Bismillahirrahmanirrahim
Soru-106:Namazı
neden türkçe kılamıyoruz?
Cevap-106: Rahman
ve Rahim olan Allah'ın Adıyla
Muhterem
kardeşim, sorunuzun cevabı kısaca şöyledir:
Şüphesiz
namaz bir ibadet olarak Allah-u Teala'nın emrettiği şekilde
ve İslam'da açıklandığı üzere yerine getirilmelidir ve bu
dinin apaçık hükümlerindendir. Bazıları, dine karşı
düşmanlıklarını, -kendilerini bu dine mensup gösterip- dini
inançları tahrip ve tahrif etmekle ortaya koymaktadırlar.
İşte bunlar, dini tahrif etmek için, son zamanlarda namazın
Türkçe kılınması düşüncesini ortaya atmışlardır.
Biz,
namazın Türkçe kılınmasının caiz olmadığını ispatlayan
delillerden bazılarına aşağıda işaret ederek birinci ve
ikinci delille ilgili bazı açıklamalara yer vereceğiz.
Bu
konuyla ilgili bazı deliller şöyledir:
1. İslam
ulemasının icmaı.
2.
İbadetlerin tevkifi hükümlerden oluşu.
3.
Namazda Kur'an kıraatinin farz oluşu ve tercümenin Kur'an
olmayışı.
4. Beşere
ait olan kelamı namaza dahil etmenin (namazda konuşmanın)
namazı batıl etmesi.
5. Dinde
her türlü bid'atın haram oluşu,
Birinci
delilin açıklık kazanması için ilk önce şu noktaya dikkat
etmek gerekir ki, bir şer'i hüküm üzerine fakihlerin
ittifakına, görüş birliğine icma denir. İcma, kendi başına
delil sayılmaz; ancak Ehl-i Beyt mektebinin fukaha'sının
İcmaı, Masum İmam'ın görüşünü bildirdiği için geçerli delil
olarak sayılır. İcmanın masum imamların o görüşe
mutabakatını göstermesi, çeşitli yöntemlerle açıklanmıştır.
Bunlardan önemlisi "hads" (tahmin) yöntemidir. Yani din
hükümlerini anlamak ve korumak için azamı dikkat ve
hassasiyet gösteren takva sahibi ulemanın yüzlerce yıl
boyunca aynı görüş üzere ittifakları o görüşün masumlardan
alındığına dair güven oluşmasına neden olur.
Şimdi bu
konudaki ittifakı gösteren Ehli Beyt Mektebinin büyük
fakihlerinden bazılarının sözlerini nakledelim:
Merhum
Seyyid Muhammed Amili şöyle diyor:
"Namazda
Fatiha suresinin yerine tercümesinin yeteli olmayışı
icmamızla sabittir. Amme'nin (Ehl-i Sünnet'in) çoğu da,
bizlerle muvafıktırlar. Çünkü Allah-u Teala, buyuruyor ki: "Biz
Kur'an'ı Arapça olarak indirdik." Tercüme, ise asıl metinden
farklı bir şeydir. Aksi taktirde şiirin tercümesi de şiir
olurdu." (Medarik-ül Ahkam, C.3, S.341)
Merhum
Şeyh Mürteza Ensari de şöyle diyor:
"Fatiha'yı
okumaya gücü olan kimse için, Fatiha'nın tercümesi, onu
okumanın yerine geçemez. Bu konu da ulema arasında icma
vardır. Çünkü Fatiha'nın tercümesini okumaya, Fatiha okumak
denilmez." (Es-Selat, S.114)
Büyük
Fakih Muhammed Hasan Necefi'nin de bu konudaki açıklaması
şöyledir:
"Muhakkik
ve onun gibilerinin (Namaz kılana Fatiha'nın tercümesi
yeterli değildir) şeklindeki ifadelerinden anlaşılan şu ki,
namazda okonan Fatiha ve zamm-ı surenin kıraati konusunda
asla tercüme yeterli değildir. (Yani hatta Fatiha'yı
okumaktan aciz olsa ve öğrenmesi mümkün olmasa bile
tercümelerini okumak yeterli değildir. Fatiha'yı okumaya
gücü yetmediği taktirde onun yerine aşağıda açıklanacağı
üzere zikir -Subhanellah- sölemelidir.) Bu konuya bazı
fakihler tasrih etmişlerdir. Hatta bunun ulemadan bir
cemaatin açık görüşü olduğu diğer bir grubun da sözlerinin
zahiri bu olduğu nakledilmiştir. Buna göre bu, çoğunluğun
görüşü sayılır. Hatta El-Hilaf ve diğer kitaplarda
nakledilen icmanın zahirinin de bu olduğu söylenebilir. Bu
konuda sadece, Nihayet'ul-Ahkam, Tezkire ve Revz
kitaplarının Kur'an ve bedeli (yani zikir -subhanellah-
demek) mümkün olmadığı zaman, tercümeye geçilebileceği
görüşünü ileri sürmüşlerdir. Ancak bu görüş hiç şüphesiz
zayıf bir görüştür. Çünkü temel ilkeye ters düşer; üstelik
Fatiha okunmasını emreden delillerimiz mutlaktır; hiçbir
aşamada tercümeye geçilebileceğine dair herhangi bir kayıt
yoktur.
Öte
yandan Kur'an'ın tercümesi insanların kelamına girer. (İnsanların
kelamını ise namaza dahil etmek, namazı batıl eder.)
Muhakık-ı Kereki, Cami'ul Mekasit kitabında ve diğerleri de
buna değinmişlerdir. Fatıha'yı tekbire kıyas etmek de
haramdır. (Yani Ulema tekbiret'ul İhramı Arapça getirmekten
aciz olan yeni Müslüman olmuş bir şahsın tekbirin
tercümesini söyleyebileceğine dair fetva vermişlerdir. Biri
çıkıp da aynı şey Fatiha için de geçerli olduğunu söylerse,
bunun bir kıyas olduğunu ve kıyasın şer'an haram olduğunu
söyleriz.) Üstelik bu ikisi arasında şöyle bir farkın olduğu
da zikredilebilir: Kıraatten maksat ondaki mucize olan o
nazmı dile getirmektir. Haccal'ın naklettiği bir hadiste
İmam Cafer-i Sadık veya Muhammed Bakır'dan biri şöyle
nakledilmiştir: "Allah'ın 'Açıklayan Arapça dili üzere (indirdi)'
ayeti hakkında İmam'dan sordular. İmam şöyle buyurdu: O (Kur'an)
diğer dilleri açıklar ama hiçbir dil onu açıklayamaz. ...."
(Cevahiru'ul-Kelam c.9 s,314)
Seyyid
Tabatabai Urvet-ul Vuska kitabında şöyle diyor:
"Eğer
kıraati bilmiyorsa öğrenmesi farzdır. Eğer Kur'an'dan hiçbir
şey bilmiyorsa fatiha miktarınca tesbih der; tekbir getirir;
ve zikr eder. İhtiyaten tesbihat'ul Erba'yı okusun."
Görüldüğü
gibi, Ehli Beyt mektebinin fukahası, hatta zaruret
durumlarında bile Fatiha suresinin yerine tercümesinin
okumanın sahih olmadığını açıkça ifade etmişlerdir.
2.
İbadetlerin tevkifi hükümlerden olması:
Dinde var
olan bazı hükümler, insanların kendi yaşayışları gereği alış
veriş gibi tüm felsefesini anlayabildikleri ve kendileri
arasında ona bazı kaideler oluşturdukları konulardan
değildir. İbadet şekli ile ilgili hükümler işte bu türden
hükümlerdir. Bunlara Usul-i Fıkıh ilminde mutelakkat
mineşşari (Şari'den alınan hükümler) veya tevkifi hükümler (şekil,
şart ve cüzlerinin belirlenmesi insanların elinde olmayan
her yönüyle Allah'ın belirlemesine bağlı olan hükümler)
denir. Hiçbir kimse, akıl yürütmekle namazın şeklini
keşfedemez. Allah-u Teala'nın emirleri ortada olmadan tüm
insanlar bir araya gelecek olsalar bile, namazın şekli, rüku,
secde ve rek'atlarının sayısı zikirleri hakkında bir şey
söylemeleri mümkün olmazdı.
Bu gibi
konuları gayb aleminden gelen emirler sayesinde
belirlenmesinden başka bir yol yoktur. Demek ki bu tür
hükümlerin muhteva ve şartları hakkında görüş belirtmek, onu
değiştirmek veya ona başka bir şey eklemek ilke itibariyle
yanlıştır.
Vesselam...