraz edenler bu grup
insanlardan sayılırlar. Çünkü Peygamber'in Peygamberliği kesin
delil ile, örneğin mucize ile bize ispatlandıktan sonra böyle
bir itiraz gerçekte Allah'a karşı itiraz sayılır ve cehaletin
alametidir. Ehl-i Beyt İmamlarının hayatında olan ve bizlerin
basit bir düşünceyle onları yorumlamakta zorluk çektiğimiz
gerçeklerin şu veya bu şekilde Peygamberlerin hayatında da
olduğu kesindir; bizlere düşen bunların hikmetini anlamaya
çalışmanın yanı sıra, her halükarda onlara uymak ve ittiba
etmekten başka bir şey değildir. Buna bazı örnekler verelim:
1. Allah
Teala, Hz. Ibrahim'in ailesinden ve soyundan çok sayıda
Peygamber göndermiştir. Hz. İbrahim ve iki oğlu İshak ve
İsmail İshak'ın oğlu Yakup, Yakub'un oğlu Yusuf hepsi
peygamberdirler. Hatta Kur'an'da ismi geçen diğer bir çok
peygamber de aynı soydan ve ailedendir. Kur'an-ı Kerim "Birbirinden
gelen bir soydur" diye nitelendirmiştir. Aynı durum
Peygamber'in Ehl-i Beyti için de söz konusudur.
2. Hz.
İsa (a.s) çok fakirce bir hayat yasadığı, hatta barınacak bir
evinin olmadığı ve kuru toprağın üzerinde yattığı ve insanları
dünyaya karşı zahit olmaya davet ettiği bellidir; ama diğer
yandan büyük bir Peygamber olan Hz Süleyman bir sultan olarak
yaşamış ve bir sultana layık olan tüm ihtişamı taşımıştır.
3. Hz Yusuf,
bir peygamber olarak bir kafir olan Mısır'ın Padişah'ına vezir
olmayı kabul etmiştir. Hatta böyle bir görev için kendini aday
göstermiştir. Kısacası biz bu gibi konularda, Peygamberler ve
onların masum olan varislerinin tutumlarının hikmet ve
felsefesini anlasak da anlamasak da onları kabul etmek tabi
olmakla yükümlüyüz. Peygamber (s.a.a): "Hasan ve Hüseyin
iki imamdır; ister kıyam etsinler ve isterse kıyam etmeyip
otursunlar" diye buyurmuştur. Keza "Hasan ve Hüseyin
cennet gençlerinin efendileridirler." Bu vb. hadisler
bize sahih olarak ulaştıktan ve özellikle onları masum imamlar
olarak kabullendikten sonra onların davranışlarındaki hikmeti
barış ve savaşlarının felsefesini, anlasak da anlamasak da her
halükarda onlara uymaya, onarı imam kabul etmeye mükellefiz.
İşte Bu cevaba işaretle büyük fakih Muhammaed Hasan Necefi,
Cevahir'ul-Kelam adlı eserinde söyle diyor: "Hz. Hüseyn'in
kıyamına gelince bu kıyam ilahi sırlardan bir sır ve gizli
ilimlerden bir ilimdir." Sonra birkaç fikhi açıklamaya yer
veriyor ve söyle devam ediyor: "Üstelik İmam'ın özel bir
mükellefiyeti söz konusudur. O özel mükellefiyetini yerine
getirmek için hareket etmiş ve o emri icabet etmiştir. İmam
hatadan uzak olduğu için onun söz ve işlerinde itirazın anlamı
yoktur. İşte bu yüzden de, delillerin zahirine uymak ve
delilin umum ve genel kaideleri çerçevesinde hareket etmek ve
bu delillerin birbirleriyle çeliştiği konularda zanni
tercihlerle birini tercih etmekle yükümlü olan kimsenin
mükellefiyeti ona mukayese edilemez."
b)-
Neden Hz. Hasan Barıştı ve Hz. Hüseyin Kıyam Etti?
Neden Hz. Hasan'ın barışıp ve Hz. Hüseyin'in barışmadığını
anlamak için, ilk önce bu iki hidayet imamının barış ve
kıyamlarının iki dönemde gerçekleştiğine ve bu iki dönemin
birbirinden tamamen farklı olduğuna dikkat etmek gerekir.
Muaviye'nin kendi döneminde İslam adına işlediği cinayetler ve
İslam’ı yıkmak için yaptığı faaliyetler, burada sıralanıp
yazılmayacak derecede çoktur. Biz bunlardan bir kaçına kısaca
değinmekle yetinmek istiyoruz:
1.
Müslümanların hak halifesi olan Hz. Ali'ye karsı başkaldırmak
ve binlerce Müslüman’ın ölümüne sebep olmak.
2. Hz.
Ali'ye karşı alenen minberlerde lanet okutmak,
3. Hucr b.
Adiy gibi büyük şahsiyetleri sırf Hz. Ali ile olan sevgileri
için katletmek.
4. Dinde
bir çok bidat çıkarmak.
5. Oğlu
Yezid’i kendisinden sonra halife ilan ederek ona insanlardan
biat almak, Ve bunun bir ilahi takdir olduğunu ilan etmek.
6. Hz.
Muhammed (s.a.a)'in isminin tamamen yok edilmesini kendisine
bir hedef olarak seçmek.
Ama tüm
bunlara rağmen Muaviye gerçek yüzünü gizleyerek kendisini din
taraftarı gösteriyor ve asla dine karşı olduğunu ortaya
koymuyordu. Müslümanların çoğu ve özellikle Şam halkı da onun
gerçekte Peygamber'in sahabisi ve bir yakını olarak
destekliyordu. İşte böyle bir dönemde birinin çıkıp da ben
İslam'ı tatbik etmek istiyorum, onun için kıyam ederek
Muaviye'ye karşı gelecek olduğunu ilan edecek olsaydı ve sonra
da onun bu kıyamı sonuçsuz kalsaydı, bu kıyamın Müslümanların
bilinçlenmesinde bir etkisi olmaz ve halk o kıyam edeni suçlar
ve onun kendine makam elde etmek için başkaldırdığını ileri
sürerlerdi ve onun kıyamı kendi canının ve dostlarının canını
tehlikeye düşürmekten başka bir işe yaramazdı. Oysa böyle bir
ortamda sağlığını koruyarak çeşitli vesilelerle Müslümanların
bilinçlenmesi için çaba göstermesi mümkündür. Ancak Yezid'in
dönemi tamamen farklıydı. Çünkü Yezid alenen İslam hükümlerini
çiğniyor, açıkça şarap içiyor, maymun oynatıyor ve asla babası
gibi kendisini imanlı biri olarak göstermeğe çalışmıyordu.
Böyle birisinin Peygamber'in halifesi olamaya layık olmadığı
en basit düşünceye sahip Müslümanlarca bile kolayca
biliniyordu. Yani Yezid'in döneminde Müslümanların bilinç
yetersizliği yoktu; sadece dinlerini müdafaa için cesaret
yetersizliği vardı; herkes can ve malları tehlikeye düşmesin
diye susmuş ve bir şey söylemiyor, ama Yezid'in mahiyetini
iyice biliyordu. Böyle bir durumda her şey bir ilahi kıyam
için hazırdı. Daha doğrusu İslam'ın eğrilikten tek kurtuluş
yolu böyle bir hareketti. Bu kıyam sayesinde ümmette kaybolan
hamaset ve şecaat ruhu yeniden dirilecek ve herkes içinde
bulunduğu bana ne lazımcılıktan kurtulacaktı. İşte böyle bir
durumda Hz. Hüseyin (a.s) diyor ki:
"Ey
insanlar, Resulullah buyurmuştur ki, "Her kim Allah'ın
haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulü’nün sünnetine
muhalif olan, kulları arasında günah ve haksızlık yapan zalim
bir yönetici görür, ameli ve sözüyle ona karşı muhalefet
etmezse, Allah-u Teâla böyle bir adamı, o zalimi sokacağı yere
(cehennem'e) sokar."
“Ey
insanlar, bilin ki bunlar (Yezid ve yardımcıları) Allah'ın
itaatini terk edip Seytan'ın itaatine sarıldılar. Fesadı yayıp
ilahi sınırları tatil ettiler. Fey'î (ganimeti) kendilerine
ayırdılar. Allah'ın haramını helal, helalini da haram ettiler;
(emr ve nehiylerini değiştirdiler.)”
Yine şöyle
buyuruyor: "Allah'ım, sen de biliyorsun ki bizim kıyamımız,
saltanat hevesiyle veya dünya malına düşkünlüğümüz dolayısıyla
değildir. Amacımız, senin dininin nişanelerini diriltip egemen
kılmak, sana ait olan şu yeryüzünü ıslah edip her yerde huzur
ve güvenliği sağlamak, zulme uğrayan kullarını zalimlerin
şerrinden kurtarmak ve senin farzlarını, sünnetlerini ve
emirlerini uygulamaktır." (Tuhef'ul-Ukul, s. 243)
Yine
buyuruyor ki, "Eğer Muhammed'in dini sadece benim
şehadetimle ayakta kalacaksa ben ölüme hazırım."
Kısacası,
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, değişik şartlarda, ilahi görevleri
gereği iki değişik yönteme başvurmuşlardır. Bu yöntemleri, en
ufak teferruatına kadar Peygamberler’in hareketinde olduğu
gibi kendi şahsi görüşleri gereği değil doğrudan Allah'tan
vehbi ilimleriyle ve Peygamber'den kendilerine ulaşan özel
vasiyet çerçevesinde takip etmişlerdir. Hatta Hz. Hasan'ın
barışı, Hz. Huseyin'in kıyamına zemin hazırlamıştır. Evet tek
cümlede özetlemek istersek, Hz. Hasan Hz. Hüseyin'in döneminde
olsaydı, aynen Hz. Hüseyin gibi kiyam ederdi; Hz. Hüseyin de
Hz Hasan'ın döneminde olsaydı Hz. Hasan'ın tavrını izlerdi.
Vesselam...
|