|
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
NAMAZLARIN
BİRLEŞTİRİLMESİ
Soru-110:
Caferiler arasında yaygın olan bir uygulamanın, namazların
birleştirilerek kılınması olduğunu biliyoruz. Bu, neden böyle
yapılıyor? Acaba bu uygulamanın cevazına Kur'an ve Sünnet'ten
delil gösterebilir misiniz? Özellikle Sünni kaynaklara
dayanarak...Zira bildiğimiz gibi Sünni camiada yaygın görüş,
bunun sadece zaruret durumlarında bir ruhsat olduğu görüşüdür...
Cevap-110: Aziz
kardeşim, sorunuzun cevabına geçmeden, Caferî mezhebinin
namazın vakti hakkındaki görüşüne kısaca bir değinmek
istiyorum; zira sorunuzun cevabının daha iyi anlaşılmasına
yardımcı olacağı kanaatindeyim:
Caferî
mezhebine göre, öğleyle ikindi, akşamla yatsı namazlarının
vakti, özel, ortak ve fazilet vakti olmak üzere üçe ayrılır.
Öğle namazının özel vakti, öğle vakti girdiği andan itibaren,
bir öğle namazının kılınabileceği kadar bir süreden ibarettir.
Yani bu sürede eda niyetiyle sadece öğle namazı kılınabilir.
Eğer bu vakit içerisinde yanlışlıkla bile ikindi namazına
niyet eder ve namazı tamamladıktan sonra, onu öğle namazının
özel vaktinde kıldığını farkına varırsa, tekrar önce öğle
namazını, daha sonra da ikindi namazını yeniden kılmalıdır.
Ama söz konusu özel vakitte kaza veya nafile namazı kılabilir.
Çünkü bu öğle namazının kazaya kalmasına sebebiyet vermez.
Zira aşağıda da açıklayacağımız üzere, henüz öğle namazının
ikindi namazıyla ortak olduğu genel süre devam etmektedir ve o
süre zarfında öğle namazını kılabilir. İkindi namazının özel
vakti ise, güneşin batmasına bir ikindi namazını kılabilecek
kadar bir sürenin kalmasından ibarettir. Yani bu süre zarfında
yalnızca ikindi namazı kılınabilir. Eğer bir kimse o ana kadar
öğle namazını kılmamışsa, artık onun öğle namazı kazaya
kalmıştır; dolayısıyla öğle namazını bırakıp ikindi namazını
kılmalıdır. Daha sonra öğle namazının kazasını yerine
getirmelidir. Hatta öğle namazını kılmamış olan bir kimse, o
vakitte kaza veya nafile namazı da kılamaz.
Öğle ve
ikindi namazlarının müşterek vakitleri ise, bu iki vakit
arasında kalan süredir. Ancak bu iki namaz, aynı şekilde
sonradan bahsedeceğimiz akşam ve yatsı namazları, mutlaka
tertip üzere kılınmalıdır. Yani önce öğle namazı kılınmalı,
daha sonra ikindi namazı; önce akşam namazı kılınmalı daha
sonra yatsı namazı. Eğer bir insan bilinçli olarak bu süre
zarfında ikindi namazını öğle namazından ve yatsı namazını
akşam namazından önce kılarsa ikindi ve yatsı namazları batıl
olmuş olur ve onları öğle ve akşam namazlarının ardında tekrar
kılmalıdır. Fakat bu süre zarfında yanlışlıkla, öğle namazını
kılmadan ikindi veya yatsı namazına niyetlenir ve henüz namazı
bitirmeden yanlışlığının farkına varırsa, niyetini öğle veya
akşam namazına çevirmeli ve bu niyetle namazını tamamlamalıdır;
daha sonra da ikindi veya yatsı namazını kılmalıdır. Ama eğer
namazı bitirdikten sonra söz konusu hatasının farkına varırsa,
kılmış olduğu bu namaz sahih sayılır ve sadece öğle veya yatsı
namazlarını kılması icap eder; çünkü böyle bir durumda, vakit
açısından ikindi veya yatsı namazına bir halel gelmemiştir ve
öğle veya akşam namazıyla müşterek olduğu kendi vaktinde
kılınmıştır; ihlal edilen şey, tertip şartına riâyet
edilmemesidir; bu da yanlışlıkla olduğu için kılınan namaza
bir halel getirmez. Çünkü tertip şartı bilinçli haller için
geçerlidir; yani insan bilerek ikindi veya yatsı namazını,
öğle namazından önce kılamaz. Ama unutarak bu şarta riâyet
etmezse, ikindi veya yatsı namazı, öğle veya akşam namazının
özel vaktinde kılınmadığı için bunun bir zararı yoktur.
Öğle
namazının fazilet vaktine gelince, bu, öğle vakti girdikten
sonra güneşe dikey olarak bakan bir şeyin doğuya doğru uzanan
gölgesinin, kendi boyu kadar uzayıncaya kadardır. Yani bu süre
zarfında öğle namazını kılmak daha faziletlidir. İkindi
namazının fazilet vakti ise, bir şeyin gölgesinin yedide dördü
miktarınca uzaması anından başlar ve o şeyin boyunun iki katı
kadar uzamasına kadar devam eder; yani ikindi namazını bu süre
zarfında kılmak daha faziletlidir. Akşam ve yatsı namazı için
de aynı şey söz konusudur. Yani onların da, özel, ortak ve
fazilet vakitleri vardır. Bunlar Caferî Mezhebi'nin fıkıh
kitaplarında geniş bir şekilde açıklanmıştır; ancak söz
uzamasın diye biz bu kadarıyla yetinip daha geniş bilgi almak
isteyenlere söz konusu kaynaklara müracaat etmelerini tavsiye
ediyoruz.
Sabah
namazına gelince onun başka bir namazla ortak bir vakti yoktur
ve onun vakti fecr-i sâdık denen sabah ezanı vaktinden
başlayıp güneşin doğmasına kadar devam eder. Ancak sabah
namazının da fazilet vakti vardır; onun fazilet vakti ise
sabah ezanından başlayıp güneş doğmadan önce doğu ufkunda
beliren kızartının ortaya çıkmasına kadar devam eder. Namaz
vakitleriyle ilgili bu hükümlerin delilleri Caferî Mezhebi'nin
geniş fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Fakat meselenin bu
boyutu bizi çok ilgilendirmediği için bu kadarıyla yetinip
asıl mevzuumuza geçmek istiyoruz. Evet Caferîler hangi
delillere dayanarak namazları birleştirmeği câiz görüyorlar?
Aziz
kardeşim, yukarıda öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı
namazlarının vakitleriyle ilgili verdiğimiz bilgiler, Caferî
Mezhebi mensuplarının, bu uygulamalarının anlaşılmasına
yardımcı olacaktır. Evet Caferî fıkhında bu namaz vakitlerinin
bir bölümü ortak vakit kabul edildiği için, işte bu ortak
vakitte bu namazların (sırayı riâyet etme şartıyla) bir arada
kılınmasında bir sakınca görülmemektedir. Yani bazılarının
zannettiği gibi birleştirirken namazları kendi vaktinin
dışında kılmak gibi bir durum söz konusu değildir; ancak bu
namazlar kendi özel vakitlerinde değil, yine kendi vakitleri
sayılan ortak vakitlerinde kılınmaktadır. Evet görüldüğü gibi
Caferî Mezhebi de bu namazların ayrı ayrı kendi vakitlerinde
kılınmalarının daha faziletli olduğu kabul edilmekle birlikte,
tertip üzere ortak vakitlerinde kılınmalarının da câiz olduğu
ve hiçbir sakıncasının olmadığı da kabul edilmiş ve kolaylık
olduğundan dolayı da (özellikle günümüzün şartlarında) daha
fazla bu uygulama yaygınlık kazanmıştır.
Şimdi bu
uygulamanın câizliğinin delillerine geçmeden önce Sünni
kardeşlerimizin bu konudaki görüşlerine kısaca değinmek
istiyoruz. Evvela hac mevsiminde Arafat'ta öğle namazı ile
ikindi namazının birleştirilmesi, Müzdelife'de ise Akşam
namazı ile yatsı namazlarının birleştirilmesinin câiz olduğu
hususunda bütün mezhepler ittifak etmişlerdir. Hac dışındaki
durumlara gelince, Hanefi Mezhebi, ister seferde olsun isterse
mukim halinde, hiçbir zaman namazların birleştirilerek
kılınmasına cevaz vermezken, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî
mezhepleri, sefer halinde namazların birleştirilmesine cevaz
verirken, Mukim halinde bunun câiz olmadığını ileri
sürmüşlerdir. Sefer dışında diğer bazı mazeretler durumunda (yağmur,
korku ve hastalık halleri gibi) birleştirmenin câiz olup
olmadığı hususunda ise ihtilafa düşmüşlerdir; bazıları bu
durumlarda da birleştirmenin câiz olduğunu ileri sürerken,
bazıları ise câiz olmadığını savunmuşlardır.
Peki
Caferîler bu uygulamalarını neye dayandırmaktadırlar? Eğer
gerçekten Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin iddia ettikleri şekilde
bu namazların vakitleri ayrı ise bu durumda Caferîlerin bu
uygulamaları yanlıştır demektir. Çünkü namazları onların
yaptığı şekilde birleştirmek onlardan birisini vaktinin
dışında kılmak demektir; vaktinin dışında kılınan namaz ise
batıldır.
Açıktır ki
bu itiraz, Müslümanların Arafat ve Müzdelife'de yaptıkları
uygulamayla, Şafii, Mâliki ve Hambelilerin seferi halde
yaptıkları uygulama için de geçerlidir. Çünkü bu durumda,
cem-i takdim yaptıkları takdirde ikinde namazıyla yatsı
namazının vaktinden önce kılınması gerekmekte ve cem-i te'hir
yaptıkları takdirde öğle namazıyla akşam namazının kendi
vakitlerinin dışında kılınması icab eder; acaba Arafat ve
Müzdelife'de bu uygulamayı yapan Hz. Resulullah'ın ve sefer
halinde cem etmeğe cevaz veren o kardeşlerimizin namazlarının
bir kısmını vaktinin dışında kıldığını kabul etmek mümkün
müdür? Açıktır ki böyle bir şeyi söylemek mümkün değildir.
Oysa Sünni kardeşlerimiz, genellikle Caferîlere, "Biz beş
vakit namazın hepsini kendi vakitlerinde kılıyoruz; siz ise
beş vakti üç vakte indirgemişsiniz ve namazın bir kısmını
vaktinin dışında kılıyorsunuz" diye itiraz ediyorlar. Eğer bu
itiraz doğru ise yukarıdaki durumlar için de aynı şey söz
konusudur.
Sünni
kardeşlerimiz, "Yukarıdaki durumları sizin uygulamanızla
mukayese etmek mümkün değildir; zira bu durumlardaki uygulama
cevazı bizzat Resulullah'ın sünnetiyle sabittir" demeleri
mümkündür. Onlara cevabımız şudur ki, biz de kendi
uygulamamızı Hz. Resulullah'ın uygulama ve sünnetine
dayandırmaktayız. Evet, biz bu uygulamayı kendi yanımızdan
çıkarmış değiliz ki sizin bu itirazınız yerinde olsun. Bize
Ehl-i Beyt kanalıyla ulaşan mütevâtir hadisler Resulullah'ın (s.a.a)
yukarıda değindiğimiz durumların dışında da herhangi bir
mazeret söz konusu olmaksızın, namazlarını cem ederek
kıldığını belirtmektedir. Resulullah'ın bu uygulaması sadece
Ehl-i Beyt fıkhına intibâ eden Caferîlerin kaynaklarında yer
almamıştır ki Sünni kardeşlerimiz (birçok konuda yaptıkları
gibi) hemen "Biz buna itibar etmeyiz; zira bunlar sizin
uydurma hadislerinizdir" desinler. Bu hadislerin benzeri, en
muteber Sünni kaynaklarda da nakledilmiştir. Bu yüzden bu
kardeşlerimizin "Siz Caferîler, beş vakit namazı üç vakte
indirmişsiniz" şeklindeki itirazları da yersiz bir itirazdır.
Şimdi "O halde, delilleriniz nelerdir?" diye sorabilirsiniz.
İşte size delillerimiz:
Önce
Kur'ân-ı Kerim'den başlayalım. Evet açıklayacağımız üzere
Kur'ân-ı Kerim bizim görüşümüzü desteklemektedir. Zira Allah-u
Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de "Namaz mu'minler için vakitli bir
farzdır" (Nisa, 103) buyurmakla birlikte, Hûd Suresi'nin
114. âyetiyle, İsra Suresi'nin 78. âyetlerinde bu vakitleri
tam bizim inandığımız şekilde beyan etmektedir. Hûd Suresi'nin
114. âyetinde şöyle buyurmaktadır: "Günün iki tarafında ve
gecenin ilk yarısında namaz kılın." Görüldüğü gibi bu
âyette, öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazlarının vakitleri
birlikte açıklanmıştır. Çünkü günün ilk tarafı sabah namazının
vakti, ikinci tarafı ise öğleyle ikindinin vaktidir. Gecenin
ilk yarısı da akşamla yatsının vaktidir. O halde bu âyetten,
Ehl-i Beyt'ten nakledilen görüşün doğruluğu ortaya çıkmaktadır.
Çünkü biz de bu namazların vakitlerinin müşterek olduğu
görüşündeyiz. Yine Allah-u Teâlâ İsrâ Suresi'nin 78. âyetinde
de: "Güneşin zevâlinden (öğle vaktinden) gece yarısına
kadar ve bir de Fecir aydınlandığı zaman namaz kılın"
buyurmaktadır. Gördüğünüz gibi, bu âyette de Allah-u Teâlâ,
öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazlarının vaktini birlikte
açıklamış ve bunları birbirinden ayırmamıştır. Bu da bizdeki
uygulamanın aynısıdır.
Burada
Sünni kardeşlerimiz, "Evet her ne kadar bu âyetlerde mezkur
namazların vakti birbirinden ayrılmamışsa da; Hz. Resulullah
kendi uygulamasında bunları, şimdi kıldığımız şekilde ayrı
ayyrı kılmış, ayrıca hadisi şerifte Cebrail'in bu vakitlerde
Hz. Resulullah'a inerek ona nasıl namaz kılacağını öğrettiği
yer almıştır; dolayısıyla da bizim uygulamamız doğrudur"
diyebilirler. Bunun cevabı da açıktır; zira bu namazları ayrı
ayrı kılan Resulullah (s.a.a), onları her hangi bir mazeret
olmaksızın birlikte de kılmıştır. Bundan da anlaşılıyor ki bu
namazların vakitleri müşterektir; onları birlikte de kılmak
câizdir. Ayrı ayrı kılmak da. Ancak Resulullah onları daha çok
ayrı ayrı kıldığına göre, onları ayrı ayrı o vakitlerde kılmak
daha faziletlidir; fakat birlikte kılmanın da hiçbir sakıncası
yoktur. Bizim söylediğimiz de zaten bundan farklı bir şey
değildir o halde bir Müslüman'ı böyle bir uygulama yapıyor
diye kınamak ve ona "Senin namazın olmadı; sen İslâm'ın
hükmünü çiğnedin" gibi atıflarda bulunmak oldukça yersiz ve
abestir.
Şimdi Allah
Resulü'nün hiçbir mazeret olmaksızın namazları birleştirdiğine
dair hadislerden örnekler vermeğe çalışacağız. Fakat Sünni
kardeşlerimiz (kendi bildikleri bir takım sebeplerden dolayı)
Ehl-i Beyt'ten nakledilen hadisleri kendileri için bağlayıcı
bilmediklerinden dolayı, biz bu kanaldan nakledilen mütevâtir
hadisler yerine, bizzat temel Sünnî kaynaklarda nakledilen ve
bizim görüşümüzü destekler nitelikte olan hadislerden
bazılarını size aktarmağa çalışacağız:
Hanbeli
Mezhebi'nin imâmı, İmâm Ahmed b. Hanbel El-Müsned adlı
kitabının 1828 numaralı hadisinde İbn-i Abbâs'tan şöyle
nakletmektedir: "Allah Resulu (s.a.a), Medine'de mukim olup,
seferi olmadığı halde yedi rek'atı (akşam ve yatsıyı) ve sekiz
rek'atı (öğle ve ikindiyi) birlikte kıldı."
Mâlikî
Mezhebi'nin kurucusu olan İmâm Mâlik de el-"Muvatta" adlı
hadis kitabının 300 numaralı hadisinde İbn-i Abbâs'tan naklen
şöyle diyor: "Hz. Resulullah (s.a.a), bir korku ve sefer
durumu söz konusu olmaksızın öğleyle ikindiyi ve akşamla
yatsıyı birlikte kıldı."
Ayrıca
bakınız; Sahih-i Buhârî hadis: 510, Sahih-i Müslim, hadis:
1146 ve 1153, Sahih-i Tirmizî hadis:172, Sahih-i Nesâî hadis:
2426. Yine Müslim kendi Sahih'inin 1147 numaralı hadisinde
İbn-i Abbâs'tan şöyle nakletmektedir: "Hz. Resulullah (s.a.a),
Medine'de bir yağmur veya korku söz konusu olmaksızın, öğleyle
ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kılardı." Ravi diyor,
ben İbn-i Abbâs'a "Neden böyle yapardı?" dedim. İbn-i
Abbâs: "Ümmetine zorluk çıkarmasın diye" cevabını verdi.
Yine bu
hususta, Sahih-i Buhârî'nin 529 ve 1103 numaralı hadislerini,
Sahih-i Nesâî'nin 585 ve 599 numaralı hadislerini, Sünen-i Ebi
Davud'un 1027 numaralı hadisini, Müsned-i Ahmed b. Hanbel'in
1818, 1825, 3336, 2451, 2056, 3094, 2152, 3233 ve 3288
numaralı hadislerini gözden geçirebilirsiniz.
Aziz
kardeşim, hadis kitaplarına baktığımızda, sahabe ve tabiilerin
de sık sık bu uygulamayı yaptıklarını görmekteyiz. Buna bir
örnek olarak Sahih-i Müslim'in 1154 ve Müsned-i Ahmed'in 2156
numaralı hadislerinde nakledilen şu olayı zikredebiliriz:
"Abdullah b. Şakik diyor ki: 'Bir gün İbn-i Abbâs, ikindi
namazından sonra bize vaaz etmeğe başladı; bu arada sözü
uzattı; öyle ki güneş battı, gökyüzü karardı ve semâda
yıldızlar belirmeğe başladı. Bunun üzerine insanlar -bir nakle
göre de Benî Temim kabilesinden bir kişi- ona, "Namaz, namaz"
diye bağırmağa başladı. Bunu gören İbn-i Abbâs sinirlenerek
ona şöyle dedi: "Bana Sünneti mi öğreteceksin -bir nakle göre
de- Bana namazı mı öğreteceksin? Ben Resulullah'ın öğleyle
ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kıldığını gördüm."
Bir nakilde de "Biz Resulullah'ın döneminde, iki namazı
birleştirerek kılardık" dediği geçmektedir.
Bunun bir
başka örneği de Sahih-i Buhârî'nin ikindi namazının vakti
bölümünde nakledilen olaydır. Buhârî'nin 516 ve 988, Nesâî'nin
505 ve 506, Müsned-i Ahmed b. Hanbel'in 12762 numaralı
hadislerinde nakledilen olay şöyledir: "Ebu Emâme diyor ki;
'Biz Ömer b. Abdülaziz ile birlikte öğle namazını kıldık;
ardından Enes b. Mâlik'in evine gittik ve onun namaz kıldığını
gördük. Ben ona 'Ey amca, bu ne namazıdır?' diye sordum. Enes,
'Bu ikindi namazıdır; bu Resulullah'la birlikte kıldığımız
onun namazıdır' cevabını verdi."
Muhterem
kardeşim bu konuda nakledilen daha bir çok hadis vardır; fakat
biz, söz uzamasın diye bu kadarıyla yetiniyoruz. Görüldüğü
gibi bu hadisler, namazların cem'inin, Caferîlerin bir icadı
olduğu iddiasını çürütmekte ve bunun bizzat Nebevî bir
uygulama olduğunu, ve bu uygulamaya gidenleri haksız yere
eleştirip kınayanların ne kadar haksız olduklarını açık bir
şekilde gözler önüne sermektedir.
Evet, Hz.
Resulullah (s.a.a), İbn-i Abbâs'ın da hadisinde vurgulandığı
gibi, ümmetine bir kolaylık olsun diye bu uygulamaya gitmiştir.
Hatta bu hadislerden, Resulullah'ın bunu öyle istisnaî olarak
değil, sık sık uyguladığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu hadislerin
bir çoğunda, geniş zaman ve devamlılık anlamını ifade eden "Müzâri"
kipi kullanılmış ve olay "Hz. Resulullah böyle yapardı"
ifadesiyle nakledilmiştir. Durum böyle olunca da bu Nebevî
uygulamaya uymak her müslümanın en doğal hakkıdır. Kimsenin
kraldan daha kralcı kesilerek Allah ve Resulü'nün koymuş
olduğu bir kolaylığa karşı çıkma hakkı yoktur.
Aslında
biraz mantıklı düşünürsek, Resulullah'ın bu uygulama ve
ruhsatının (tabi Allah'ın izni ve emriyle), günümüz
şartlarında ne kadar elzem olduğu daha belirgin bir şekilde
karşımıza çıkacaktır. Çünkü burası bilinen bir gerçektir ki
bir çok müslüman ve mütedeyyin insan, sırf bu zorlamalar
yüzünden İlahî farizayı yerine getiremiyor veya birçok zaman
onu ihmal etme zorunda kalıyor. Bir çok insan memurluk veya
benzeri görevlerde oldukları için, hem öğle hem de ikindi
vakti namaz kılma imkanına sahip olamıyor; bundan dolayı da
namazı kazaya bırakıyor veya tümden terk ediyor. Oysa Allah ve
Resulü'nün tanımış olduğu bu kolaylığı onlardan esirgemeseydik,
belki de namaz kılanların sayısı şimdikinden kat kat daha
fazla olurdu. Allahu Teâlâ aziz kitabını ve Resulü'nün
sünnetini, olduğu gibi ve en güvenilir kanal ve kaynaklardan
öğrenmeği ve ona ittiba etme cesaret ve samimiyetini hepimize
inâyet buyursun. Amin!
Soru:
"Bu anlattığınız namaz vakitleri ile ilgili fıkhî bilgiler,
İmâm Cafer-i Sâdık Hazretleri'nin hangi eserinden, hangi
sözlerinden veya 12 İmâmların hangisinden alınmış? Hz.
Muhammed'e (s.a.a) ve Hz. Ali'ye (k.v) nasıl dayandırıyorsunuz?
Bize bu ilmihal kitaplarının kaynaklarını da (kitap adı ve
yazarı da) verir misiniz?"
Cevap:
Aziz kardeşim, ilk önce şunu belirteyim ki, namaz vakitleriyle
ilgili bilgiler bütün Caferî fıkıh ve ilmihal kitaplarında
mevcuttur. Bunlar bir iki tane değil ki, ben bunları
isimleriyle size açıklayayım. Bu konuda yazılmış olan yüzlerce
eser vardır. Özellikle Caferî fıkhında içtihat kapısı kapalı
olmadığından mutlaka her asırda birçok müçtehit olagelmiş ve
bunların hepsi de Kur'ân ve Sünnet'ten anladıklarını kitap
halinde topluma sunmuşlardır. Ancak bu müçtehitlerin fıkhî
eserleri iki kısma ayrılmaktadır:
a)-Kendilerini
taklit eden halkın amel etmesi için yazdıkları ilmihal
nitelikli fıkhî eserler: Bu eserlerde genellikle halkın
yaşamlarında ihtiyaç duydukları konular yer alır ve
müçtehitlerin içtihatları sonucu vardıkları fetvaların
gerekçeleri beyan edilmeksizin kaydedilir. Bu gibi eserlere
örnek olarak, 602-676 yıllarında yaşamış olan Muhakkik-i
Hilli'nin yazmış olduğu "Şerâyi-ül İslâm" adlı eseriyle
asrımızın müçtehitlerinden Âyetullah Hoî'nin yazdığı "Minhac-üs
Salihin" ve Âyetullah Humeynî'nin yazmış olduğu "Tehrir-ül
Vesile" adlı kitaplarını zikredebiliriz. Ayrıca bu
müçtehitlerin bir de Farsça yazılmış olan ilmihal kitapları
vardır. Bu kitaplara da "Tevzih-ül Mesail" ismi verilir. Son
zamanlarda asrımızın müçtehitlerinin bu eserlerinden bazıları,
Türkçe konuşan Caferîlere kolaylık olsun diye Türkçe'mize de
tercüme edilmiştir. Bunlara örnek olarak da Türk diline
kazandırılan Âyetullah Hoî'nin, Âyetullah Humeynî'nin,
Âyetullah Cevad Tebrizî'nin, Âyetullah Sistânî'nin "Tevzih-ül
Mesâil" adlı kitaplarıyla Âyetullah Gülpeygânî'nin "Muhtasar-ül
Ahkâm" adlı kitabını ve Âyetullah Hameneî'nin "Fıkhî Sorulara
Cevap" adlı kitaplarını zikredebiliriz. Ancak yukarıda da
işaret ettiğimiz üzere, bu gibi eserler halkın genellikle
ihtiyaç duydukları konuları ele aldığından detaylı olmayıp
fıkhın bütün boyutlarını içermemektedir.
b)-Müçtehitlerin kendileri gibi ilmi çevrelerin istifade
etmesi için genellikle öğrencilerine verdikleri dersleri
esnasında yazdıkları fıkhî kitaplar: Bu eserler daha detaylı
olup fıkhın bütün boyutlarını, fetvaları gerekçeleriyle
birlikte beyan etmektedir. Bu gibi eserlerde eğer bir müçtehit,
kendinden önceki veya kendi dönemindeki diğer müçtehitlerden
farklı bir görüşe varırsa, bu görüşünü onların görüşlerini
niçin kabul etmediğini, onların gerekçelerini hangi yönden
yetersiz bulduğunu ve kendi görüşünün neden doğru olduğunu
delillendirerek beyan eder. Bu sahada geçmişte ve günümüzde
yüzlerce eser yazılmış ve yazılmaktadır. Bunlara örnek olarak
da "El-Muhazzeb" (Kadi İbn-i Berrac'ın), "El- Mebsut" ve "El-Hilaf"
(Şeyh Tusi'nin), "Resâil-ül Murtaza" ve Emali-l Murtaza" (Şerif
Murtaza'nın), "Es-Serâir" (İbn-i İdris El-Hilli'nin), "El-Muteber"
(Muhakkik-i Hilli'nin), "Muhtelef-üş Şia" ve "Tezkiret-ül
Fukaha" (Allame Hilli'nin), "İzah-ül Fevâid" (Fahr-ül
Muhakkikin'in), "El-Muhazzeb-ül Bârî" (İbn-i Fahd-i Hilli'nin),
"Câmi-ül Makâsid" (Muhakkik-i Kereki'nin), "Mecme-ül Fâidet-u
Vel-Burhân" (Muhakkik-i Erdebilî'nin), "Medârik-ül Ahkâm" (Seyyid
Muhammed Âmilî'nin), "El-Hedâik-ün Nâzire" (Muhakkik
Bahrânî'nin), "Müstened-üş Şia" (Muhakkik Neraki'nin), "Cevâhir-ül
Kelam" (Şeyh Muhammed Hasan Necefî'nin), "Kitâb-üs Salât" (Mirza
Nâinî'nin), "Buhus-ün Fil Fıkh" (Şeyh İsfahânâ'nin), "Müstemsek-ül
Urve" (Seyyid Hekim'in), "El-Fıkıh" (Âyetullah Humeyni'nin), "El-Fıkh"
(Âyetullah Hoî'nin), "El-Fıkh" (Âyetullah Gülpeygânî'nin) ve
benzeri eserleri zikredebiliriz. İşte bu gibi eserlere
baktığımızda namazın vaktiyle ilgili fetvaların gerekçelerini
de görebiliriz.
Elbette
Ehl-i Beyt mektebinin fakihleri, bütün fetvalarında olduğu
gibi, namaz vaktiyle ilgili fetvalarını da Kur'ân-ı Kerim, Hz.
Resulullah'ın ve Ehl-i Beyt İmâmları'nın sahih kanaldan gelen
hadisleri, akıl ve icma-i ulemâya dayandırmaktalar. Çünkü
Ehl-i Beyt mektebine göre, şer'i hükümleri istifade
edebileceğimiz, dört ana kaynak vardır. Bunlar; Kur'ân-ı Kerim,
Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyt İmâmları'nın sahih kanaldan
ulaşan hadisleri, akıl ve icmadır.
Ehl-i
Beyt mektebi Ehl-i Sünnet ekolunun genelinin aksine, kıyas ve
istihsanın şer'i hükümleri elde etmek için yeterli olmadığı,
hatta bir kaynak olmadığı görüşündedir. Bunun gerekçeleri ise
şer'i delillerden bahseden "Usul-ul Fıkıh" (Fıkıh Metodolojisi)
kitaplarında geniş olarak yer almıştır. Biz şimdilik bu konuya
giremeyiz. Çünkü bu bahsimizin çok uzamasına yol açabileceği
gibi sizin de sorunuz değildir. İcmaya gelince bunu, tahakkuk
bulduğu taktirde, masum imâmın görüşünü de ihtiva edeceği
esasına dayanarak kabul eder; ancak böyle bir icmanın tahakkuk
bulması imkansız denecek kadar zor olduğundan, bu yol da
Caferî fıkhında pek baş vurulan bir yol değildir. Dolayısıyla
Ehl-i Beyt mektebi fıkhının temelini oluşturan kaynak Kur'ân,
Sünnet ve akıldır.
Şimdi
asıl konumuz olan namazların vaktine dönelim. Bendeniz önceki
sorunuzu cevaplandırırken, Ehl-i Beyt mektebinde namaz
vakitlerinin özel vakit, fazilet vakti, müşterek vakit diye üç
kısma ayrıldığını arz etmiş ve özel ve müşterek vaktin öğleyle
ikindi ve akşamla yatsı namazları için söz konusu olduğunu ve
sabah namazı için ise sadece fazilet vakti ve icza vaktinin
olduğunu açıklamıştım. Elbette Ehl-i Beyt mektebi bu
görüşlerini hem Kur'ân-ı Kerim âyetlerine, hem de Hz.
Resulullah ve Ehl-i Beyt İmâmları'ndan gelen hadislere
dayandırmaktalar. Benim namazların vaktiyle ilgili yapılan
bütün bahislere burada yer vermem imkansızdır. Çünkü o zaman
bu konuda geniş bir kitap yazmak gerekir ki, bunun internet
ortamında imkansız olduğunu siz de tasdik edersiniz.
İstediğiniz takdirde yukarıda bazılarının isimlerine
değindiğim Ehl-i Beyt fakihlerinin yazdığı fıkıh kitaplarının
ilgili bölümlerine müracaat edebilirsiniz. Ancak yine de bu
hususta bir ön bilginiz olsun diye özet olarak bu bahse
değinmek istiyorum.
İlk önce
şunu belirteyim ki, önceki yazımda da değindiğim gibi, bizler
Ehl-i Beyt fıkhının takipçileri olarak namaz vakitleriyle
ilgili görüşümüz Kur'ân-ı Kerim'in namaz vakitlerini belirten
âyetleriyle tam anlamıyla uyum içindedir. Çünkü Allah-u Teâlâ
Kur'ân-ı Kerim'in iki âyetinde hangi vakitlerde namaz
kılınacağını beyan etmiş, her ikisinde de bizim fıkhımıza
uygun açıklamıştır.
Allah-u
Teâlâ Hud Suresi'nin 114. âyetinde şöyle buyurmuştur: "Gündüzün
iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl
ki, iyilikler kötülükleri giderir. Bu, anlayanlar için bir
uyarıdır." Yine Allah-u Teâlâ İsrâ Suresi'nin 78. âyetinde
şöyle buyuruyor: "Güneşin batıya yönelmesinden, gece
karanlığının basmasına kadar namaz kıl ve sabah namazını da
kıl ki, sabah namazı görülmektedir."
Görüldüğü üzere, birinci âyette Allah-u Teâlâ günlük
namazların, gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın
kısmında kılınmasını emretmiş ve bunların, bu belirtilen zaman
dilimlerinin hangi saatlerinde kılınacağına dair her hangi bir
sınırlama getirmemiştir. Açıktır ki, gündüzün ilk tarafı sabah
namazının, ikinci tarafı da öğleyle ikindi namazlarının,
gecenin gündüze yakın kısmı ise, akşamla yatsı namazlarının
vakitlerine değinmektedir. İkinci âyette ise, bu gerçek daha
açık bir dille ortaya konmuş ve gündüzün iki tarafıyla gecenin
gündüze yakın bölümü apaçık bir şekilde beyan edilmiştir. Yani
ikinci âyet birinci âyeti tefsir eder niteliktedir. Çünkü
ikinci âyette, gündüzün ilk tarafından maksadın, sabah
ezanının okunduğu vakit olan "Fecri Sâdık" olduğu
belirtilirken, gündüzün ikinci tarafının ise, öğle ezanının
okunduğu vakit olan güneşin batıya meyletmesinden itibaren
başladığı açıkça kaydedilmiş; gecenin gündüze yakın olan
kısmının nihâyetinin ise, gecenin şiddetli karanlığının
çöktüğü zamana kadar devam ettiği beyan edilmiştir. Bu
âyetlerde vakti en belirgin kılınan namaz, sabah namazıdır.
Çünkü sabah namazı ikinci âyette diğer namazlardan ayrılmış ve
fecir kıraatı (Kur'ân-el Fecr) ismi verilerek o namazın fecir
vakti kılınacağı kaydedilmiştir. Ama öğleyle ikindi ve akşamla
yatsı namazları birbirinden ayrılmadan öğle ezanı vakti olan
güneşin batıya doğru meyletmesinden itibaren gecenin
karanlığının çöktüğü zamana kadar olan süre zarfında kılınması
gerektiği beyan edilmiştir. Bu durumda eğer biz sadece bu
âyetleri dikkate alırsak, bu dört namazın bu zaman dilimi
içinde kılınmasına hükmetmemiz gerekir. Yani bu âyetlerde bu
dört namazdan hangisinin gündüz ve hangisinin gece kılınmasına
açıklık getirilmemiştir. Aksine bu âyetlerden bu dört namazın
vakit açısından ortak oldukları anlaşılmaktadır. O halde bu
süre zarfında bu namazları kılmalıyız. Ama hangisini gündüzün
ve hangisini geceleyin kılmamız gerektiğine açıklık
getirilmemiştir. Ancak ne var ki, yine Kur'ân-ı Kerim'in kendi
emriyle Kur'ân'ı açıklamakla görevli olan Hz. Resulullah bu
âyetleri tefsir etmiş ve öğleyle ikindi namazlarının gündüzün
ve akşamla yatsı namazlarının da geceleyin kılınması
gerektiğini açıklamıştır. Eğer Hz. Resulullah'ın bu tefsiri
olmasaydı, biz bu âyetlere istinaden bu süre zarfında bu
namazların kılınmasına hükmeder ve tercihin mükellefe ait
olduğunu kabul ederdik. Fakat Hz. Resulullah'ın uygulaması ve
tefsiri bu dört namazdan ikisinin bu zaman diliminin gündüz
bölümüne ait olduğunu, diğer ikisinin de gece bölümüne ait
olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Bununla
ilgili hadisler hem Ehl-i Sünnet, hem de Ehl-i Beyt
kaynaklarında mevcuttur. Burada bu hususta gelen hadislerin
tamamına yer vermemiz mümkün olmadığı için örnek olarak Hz.
Resulullah'ın namazlarıyla ilgili Ehl-i Beyt kanalından gelen
bir hadisi size nakletmekle yetineceğiz:
Caferî
fıkhının istinat ettiği hadisleri içermiş olan "Vesâil-üş Şia"
kitabının 3.cildinin 115. sayfasında bu hususta şöyle yazıyor:
Hz. İmâm Sâdık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Cebrail Hz.
Resulullah'a namazların vaktiyle ilgili emirle geldi. Cebrail
güneşin batıya meylettiği vakitte (öğle ezanı vaktinde) geldi
ve Hazret'e namaz kılmasını emretti, Hazret öğle namazını
kıldı. Sonra gölgenin bir insan boyu kadar uzadığı zaman geldi
ve namaz kılmasını emretti, Hazret ikindi namazını kıldı.
Sonra güneşin batmasından sonra geldi ve namaz kılmasını
emretti, Hazret akşam namazını kıldı. Sonra batıdaki
kızıllığın düşmesinden (kaybolmasından) sonra geldi ve namaz
kılmasını emretti, Hazret yatsı namazını kıldı. Sonra fecrin
doğduğu vakitte geldi ve namaz kılmasını emretti, Hazret sabah
namazını kıldı. Sonra ikinci gün gölgenin bir insan boyu kadar
uzadığı zaman geldi ve namaz kılmasını emretti, Hazret öğle
namazını kıldı. Sonra gölgenin iki insan boyu kadar uzadığı
vakit geldi ve namaz kılmasını emretti, Hazret ikindi namazını
kıldı. Sonra güneşin battığı zaman geldi ve namaz kılmasını
emretti, Hazret akşam namazını kıldı. Sonra gecenin üçte biri
geçtiği vakitte geldi ve namaz kılmasını emretti, Hazret yatsı
namazını kıldı. Sonra sabahın aydınlandığı zaman geldi ve
namaz kılmasını emretti, Hazret sabah namazını kıldı. Sonra da
Cebrail "İşte bu ikisi arası vakittir" dedi."
Aziz
kardeşim, bu hadiste Hz. Resulullah'ın namaz vakitleri işte
böyle tasvir edilmiştir. Ancak ne var ki, yine Kur'ân-ı
Kerim'in paklığına tanıklık ettiği, Hz. Resulullah'ın Kur'ân-ı
Kerim'in yanında emanet olarak bırakıp, ümmete bu iki büyük
emanetten ayrılmamayı öğütlediği, kurtuluş gemisi olarak
tanıttığı ve kendinden sonraki on iki halifesi olduklarını
açıkladığı Ehl-i Beyt İmâmları, namaz vakitleriyle ilgili bize
daha detaylı bilgi vermiş ve Hz. Resulullah'ın namaz vakitleri
olarak açıkladığı vakitlerin fazilet vakitleri olduğunu ve
icza vaktinin ise daha geniş olduğunu beyan etmişlerdir. Bu
husustaki bilgilerin Ehl-i Beyt İmâmları'nın hangisinden
geldiği önemli değildir. Önemli olan bu bilgilerin Ehl-i Beyt
imâmlarından bize ulaşmasıdır. Siz de biliyorsunuz ki, Ehl-i
Beyt İmâmları'nın tamamı istedikleri şekilde konuşma ve tebliğ
etme imkanı bulamamıştır. O mübarek zatlar genellikle ya
zindanlara tıkılmış, ya da toplumdan tecrit edilerek kendi
evlerine hapsedilmiş, sonunda da ya zehir, ya da kılıçla şehit
edilmişlerdir. O mübarek zatlar içerisinden sadece Hz. İmâm
Muhammed Bâkır (a.s) ve İmâm Cafer-i Sâdık (a.s), dönemlerine
denk gelen Emevilerle Abbâsilerin saltanat kavgası sonucu
ortaya çıkan siyasi otorite boşluğunun doğurduğu nispi
rahatlama ortamından istifade etmiş ve ümmeti daha çok
bilgilendirmişlerdir. Dolayısıyla da bu hususlarda en çok
bilgi bu iki İmâmdan bize ulaşmıştır.
Bakınız,
Hz. İmâm Sâdık (a.s) yukarıda zikrettiğimiz "Güneşin batıya
meyletmesinden gece karanlığının basmasına kadar namaz kıl"
âyetini tefsir ederken şöyle buyurmuştur: "Allah-u Teâlâ
güneşin batıya meyletmesinden gece yarısına kadar dört namaz
farz kılmıştır. Onlardan ikisinin vakti güneşin batıya
meyletmesinden güneşin batmasına kadardır. Ancak bu (öğle),
şundan (ikindiden) önce kılınmalıdır. Onlardan ikisinin vakti
de güneşin batmasından gece yarısına kadardır. Ancak bu (akşam),
şundan (yatsıdan) önce kılınmalıdır." (Vesâil-üş Şia C.3,
S.115)
Yine o
Hazret, Allah-u Teâlâ'nın "Güneşin batıya yönelmesinden gece
karanlığının basmasına kadar namaz kıl ve sabah namazını da
kıl ki, sabah namazı görülmektedir" âyetinin tefsirinde şöyle
buyurmuştur: "Âyette geçen 'Güneşin Dülûk'undan maksat güneşin
batıya yönelmesidir. Gece karanlığının basmasından maksat ise
gece yarısıdır. Âyetteki Kur'ân-ül Fecr'den maksat ise iki
rekat sabah namazıdır." (Vesâil-üş Şia C.3, S.116)
Yine
Zürâre diyor Hz. İmâm Sâdık'a (a.s) öğle ve ikindi
namazlarının vaktini sordum. Hazret şöyle buyurdular: "Güneş
batıya yöneldiği zaman öğle ve ikindinin vakti girmiştir.
Ancak bu (öğle), şundan (ikindiden) önce kılınmalıdır. Sonra
onların vakti güneş batıncaya kadar devam etmektedir." (Vesâil-üş
Şia C.3, S.92)
Yine o
Hazret bu sözüne daha da açıklık getirerek şöyle buyurmuştur:
"Güneş batıya yöneldiği zaman öğle namazının vakti girmiştir.
Ta ki, bir namaz kılanın dört rekatlık bir namaz kılabileceği
bir süreye kadar. Bu süre geçtikten sonra öğle ve ikindinin
vakti girmiştir. Ta ki, güneşin batmasına bir namaz kılanın
dört rekatlık bir namaz kılacağı bir süre kalıncaya kadar.
Güneşin batmasına sadece bu kadar bir süre kalınca artık öğle
namazının vakti çıkmış ve güneş batıncaya kadar sadece ikindi
namazının vakti kalmıştır." (Vesâil-üş Şia, C.3, S.92)
Yine
bir hadiste şöyle geçer: Hadisi nakleden diyor; ben İmâm'a
öğle ve ikindi namazlarını unutup güneş batmasına az kala
hatırlayan kimsenin ne yapması gerektiğini sordum. İmâm (a.s)
şöyle buyurdular: "Eğer onlardan birisinin vakit dışına
kalmasından korkmuyorsa, önce öğle sonra ikindi namazını
kılmalıdır, ama eğer, böyle bir korkusu olursa, önce ikindiyi
kılmalı sonra da hemen ardından öğle namazını kılmalıdır."
(Vesâil-üş Şia, C.3, S.94)
Yine
Zürâre diyor ben Hz. İmâm Cafer-i Sâdık'a (a.s): "Dostlarımızla
bizden birinin evinde toplanıyoruz. Bu arada bizden biri öğle
diğeri ikindi namazını kılıyor. Bütün bunları da öğle
namazının vaktinde yapıyoruz. Acaba bunun hükmü nedir?" dedim.
İmâm (a.s): "Bunun bir sakıncası yoktur; Allah'ın hamd ve
nimetiyle vakit geniştir" buyurdu. (Vesâil-üş Şia, C.3,
S.95)
Bunlar
gibi yüzlerce hadis Ehl-i Beyt imâmlarından bize ulaşmıştır.
Bizim onları teker teker nakletmemiz olanaksızdır. Peki bu
hadislerden ne anlaşılır? İşte bu hadisleri Hz. Resulullah'ın
namaz kılma vaktini beyan eden hadislerle bir araya
getirdiğimizde şu husus açıklık kazanıyor ki, Hz.
Resulullah'ın namaz kıldığı vakitler bu namazların fazilet
vaktidir. Bu namazların icza vakti ise âyet-i kerimede de
beyan edildiği üzere yukarıda açıklandığı şekildedir. Ehl-i
Beyt İmâmları'ndan namaz vakitleriyle ilgili nakledilen diğer
hadislerden bazılarını da mülahaza ettiğimizde bu husus tam
anlamıyla açıklık kazanır. Bir hadiste şöyle geçiyor: Zürâre
diyor; "Hz. İmâm Sâdık'a (a.s): Ben oruç tutuyorum ve
güneşin batıya yönelmesine kadar asla uyumuyorum. Güneş batıya
doğru yönelince nafile namazımı kılıyor, sonra da öğle
namazını kılıyorum. Sonra nafile namazımı kılıyor, daha sonra
da ikindi namazını kılıp uyuyorum. Bütün bunlar henüz halkın
namaz kılmasından önce olur" dedim. İmâm (a.s) şöyle buyurdu:
"Ey Zürâre, güneş batıya yönelince, vakit dahil olur, ancak
ben senin bu vakti daimi olarak vakit edinmeni sevmem"
buyurdu."(Vesâil-üş Şia, C.3, S.98)
Görüldüğü üzere İmâm (a.s) Zürâre'ye bu uygulamasının câiz
olmadığını söylemiyor. Aksine, bu uygulamanın câiz olduğunu
teyit etmekle birlikte, bunun fazilet vaktinin sevabından
mahrum bırakacağından ona devamlı olarak böyle yapmamasını
öğütlüyor.
Yine bir
hadiste şöyle geçiyor: Zürâre diyor; "Ben Hz. Muhammed Bâkır'a
(a.s) öğle vaktini sordum. Hazret şöyle buyurdu: "Öğle
namazının vakti güneşin batıya meyletmesinden sonra meydana
gelen gölgenin bir kol boyu uzayıncadır. İkindi namazının
vakti ise, iki kol boyu uzayıncadır." Sonra da şöyle
buyurdu: "Hz. Resulullah'ın mescidinin duvarı o günlerde
bir insan boyuncaydı. Hazret onun gölgesi bir kol boyu
uzayınca öğle namazını, iki kol boyunca uzayınca da ikindi
namazını kılardı." Sonra İmâm şöyle devam etti: "Bir
kol boyu ve iki kol boyu gölgenin uzamasının niçin ölçek
alındığını biliyor musun?" Ben: "Niçin ölçek kabul
edilmiştir?" dedim. İmâm: "Nafile namazı kılmak için ölçü
koyulmuştur. Sen öğle namazının nafilesini gölgenin bir kol
boyu uzamasına kadar kılabilirsin. Eğer gölgenin bu kadar
uzamasına kadar nafile namazını kılmamışsan, artık nafile
namazını bırakmalı ve farz namazını kılmalısın. Keza ikindi
namazının nafilesini gölgenin iki kol boyu uzamasına kadar
kılabilirsin. Eğer gölgenin bu kadar uzamasına kadar nafile
namazını kılmamışsan, artık nafile namazını bırakmalı ve farz
namazını kılmalısın" buyurdu." (Vesâil-üş Şia, C.3, S.103)
Görüldüğü
gibi bu hadiste de İmâm Hz. Resulullah'ın bu namazları
ayırarak kılmasının hikmetine işaret etmiş ve bunun da onların
nafilesinin kılınabileceği süreyi belirlemek olduğunu
vurgulamıştır. O halde bu vakitler bu namazların fazilet
vakitleridir. Bu süre zarfında bu namazları nafileleri ile
birlikte kılmak mümkündür. Ama bu süreleri aşınca artık bu
namazları fazilet vaktinde kılmak şansı kaybedileceğinden,
İmâm nafilenin terk edilmesini ve bu namazların kendilerinin
kılınmasını emrediyor. Çünkü bu namazları fazilet vakitlerinde
kılmak onları nafileleriyle birlikte fazilet vaktinin
haricinde kılmaktan daha faziletlidir. Yoksa bu vakitleri
aşmak onları icza vakitlerinin dışında kılmak anlamına
gelmemektedir. Ehl-i Beyt kanalından bu hususu pekiştiren
yüzlerce hadis vardır. Ancak biz şimdilik bu kadarıyla
yetiniyoruz.
Ehl-i
Sünnet ekolüne gelince, ben bu hususta geniş bir araştırma
yapmış değilim. Zaten Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Kur'ân-ı
Kerim'den sonra kendilerine uymamızı emrettiği Ehl-i Beyt'in
açıklamasından sonra buna bir gerek de kalmıyor. Ama yine de
bu ölçülerin Ehl-i Sünnet ekolü tarafından da kabul edildiğini
göstermek gayesiyle Ehl-i Sünnet ekolünün önde gelen
alimlerinden olan Kurtubî'nin yukarıda bahsi geçen, Allah-u
Teâlâ'nın "Güneşin batıya yönelmesinden gece karanlığının
basmasına kadar namaz kıl" âyetinin tefsirinde ortaya koyduğu
tespitlerini aktaracağım.
Kurtubî
mezkur âyetin tefsirinde şöyle yazıyor: "İbn-i Atiyye şöyle
demiştir: "Âyette geçen "Dülûk" kelimesi lügatte meyletmek
anlamına gelmektedir. Dolayısıyla meyletmenin başlangıcı öğle
vaktidir. Sonu ise, güneşin battığı andır. O halde öğle
vaktinden güneş batmasına kadar geçen süreye "Dülûk" denir.
Çünkü güneş bu süre zarfında meyil halindedir. Demek ki, Allah
bu âyette "Dülûk" esnasında ve "Dülûk" vaktinde olan namazları
zikretmiştir. Buna öğle, ikindi ve akşam namazı dahil olur.
Akşam namazının gece karanlığı süresine dahil olması da
sahihtir. Nitekim bir grup öğle ve ikindi namazlarının
vaktinin öğle vaktinden güneş batmasına kadar devam ettiği
görüşünü benimsemişlerdir. Çünkü Allah-u Teâlâ onların
farziyetini "Dülûk"a (meyletmeye) bağlamıştır. Bu sürenin
tamamında da "Dülûk" (meyletme) vardır. Bu görüşü Evzâi ve Ebu
Hanife normal hallerde, Mâlik ve Şafii de zaruret halinde
kabul etmişlerdir. Mâlik, İbn-i Abbâs'ın "Güneşin dülûku"ndan
maksadın onun meyletmesi olduğunu, gecenin karanlığının
basmasından maksadın ise gecenin karanlığıyla birlikte
olduğunu" dediğini nakletmiştir. Ebu Ubeyde ise gecenin
karanlığından maksadın gecenin siyahlığı olduğunu söylemiştir.
Ben
diyorum ki, namaz vakitlerinin geniş olduğunu söylemek, daha
tercih edilir bir görüştür. İmâm Ebu Muhammed Abd-ul Ganî b.
Said'in tahriç ettiği Acleh bin Kindi'nin hadisinde İbn-i
Zubeyr, Câbir'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz.
Resulullah güneşin batmasına az kala Mekke'den hariç oldu ve
Saraf bölgesine varıncaya kadar akşam namazını kılmadı. Bu
mesafe de dokuz göz irimi kadardır." Bunun neshedildiği
görüşü ise açık değildir. Dolayısıyla ulemamız Cebrail'in
akşam vaktiyle ilgili hadislerini fazilet vaktine
yorumlamışlardır. İşte bunun için ümmet akşam namazının güneş
batmasıyla acele kılınması hususunda ittifak etmiştir.
İbn-i
Huvayz şöyle demiştir: "Müslümanlardan hiç birinin camide
cemaatla kıldığı akşam namazını güneşin batmasından sonra geç
vakte ertelemesini göremezsin. Vaktin genişliğini belirten
hadisler ise onun cevaz vaktini açıklamaktadır." (Tefsir-i
Kurtubî mezkur âyetin tefsiri)
Aziz
kardeşim gördüğünüz gibi, sabah namazı dışındaki dört namazın
vakitleri Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin arasında yaygın olan
şimdiki vakitlerle sınırlı değildir. Âyet-i Kerime'de ve Hz.
Resulullah ve Ehl-i Beyt İmâmları'nın hadislerinde de beyan
edildiği üzere bunların vakitleri daha geniştir. Ancak sınırlı
olan onların fazilet vakitleridir. Her ne kadar Hz. Resulullah
ve Ehl-i Beyt İmâmları'nın genel uygulaması fazilet
vakitlerine riâyet edecek şekilde olmuşsa da ümmete kolaylık
yolu da açık bırakılmıştır. Zaten bizim fıkhımız da bundan
gayrisini söylememektedir.
Namazların cem edilerek kılınmasına gelince, önceki yazımda
bununla ilgili yeterli kaynak vermiştik. Dolayısıyla burada bu
hususta Ehl-i Beyt kanalından gelen sadece bir hadisi
nakletmekle yetineceğim. Hz. İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) şöyle
buyurmuştur: "Hz. Resulullah hiçbir mazeret olmadan öğleyle
ikindi namazını öğle vakti cemaatla kılmıştır. Akşam ve yatsı
namazlarını da hiçbir mazeret olmaksızın batıdaki kızartının
kaybolmasından önce cemaatla birlikte kılmıştır. Bütün bunları
ümmetine vakit hususunda genişlik sağlamak için yapmıştır."
(Vesâil-üş Şia, C.3, S.102)
Aziz
kardeşim, işte biz Hz. Resulullah'ın ümmetine açık bu
kolaylıktan istifade etmekteyiz. Dolayısıyla da bunun hiçbir
mahzuru yoktur.
Soru: Bilhassa
İmâmlar namazları nasıl kılmışlar; onu iyi bilmemiz gerekir.
Şia'da namazlar 3 vakit deniyor, halbuki İmâmlar biliyoruz ki
çok namaz kılıyorlardı. Zeyn-ül Âbidin 1000 rekat gecede namaz
kılarmış. Bu kadar namaza ehemmiyet veren İmâmlar da mi 3
vakit kılmışlar. Bu birleştirme her zaman mümkün mü? Her zaman
birleştirilip kılınır mı?
Cevap:
Muhterem kardeşim bu sorunuzun bazı bölümlerine önceki
bölümlerde gereken cevap verilmiştir. Diğer bazı bölümlerini
de burada kısaca cevaplamaya çalışacağım.
Ehl-i
Beyt'in namaza ne kadar ehemmiyet verdiği, geceleri sabahlara
kadar namaz ve ibadetle geçirmeleri inkar edilecek şey
değildir. Ancak bu ayrı şeydir, namazın nasıl kılınması
gerektiği veya nasıl kılınmasının câiz olduğu ayrı şey.
Önceden de geniş bir şekilde belirttiğimiz gibi namazların
özel vakitleri vardır, müşterek vakitleri ve fazilet vakitleri.
Biz, her fırsatta, ister Şîa, ister Sünnî kaynaklara dayanarak,
namazların müşterek vakitte kılınmasının hiçbir sakıncasının
olmadığını vurgulamakla birlikte, fazilet vakitlerinde
kılınmasının daha faziletli ve daha çok sevaba mucip olacağını
açık bir şekilde beyan ediyoruz. Caferi ilmihallerine bakan
her kes de bunu açıkça görebilir. Ancak Allah ve Resulü'nün,
özellikle bazı zaman ve zeminlerin de durumunu dikkate alarak
ümmete lütfettiği bir ruhsat ve kolaylığı onların elinden
almaya çalışmak, kraldan daha kralcı kesilmek olmaz mı?
Sonra, eğer
hadislerde Allah Resulü'nün, her hangi bir zaruret olmadığı
zamanlarda dahi, ümmete kolaylık olsun diye böyle bir
uygulamaya baş vurduğu açık açık beyan edildiği halde, hâlâ,
bunun sadece zaruret zamanında câiz olduğunda ısrar edenlere
şaşmamak elde değil doğrusu! Bu kardeşlerimiz bu yersiz ısrar
yerine söz konusu hadisleri senet ve muhteva açısından
çürütmeğe çalışsınlar (tabi eğer becerebilirlerse). Aksi
takdirde bu tür ısrar ve itirazlar, abesle iştigalden başka
bir şey değildir.
"İmâmların
nasıl namaz kıldığını öğrenmemiz gerekir" diyorsunuz. Çok
doğru. Keşke hep birlikte gayret edip de o İlâhî insanların
her konuda nasıl davrandıklarını öğrenmeğe çalışsak. Fakat
faraza onların bu konuda istisnasız daima her namazı kendi
fazilet vaktinde kıldıklarını tespit etmekle birlikte, onların,
müşterek vakitte kılmanın da hiçbir sakıncası yoktur
dediklerini görürsek, bu ruhsattan istifade etmek isteyen
kimselere de itiraz hakkımız yoktur. Evet Arapça biliyorsanız
eğer bu hakikatleri Ehl-i Beyt'in hadislerinde açık bir
şekilde kendiniz müşahede edebilirsiniz.
|
|