BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
                     
                    NEYİN ÜZERİNE SECDE
                    EDİLMELİDİR?
                    
                     
                    
                    Soru-108: 
                    Şia neden secde ederken illa da bir taş üzerine secde etmeği 
                    gerekli görüyor? Temiz olan her şeye secde etmenin ne 
                    sakıncası vardır? Ehl-i Sünnet'ten bazıları sizin bu 
                    tavrınızı bir nevi taşı kutsama, taşa taparlılık olarak 
                    nitelendiriyorlar? Özellikle sürekli yanınızda secde için 
                    bir taş parçasını bulundurmanız bu yöndeki şüpheleri daha da 
                    kuvvetlendiriyor; ne diyorsunuz bu konuda?
                     
                     
                    
                    
                    Cevap-108:,  
                    Muhterem Kardeşim bu, mesele tek başına bir risaleyi 
                    kapsayacak kadar geniş bir konudur; ancak özet olarak şu 
                    kadarını söyleyebiliriz ki, biz Ehl-i Beyt mektebi 
                    mensuplarının yaptığı secde şekli, Hz. Resulullah'ın emir ve 
                    sünnetine uygun secde şekli olmakla birlikte, selef-i salih 
                    olan ashap ve tabiinin büyüklerinin de uygulamasına da 
                    mutabıktır. Ehl-i Sünnet'in şimdiki uygulaması ise, bu 
                    hususta yapılan bir içtihattır. Oysa, ibadetin asıl teşrii, 
                    tevkifi (Allah'ın emriyle) olduğu gibi, şekli de tevkifidir. 
                    Yani, hiçbir kimse, içtihatla ibadet teşri edemeyeceği gibi, 
                    ibadetin şeklini de içtihatla belirleyemez; bu husus tümüyle 
                    Allah Teâlâ'nın emri ve Resulü'nün açıklamasına tabidir. 
                    Ancak bundan haberdar olmayan insanlar, kendi 
                    bilinçsizliklerine üzülecekleri yerde, sünnete uygun secde 
                    yapan Ehl-i Beyt takipçilerini taşa tapmakla suçluyorlar.
                    
                    
                    Onlara 
                    sormak lazım. Acaba Hz. Resulullah (s.a.a) ile birlikte öğle 
                    namazını kılarken sıcağın şiddetinden bir avuç çakıl taşını 
                    elinde serinleterek üzerine secde eden Cabir bin Abdullah da 
                    mı taşa tapıyordu?! 
                    Üzerine secde etmesi için Merve dağı taşlarından düz bir 
                    parçanın kendisine gönderilmesini isteyen Ali bin Abdullah 
                    bin Abbâs da mı taşa tapıyordu?! 
                    Gemiyle yolculuğa çıktığında üzerine secde etmesi için 
                    kendisiyle birlikte bir tuğla parçası götüren Masruk bin 
                    Acda' da mi taşa tapıyordu?! 
                    Secdeye giderken alnını üzerine koyacağı çakıl taşlarını 
                    eliyle düzenleyen Abdullah bin Ömer de mi taşa tapıyordu?! 
                    Aslında bu mantığa göre bütün ashabı taşa tapmakla 
                    suçlamamız gerekir! Çünkü onların hepsi bunu yapıyordu. 
                    Hatta daha ötesi, haşa Hz. Resulullah'ı da şirkle itham 
                    etmemiz lazım! Çünkü o Hazret'in de bütün secdeleri toprak, 
                    çakıl taşlar veya hasır gibi yerden çıkan insanın 
                    tüketmediği bitkilerden hazırlanan sergiler üzerine olmuş ve 
                    Hazret bu sünnetinden, hatta yağmurlu, sıcak veya soğuk 
                    günlerde bile vazgeçmemiştir. Ümm-ül Mu'minin Âişe diyor ki: 
                    "Ben Hz. Resulullah'ın secde ederken her hangi bir şeyle 
                    alnını yere (toprağa) değmekten önlediğini görmedim." 
                    Yine Ehl-i Sünnet’in muteber hadisçilerinin naklettiği bir 
                    hadiste şöyle geçer: Ebu Said Hudri’den; dedi ki: "Ben 
                    Resulullah'ın çamur üzerine secde ettiğini gördüm. Öyle ki, 
                    çamur Hazret'in alnında iz bırakmıştı." 
                    Ebu Hureyre ve İbn-i Abbâs da aynı şeyi nakletmişlerdir. 
                    Yine İbn-i Abbâs şöyle demiştir: "Hz. Resulullah taş üzerine 
                    secde etti." 
                    Yine Vâil diyor: "Ben gördüm ki, Hz. Resulullah secde 
                    ederken alnını ve burnunu yere koyardı." 
                    Yine Rufâa bin Râfi, merfu olarak naklettiği bir hadiste 
                    şöyle demiştir: "Sonra Hazret tekbir getirirdi. Secdeye 
                    gittiğinde de alnını yere (toprağa) ulaştırır ve 
                    organlarının hareketten durmasına kadar secdede kalırdı."
                    
                    
                    Yine 
                    İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, Ümm-ül Mu'minin Âişe, Ümm-ü Seleme, 
                    Meymune, Enes bin Mâlik, Ümm-ü Eymen ve diğerlerinin 
                    naklettikleri hadislerde Hz. Resulullah'ın hurma lifinden 
                    örülen bir hasır parçası üzerinde namaz kılıp secde ettiği 
                    de geçmektedir.
                    
                    
                    Yine 
                    İbn-i Abbâs şöyle demiştir: "Ben soğuk bir günün sabahında 
                    Hz. Resulullah'ı beyaz bir ridayla namaz kılarken gördüm. 
                    Ridasıyla el ve ayaklarını yerin soğuğundan korumaya 
                    çalışıyordu."
                    
                    
                    Dikkat 
                    ediyor musunuz? Hazret elbisesiyle ayaklarını ve ellerini 
                    soğuğa karşı korumaya çalışırken, alnını soğuktan korumak 
                    için hiçbir önlem almıyor. 
                    
                    Yine 
                    İbn-i Abbâs şöyle demiştir: "Yağmurlu bir günde Resulullah'ı 
                    namaz kılarken gördüm. Secde ederken üzerindeki ridayı 
                    eliyle yer arasında fasıla kılıyor ve bu vesileyle çamurdan 
                    korunmaya çalışıyordu."
                    
                      Bu 
                    hadiste de Hazret'in elinin çamura bulaşmaması için tedbir 
                    aldığından bahsedilirken, alnı için herhangi bir tedbir 
                    aldığından söz edilmiyor. 
                    
                    Yine 
                    Abdullah bin Abdurrahman şöyle demiştir: "Resulullah 
                    yanımıza geldi ve bizimle birlikte "Benî Abd-ül A'şel" 
                    camiinde namaz kıldı. Bu arada ben o Hazret'in namaz halinde 
                    elini elbisesinin üzerine koyduğunu gördüm." 
                    Bu hadiste de aynı şeyden bahsedilmektedir.
                    
                     Yine 
                    Enes bin Mâlik şöyle demiştir: "Peygamber-i Ekrem insanların 
                    en güzel ahlaklısıydı. Bazen evimizdeyken namaz vakti 
                    oluyordu. O zaman altındaki sergiyi süpürüp su serpmesini 
                    emrediyor ve sonra da biz Hazret'in imamlığında namaz 
                    kılıyorduk. Sergileri de hurma lifinden örülen sergilerdi."
                    
                    
                    Bu ve 
                    benzeri hadislerden de insanın tüketmediği bir bitkiden 
                    hazırlanan sergi üzerine de secde etmenin câiz olduğu 
                    anlaşılmaktadır. Çünkü Hz. Resulullah'ın uygulaması bu 
                    doğrultuda olmuştur. 
                    
                    Yine Enes 
                    bin Mâlik şöyle demiştir: "Sonra ben eskiliğinden 
                    siyahlaşmış olan bir hasırı temin edip üzerine su serptim. 
                    Resulullah onun üzerinde durdu ve bize namaz kıldırdı."
                    
                    
                    Çeşitli 
                    tariklerle nakledilmiş olan bu hadislerden de aynı şey 
                    anlaşılmaktadır. Burada, Hz. Resulullah'ın ve ashabının 
                    secdelerini, yer, taş ve insan tarafından tüketilmeyen 
                    bitkilerden üretilen hasır gibi sergiler üzerine 
                    yapmalarının, bunların üzerine secde etmenin şart olduğundan 
                    dolayı değil, belki de o dönemlerde başka bir seçeneklerinin 
                    olmadığından böyle yapmış oldukları ihtimali akla gelebilir. 
                    Ancak bu ihtimale itibar edemeyiz. Çünkü bu ihtimal, bu 
                    şekilde secde etmeği ister mukim olsun, ister seferi, bütün 
                    hayatları boyunca sürdüren ashabın ve tabiinin bu 
                    davranışlarını tevcih etmekten acizdir. Zira bu davranış, 
                    onların bu şekilde secde etmeği imkansızlıktan değil, 
                    bizatihi kasıtlı olarak tercih ettiklerini göstermektedir. 
                    Üstelik ashap ve tabiinin kendileri bu şekilde secde etmenin 
                    gerekli olduğuna ve böyle yapılmayan secdenin sahih 
                    olmadığına açıkça fetva da vermişlerdir. Bizim bu konuyu 
                    burada derinliğine açmamız imkansızdır. Ama örnek olsun diye 
                    bazı ashap ve tabiinin amel ve fetvalarına değinmeğe 
                    çalışacağız:
                    
                    Mesela, 
                    Ebu Ümeyye diyor ki: "Ebu Bekir yer üzerine secde eder veya 
                    namaz kılardı"  
                    Bu hadisin söz akışından, Ebu Bekir’in ömrü boyunca böyle 
                    yaptığı anlaşılmaktadır. 
                    
                    Yine Ebu 
                    Ubeyde şöyle nakletmiştir: "İbn-i Mesud yerin üzerinden 
                    gayrisine secde etmez veya namaz kılmazdı." 
                    Bu hadis için de aynı şey söz konusudur.
                    
                    Öte 
                    yandan İbn-i Abbâs buna da yetinmemiş, bizatihi böyle secde 
                    etmenin gerektiğine açıkça fetvâ da vermiştir; İbn-i Abbâs 
                    şöyle demiştir: "Kim, namaz kılarken burnunu alnıyla 
                    birlikte yere (toprak ve yerden sayılan taş gibi şeylere) 
                    değdirmezse, namazı kifayet etmez."
                    
                    
                    Yine 
                    Ubade bin Sabit’in de ısrarla bu sünnete uyduğu ilgili 
                    kaynaklarda yer almıştır. Bir hadiste şöyle geçer: "Ubâde 
                    bin Sâbit namaz kılmak isteyince sarığını alnından 
                    kaldırırdı." 
                    Bu hadisten de Ubâde bin Sabit'in bu işi, alnın yere veya 
                    hasır gibi üzerine secde etmenin câiz olduğu şeye değmesi 
                    için yaptığı anlaşılmaktadır. 
                    
                    Abdullah 
                    bin Ömer'in de secdelerini bu şekilde yerine getirdiği 
                    kaydedilmiş, hatta onun elini de alnını koyduğu şeyin 
                    üzerine koyduğu nakledilmiştir. Nâfi şöyle diyor: "Ben çok 
                    soğuk bir günde onun secde ettiği çakıl taşları üzerine 
                    koymak üzere elini cubbesinden dışarı çıkardığını gördüm."
                    
                    
                    Tabiine 
                    gelince, onlar da aynı sünneti sürdürmüşlerdir. Biz bu 
                    hususta da sadece birkaç örnek vermekle yetineceğiz. İlgili 
                    kaynaklarda tabiinin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan 
                    Masruk bin Acda'nın gemide bile yerden gayrisine secde 
                    etmeği câiz görmediği yer almıştır. 
                    Peki Masruk'un bu fetvayı imkansızlıktan dolayı verdiği 
                    söylenebilir mi? 
                    
                    Yine 
                    Kûfe'nin fakihi İbrahim-i Nahaî'nin, namaz kılarken hasırın 
                    üzerinde durduğu, secdelerini ise yere yaptığı, bize ulaşan 
                    kesin bilgilerdendir. 
                    İbrâhim-i Nahaî'nin imkansızlıktan dolayı böyle yaptığı 
                    kabul edilebilir mi? Bakınız o hasıra bile iktifa etmiyor ve 
                    secde ederken alnının bizatihi yere değmesini tercih ediyor. 
                    O böyle yapıyor; çünkü biliyor ki, secdenin yerin üzerine 
                    olması daha faziletlidir ve Allah karşısında tevazu ve 
                    küçülmenin son derecesi olan secdenin mahiyetine daha 
                    uygundur. 
                    
                    Yine 
                    İbn-i Abbâs'ın öğrencisi Atâ, her halükârda yer üzerine 
                    secde etmenin gerekli olduğuna fetvâ vermiştir. İbn-i Cureyh 
                    diyor; ben Atâ'ya "İnsanın şilte veya hasır parçası üzerine 
                    secde etmesi câiz midir?" diye sordum. Atâ: "Eğer alnının ve 
                    elinin altında olmazsa, dizini onun üzerine koysa bile 
                    secdesinde bir sakınca yoktur. Çünkü yüzünü yere koymaktadır" 
                    cevabını verdi." 
                    Atâ'nın bu fetvası da aynı gerçeği gözler önüne sermektedir.
                    
                    
                    Yine 
                    Karilerin ve tabiinin büyüklerinden biri olan Ubeydet-ül 
                    Selmânî de aynı görüş üzereydi. İbn-i Sîrîn diyor; "Benim 
                    alnım yaralanmıştı, dolayısıyla da onun üzerini sarmıştım. 
                    Bu arada Ubeydet-ül Selmani'ye o sarığın üzerine secde edip 
                    edemeyeceğimi sordum. Ubeyde: "Hayır o sarığı kaldırmalısın" 
                    dedi."
                    
                     Keza 
                    Urve bin Zubeyr'in yerden gayri bir şeyin üzerine secde 
                    etmekten sakındığı rivâyet edilmiştir.
                    
                    
                    Açıktır 
                    ki, mezkur ihtimal ashap ve tabiinin bir ömür boyu sürekli 
                    olarak yaptığı bu amellerini tevcih etmekten âciz kaldığı 
                    gibi, bunun gerekli olduğuna ve aksinin câiz olmadığına dair 
                    olan fetvaları, onların bu icraatlarını yukarıda işaret 
                    edilen ve benzeri nedenlerle değil, aksine ellerinde onları 
                    buna mülzem kılan şer'î bir gerekçenin olduğunu 
                    göstermektedir. Peki o şer'î gerekçe neydi? Açıktır ki, Hz. 
                    Resulullah'ın icraatı ve sünneti bu hususa gerekçe teşkil 
                    etmeye yeterlidir. Çünkü o Hazret'in sünnet ve icraatı da 
                    Müslümanlara şer'î gerekçe teşkil etmektedir. Allah-u Teâlâ, 
                    Allah'ı ve âhiret günündeki saadeti dileyenler için o 
                    Hazret'in en güzel örnek teşkil ettiğini ve neyi getirmişse 
                    ona uymalarının zorunlu olduğunu bildirmiştir. 
                    Özellikle de konu şer'î bir konu olup o Hazret de: "Ben 
                    nasıl namaz kılıyorsam, siz de o şekilde namaz kılın"  
                    buyurmuştur. İlaveten, Hazret yalnızca bu icraatıyla iktifa 
                    etmemiş ve ilahi bir elçi olarak bizatihi secdenin bu 
                    şekilde yapılması gerektiği doğrultusunda sözlü 
                    açıklamalarda bulunmuş ve emretmiştir. Bizim, o Hazret'in bu 
                    doğrultuda olan açıklama ve emirlerinin tamamına burada yer 
                    vermemiz imkansızdır. Dolayısıyla sadece birkaç örnek 
                    vermekle yetinip, size ilgili geniş kaynaklara müracaat 
                    etmeyi tavsiye edeceğiz. 
                    
                    Hazret'in 
                    bu husustaki sözlü açıklama ve emirlerini birkaç bölüme 
                    ayırabiliriz:
                    
                     a)-Çakıl 
                    üzerine secde eden Müslümanlar, yakıcı sıcaktan dolayı çakıl 
                    üzerine secde etmelerinin zorluğunu Hazret'e şikayet 
                    ediyorlar. Ama Hazret onların bu şikayetlerini görmezlikten 
                    geliyor ve onlara: "Elbisenizle veya benzeri bir şeyle 
                    alnınızı ve elinizi sıcaktan koruyabilirsiniz" demiyor. Oysa 
                    bu hususta müsaade gelse bile bu, mutlak cevâz anlamına 
                    gelmemektedir ve sadece zaruret halinde câiz olduğunu ispat 
                    edebilir. Nitekim ileride zaruret halinde buna müsaade 
                    edildiğini göreceğiz. Ashabın şikayeti hususunda bir çok 
                    hadis vardır. Biz sadece ikisini zikretmekle yetineceğiz:
                    
                    
                    
                    1-Beyhakî, Habbab bin Ert'in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: 
                    "Şiddetli sıcaklık nedeniyle secde halinde alın ve 
                    ellerimizin yanmasını Peygamber'e şikayet ettik, fakat 
                    Hazret şikayetimizi kabul etmedi."
                    
                    
                    2-İbn-i 
                    Mes'ud dedi ki: "Biz yakıcı sıcaklıktan dolayı Hz. 
                    Peygamber'e şikayette bulunduk, ama Hazret bizim 
                    şikayetimizi kabul etmedi." 
                    Ehl-i Sünnet'in önde gelen alimlerinden olan İbn-i Esir "En- 
                    Nihâye" adlı kitabında yukarıda naklettiğimiz Habbâb'ın 
                    hadisini naklettikten sonra şunları kaydediyor: "Fakihler bu 
                    hadisi secdeler bölümünde zikrediyorlar. Çünkü ashap, 
                    sıcaklığın şiddetinden secde ederken elbiselerinin 
                    kenarlarını alınlarının altına koyuyorlardı. Ama bu eylemden 
                    men' edildiler. Çünkü onlar çakıl üzerine secde etmelerinden 
                    duydukları zahmeti Resulullah'a şikayet edince, onlara 
                    elbiselerinin kenarları üzerine secde etmeye müsaade 
                    edilmedi." Ben diyorum ki, bu hadislerden elbise dışındaki 
                    başka bir şeyle de alnın yere değmesini önlemenin câiz 
                    olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü eğer bu câiz olsaydı, Hazret 
                    ashaba evlerinden getirecekleri deri veya elbise parçası 
                    gibi başka bir şeyle alınlarını sıcaktan koruma izni verirdi. 
                    Oysa bu hadislerde böyle bir şeye cevaz verildiğinden 
                    bahsedilmiyor. 
                    
                    b)-Hz. 
                    Resulullah (s.a.a), secde ederken alınlarının toprağa 
                    değmesinden korunmaya çalışan ashaba alınlarını toprağa 
                    koymalarını emrediyor. Bu hususta da birçok hadis gelmiştir. 
                    Biz onlardan sadece birkaçına değineceğiz:
                    
                    1- 
                    Hâlid-ül Cuhenî şöyle demiştir: "Peygamber-i Ekrem Suhayb'in 
                    secde ederken güya topraktan korunmaya çalıştığını görünce, 
                    ona: "Ey Suhayb yüzünü (alnını) toprak üzerine koy" buyurdu.
                    
                    
                    2-Ümm-ül 
                    Mü'minin Ümm-ü Seleme şöyle demiştir: "Peygamber-i Ekrem, 
                    ismi Aflah olan bir hizmetçimizin secde ederken yeri 
                    üflediğini görünce ona: "Ey Aflah alnını toprağa koy" 
                    buyurdu."
                    
                    
                    3-Bir 
                    hadiste şöyle nakletmiştir: "Hz. Resulullah Muaz'a: "Secde 
                    ederken yüzünü (alnını) toprağa bulaştır" buyurdu."
                    
                     4-Ebu 
                    Sâlih diyor; ben Ümm-ü Seleme'nin yanına gittim. Bu arada 
                    onun kardeşinin oğlu da geldi ve onun evinde iki rekat namaz 
                    kıldı. Ancak secde ederken toprağı üfleyince, Ümm-ü Seleme 
                    ona: "Ey kardeşimin oğlu, toprağı üfleme. Çünkü ben Hz. 
                    Resulullah'ın, Yesâr ismindeki hizmetçisinin secde ederken 
                    toprağı üflediğinde ona: "Allah için yüzünü (alnını) toprağa 
                    koy" buyurduğunu duydum" dedi. 
                    Görüldüğü üzere bu hadislerde secde ederken alnın yere 
                    koyulmasına ilaveten yerdeki tozun üflenmesinden bile 
                    sakınılmasına emredilmiştir.
                    
                    c)-Hz. 
                    Resulullah (s.a.a) secde ederken sarığın alnın üzerinden 
                    kaldırılmasını emrediyor. Bu hususta da çok sayıda hadis 
                    gelmiştir. Biz onların bir kaçını örnek olarak zikredeceğiz:
                    
                    1-Ali (a.s) 
                    şöyle buyurdu: "Sizden biri namaz kıldığınızda sarığını 
                    yüzünden (alnından) kaldırsın. Yani sarığı üzerine secde 
                    etmesin."
                    
                    
                    2-Sâlih 
                    bin Havân-üs Sebaî şöyle demiştir: "Hz. Resulullah bir 
                    kişinin yanında namaz kıldığını gördü. O adam alnına sarık 
                    sarmıştı. Hazret onun sarığını alnından kaldırdı."
                    
                    
                    3-Ayaz 
                    bin Abdullah El-Kureyşî şöyle demiştir: "Hz. Resulullah bir 
                    kişinin sarığının üzerine secde ettiğini görünce eliyle 
                    alnına işaret ederek, sarığını alnından kaldırmasını emretti."
                    
                    
                    4-Bir 
                    hadiste şöyle geçer: "Hz. Resulullah (S. a.a) secde ederken 
                    alnından sarığı kaldırırdı." 
                    Bu hadislerden Peygamber-i Ekrem’in zamanında toprağın 
                    üzerine secde edilmesinin lüzumunun oldukça kesin ve bilinen 
                    bir şey olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki, Müslümanlardan biri 
                    secde ederken alnını sarığın bir parçası üzerine koyarak 
                    toprağın üzerine secde etmekten sakınınca, hemen Peygamber-i 
                    Ekrem tarafından uyarılır ve ona doğru secde şekli 
                    öğretiliyordu. Oysa eğer sarığın bir parçası gibi her şeyin 
                    üzerine secde etmek câiz olsaydı, kesinlikle Hazret onları 
                    bundan alıkoymazdı.
                    
                    d)-Hz. 
                    Resulullah (s.a.a) secde ederken alnın ve burnun iyice yere 
                    (toprağa) koyulmasını emretmiştir. Bu hususta da çok sayıda 
                    hadis gelmiştir. Biz onlardan sadece ikisini zikretmekle 
                    yetineceğiz:
                    
                    
                    1-Peygamber-i Ekrem şöyle buyurmuştur: "Sizden biri namaz 
                    kıldığında kibirinin çıkması için alnını ve burnunu iyice 
                    yere (toprağa) yapıştırsın."
                    
                    
                    2-İbn-i 
                    Abbâs şöyle demiştir: "Hz. Resulullah (S. a.a) şöyle 
                    buyurdular: “Secde ettiğinde alnını ve burnunu iyice yerin (toprağın) 
                    üzerine koy." 
                    Bu ve benzeri hadisler de secde ederken alnın yerin üzerine 
                    koyulmasının gerektiğini açıkça göstermektedir.
                    
                    e)-Hz. 
                    Resulullah (s.a.a) yeryüzünün kendisi ve ümmeti için 
                    secdegâh ve temizleyici kılındığını açıklıyor. Bu alanda da 
                    Hazret'ten çok sayıda hadis nakledilmiştir. Biz bu 
                    hadislerden de sadece bir kaçına değinmekle yetineceğiz:
                    
                    
                    1-Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Yeryüzü 
                    benim için secdegah ve temizleyici kılınmıştır."
                    
                    
                    2-Hz. 
                    Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünün tamamı 
                    bizler için secdegâh ve temizleyici kılınmıştır."
                    
                    
                    3-Hz. 
                    Resulullah'tan (s.a.a) yine şöyle nakledilmiştir: "Yeryüzü 
                    bana temiz, temizleyici ve secdegâh kılınmıştır."
                    
                    
                    Bütün 
                    muteber kaynaklarda tevatür haddinde nakledilen bu 
                    hadislerle iki hüküm beyan edilmiştir: Birincisi yerin 
                    temizleyici oluşu, yani su bulunmayan veya suyun 
                    kullanılmasının sakıncalı olduğu yerlerde abdesti gerektiren 
                    konularda yere teyemmüm edilebileceği hükmüdür. İkincisi ise, 
                    yerin secdegâh oluşudur. Dolayısıyla bu hadislerden şu sonuç 
                    çıkar: Secde ancak teyemmümün câiz olduğu şeyin üzerine 
                    yapılabilir. Açıktır ki, teyemmüm ancak yerin üzerine 
                    yapılabilir. O halde secde de ancak yerin üzerine 
                    yapılabilir. Ve nasıl ki elbise ve halı gibi şeylerin 
                    üzerine teyemmüm etmek doğru değilse, bu hadisler gereğince 
                    secde de aynı hükmü taşımaktadır. 
                    
                    Elbette, 
                    sonradan, Hz. Resulullah (s.a.a) gelen ruhsat üzere, 
                    şiddetli sıcaklık veya soğukluk gibi zaruret hallerinde 
                    ashabın elbiseleri üzerine secde etmelerine de izin 
                    vermiştir. Bu husustaki hadisler de çok fazladır. Ancak 
                    sözün fazla uzamaması için biz onları nakletmekten 
                    sakınıyoruz. O halde zaruret hali dışında yer üzerine ve 
                    yerden sayılan insanın tüketmediği bitkilerden hazırlanan 
                    sergiler üzerine secde etmek gerekmektedir. Zaten Ehl-i Beyt 
                    mektebinin bağlıları olarak bizlerin de hem amelimiz bu 
                    yöndedir hem de fetvalarımız. O halde aziz kardeşim, konu 
                    sizin sandığınız gibi basit olmadığı gibi, ne olursa olsun 
                    temiz bir şeyin üzerine secde etmekten ibaret de değildir. 
                    Hayır secde yere olmalıdır. Yer de toprak, taş ve 
                    bitkilerden ibarettir. Yok, eğer siz Hz. Resulullah'ın bu 
                    sünneti ve açıklamalarına rağmen, başka bir mantık ortaya 
                    koymak istiyorsanız ve Allah’ın maksadının, ne olursa olsun 
                    temiz bir şey üzerine secde etmekti, Resulullah'ın (s.a.a) 
                    yer üzerinde ısrar etmesini de haşa anlamsız buluyorsanız, 
                    benin söyleyecek bir sözüm kalmaz. Çünkü biliyorum ki, bu 
                    mantık sahipleri bizatihi Hz. Resulullah'ın kendi döneminde 
                    bile olmuş ve o Hazret'in gözünün içine baka baka; "Sen hata 
                    yapıyorsun; Allah'ın maksadı bu değildir" diyebilmişlerdir. 
                    Hudeybiye anlaşmasında o Hazret’e: "Sen bu anlaşmayla 
                    mü'minleri zelil ettin" anlamına gelen sözleri sarf 
                    etmediler mi?! Veya Hazret'in Abdullah bin Ubeyy'e namaz 
                    kılmak istediğinde, sanki Allah Resulü kendine inen 
                    Kur'ân'ın anlamını bilmiyor da o zatlar biliyormuşcasına, 
                    küstahça Hazret'in yakasından çekerek; "Allah seni 
                    münafıklara namaz kılmaktan men etmemiş midir?" demediler mi?! 
                    Yahut Hazret'in son anlarında yanında bulunan ashabına: "Bana 
                    bir kalem ve sayfa getirin, size öyle bir şey yazdırayım ki, 
                    benden sonra asla sapıklığa düşmeyesiniz" buyurduğunda; "Bize 
                    Allah’ın kitabı yeter, bırakın onu, ona hastalığı galebe 
                    çalmış, ne söylediğinin farkında değildir" söylemediler mi?! 
                    Ancak kesin olan bir şey var; o da Allah-u Teâlâ’nın bu 
                    mantığı kabul etmediğidir. Allah-u Teâlâ: "Resul size ne 
                    verirse onu alın, neden sakındırırsa da ondan elinizi çekin" 
                    ve "Allah ve Resulü bir işi emrettikleri zaman, mümin erkek 
                    ve kadınların kendi isteklerine göre hareket etme hakları 
                    yoktur." 
                    buyuruyor. Her neyse, sanıyorum bu konuyu biraz fazla 
                    irdeledik. En iyisi bu konuyu Ehl-i Beyt İmâmları'ndan 
                    nakledilen bir hadisle kapatalım: 
                    
                    Hişâm bin 
                    Hakem diyor; ben Hz. İmâm Sâdık'a(a.s) nelerin üzerine secde 
                    etmenin câiz olduğunu sorduğumda, İmâm (a.s) şu cevabı verdi: 
                    "Secde sadece yere ve yenilen ve giyilenleri hariç, yerden 
                    bitenlerin üzerine câizdir." Ben: "Fedan olayım, bunun 
                    sebebi nedir?" dedim. Hazret şöyle buyurdu: "Çünkü secde 
                    etmek Allah karşısında huzu etmek ve küçülmek demektir. Bu 
                    yüzden de yenilecek ve giyilecek şeyler üzerine secde etmek 
                    doğru değildir. Zira dünya oğulları, (düşkünleri) yedikleri 
                    ve giydikleri şeylerin kullarıdırlar. Halbuki secde eden, 
                    secde anında Allah’a kulluk etmektedir. Dolayısıyla da ona 
                    secde halinde dünyaya aldanmış olan dünya uşaklarının mabudu 
                    olan şeylerin üzerine alnını koyması doğru olmaz. Alnını 
                    yere koyması ise daha efdaldir. Çünkü bu, Allah'a karşı 
                    tevazu ve küçüklüğünü göstermek için daha uygundur."
                    
                     Evet aziz kardeşim, 
                    diğerleri ne diyor ve nasıl yorumluyorlarsa yorumlasınlar, 
                    biz, Hz. Resulullah (s.a.a), Ehl-i Beyt'i ve ashabının 
                    büyüklerine uyarak, yere ve yerden biten yenilmeyen ve 
                    giyilmeyen, kısacası maddi değeri olmayan ve yerden sayılan 
                    şeylerin üzerine secde ediyoruz. Zaten Hz. Resululah ve 
                    Ehl-i Beyt İmamları'nın da değindiği gibi, Allah karşısında 
                    küçülmenin nihayet derecesi olan secde etmenin kendisi de 
                    bunu iktiza etmektedir. Bu zamanda da artık camiler 
                    birbirinden güzel ve pahalı sergilerle döşendiği için, ya 
                    yanımızda insanın tüketmediği bitkilerden hazırlanan 
                    seccadeler bulundurur ve onun üzerine secde ederiz, ya da 
                    küçük bir toprak parçasını yanımızda taşır ve secde ederken 
                    alnımızı onun üzerine koymakla Cenab-ı Hak karşısında 
                    nihayet derece tevazu ve küçüklüğümüzü sergileriz.
                    
                    Vesselamu 
                    aleykum ve rahmetullah.