III.BÖLÜM
“HARAMDIR” DİYENLERİN
DELİLLERİ
A. “HARAMDIR" DİYENLER
“Müt’a” nikâhına “haram” diyenlerin başında, hiç
kuşkusuz Ehl-i Sünnet mektebi var. Mektebin tamamı bu
görüşte.Bunun
yanısıra Mu’tezile ile Ehl-i Sünnet’e yakınlığıyla
bilinen Zeydiyye mektepleri de aynı görüşü paylaşıyor.
B. DELİLLERİ
Ehl-i Sünnet başta olmak üzere “Müt’a” nikâhına cevaz
vermeyen tüm mekteplerin, elbette bu iddialarını
dayandırdıkları bir takım delilleri var. İşte onların
delilleri:
I. KİTAPTAN DELİL :
Onlar bu konuda sadece Mü’minûn sûresindeki peş peşe
gelen birkaç ayete dayanıyorlar. Allah Teâlâ o ayetlerde
şöyle buyuruyor:
“O mü’minler ırz ve namuslarını korurlar. Sadece
zevceleri ve sahip oldukları cariyeler müstesnâ. Onlar
bundan (ırz ve namuslarını eşlerine ve cariyelerine
açmakla) kınanmış da olmazlar. Kim bunun dışında
başka arayışlara girerse, işte böyleleri âdî / haddi
aşmış kimselerdir.” [Mü’minûn Sûresi: ayetler,5~7]
Ayetlerde (yukarısıyla birlikte düşünülürse) felâha
erecek gerçek mü’minler için, ırz ve namuslarını, cinsel
arzu ve isteklerini sadece iki sınıfa açabileceği,
yalnız onlarla cinsel ilişkiye girebileceği belirtiliyor:
a. Zevceleri b. Câriyeleri. Bu iki yolun
dışında kalan cinsel ilişkiler haram kılınıyor; yapanlar
kınanıyor ve “âdî” oldukları söyleniyor. Ayetler bu
konuda yeterince açık.
Müt’a nikâhıyla evlilik ve cinsel ilişki bu iki yolun
dışında kalıyor. Çünkü müt’a nikâhıyla evlenen bir kadın,
kocasına “câriye” olmadığı gibi, bu nikâhta miras, talâk
(boşama), nesep ve iddet hükümleri bulunmadığı için,
onun “zevcesi” de sayılmaz! Dolayısıyla müt’a nikâhı bu
ayetlerle haram kılınmış demektir.
Cevap : Ayetlerin cinsel ilişki için iki yoldan
başkasını yasakladığı; bu iki yoldan birisinin de “zevce
= eş” olduğu zaten açık. Buna diyecek yok! Ancak müt’a
nikâhıyla evlenen bir kadının kocasına “zevce olmadığı”
ise kup kuru bir iddiadır; bu iddianın kayda değer
hiçbir delili yoktur. Bunun temeli “önyargı”ya dayanıyor.
Biz “müt’a” nikâhıyla evlenen bir kadının da kocasına
“zevce” olduğunu söylüyoruz. Dolayısıyla ayetlerin
konumuzla hiçbir ilgi ve alâkası yok. Bu bir.
“Müt’a nikâhında normal nikâhın miras, talâq vb.
hükümlerinin bulunmadığı” iddiası ise kısmen demagoji,
kısmen de yalan! Demagojidir; çünkü bu mantığa göre,
müslüman bir erkek Ehl-i Kitâp’tan bir kadınla evlense,
miras hukukunun karşılıklı işlemesi lâzım! Oysa Ehl-i
Sünnet kardeşlerimiz de kitâbî olan bir kadınla evliliği
onaylıyor ve o kadının “zevce” olacağını kabul ediyor;
ama karşılıklı miras alış verişini kabul etmiyor!!! (“Müslüman
kâfire, kafir de müslümana mirasçı olamaz.” kuralı
gereğince)
Talâk (boşama) ise dâimî nikâhın hükümlerindendir, sırf
nikâhın değil! Kaldı ki müt’a nikâhında buna zaten gerek
yok!
İddet ve çocuğun nesebi konusundaki iddialar ise tek
kelimeyle “yalan”! Bu tür iddiaların gerçekle ilgisi
yoktur. (I. Bölüm’e bakın)
İkincisi, müt’anın Medîne döneminde uygulandığı
konusunda kesinlik var. Söz konusu ayetler ise Mekkî bir
sûreye aittir. Yani ayetler, Mü’minûn sûresinin
ayetleridir ve bu sûre Mekke döneminde nâzil olmuştur.
Bana söyler misiniz; Mekke’de inen bir ayet, daha sonra
Medîne’de uygulanan bir nikâhı nasıl yasaklıyor, yada
Mekke’de bu ayetlerle haram kılınmış bir yolu, Allah'ın
Rasûlü (s) nasıl açabiliyor!? Bir peygamber bu duruma
nasıl düşebiliyor!? “Mezhebi kurtarmak” uğruna Allah ve
Rasûlü’ne iftiranın böylesi görülmüş mü!?
Üçüncüsü, yukardaki iki açıdan, Hz. Âişe’nin
müt’a nikâhının câiz olmadığını söyleyip ardından bu
ayetleri okuduğuna dair rivâyet
de suludur! Ya Hz. Âişe’yi Allah ve Rasûlü’ne iftiracı
yada “ne dediğini bilmez” konumuna iteceksiniz, yahut ta
bu rivâyetin uydurma olduğunu söyleyip duvara
çarpacaksınız! Tercih sizin...
Bütün bu sebeplerden dolayı, bu ayetlerle “müt’a”
nikâhının haramlığına delil getirmek mümkün değil.
Mâlikîlerden Qâdî Ebûbekr b. el-Arabî, bu ayetlerle söz
konusu nikâhın haramlığına delil getirmeyi reddetmiştir.
II. SÜNNETTEN DELİLLER :
“Müt’a nikâhı” için “haram” diyenlerin sünnetten
delilleri şunlar:
1. İmam Ali @ : “Allah'ın Rasûlü (s)
Hayber günü müt’a nikâhını ve evcil eşeklerin etini
yemeyi yasakladı.”
2. Seleme b. Ekva’ : “Allah'ın Rasûlü (s) Evtâs
günü üç günlüğüne müt’aya izin verdi; sonra yasakladı.”
3. Abdullâh b. Ömer : “Allah'ın Rasûlü (s) Hayber
günü müt’a nikâhını (bazı rivâyetlerde : ve evcil
eşeklerin etini yemeyi) yasakladı.”
4. Enes b. Mâlik : “Allah'ın Peygamberi (s)
müt’ayı yasakladı.”
5. Câbir b. Abdillâh : “Allah'ın Rasûlü (s) ile
Tâif gazasına çıkmıştık. Orada bir takım kadınlarla
müt’a yaptık. Peygamber (s) bir ara kadınları yanımızda
görünce, sordu; biz de “müt’a yaptığımız kadınlar”
cevabını verdik. Bunun üzerine gazaba geldi; yüzü
kızardı ve ardından müt’ayı yasakladı. Biz de buna bir
daha dönmedik.”
“Allah'ın Rasûlü (s) kendileriyle müt’a yaptığım
kadınları görünce “Bunlar kıyâmete kadar haramdır!”
buyurdu.”
6. Ebû Zerr el-Ğıfârî : “Her iki müt’a da; yani
kadın müt’asıyla hac müt’asının her ikisi de yalnız bize
mahsus idi.”
“Kadınlarla müt’a yapmak, Rasûlullâh’ın ashâbı
için sadece üç günlüğüne helal kılındı. Daha sonra
Allah'ın Rasûlü (s) onu yasakladı.”
7. Ömer b. Hattâb : “Allah'ın Rasûlü (s) bize
müt’a için üç günlüğüne izin verdi; ama ardından
yasakladı. Allah’a yemin olsun ki; muhsan (evli) olup ta
müt’a yapan birisini duyarsam, onu taşlarla recmederim!”
8. Hâris b. Ğaziyye el-Ensârî : “Allah'ın Rasûlü
(s) Mekke fethinde üç defa “Kadınlarla müt’a
yapmak haramdır!” buyurdu.”
9. Ebû Hürayra : “Allah'ın Rasûlü (s) Tebuk
gazası esnasında müt’a nikâhını yasakladı.”
(meâlen)
10. Zeyd b. Hâlid el-Cühenî : “Ben ve arkadaşım,
bir kadınla kısa bir süre için müt’a yapma konusunda
tartışıyorduk; sonunda anlaştık. Derken birisi gelerek,
bize Allah’ın Rasûlü’nün (s) müt’a nikâhını ... haram
kıldığını haber verdi.”
11. Sehl b. Sa’d es-Sê’ıd’i : “Allah’ın Rasûlü
(s) müt’aya, insanların ona çok ihtiyacı olduğundan izin
vermişti. Daha sonra yasakladı.”
12. Ka’b b. Mâlik el-Ensârî : “Allah’ın Rasûlü
(s) kadınlarla müt’a yapmayı yasakladı.”
13. Sa’lebe b. Hakem el-Leysî : “Peygamber (s)
Hayber’in fethinde müt’ayı yasakladı.”
14. Sebra b. Ma’bed el-Cühenî : “Allah'ın Rasûlü
(s) Mekke’nin fethinde, müt’a yapmaya bir süre için izin
verdi. Sonra da:
“Ey insanlar! Ben size müt’a yapmanız için izin
vermiştim; artık Allah bunu kıyâmet gününe kadar haram
kıldı...” buyurdu.”
Cevap : 1. Defalarca ifade ettik ki; müt’a
nikâhının Medîne döneminde uygulandığında hiç kimsenin
en ufak kuşkusu yok! Üstelik Ehl-i Sünnet kardeşlerimize
göre; bu uygulama birkaç kez olmuş: İzin verilmiş,
yasaklanmış; ardından tekrar izin verilmiş, yine
yasaklanmış!!! Şu halde sırf “yasaklama” ifade eden
hadislerle delil getirmek ve bunlara dayanarak “müt’a
nikâhı haramdır.” demek onlar için de mümkün değil.
Zaten konuya birazcık hâkim olanlar, müt’a nikâhının şu
an haram olduğu konusunda, gelmiş geçmiş ulemanın
sünnetten yegâne dayanağının “Sebra” hadisi olduğunu
bilirler.
2. Bu rivâyetlerin tamamı, hem müt’a nikâhıyla
ilgili olduğunu ispat ettiğimiz Nisâ sûresinin 24.
ayetine, hem de müt’a nikâhının Allah'ın Rasûlü (s)
zamanında uygulandığını; yasaklayanın ise II. Halîfe
Ömer olduğunu ifade eden en sahih hadislere aykırı.
3. İmam Ali’ye @ izâfe edilen bu rivâyetin
asılsız ve bunun sorumlusunun da İbn Şihâb ez-Zührî
olduğunu daha önce ispat ettik.
4. Seleme hadisi de daha önce geçen
ve Buhârî ile Müslim’in Hz. Câbir ile Seleme’den
ortaklaşa rivâyet ettikleri, bundan daha sahih hadise
aykırı. Bu bir.
İkincisi, bu rivâyetin râvîleri siqa sayılıyor.
Ancak içlerinde bu tersliğin kaynaklandığı bir râvî var:
O da Abdülvâhid b. Ziyâd el-Basrî. Abdülvâhid de
siqa ve Buhârî ile Müslim’in ortak râvîlerinden birisi;
ama buna rağmen pek çok münker (gerçek dışı)
hadislerinin olduğu, Buhârî ile Müslim’in bu münker
hadislerini rivâyet etmekten çekindikleri ve hatta
rivâyet ettiği hadislerin isnadlarında “tedlîs”
yaptığı ... Ehl-i Sünnet alimlerinin itirafıyla sabit.
Sözün kısası, bu rivâyet de Abdülvâhid’in münker ve şâzz
rivâyetlerinden birisi. Münker ve şâzz rivâyetlerle amel
edilemeyeceğini ise bilmeyen yok!
Üçüncüsü, Evtâs muharabesi Mekke’nin fethinden
iki ay kadar sonra olmuştur. İlerde, Sebra hadisinin
tahlilini yaparken de göreceğimiz gibi; Ehl-i Sünnet
hadis alimleri, müt’a nikâhının ebediyyen haram
kılınışının Mekke’nin fethinde vukû bulduğunu
söylüyorlar. Şu halde Seleme’ye izâfe edilen bu rivâyet,
Ehl-i Sünnet alimlerinin kabullerine de aykırı. Çünkü,
Mekke’nin fethinde müt’ayı ebedî olarak haram kılan bir
peygamber, iki ay gibi kısa bir süre sonra buna izin
verebilir mi!? Bu “densizlik” bir peygambere nasıl reva
görülür!?
Kısacası Seleme’ye izâfe edilen bu rivâyet asılsız.
5. Abdullâh b. Ömer’e izafe edilen rivâyette,
müt’a nikâhının “Hayber” fethinde yasaklandığı ifade
ediliyor. Oysa o gün böyle bir konunun hiçbir şekilde
gündeme gelmediğini daha önce (İmam Ali’ye izâfe edilen
Hayber hadisinin tahlili sırasında)ispat
etmiş; bu iddiaların tamamen yanlış olduğunu, bunun ise
İbn Şihâb ez-Zührî’den kaynaklandığını söylemiştik. Çok
ilginçtir; bu rivâyetin senedinde de İbn Şihâb
ez-Zührî’nin adı geçiyor! Onun bulunmadığı senedlerle
gelen en sahih rivâyetlerde; Abdullâh o gün sadece evcil
eşeklerin yasaklandığını söylüyor!
Abdullâh b. Ömer’den gelen meşhur rivâyet bu.
Bu meşhur rivâyet, Abdullâh’dan azadlısı Nâfi’ ile oğlu
Sâlim; Nâfi’ ile Sâlim’in her ikisinden Ubeydullah b.
Ömer, sadece Nâfi’den ise Mâlikî mezhebinin imamı Mâlik
b. Enes ile İbn Cüreyc kanallarıyla geliyor. Dikkat
edilirse; Nâfi’den üç kişi rivâyet ediyor bu meşhur
hadisi. Bu üç kişinin rivâyetinde sadece “evcil
eşeklerin etinin” yasaklandığı ifade ediliyor.
ez-Zührî, “müt’a”yı da kattığı bu rivâyeti Sâlim’den
aldığını söylüyor ve diğer hadis hafızlarına bilinçlice
ters düşüyor. Bu bakımdan rivâyet asılsız ve gerçek
dışıdır. Dolayısıyla huccet olamaz!
Söz konusu rivâyetin bir başka isnadında da Ebû
Hanîfe bulunuyor ve o da bu rivâyeti Nâfi’den
naklediyor. Ebû Hanîfe’nin hadis alanında zabt ve hâfıza
bakımından zayıf olduğu ise malum.Zaten
o yüzden burada hata yapmış; Ubeydullah, Mâlik ve İbn
Cüreyc’in Nâfi’den yaptığı yukarıdaki meşhur rivâyete
ters düşmüş!!
Böylece İbn Ömer’e izafe edilen bu rivâyetin de münker
ve şâzz olduğu anlaşılıyor.
Abdullah b. Ömer’den rivayet edilen bu hadisi benzer
lafızlarla Taberânî de rivayet ediyor. Ancak onun da
senedinde Mansûr b. Dînâr et-Temîmî adlı çok
zayıf bir râvî var.
6. Enes hadisini de Ebû Hanîfe İbn Şihâb ez-Zührî
kanalıyla rivâyet ediyor! Ne ilginç değil mi? ez-Zührî
bu konuda hangi rivâyetin senedine takılsa, yapacağını
yapıyor! Ebû Hanîfe’nin hadisteki durumunu ise az önce
gördünüz.
Kaldı ki bu rivâyet sadece “yasaklama” belirtiyor ve
bunun Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz için de bir değerinin
olmadığını daha önce ifade ettik.
7. Câbir el-Ensârî’den gelen bu iki rivâyetin,
yine kendisinden gelen; daha önce, II. Bölüm’de
naklettiğimiz en güçlü ve en sahih hadislere ters
düştüğü meydanda. Bu bakımdan kabulü imkânsız!
a. Tâif hadisinin özellikle son kısımlarına
dikkatlice bakın. Bakınca; bunun daha önceki Câbir
hadislerinin üçüncüsünden (c) “uyarlama” olduğunu
göreceksiniz. Bu rivâyette yasaklayanın “Allah'ın Rasûlü
(s)”, orada geçen en sahih rivâyetlerde ise “Ömer”
olduğunu söylüyor; tersliğin farkında mısınız!? Bu
bir.
İkinci husus, Tâif muhasarası Mekke’nin fethinden
epeyce sonra vuku bulmuştur. Bu haliyle rivâyeti, “Ebedî
haramlık Mekke’nin fethinde vuku bulmuştur” diyen Ehl-i
Sünnet kardeşlerimizin kabulü de imkânsız görünüyor.
Üçüncüsü, rivâyet [Câbir – Abdullâh b.
Muhammed b. Aqîl – Abbâd b. Kesîr el-Basrî ...]
kanalıyla geliyor. Abdullâh doğru sözlü, siqa bir
râvî; ancak hâfızası zayıf.
Abbâd ise Ehl-i Sünnet mektebinin önde gelen
hadis hâfızlarının ittifakıyla “zayıf”, “metrûk =
hadislerine rağbet edilmemiş”, “rivâyetlerine güvenilmez”
bir râvî. Ahmed b. Hanbel onun için “uydurma hadisler
rivâyet eder!” diyor.
Yani rivâyetin senedi tek kelimeyle “sakat”!
Şu halde bu rivâyet de asılsız ve uydurma! Uydurup
ortaya koyan da Abbâd’dan başkası değil! Zaten İbn Hacer
el-Asqalânî de bu rivâyetin “zayıf” olduğunu söylüyor.
b. İkinci rivâyet de Hz. Câbir’den gelen en güçlü
ve en sahih hadislere ters düştüğü için münker ve şâzz!
Hem müt’a madem ki kıyâmete kadar haram kılınmış ve bunu
da Hz. Câbir duymuş; o halde II. Halîfe zamanına kadar
müt’a yaptıklarını neden söylüyor? Bu bir küstahlık
değil mi? Eğer Hz. Câbir’i iyi tanıyorsanız; bu
küstahlığı ona yakıştırabiliyor musunuz!? Bu bir.
İkincisi, rivâyet [Câbir – Muhammed b.
Münkedir – İsmâîl b. Ümeyye – Ubeydullâh b. Ali – Sadaqa
– Amr b. Ebî Seleme ...] kanalıyla geliyor.
Amr Şamlı ve İbn Ma’în başta olmak üzere hemen
herkesin “hâfıza bakımından” “zayıf” saydığı bir râvî.
Sadaqa, Abdullâh es-Semîn’in oğlu ve o da Şamlı!
Bu adamın da “zayıf” ve rivâyetlerinin “güvenilmez”
olduğu, en önde gelen hadis hafızlarının itirafıyla
sabit.
Ubeydullâh’ın kimliğini tespit edemedim.
Muhtemelen o da Şamlı!
Görüldüğü gibi rivâyet, bu haliyle sened bakımından
perişan ve asılsız! Ancak bize göre bunun sorumluları
yukardaki râvîler değil, İsmâîl b. Ümeyye’dir.
İsmâîl, her ne kadar Ehl-i Sünnet hadisçilerinin
güvenini kazanmış “siqa!” bir râvî ise de; bizce onun
Emevî devlet erkanına aşırı yakınlığıyla tanınması ona
sâbıka olarak yeter de artar bile! Kendisi Emevîlerin
çok zâlim bürokratlarından Amr el-Eşdaq’ın torunu!
Emevîlere yakınlığı da buradan geliyor. Amr el-Eşdaq,
İmam Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e alenen hakaret eden; bu
yüzden de lânetlik Yezîd tarafından Medîne valiliğine
getirilen, Emevîlerin çok sevip saydığı, hürmette kusur
etmediği bir “zâlim”.
Kısacası bu uydurma rivâyetin vebali, böyle bir aileye
mensup olan İsmâîl’e aittir. İsmâîl kafasındaki
düşünceyi doğrulatmak için böyle bir rivâyeti icat etmiş
olabilir.
8. Ebû Zerr hadisi [Ebû Zerr – Zeyd b.
Şerîk et-Teymî – oğlu İbrâhîm et-Teymî – Zübeyd b. Hâris
...] kanalıyla geliyor. Oysa İbrâhîm et-Teymî’den
aynı hadisi; a. Süleyman b. Mihrân el-A’meş
b. Ayyâş b. Amr el-Âmirî
c. Beyân b. Bişr
d. Abdülvâris b. Ebî Hanîfe
ile e. Süleymân b. Tarhân et-Teymîde
rivâyet ediyor. Ama bu beş râvînin beşi de söz konusu
hadisi “Hac müt’asının sadece ashâba ait olduğu”
şekliyle rivâyet ediyor. Zübeyd’in rivâyeti bu beş siqa
râvînin rivâyetine aykırı olduğu için “şâzz”dır ve
kesinlikle huccet değildir.
Buradaki “şâzz olma” durumu ise Zübeyd’den değil, bu
hadisi Zübeyd’den nakleden Fudayl b. Merzûq’tan
kaynaklanıyor. Zira Zübeyd diğerleri gibi gayet siqa bir
râvî. Üstelik Buhârî ile Müslim’in ortak râvîlerinden.
Fudayl ise adâlet ve sadâkatine güvenilen; ancak hâfıza
bakımından “çok kusurlu” olduğu söylenen bir râvî.
Dolayısıyla Ebû Zerr el-Ğıfârî hadisinin doğru şekli
şudur: “Hacda müt’a sadece biz sahabeye mahsustu.”
Bundan da maksat “hac aylarında umre yapmak” anlamına
gelen “müt’a” değil; “başlanılmış bir haccı yarıda kesip
/ bozup umreye çevirmek” anlamındaki “müt’a”dır. Aksi
halde bu hadisi doğru şekliyle bile kabul etmek mümkün
değildir.
Ebû Zerr’e isnâd edilen ikinci rivâyet ise [ Ebû
Zerr – Abdurrahmân b. Esved en-Neha’î – Mâlik b. Miğvel
– Huneys b. Bekr - ...] kanalıyla geliyor.
Huneys zayıf bir râvî.
Mâlik’in İmam Ali hakkında ileri geri konuştuğu;
dolayısıyla Ehl-i Beyt’e @ olumsuz yaklaştığı rivâyet
ediliyor.
Ayrıca senedde, Abdurrahmân ile Ebû Zerr el-Ğıfârî
arasında isnâd kopukluğu var. Dolayısıyla bu rivâyetin
kabûlü de mümkün değil!
9. Ömer’e izafe edilen bu rivâyet, “müt’a”
nikâhını yasaklayanın Allah'ın Rasûlü (s) olduğunu ifade
ediyor. Oysa bundan daha sahih ve daha sağlam olan şu
hadisler yasaklayanın bizzat Ömer’in kendisi olduğunu
açıkça ortaya koyuyor:
a. Hz. Câbir hadisi
b. Hz. Câbir hadisi
c. Hz. Câbir hadisleri
d. Imrân b. Husayn hadisi
e. Saîd b. Müseyyeb hadisi
f. Ebû Qılâbe el-Cermî hadisi.
g. Urve de İbn Abbâs’a karşı müt’a nikâhının
haram olduğunu savunurken, Allah'ın sevgili Rasûlü’ne
(s) değil; Ebûbekr ile Ömer’in icraatlarına dayanıyor!
h. Aynı Urve diyor ki: Havle bt. Hakîm Ömer’in
yanına girerek “Rabîa b. Ümeyye bir kadınla müt’a yapmış;
kadın da bundan hâmile!” dedi. Ömer hemen elbisesini
sürüyerek dışarı çıktı ve şunları söyledi: “Şu
müt’a yok mu; (yasaklamada) erken davranmış olsaydım,
onları recmederdim!”
Her biri seçme olan ve sıhhatli olduğunda kimsenin kuşku
duymadığı bu hadisler, müt’a nikâhını Allah'ın Rasûlü
(s) değil; bizzat Ömer’in yasakladığını açıkça ifade
ediyor. Bütün bunları görmezden gelerek “Müt’a nikâhını
Allah'ın Rasûlü (s) yasakladı” demek apaçık bir
inatçılık olmaz mı? Böyle bir tavır hangi insana yakışır!?
Burada Râğıb el-İsfahânî’nin “el-Muhâdarât” adlı
eserinde geçen çok ilginç bir olayı aktarmadan
geçemeyeceğim. Rivâyete göre Yahyâ b. Eksem, Basralı bir
alime “müt’aya cevaz verirken kime tâbi olduğunu” sormuş.
O da “Ömer’e” demiş! Yahyâ “Nasıl olur; Ömer bu konuda
insanların en katısıdır! Halkın huzuruna çıkarak “İki
müt’a var ki; ...” demiştir.” deyince, Basralı alim
cevabı yapıştırmış: “İyi ya! Onun şahitliğini
kabul, haram kılışını ise reddettik!”
Bütün bunlar İbn Mâce hadisinin kesinlikle hatalı
olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca Ebân b. Ebî Hâzim
(Abdillâh) var bu rivâyetin senedinde. Bu râvînin
adâletine güveniliyor; ama hâfızasının zayıf olduğu, bu
yüzden de münker pekçok hadisinin bulunduğu... Ehl-i
Sünnet hadis alimlerinin itirafları arasında.
Demek ki, müt’a nikâhını yasaklamayı Ömer’e değil de
Allah'ın Rasûlü’ne (s) izâfe etme hatası Ebân’ın zayıf
hâfızasından kaynaklanıyor.
Şu halde İbn Mâce hadisi “sanıldığı gibi” isnadı sahih
bir rivâyet değil; münker ve asılsız bir rivâyettir.
10. Hâris hadisi de meşhur hadis kaynaklarında
yer almayan, müt’a ayetine ve “müt’a nikâhına” cevaz
veren onlarca sahih ve meşhur hadislere aykırı bir
rivâyet. O yüzden de kitaplarda bu rivâyetin üzerinde
hiç durulmaz!
Kaldı ki senedinde İshâq b. Abdillâh b. Ebî Ferve
var. Ehl-i Sünnet hadisçilerinin ittifakla zayıf ve
metrûk saydıkları bir râvî.
Dolayısıyla Hâris adlı sahâbînin üzerinden bu rivâyeti
becerleyenin kim olduğu daha bir anlaşılmış oluyor.
11. Ebû Hürayra rivâyeti de Allah’ın kitabına,
Rasûlü’nün sünnetine ve sahabenin tatbikatına tamamen
aykırı. Bir defa bu rivâyetin başında Ebû Hürayra’nın
bulunması, onun reddedilmesi ve kaldırılıp atılması için
fazlasıyla yeterli!
Ayrıca senedinde Müemmel b. İsmâîl ile Ikrime
b. Ammâr adlı iki râvî var.
Müemmel’in büyük bir hâfıza ve zabt sorununun
bulunduğunu; dolayısıyla hadiste çok hatalar yaptığını
hemen herkes kabul ediyor.
Ikrime’nin de Müemmel’den pek farkı yok.Dolayısıyla
bu rivâyet, Ebû Hürayra’ya dokunmasak bile isnad
bakımından sakat.
Bu rivâyeti, hem Ikrime’nin hem de Müemmel’in durumundan
söz ederken, ez-Zehebî de kitabına almış. Ama insafa
gelerek “münker” olduğunu söylemiş.
İbn Hacer de “Her iki râvî hakkında da eleştiriler var!”
diyerek aynı şeyi ifade etmeye çalışmış!
Bu ikisi, Kitaba, sünnete, sahabe ve tâbiînin
tatbikatlarına aykırı bir rivâyeti aktarmakla “hata”
ettiklerini kanıtlamış oluyorlar. Böyle bir rivâyeti
“hasen” saymak tarafgirlik değildir de nedir?
12. Zeyd b. Hâlid rivâyeti hem sadece
yasaklamadan bahsediyor, hem de senedinde Mûsâ
er-Rabezî adlı bir râvî var. Mûsâ ittifakla zayıf ve
rivâyetlerine güvenilmez bir râvî.
13. Sehl hadisi de tıpkı Zeyd b. Hâlid hadisi
gibi. Bunun senedinde ise Yahyâ b. Osmân b. Sâlih
el-Mısrî ile İbn Lehî’a var. Her ikisi de
hadis alimleri tarafından çokça eleştirilen, hâfıza
bakımından çok zayıf râvîler.
14. Ka’b’dan rivâyet edilen hadisin durumu da
yukarıdakilerden farksız. Senedinde Yahyâ b. Ebî
Üneyse el-Cezerî adlı ittifakla zayıf, metrûk
bir râvî var.
15. Sa’lebe hadisinde, müt’a nikâhının Hayber’in
fethinde yasaklandığı açıkça ifade ediliyor. Bu ise
kesinlikle doğru değil; târihî hakîkatlere tamamen
aykırı.
Bu yüzden kabul edilmesi imkânsız.
Diğer yandan senedinde Şerîk b. Abdillâh en-Neha’î
adlı birisi var. Sadûq; ancak hâfıza bakımından çokça
eleştirilen bir râvî.
Demek ki burada hata yapmış!
Sebra Hadisinin Tahlîli
:
Sebra hadisi, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin biricik
dayanağı, darda kaldıklarında sığınıp medet umdukları
yegâne delildir. Bu rivâyet adeta ilaç gibidir onlar
için! O yüzden konuyla ilgili belli başlı kaynaklarda,
müt’a nikâhından söz edilirken, “ebedî haramlığına
sünnetten delil” deyince hep bu rivâyetin öne sürüldüğü
görülür. Bu rivâyetin onların imdatlarına yetişip
yetişemeyeceğini anlamak için, kendisini iki açıdan
eleştireceğiz:
* Metin (içerik) tenkidi :
a. Sebra hadisi; müt’a nikâhına açıkça cevaz
veren ayete, Peygamberimizin (s) meşhur hadislerine,
sahabe ve tâbiînin yaygın olarak bilinen tatbikatına
aykırı. Ayeti, meşhur hadisleri ve sahabe ve tâbiînin
tatbikatını sadece Sebra hadisine feda etmek hangi akıl
ve mantığa, hangi vicdana sığar!
b. Bu hadis sadece bir sahâbîden gelen bir
hadistir ve “müt’a”yı Allah'ın Rasûlü’nün (s)
yasakladığını ifade ediyor. Oysa bu nikâhın Allah'ın
Rasûlü (s) hayattayken uygulandığına ve en son II.
Halîfe Ömer b. Hattâb’ın yasakladığına dair hadisler
daha yaygın ve daha sahihtir. Dolayısıyla bu hadis,
pekçok sahâbînin rivâyet ettiği o hadislere de aykırı!
c. Bu hadisi Allah'ın Rasûlü’nden (s) Sebra
dışında rivâyet eden olmadığı gibi, Sebra’dan da oğlu
Rabî’ dışında duyan eden yok! Böyle haberlere
(hadislere) usûl ilminde “haber-i vâhid” denir. Haber-i
vâhid olan bir hadis ise hiçbir zaman kesin hüküm ortaya
koyamazlar. Bu usûl kuralını, bu alana birazcık gönül
verip ter dökmüş olan kimselerden bilmeyen yoktur. Bu
haber-i vâhid olan hadis, üstelik ayete, meşhur
hadislere aykırı ise; siz düşünün!
d. İnsanların namusuyla alâkalı böylesine önemli
bir hadisi, herkesin mutlaka duymuş olması ve bilmesi
gerekirken, bundan sadece Sebra’nın haberdar olması
sizce tuhaf ve garip değil mi!? Böyle bir durumun “bir
hadisin asılsız ve uydurma olduğunu tanıma yollarından
birisi” olduğunu
hatırlatmaya gerek var mı!?
e. Duruma bakılırsa, bu hadis kalabalığa hitaben
söylenmiş. Sadece Müslim’in rivâyetlerine bir göz
atılırsa bu durum açıkça görülür. Böyle bir durumda ve
böylesi önemli ve hassas bir konuda söylenen bir
hadisin, sadece bir kişi tarafından rivâyet edilmesi,
Ehl-i Sünnet hadis ve fıkıh alimlerinin ittifakıyla
“uydurma hadislerin” en temel alâmetlerinden sayılır.
Bu ve benzeri nedenlerle, bu hadisin Allah’ın Rasûlü (s)
tarafından dile getirildiğini iddia etmek imkânsızdır.
* Sened tenkidi :
a. Hadisin Sebra’dan sadece oğlu Rabî’ kanalıyla
geldiğini az yukarıda söylemiştik. Müt’a nikâhının
“ebedî olarak / kıyamete kadar” haram kılındığını ifade
eden bu rivâyet, çok ilginçtir, Rabî’dan sadece
Abdülazîz b. Ömer kanalıyla geliyor! Oysa aynı hadisi
Rabî’dan şu yedi kişi de naklediyor:
1. Leys b. Sa’d
2. Umâra b. Ğaziyye
3. İbn Şihâb ez-Zührî
4. Ebû İshâq es-Sebî’î
5. Amr b. Hâris el-Mısrî
6. Rabî’in oğlu Abdülmelik
7. Rabî’in oğlu Abdülazîz
İşte bu yedi hadis hâfızının Rabî’dan naklettiği
hadislerde “kıyamete kadar” kaydı bulunmuyor; sadece
“yasaklamadan” bahsediliyor. Dolayısıyla Abdülazîz b.
Ömer hadisi bu şekilde rivâyet ederek, Rabî’in kendi
çocukları dahil, diğer yedi hadis hafızına ters düşmüş
oluyor. Abdülazîz’i siqa
sayarsak; rivâyetine “şâzz”, saymazsak “münker” adı
verilir. Hadis usûlü kitaplarının hangisine bakarsanız
bakın; gerek “şâzz” ve gerekse “münker” hadislerin
zayıf ve merdût sayıldıklarını görürsünüz.
Yani bunlarla asla amel edilemez.
Bu durumda “kıyamete kadar haram olduğuna” dair rivâyet
sadece Abdülazîz’in rivâyetidir ve burada hata yaptığı
apaçık bellidir. Dolayısıyla bunun ilmî açıdan itibara
alınacak hiçbir yanı yoktur. O zaman geriye sadece
“yasaklanmış olduğundan” başka bir şey kalmıyor. Bu ise
Ehl-i Sünnet alimlerinin de işine yaramaz. Çünkü onların
büyük bir çoğunluğu müt’a nikâhının birkaç kez serbest
bırakılıp ardından yasaklandığına inanıyor. Dolayısıyla
onların işine yarayacak rivâyetin “ebediyyen, kıyamete
kadar” haram olduğunu ifade etmesi gerekiyor.
b. Üstelik bu şâzz olan Abdülazîz rivâyetinin
sened kısmı da çelişkilerle dolu. Buna “ızdırâb” deniyor
hadis ilminde. Zira senedin birinde “Abdülazîz b. Ömer”
yerine “Ömer b. Abdilazîz” denmiş!
c. Yedi hadis hafızının, içinde “kıyamete kadar”
kaydı bulunmayan rivâyetleri de metin bakımından bir
hayli muzdarib! Yani metinde birbirini tutmayan ifadeler
var. Örneğin Umâra, Ebû İshâq, Amr ve Rabî’in iki
oğlunun rivâyetlerinde olayın Mekke fethinde vuku
bulduğu ifade edilirken, Leys’in rivâyetinde yer ve
zaman belirtilmeden, sadece “yasaklama”dan bahsediliyor.
ez-Zührî’den ise dört kişi rivâyet etmiş: 1.
Süfyân b. Uyeyne,
2. Sâlih b. Keysân,
3. İsmâîl b. Ümeyye
ve 4. Ma’mer b. Râşid. Ma’mer’den de iki kişi
almış: İsmâîl b. İbrâhim b. Uleyye
ve Abdürrazzâq b. Hemmâm.
Süfyân’ın rivâyetinde yer ve zaman belirtilmeden sadece
yasaklamadan bahsediliyor.
Sâlih yasaklamanın Mekke’nin fethinde, İsmâîl b. Ümeyye
ise Vedâ haccında vuku bulduğunu ifade ediyor. Ma’mer
ise; kendisinden İsmâîl b. Uleyye’nin yaptığı rivâyette
Mekke fethinden bahsederken, Abdürrazzâq’ın rivâyetinde
ise yer ve zamana hiç değinmiyor. İşte rivâyetlerdeki
düzensizlik!
Burada İsmâîl b. Ümeyye’nin, diğer üç hâfıza aykırı
davranarak, yasaklamayı “Vedâ Haccı”na kaydırması hiç de
anlamsız değil! İsmâîl’in nasıl bir adam olduğunu da
önce gördük.
O bunu yaparken ileriyi düşünüyor; müt’a nikâhıyla
alâkalı uygulamaların en sonunda kaldırıldığını sözde
ispat edebilmek, Allah'ın Rasûlü’nün (s) hayatını
“yasaklamayla” kapatabilmek için bu yola baş vuruyor!
Eee, bu kadarı da olacak; çünkü İsmâîl’den bunlar
beklenmez değil! Ancak İsmaîl bütün bu entrikaları
çevirirken; “iş yapıyor” olmanın verdiği sarhoşlukla,
İbn Şihâb ez-Zührî’nin yanısıra diğer altı hadis
hafızının rivâyetlerine, ayrıca ez-Zührî’den rivâyette
bulunan üç büyük hadis hâfızına ters düştüğünü fark
edemiyor. Onların rivâyetlerinde “Vedâ Haccı” ilavesi
yok. Öyleyse bu, İsmâîl’in değil de kimin marifeti!?
Bu yüzden Ehl-i Sünnet hadis alimleri olayın “Vedâ
haccı”nda geçtiğini; yasaklamanın o gün yapıldığını
belirten rivâyetlerin “hatalı” olduğunu, doğrusunun ve
meşhur olanın ise “Mekke’nin fethinde yasaklandığını
belirten rivâyetler” olduğunu açık bir dille ifade
ediyorlar. el-Beyheqî, Abdurrahmân es-Süheylî,
İbn’ül-Qayyim el-Cevzî ve İbn Hacer el-Asqalânî
bunlardan sadece birkaçı.
Dolayısıyla onlar bile İsmâîl b. Ümeyye’nin söz konusu
rivâyetini kabul etmiyor.
d. Böylesi bir ızdırâba (düzensizliğe) sahip bir
rivâyeti, “müt’a nikâhı” gibi önemli bir konuda delil
olarak kullanmak büyük oranda cür’et ister. Çünkü böyle
bir rivâyetle haramı helal, yada helali haram kılmak çok
zordur. Üstelik vebali de çok ağırdır!
e. Ehl-i Sünnet alimlerinin de itiraf ve
kabulüyle, bu hâdise Mekke’nin fethinde olmuş. Mekke’nin
fethinde müt’ayı yasaklayan ve bunu “kıyamete kadar”
diyerek pekiştiren bir peygamber, nasıl oluyor da iki ay
kadar kısa bir süre sonra, Evtâs günü buna tekrar izin
verebiliyor!? Bu ne biçim iş! Sırf mezhebi kurtarmak
uğruna, Allah’ın peygamberini böyle bir “dengesizliğe”
ve “çelişkiye” itmek, bunun sonuçlarına göz yummak hangi
akıl sahibi müslümana yakışır!?
f. Allah'ın Rasûlü (s) gerçekten müt’ayı kıyamete
kadar yasaklamış olsaydı; yani Sebra hadisi sahih bir
hadis olsaydı; Buhârî böyle “ilaç gibi”bir hadisi
kaçırır mıydı? Kitabında bu hadise de yer vermez miydi?
İbn Şihâb ez-Zührî, Mâlikî mezhebinin imamı Mâlik b.
Enes’in en önde gelen üstadlarından olduğu halde; o bile
-en azından- üstadı kanalıyla gelen Sebra hadisine
“Muvatta’” adlı eserinde yer vermiyor! Sebra hadisi
“Mut’a nikâhı ebedî olarak haramdır” diyenler için son
derece hayati değer taşıyor; dolayısıyla bizim buradaki
sorularımıza “Canım! Buhârî ve hatta Mâlik sahih olan
her hadisi kitabına alamaz ya! Buna imkan var mı ki!?”
şeklinde bir cevap verilemez. Bu cevaba sığınan ve bunun
üzerine yatanlar, konunun önem ve ehemmiyetini ya
kavramamışlardır; ya da onlar bununla kendilerini
avutuyorlardır.
Bütün bunlar “Sebra Hadisi”nin de asılsız ve gerçek dışı
olduğunu göstermesi bakımından sanırım yeterli. Şu halde
böyle bir hadise yaslanmak, bununla bir helâli haram
kılmak bir tarafa; “mekruh” kılmak bile mümkün değildir.
Velhâsıl, biz Ehl-i Beyt (İmâmiyye) mektebi
olarak şunları söylüyoruz: Yukarıda Ehl-i Sünnet
kardeşlerimizin en muteber kaynaklarında yer alan en
sahih ve sahâbe arasında fazlasıyla yaygın hadisler
bizlere şu hakikatleri gösteriyor: Müt’a nikâhına Allah
Teâlâ izin vermiş, O’nun sevgili Rasûlü (s) hayatta
olduğu sürece uygulanmış. Bu uygulamaya I. Halife
Ebûbekr zamanında da devam edilmiş! Allah’ın kitabında,
Rasûlü’nün sünnetinde olmasına rağmen bunu yasaklayıp
haram kılan; buna rağmen vazgeçmeyenleri
cezalandıracağını söyleyen; hiç kuşkusuz, II. Halîfe
Ömer olmuştur!
Eğer müt’a nikâhını yasaklayan gerçekten Allah'ın Rasûlü
(s) ise, Ehl-i Sünnet âlimlerinden bir çoğu neden “Müt’a
nikâhını haram kılan / yasaklayan ilk kişi Ömer b.
Hattâb’tır.” diyor? Ebû Hilâl el-Askerî, Celâl
es-Süyûtî, el-Qalqaşendî ve el-Qırmânî; Ömer b.
Hattâb’ın müt’ayı haram kılıp yasaklayan ilk kişi
olduğunu söylüyorlar.
Yeri gelmişken, Ömer b. Hattâb’ın “İki müt’a var
ki...” sözüne ilişkin, el-Cessâs ile Fahruddîn
er-Râzî’nin ortak açıklama / savunmasına değinmek
istiyorum:
“Ömer’in bu sözü, Allah'ın Rasûlü’nün (s) konuyla
ilgili “haram kılıcı / neshedici” bir sünneti olmadan,
sahabe huzurunda söylemesi; sahabenin de bu duruma
sessiz kalması düşünülemez! Aksi halde bu durum; hem o
sözü söyleyeni, hem de dinleyip de itiraz etmeyenleri
küfre sokar; İslâm’dan uzaklaştırır.”
Yukarıda, şimdiye kadar gözler önüne serdiğimiz onca
sahih ve muteber delillere rağmen, böylesine zavallı ve
üzücü lafları, el-Cessâs gibi, er-Râzî gibi aklı başında
olduğunu sandığımız alimlere yakıştıramıyoruz! Çünkü bu
sözleri “gözleri mezheb taassubuyla perdelenmiş,
basîreti körelmiş” kimselerin dışında kimseler
söyleyemez!
Ömer b. Hattâb’ın madem bildiği bir hadis vardı; neden
onu okumadı!? Okumadığı bir tarafa; neden “Allah’ın
kitabında ve Rasûlü’nün sünnetinde olmasına rağmen ...”
diyor. Madem bu nikâhı Allah'ın Rasûlü (s)
yasaklayıp haram kılmış; öyleyse Ömer neden “...
rağmen ben onları yasaklıyor / haram kılıyorum! ...”
diyerek yasak koyanın ve haram kılanın kendisi olduğunu
ifade ediyor. Yoksa Ömer b. Hattâb ne dediğini bilmiyor
mu?
Diğer yandan; siz Ömer b. Hattâb’ın “eli sopalı” bir
halîfe olduğunu unutuyorsunuz galiba! Onun karşısında
kim öyle ulu orta çıkıp itiraz edebiliyormuş!?
Kaldı ki Ömer’e itiraz edenin olmadığını da nereden
biliyorsunuz? II. Bölüm’de, müt’a nikâhına cevaz veren
sahâbîleri gördünüz. Bunlar sahabenin en önde gelenleri.
Bunların çıkardığı seslerin muteber olabilmesi için,
mutlaka Ömer’in karşısına dikilmesi mi gerekiyor!?
Bu zavallı yorumlarla Ömer b. Hattâb’ı korumaya
çalışanlar, birazcık olsun, Allah'ın Rasûlü’nü (s) neden
hiç düşünmezler!? Allah’ın sevgili peygamberini
çelişkiye ve dün dediğini bugün yalanlamaya mahkum
edenler, o yüce peygamberi bir sahâbîye feda ederken
“bunun insanı nereye götüreceğini” neden akıllarına
getirmezler!? Yoksa Allah’ın peygamberi bir sahâbîden
daha mı önemsiz!? Bu türden maskaralıklara düşmenin
sebebi ne?
III. SAHÂBE VE TÂBİÎNİN
GÖRÜŞLERİ :
Kaynaklarda, ashâb ve tâbiînden bazılarının “müt’a
nikâhı”na karşı çıktıkları, buna asla izin vermedikleri
ifade ediliyor. Şimdi tespit edebildiğimiz kadarıyla, bu
görüşte olan sahâbî ve tâbiînin isimleri şunlar:
a. Sahâbîler :
1. Ömer b. Hattâb : Ömer’in müt’a nikâhına karşı
çıkıp “haram” dediğine yer gök şâhit. Üstelik “haram”
diyenlerin öncülüğü de ona ait! Ebû Hilâl el-Askerî,
Celâl es-Süyûtî, el-Qalqaşendî ve el-Qırmânî; Ömer b.
Hattâb’ın müt’a nikâhını haram kılıp yasaklayan ilk kişi
olduğunu söylüyorlar.
2. Abdullâh b. Ömer : Bir kimse Abdullâh’a
gelerek, “müt’a” nikâhının hükmünü sorduğunda hemen
sinirleniyor; “Vallâhi, bizler Allah'ın Rasûlü (s)
zamanında zinâ da etmedik, sifâh ta!”,
bazı rivâyetlerdeise
“Haramdır!” diyerek müt’a nikâhına bakış açısını ortaya
koyuyor. el-Cessâs’ın rivâyetinde ise “Sifâhtır!”
cevabını vermiş!
Bu rivâyetlerden Abdullâh b. Ömer’in de bu nikâha
“olumsuz” yaklaştığı açıkça anlaşılıyor. Zaten
Abdullâh’a bundan başkası da yakışmaz; çünkü o babasının
oğlu!
Ancak, Abdullâh b. Ömer’in “haramdır” fetvasıyla ilgili
bu rivâyetlerden birisi, daha önceki “Müt’anın Hayber
günü yasaklandığına” dair rivâyetinin
içinde geçiyor. Orada söz konusu rivâyetin sakat
olduğunu; “Hayber” ile ilgili kısmın, İbn Şihâb ez-Zührî
tarafından bilinçlice sokulduğunu görmüştük!
3. Abdullâh b. Zübeyr : Müt’anın cevazını ifade
eden Sünnetten deliller başlığı altında geçen Abdullâh
b. Abbâs ve Esmâ bt. Ebîbekr hadislerinden, onun da
müt’a nikâhına şiddetle karşı çıkanlardan olduğunu
anlıyoruz. Hatta İbn Ebî Şeybe’nin sahih isnadla
rivayetine göre; müt’a nikâhının zinadan farksız
olduğuna inanıyor!
4. Hz. Ebûbekr : Bu konuda, Abdullâh b. Abbâs ile
Urve’nin tartışmasını konu alan rivâyetten başka bir
rivâyet yok!
Bizce bu rivâyete “Ebûbekr”in de sokulması Urve b.
Zübeyr’in işi! Çünkü Urve, her ne kadar Ehl-i
Sünnet kardeşlerimizin son derece güvendikleri bir râvî
ise de, bizce o sâbıkalı, hadisi kabul edilemez
birisidir.
Dolayısıyla Ebûbekr’in müt’aya karşı çıktığı doğru
değil! Birazdan da göreceğimiz gibi, alimlerin Ömer b.
Hattâb’ı müt’ayı ilk yasaklayan kişi olarak sunmaları;
hem bunu Allah'ın Rasûlü’nün yasaklamadığını, hem de
Ebûbekr’in bu nikâha karşı çıkmadığını açıkça
gösteriyor.
Hz. Câbir’den gelen sahih hadislerden hareketle, onun
müt’aya cevaz verenlerden olduğunu bile rahatlıkla
söyleyebiliriz. Aksi halde halîfeliği zamanındaki “müt’a
nikâhı” uygulamalarına asla göz yummazdı.
5. Hz. Âişe : Müt’a nikâhına, Mü’minûn sûresinin
ayetlerini okuyarak karşı çıktığına dair rivâyet daha
önce geçmişti.
Orada bunun da aslının olmadığını gördünüz!
Kısacası güvenilir rivâyetler, sahâbeden sadece üç
kişinin; Ömer, oğlu Abdullah ve Abdullâh b. Zübeyr’in
müt’a nikâhına karşı çıktıklarını gösteriyor.
b. Tâbiîler :
1. Saîd b. Müseyyeb : “Allah Ömer’e rahmet etsin;
müt’ayı yasaklamasaydı zina açıktan yapılırdı!”diyerek
o da müt’a nikâhının haramlığına inandığını ifade
ediyor.
2. Urve b. Zübeyr : Esmâ bt. Ebîbekr
hadislerinden onun da kardeşi Abdullâh b. Zübeyr’den
farksız olduğunu anlıyoruz. Rivâyetlere göre Urve müt’a
nikâhını “zinâ” ile eş değerde görürmüş!!!
3. Hasen el-Basrî : Diyor ki: “Müt’a sadece kazâ
umresi
sırasında, o da sadece üç günlüğüne helal kılındı. Ondan
önce yada sonra hiç helal kılınmadı!!!”
4. Abdurrahmân b. Ebî Amra : Sahabeden olan ve
İmam Ali @ ile Sıffîn muharabesinde “azgın çete”nin
reisi Muâviye’ye karşı savaşırken şehîd düşen Ebû Amra
el-Ensârî’nin oğludur. Kendisi tâbiînin siqa
râvîlerindendir.
İbn Şihâb ez-Zührî’nin rivâyetine göre -tabii ki
doğruysa- o da müt’aya karşı çıkanlardan.
5. Rabî’ b. Sebra : Sebra b. Ma’bed’in oğlu. O da
siqa sayılmasına rağmen Buhârî’nin güvenini bir türlü
kazanamamış bir râvî. Zira Buhârî onun hadislerine
kitabında hiç yer vermemiş.
Sebra hadisinin kilit ismi / râvîsi olmasından, onun da
müt’a nikâhına karşı olduğu sonucuna varıyoruz. Belki de
bu hadis Rabî’in işi! Çünkü bunu babası Sebra’dan ondan
başka hiç kimse rivâyet etmiyor. Bu durum ister istemez
akla bir takım şüpheler getiriyor.
6. Abdülazîz b. Ömer : Ömer b. Abdilaziz’in oğlu.
Onun da bu kanaatte olduğunu, Sebra hadisine yaptığı
özel katkı(!)lardan anlıyoruz.
7. Mekhûl ed-Dimaşqî : Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz
tarafından genel olarak siqa ve sadûq kabul edilir.
Ancak tedlisçiliği de bilinen bir husustur!
Şam uyruklu fukahâdan sayılan ve İbn Şihâb ez-Zührî’nin
gözde üstadlarından olan Mekhûl da müt’a’nın “zinâ”
olduğunu iddia etmektedir.
8. İbn Şihâb ez-Zührî : Ehl-i Sünnet hadis ve
fıkıh ulemasının son derece güvenip siqa saydığıbu
adamın, aslında hiç de öyle olmadığını daha önce
gördünüz.
ez-Zührî’nin bu görüşte olduğunu anlamak hiç de zor
değil! İmam Ali’ye ve Abdullâh b. Ömer’e isnâd edilen
“Hayber hadisi”ne katkılarından dolayı onun da bu
görüşte olduğunu çıkarıyoruz.
9. İsmâîl b. Ümeyye : Ehl-i Sünnet hadis ve fıkıh
ulemasının son derece siqa saydığı, Buhârî ile Müslim’in
kendisinden bol bol hadis rivâyet ettiği
İsmâîl’in de ne mal olduğunu daha önce
görmüştük.
Hz. Câbir’den rivâyet ettiği “müt’ayı kıyamete kadar
haram kılan” rivâyetten ve yukarıdaki Sebra hadisine
olan katkılarından bu sonuca varmak hiç de zor değil.
10. İmam Ca’fer es-Sâdıq @ : Bessâm es-Sayrafî
İmam’a @ gelerek müt’anın hükmünü soruyor ve sorduğu
müt’ayı anlatıyor. O da “O şey zinadır!”
buyuruyor!
Öncelikle, Hz. İmam’ın @ müt’a nikâhına cevaz
verdiği gün gibi âşikârdır. O Ehl-i Beyt mektebinin
altıncı imamıdır ve bu mektebin bu konudaki tutumu, dost
düşman herkes tarafından bilinmektedir. İmam’ın müt’a
nikâhı için neler söylediğini I. bölümde gördük.
Diğer yandan, rivâyete dikkat edilirse, Bessâm
es-Sayrafî “Müt’anın hükmü nedir?” deyip bırakmıyor.
Ayrıca İmam’a sorduğu müt’ayı anlatıyor, özelliklerini
söylüyor. O da öyle bir müt’anın zinadan pek farkının
olmadığını ifade buyuruyor. I. Bölümde de gördüğümüz
gibi, bu konuda taraflar arasında “kavram kargaşası”
var. Ehl-i Sünnet mektebinin kafasında canlandırdığı
müt’a zaten zinadan farksızdır. Rivâyetten anlaşılan o
ki; İmam Ca’fer es-Sâdıq hazretlerine @ “Ehl-i Sünnet
tarafının düşündüğü müt’anın” hükmü sorulmuş; o da
“Aynen zinadır!” cevabını vermiştir.
Dolayısıyla bu rivâyetten, İmam Ca’fer’in @ müt’a
nikâhını -genel olarak- zinâ kapsamına soktuğunu anlamak
imkânsızdır.
Evet, müt’a nikâhını “haram” sayan Ehl-i Sünnet
alimlerine bakılırsa sahabe ve tâbiînin tamamı müt’aya
karşı! Neredeyse bu konuda ihtilaf yok! (Bu iddiaları
birazdan göreceksiniz.) Konuyu bu şekilde ortaya koymaya
çalışanlardan hemen hiç birisi; oturup ta hangi
sahâbîlerin ve tâbiînden kimlerin buna karşı çıktığını
söylememiş, bunun bir isim listesini sunmamış! Halbuki,
biz kendi araştırmamızdan ve bu esnada karşılaştığımız
rivâyetlerden hareketle; ashâbdan sadece 5, tâbiînden de
10 kişiyi tespit edebildik. Ebûbekr ile kızı Âişe’nin bu
halkaya bilinçlice sokulduğunu; Ebûbekr’i bu halkaya
dahil etme işinin Urve’ ile ez-Zührî’nin başının
altından çıktığını, Âişe annemizle ilgili rivâyetin ise
sulu olduğunu yukarıda gördük. İmam Ca’fer es-Sâdıq @
ile ilgili rivâyetin tahlîlini de yaptık. Dolayısıyla
geriye kalıyor; yalnız üç sahâbî ve dokuz tâbiî! Onların
da, müt’aya cevaz veren sahabe ve tâbiînin yanında
hiçbir kıymeti yok.
IV. İCMÂ DELİLİ :
Buradaki icmâdan kasıt, Ömer b. Hattâb müt’ayı tamamen
yasaklayıp, yapanları recmedeceğini açıktan ilan
ettiğinde sahabenin susması; ona itiraz etmemesidir.
Böyle bir durum, istisnasız bütün sahabenin Ömer’i
onayladığı (aksi halde itiraz ederlerdi!) anlamına gelir
ki; bunun adı Usûl ilminde “Sükûtî İcmâ”dır.
Sükûtî icmâ ise Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde
“sarîh icmâ = herkesin açık görüş ileri sürerek
vardıkları icmâ” gibi dikkate alınır ve kesin
delillerdendir.
Şâfiîlerin de büyük bir çoğunluğu böyle bir icmâya
“kesin delil” gözüyle bakmasalar da, yine de dikkate
alınması gereken bir “huccet” olduğunu söylüyorlar.
Müt’a nikâhının haramlığının “icmâ” ile sâbit olduğunu,
İmâmiyye mektebi dışında bütün fukahânın bu konuda
ittifaka varmış olduklarını az sayıda alim iddia
etmiyor! Hemen herkes “ağız birliği” ile “icmâ”dan söz
ediyor! Ebû Ca’fer et-Tahâvî, el-Cessâs, es-Serahsî,
el-Merğînânî, el-Kâşânî, el-Mavsılî, İbn Münzir, Ebû
Süleymân el-Hattâbî, el-Hâzimî, el-Mâzirî, İbn Rüşd,
Qâdî Iyâd, en-Nevevî, Fahruddîn er-Râzî, el-Qastalânî ve
Muhammed Ali es-Sâbûnî bunlardan sadece bazıları.
Cevap : 1. Sükûtî icmânın “sarîh icmâ” kadar
kesin bir delil gibi kabul edilişi; nihayet bir
fetvadır, ictihaddır. Bu konuda hiçbir nass (açık ayet
yada hadis) yok. Ne ayetten ne de hadisten, böyle bir
suskunluğun “onaylama” anlamına geldiğini ifade edecek
hiçbir delil, savunanları tarafından bile henüz
gösterilememiştir.
Hem bu, akla, mantığa ve târihî gerçeklere de aykırı.
Bir insanın her hangi bir hadise karşısında susması,
nasıl olur da o hadiseyi “onaylaması” anlamına
gelebilir? Birisinin yanlışını gördüğümüz halde ses
çıkarmadığımız olmamış mıdır? Özellikle karşımızdaki
adam uyarıya gerek duymayacak kadar kaba ve umursuz ise,
siz ne yaparsınız? Hem böyle bir durumda “emr bil-ma’rûf
ve nehy anil-münker = iyiliği emir ve kötülükten nehiy”
yapmak zorunda mıyız ki?
Diğer yandan, karşımızdaki adamın köteği, zindanı,
sürgünü ve hatta “siyaseten = devletin yüksek
menfaatleri için katl”i varsa herkesin o adama itiraz
edeceğini nasıl beklersiniz? Her insanın yapısı buna
müsait mi? İnsanlar içinde cesurlar ve korkusuzlar
bulunduğu gibi, ürkekler ve korkaklar da bulunmaz mı?
Anlaşılan siz, pekçok sahâbî ve tâbiînin, zamanın
sultasından korktukları için hadis rivâyet etmekten bile
çekindiklerini bilmiyorsunuz! Abdullâh b. Mes’ûd gibi en
önde gelen bazı sahâbîlerin, sırf “hadis rivâyet ettiği”
için Ömer b. Hattâb’ın zindanlarında neredeyse çürümeye
terk edildiğinden; onların Ömer ölünceye kadar
zindanlarda
kaldıklarından haberdar mıydınız!? Bütün bunları bilen
sahâbîler, nasıl Ömer b. Hattâb karşısında rahat hareket
edebilirler? Ve bu durum karşısında “sükût = suskunluk”
nasıl onaylamak ve olayı aynen kabullenmek anlamına
çekilebilir? İnsan memnuniyetsizliğini sadece diliyle mi
belli eder?...
Bu yüzden İmam Şâfiî başta olmak üzere, Dâvûd ez-Zâhirî,
Îsâ b. Ebân, Ebûbekr el-Bâqıllânî, İbn Hazm, el-Ğazzâlî,
el-Beydâvî, Fahruddîn er-Râzî gibi pekçok önde gelen
İslâm hukukçusu, toplum psikolojisini göz önünde
tutarak, böyle bir suskunluğu itibara almamışlar,
“Susana söz isnad edilemez” demişlerdir.
Dolayısıyla böyle bir suskunluğu “onaylamak” olarak
algılayamaz ve “sükûtî icmâ” diye bir şey kabul
edemeyiz.
2. Kaldı ki Ömer’e itiraz eden yok, demek
gündüzün ortasında güneşin varlığını inkar etmek gibi
bir şey. II. Bölüm’de “müt’a” nikâhına cevaz veren
pekçok sahâbîden bahsettik. O listeyi de kendi
kaynaklarımızdan değil, Ehl-i Sünnet alimlerinin en
muteber kaynaklarından derledik. Bütün bunları “yok”
sayarak “icmâ”dan söz etmek mümkün mü? Sahabeden yalnız
iki tanesinin -açıkça- bu kanaatte olduğunu az yukarıda
gördünüz. Allah aşkına, 3 sahâbîye karşılık tam 16
sahâbî müt’aya izin veriyor; “câiz” olduğunu söylüyor!
Mutlaka bir “icmâ”dan söz etmemiz icab ediyorsa; ne
taraftadır “icmâ”!
3. İcmâdan kasıt “Sahabe ve tâbiînden sonra İslam
ümmetinin icmâsıdır!” deniyorsa; bu da doğru değil.
Ehl-i Beyt imamlarının @ konuyla ilgili yaklaşımı
herkesçe malum. Onların katılmadığı ve onaylamadığı bir
ittifak nasıl “icmâ” sayılır? Allah'ın Rasûlü’nün (s)
ümmetine her konuda yol gösterici olarak “emanet”
bıraktığı bir Ehl-i Beyt imamının yer almadığı icmâ ne
anlam ifade eder ki? İmam Ali’nin, İmam Muhammed
el-Bâqır’ın ve İmam Ca’fer es-Sâdıq’ın muhalefeti
“muhalefet” olarak yetmez mi? Zamanlarının en büyük ilim
ve takva sahibi oldukları herkesçe tescil edilmiş bu
tertemiz insanlar, yoksa bu ümmetten yahut bu ümmetin
müctehidlerinden değil mi ki; “katılıp-katılmadıkları”
hiç hesaba katılmıyor!?
Ehl-i Sünnet mektebinin kendileri gibi düşünmeyen bizim
gibi müslümanları “Ehl-i Bid’at = Bid’atçi” saydığı
biliniyor. Buna rağmen Ehl-i Sünnetten pekçok fakîh,
Ehl-i Bid’atten bile olsa, bir müctehidin muhalefetiyle
icmânın gerçekleşemeyeceğini, böyle bir ittifakın ümmeti
bağlayıcı bir yönünün olmadığını; “İcmâ için onların da
muvafakat ve rızalarının şart olduğunu” açık bir dille
ifade ediyorlar.
Öyleyse Ehl-i Beyt imamlarının yer almadığı bir ittifak
“icmâ” sayılamaz. Bu durumda “müt’a” konusunda “icmâ”dan
bahsetmenin hiç mümkünü var mı?
4. Bu suskunluğun “icmâ” olduğunu var sayalım. Bu
durumda sahabe, Ömer’in “müt’a yapanları recmederim”
sözlerine de katılmış oluyor. Bu durumda müt’a yapan
herkesin recmedilmesi gerekir! Halbuki Ehl-i Sünnet
alimlerinin bile “recm”e katılmadıklarını IV. Bölüm’de
göreceğiz. “Müt’a” nikâhına ses çıkarmamalarını “icmâ”
sayıp, mahiyeti, yeri ve zamanı aynı olmasına rağmen
“recm”i kabul etmemek, ciddî bir ilim adamına yakışır mı
Allah aşkına!?
5. Aynı durum “hac müt’ası” için de geçerli. Ömer
b. Hattâb o sırada, müt’a nikâhının yanısıra hac
müt’asını da yasaklıyor ve sizin iddianıza göre, sahabe
de bunu onaylıyor! Ancak, müt’a nikâhı söz konusu
edildiğinde “icmâ” var diyen Ehl-i Sünnet alimleri, “hac
müt’ası”nı haram kabul etmiyor! Bu ne biçim çifte
standart! Delilin bir tarafını alıp öbür yüzünü
görmezden gelmekle hangi mantığa hizmet ediyorsunuz?
Şu halde “müt’a”nın haram olduğuna dair “icmâ” diye bir
şey yoktur! Ve böyle bir iddia delilden tamamen
yoksundur.
V. NESH İDDİASI :
Konuyla ilgili en garip delillerden birisi de “nesh”
iddiası! Bu iddiaya göre “Müt’a nikâhı her ne
kadar bir zamanlar uygulanmış olsa da; daha sonra
neshedilmiş, hükmü ortadan kaldırılmıştır.”
Bundan daha garibi ise bu konuda iki neshin yaşandığı
iddiasıdır! Yani müt’aya önce izin verilmiş; ardından
yasaklanıp hükmü kaldırılmış. Sonra bir daha serbest
bırakılmış; tekrar yasaklanmış!
Fakat İmam Şâfiî’ye isnad edilen bu dönüşümlü neshi
anlamak mümkün değil! Bu iş bu kadar basit mi? Allah’ın
hükümleriyle bu denli oynamak kimin haddine? Böyle bir
densizlik, bir peygambere nasıl reva görülür!? O yüzden
el-Cessâs, es-Serahsî ve İbn’ül-Qayyim gibi ilim
adamlarının bu tür iddialara hiç de itibar etmediklerini
görüyoruz. Kendisi bir Şâfiî fakihi ve müfessiri olan
er-Râzî de,
bu gibi sözlerin “muteber ulemanın sözleri olmadığını”
belirterek; İmam Şâfiî’ye izafe dilen o sözün aslının
esasının olmadığını ifade etmiş oluyor.
Neshin ne şekilde gerçekleştiği konusunda ise üç
yaklaşım var:
a. Ayetlerle nesh :
“Müt’a nikâhı”nın cevazını ifade eden ayet ve hadislerin
yine bir takım ayetlerle neshedildiği iddiası kitaplarda
“dedi-kodu” şeklinde de olsa dolaşır, durur! Bu konuda
dört ayrı rivâyet var:
1. Abdullâh b. Abbâs : Bu konuda kendisine izafe
edilen rivâyeti daha önce gördük.
2. Abdullâh b. Mes’ûd : Bu büyük sahâbînin ise
şöyle dediği rivâyet ediliyor: “Müt’a nikâhı;
talâk, iddet, ve miras (ayetleri) ile neshedilmiştir!”
3. İmam Ali @ : Rivâyete göre şöyle demiş : “Müt’a
nikâhı imkanı olmayanlar için idi. Nikâh, talâk, iddet
ve miras ayetleri nazil olunca neshedildi!”
4. Ebû Hürayra : Rivâyete göre diyor ki: “Müt’ayı
nikâh, talak, iddet ve miras (ayetleri) neshetmiştir!”
5. Saîd b. Müseyyeb : Diyor ki: “Müt’ayı
mirasla ilgili ayetler neshetmiştir!”
Cevap : Aklı başında, insaflı, etrafa kendi
gözleriyle bakmasını bilen hiçbir kimsenin kabul
edemeyeceği şu sözde “hadis” olacak rivâyetlere bakın!
Bakın da Allah ve Rasûlü tarafından helal kılınan,
sahabe ve tâbiînin cevazına fetva verip uyguladıkları
bir şeyi “haram”a çevirmek için, nelere başvurulduğunu
bir görün!!!
1. Öncelikle, bu rivâyetleri “delil” diye sunan
veya kitaplarında yer verenlerin; hem ne kadar tefsir ve
fıkıh usûlü bildikleri, hem de bu ilimlerin asıl kaynağı
durumunda bulunan İmam Ali @, Abdullâh b. Abbâs ve
Abdullâh b. Mes’ûd gibi büyük şahsiyetleri “cehalet”le
suçladıkları anlaşılmaktadır! Okuyucuları “saf” ve
“aptal” yerine koymaları ise işin cabası!
Allah aşkına, bu alimler kimleri “kandırmaya” çalışıyor!
Müt’a ayetiyle nikâh, talak, iddet ve miras ayetlerinin
ne alâkası var? Ayetin birisi müt’a nikâhını işliyor;
ötekileri ise genel olarak nikâhtan, talaktan, iddet ve
mirastan bahsediyor. Bu ayetler arasında % 100’lük bir
çelişki var mı ki “nesh”e gidiliyor? Müt’a nikâhında
miras yok diye “miras ayetleriyle müt’ayı mensuh” sayan
sizler, “kitap ehli olan bir kadınla evlenildiği vakit
de mirasın söz konusu olmadığını” bilmiyor musunuz?
Öyleyse neden “miras ayetleri, kitap ehli olan
kadınlarla evliliği de neshetmiştir” demiyorsunuz? Böyle
bir evliliğe hem “caiz” hem de “miras alamaz” dediğinizi
kimlerden saklayabileceksiniz? Bu ne çifte standart!!!
2. Müt’a da bir tür nikâh olduğuna göre “nikâh”
ile ilgili ayetlerin onu neshetmesi de ne demek oluyor?
3. Rivâyetlerde “iddet” kelimesinin geçmiş olması
da bu rivâyetlerin düzme olduğunu açıkça kanıtlıyor. I.
Bölüm’de de gördüğümüz gibi, müt’ada iddet var!
4. Bu rivâyetler, daha önce geçen İmam Ali, İbn
Abbâs ve İbn Mes’ûd’un müt’aya cevaz verdiklerini açıkça
ifade eden sahih hadislere de aykırı.
5. Müt’a ayeti ve uygulaması tamamen husûsî
(özel), nikâh, talâk ve miras ayetleri ise umûmîdir,
geneldir. Her genel hükmün bir istisnasının
olabileceğini sizler de kabul ettiğinize göre; buradaki
tutumunuzun amacı ne?
6. Nesh olayında nâsih’in (hükmü kaldıran delil)
kesinlikle mensuh’tan (hükmü kaldırılan delil) sonra
gelmesi lazım. Burada ise öyle bir netlik ve kesinlik
yok. Böylesi “kuşkulu” ve “ne idüğü belirsiz”
rivâyetlerle “nesh” yoluna gitmek, siz de takdir
edersiniz ki mümkün değil! Kaldı ki “nesh” olayında,
imkanlar elverdiği sürece, delillerin arasını bulmak ve
uzlaştırmaya gitmek temel bir kuraldır.
Aralarını bulmak ve bir şekilde uzlaştırmak mümkün iken
kesinlikle “nesh”e gidilmez. Bu kuralı neden işletmiyor
ve bu delillerin arasını bulmaya hiç çalışmıyorsunuz!?
7. Ayrıca, siz her ne kadar kabul etseniz de;
bizler Kur’an ayetleri arasında küllî neshi kabul
etmiyoruz. Yani bir ayet başka bir ayetin hükmünü
bütünüyle kaldıramaz. Ama “tahsîs = umumdan istisnâ”
anlamında “nesh” mümkündür; bunun Kur’an’da da pekçok
örneği vardır. Bu bir çelişki de sayılmaz. Yukarıdaki
rivâyetlerde geçen “nesh”in “tahsîs” anlamına alınması
ve böylece aralarının bulunması mümkündür.
8. Gelelim rivâyetlerin ayrı ayrı tahliline: İbn
Abbâs ile Ebû Hürayra rivâyetlerinin tahlillerini daha
önce yapmış; “asılsız” olduklarını ispatlamıştık.
Abdullâh b. Mes’ûd’a izafe edilen rivâyetin senedinde
ise; hem ızdırâb (yani çelişkiler) var, hem de adları
belirtilmeyen râvîler var. Bu yüzden onun kabulü de
imkansız!
İmam Ali’ye isnâd edilen rivâyetin senedinde Mûsâ b.
Eyyûb ile ondan nakleden Abdullâh b. Lehî’a
var. Mûsâ hâfıza sorunu bulunduğu için, hadisleri münker
(asılsız) olan bir râvî.
Abdullâh ise tedlîsiyle meşhur bir râvî. Bu yüzden
hadisçiler tarafından çokça eleştirilen birisi.Böyle
râvîlerin “an’ane”li, yani üstadından “an”=“den, dan”
harfiyle rivâyet ettiği hadisler makbul sayılmaz. Bu
rivâyette de durum aynen böyle.
Dolayısıyla İmam Ali’ye izafe edilen bu rivâyetin aslı
esası yok! Zaten “zayıf” bir rivâyet olduğunu Yahyâ b.
Saîd el-Qattân da ifade etmiş bulunuyor.
Saîd b. Müseyyeb ise nihayet bir tâbiîdir; sözü delil ve
huccet olacak birisi değildir. Dolayısıyla bu rivâyet de
kimseyi bağlamaz.
Neticede, bütün bu rivâyetler tamamen “asılsız” ve
mezhebi kurtarmak uğruna îcât edilen “düzme”lerdir.
Bunlarla “nesh”e gitmek insaf ve adâletle bağdaşmaz.
b. Hadislerle nesh :
Yukarıdaki ne idüğü belirsiz rivâyetlerle müt’a ayetinin
neshedildiğine -haklı olarak- yaklaşamayan bazı alimler,
söz konusu ayetin “hadislerle” neshedildiğini iddia
ediyor! Ebû Abdillâh el-Mâzirî, İbn Hümâm vb. alimler bu
kanaati taşıyor.
“Hadisler”den kasıt ise, daha önce geçen, müt’a nikâhını
haram sayanların dayandığı “Sünnetten Deliller”dir.
Cevap : 1. Konuyla ilgili rivâyetlerin her birini
teker teker ele alıp bütün tahlilleriyle birlikte
inceledik. Bunlardan olsa olsa sadece “Sebra Hadisi”
neshe elverişli olabilir! Çünkü sadece onda “ebedîlik =
kıyamete kadar” kaydı var! Yemen’in ünlü alimlerinden
Muhammed Ali eş-Şevkânî de bunu açıkça ifade ediyor.
eş-Şevkânî, Nisâ sûresinin ilgili ayetinin açık
ifadesinden ve Abdullâh b. Mes’ûd hadisinin
ifadelerinden hareketle; müt’anın İslâm’ın ilk
dönemlerinde mübah = helal olduğunu ifade ettikten sonra
“Ancak bu mübahlık bir takım hadislerle neshedilmiştir!”
diyor. Ardından Sebra, Abdullâh b. Abbâs (meşhur
fetvasından döndüğünü ifade eden a şıklı
Tirmizî’nin rivâyeti) ve Hayber ile ilgili İmam Ali @
hadislerine yer veriyor ve sonunda aynen şunları
söylüyor: “Bu konuda asıl huccet, müt’anın kıyamet
gününe kadar haram kılındığını ifade eden rivâyettir.”
Bundan da anlaşılıyor ki; onların “nâsih = neshedici”
olarak yegâne dayanakları “Sebra hadisi”. Onun da ne
durumda olduğunu yerinde gördünüz. Böylesine şâibeli bir
rivâyetle, ayet, hadis, sahabe ve tâbiînin tatbikatıyla
yer etmiş bir hükmü kaldırmanın imkanı var mı? Bu hangi
insafa, hangi vicdana sığar!?
2. Sebra hadisinin tüm eleştirilerden sâlim
olduğunu düşünsek bile; nihayet bir kişinin rivâyetinden
ibaret. Böyle bir rivâyetle “nesh”den söz edilebilir mi?
3. Kaldı ki burada bir de “Sünnet’in Kur’an’ı
nesh edip edemeyeceği” meselesi var. Hadislerle neshi
ileri sürenlerin bu yaklaşımı ise tamamen, “Sünnet’in
Kur’an’ı nesh edebileceği” ön yargısına dayanıyor. Oysa
başta İmam Şâfiî ile Ahmed b. Hanbel olmak üzere pekçok
müctehid, Şâfiîler ve Hanbelîler, böyle bir şeyi
kesinlikle kabul etmiyor. Doğrusu da bu. “Sünnetin
Kur’an’ı nesh edebileceğini” söyleyen Hanefîlerle
Mâlikîler ise, o sünnetin (hadisin) mutlaka “mütevâtir
olması” gerektiğini açıkça ifade ediyorlar.
Dolayısıyla, “Sebra hadisi” zaten “mütevâtir” olmak bir
tarafa, meşhur bile olamadığı için, onunla müt’a
ayetinin neshi hiçbir şekilde mümkün değil!
c. İcmâ ile nesh :
Yukarıdaki nesh çeşitlerinden tatmin olamayan bir kısım
alimler ise “icmâ ile nesh”den imdât diliyor; böylece
bataklığın birinden kaçalım derken, ondan daha büyük bir
bataklığa saplanıyorlar! Özellikle Hanefîlerin
başvurduğu “nesh” bu çeşit neshtir. Ebûbekr er-Râzî
el-Cessâs, es-Serahsî, el-Merğînânî, el-Mavsılî,
Fahruddîn er-Râzî, İbn Abdirrahmân ed-Dimaşqî ve
Abdülvehhâb eş-Şa’rânî bu yola başvuranların en önde
gelenlerinden.
Cevap : 1. Deve kuşları, düşmanlarından gizlenmek
için başlarını kuma sokarlarmış! Bu iddianın sahipleri
de, etrafta olup biteni görüp duymamak için gözlerini
kapatıp kulaklarını tıkıyorlar; ardından “icmâ”dan ve
“icmâ ile nesh”ten bahsediyorlar! Sormak lazım onlara:
Kafanızı kumdan çıkarıp etrafa bir göz atmanın zamanı
gelmedi mi? Yukarıda 30’a yakın sahâbî ve tâbiînin
müt’aya izin verdiklerini, sizin muteber kabul ettiğiniz
kitaplardan derledik; bunları ne zaman kabul
edeceksiniz? Abdullâh b. Abbâs’ın fetvasından döndüğüne
dair rivâyetlerin tümüyle yalan olduğunu hâlâ
anlayamadınız mı? Böyle acı(!) gerçekler ortada
dururken, icmâdan bahsetmek mümkün mü ki “icmâ ile
nesh”ten bahsediyorsunuz?
2. Burada “Tamam, önce ihtilâf vardı; ancak daha
sonra icmâ gerçekleşti ve önceki ihtilafı ortadan
kaldırdı” da diyemezsiniz. Çünkü: Birincisi,
sonradan gerçekleşen bir icmânın, önceden var olan
ihtilâfı ortadan kaldırıp kaldıramayacağı bir hayli
tartışmalı. Ahmed b. Hanbel’e ve mezhebindeki temel
yaklaşıma göre; sonraki icmâ, önceden var olan ihtilâfı
ortadan kaldıramaz. Şâfiîlerin, Zâhirîlerin, sözlerinden
anlaşıldığı kadarıyla Ebû Hanîfe ile öğrencisi Ebû
Yusuf’un ve bazı Mâlikîlerin
yaklaşımı da bu. Daha çok Hanefîler “kaldırır” diyor.
İkincisi, böyle bir durum da yok ortada! Sahabe
ve tâbiînin ihtilafından sonra, günümüze kadar hangi
asırda icmâ gerçekleşmiş! Bu hayâlî icmâya kimler
katılmış? Ehl-i Beyt mektebinin (İmâmiyye) müctehid
alimlerinin dışlandığı icmâ, meşrû ve bağlayıcı bir
“icmâ” olur mu ki? Yoksa sizler, “Muhammed’in ümmeti”
denince sadece kendinizi mi görüyorsunuz!?
3. İcmâ olduğunu varsayalım. Pekî bu durumda
ayet, icmâ ile nesh edilebilir mi? Nesh Allah'ın
Peygamberi’nin (s) hayatıyla sınırlı, icmâ ise ancak
onun vefatından sonra mümkün iken ve bu durum herkes
tarafından bilinirken, nasıl olur da “icmâ ile nesh”ten
bahsedilir!? Bu iddiayı öne çıkaran Ehl-i Sünnet
alimleri, diğer taraftan “İcmâ nâsih yada mensûh olamaz”
dediklerini
ne çabuk unutuveriyorlar? Yoksa vakit, mezhebi kurtarma
vakti mi?
Bütün bu gerçekler karşısında İbn Hümâm, el-Merğînânî ve
benzerlerinin “Müt’a nikâhı icmâ ile mensûhtur!”
ibaresini bu haliyle doğru bulmuyor ve “Yani icmânın
dayandığı delillerle mensûhtur. Aksi halde, icmânın
nâsih yada mensûh olma özelliğinin bulunmadığı malum.”
diyerek düzeltme yoluna gidiyor.
Sözü edilen “icmâ”nın delili de olmadığına göre; kökü
olmayan bir icmâ ile yola çıkılmış demektir.
Bu konuda kesin huccet daha önce geçen
Câbir, Ömer ve Imrân hadisleridir. Hz. Câbir bu nikâhın
Allah’ın Rasûlü (s) zamanında uygulandığını, bu
uygulamanın I. Halife zamanında ve II. Halife döneminin
ilk yıllarında da devam ettiğini; sonunda II. Halife’nin
bizzat kendisi tarafından yasaklandığını söylüyor.
Ömer b. Hattab da iki müt’anın Allah tarafından helal
kılındığını ve peygamber efendimiz zamanında
uygulandığını söyledikten sonra artık her ikisini de
kendisinin yasakladığını ve yapanları cezalandıracağını
herkese açıkça ilan ediyor!
Hz. Imrân’ın sözleri ise daha bir açık.
“Allah’ın kitabında
“müt’a ayeti” nazil oldu; Allah'ın Rasûlü (s) de onu
bize emretti. Daha sonra bunu nesheden bir ayet nazil
olmadığı gibi, Allah'ın Rasûlü (s) de vefatına dek bizi
ondan menetmedi. (Yalnız) ondan sonra bir adam çıkıp
kendi düşüncesiyle dilediğini söyledi.”
İmam Ali @ ile onun en yakın arkadaşı Abdullah b.
Abbas’ın “Ömer müt’ayı yasaklamasaydı...” sözleri de
aynı gerçeği ifade ediyor.
Abdurrazzâq b. Hemmâm, Ebû Dâvûd ve İbn Cerîr
et-Taberî’nin Buhârî ile Müslim’in şartlarına göre gayet
sahih isnadla rivayetine göre Hakem b. Uteybe de
müt’a ayetinin “muhkem” bir ayet olduğunu; dolayısıyla
neshin kesinlikle söz konusu olmadığını ifade ediyor.
Kısacası her ne şekilde olursa olsun; müt’a nikâhının
helalliğinin nesh edildiği iddiaları, delil ve mesnetten
tamamen yoksundur. Bunlar sırf mezhebi kurtarmak için
ileri sürülmüş boş laflardır.
VI. HZ. ÖMER’İN İCRAATI :
Müt’a nikâhının haram olduğunu ileri sürenlerden “Hz.
Ömer’in icraatını” da delil gösterenler olabilir! Ömer
b. Hattâb’ın icraatının huccet (bağlayıcı delil) olduğu
ise başlıca iki hadise dayandırılabilir:
1. “Benim sünnetime ve benden sonraki râşid –
mehdî halîfelerin sünnetine tâbi olun...”
2. “Benden sonra iki kişiye; Ebûbekr ile Ömer’e
uyun!!!”
Cevap : 1. Gerek Ebûbekr ve gerekse Ömer’in kendi
hilafetleri döneminde Allah’ın kitabına ve Rasûlü’nün
sünnetine aykırı pekçok uygulamaların olduğu bir gerçek.
Özellikle II. Halife’nin bu türden icraatları saymakla
tükenmez! Bu husus Ehl-i Sünnet alimlerince “prensip”
olarak pek kabul edilmese; onların tarih ve hadis
külliyatı bu türden bir yığın örneği, hem de en sahih ve
güvenilir senetlerle, içinde taşıyıp durmakta!
Ömer b. Hattâb’ın müt’a nikâhıyla ilgili icraatı da bu
türden.
Sorarım sizlere: Bir peygamber, icraatlarıyla Allah’a ve
Rasûlü’ne muhalefet eden birisini bizlere tavsiye eder
mi? Bizlerden onlara uymamızı ister mi? Bu durumda kitap
ve sünnetin hali ne olacak!? Böyle bir tavsiye ve
direktif, nübüvvet makamını sarsmaz mı? Bu türden
yaklaşımlarla Allah'ın Rasûlü’nü (s) töhmet altına
sokmak iman ve insafa sığar mı? Akıl, mantık bunu kabul
eder mi?
2. Allah'ın Rasûlü (s) “Ebûbekr ile Ömer’e uyun!”
demiş olsa bile bundan ne anlarsınız? Böyle bir ifadeden
Allah’ın kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine aykırı
icraatta bulunsalar bile onlara uymamız gerektiğini
çıkarabilir misiniz? Bizler bile (oniki imam dahil)
ondört ma’sûmun
tüm söz ve davranışlarının bizleri “bağlayıcı” olduğunu
söylerken, “Allah’ın kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine
aykırı düşseler de; durum böyle!” demiyoruz. (Kaldı ki,
onların hayatında kitap ve sünnete aykırı hiçbir icraat
yoktur; bunun tek bir örneğine bile şimdiye kadar
tesadüf edilmemiştir!)
3. Birinci hadise bir diyeceğimiz yok! Bu hadisin
ifade ettiği mesaj da doğru, isnadı da sahih. Fakat
hadisten maksat, bazı “uyanık akıllıların” anladığı
gibi; “Dört halife” değildir! Çünkü hem onlardan
bazılarının; özellikle II. Halife Ömer ile III. Halife
Osman’ın, Allah’ın kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine
aykırı pekçok icraatları var, hem de bu halifelerin
kendi aralarında bile pekçok konuda “görüş birliği” yok!
Bütün bunlar “râşid” ve “mehdî = hidayet kaynağı,
kılavuz” olan insanlara yakışır mı!? Böyle insanlara mı
uymamız tavsiye edilecek? Hiç bunun olur tarafı var mı?
Hadisten maksat hiç kuşkusuz; bizim kabul ettiğimiz
“oniki imam”dır ve diğer bazı hadislerde bu rakam aynen
geçer!
Gerçek anlamda “râşid” ve “mehdî” olan halifeler (halife
olması gereken imamlar) onlar!
4. İkinci hadis ise; kendisinden kat kat güçlü,
gayet sahih olan “Seqaleyn hadisi”ne
aykırı. 30’a yakın sahâbî tarafından rivâyet edildiği
için “mütevâtir” kategorisine yükselen bu hadis-i şerife
göre; Allah'ın Rasûlü (s) şöyle buyuruyor:
“Sizlere iki paha
biçilmez emanet bırakıyorum; onlara sımsıkı sarıldığınız
sürece asla sapmazsınız:
Allah’ın Kitabı
ve benim ıtretim (soyum), Ehl-i Beytim.
Onlar havuz başında
benim yanıma varıncaya dek birbirlerinden asla
ayrılmayacaklar! Onun için benden sonra onlara nasıl
davranacağınıza iyi dikkat edin.”
Bu hadis-i şerif, Allah'ın Rasûlü’nün (s) bizlere
başkasını değil; “seqaleyn”i yani Allah’ın kitabı ile
Ehl-i Beyt’i bıraktığını açıkça ifade ediyor.
Dolayısıyla Allah’ın kitabı ile Rasûlü’nün sünnetinden
sonra, bizleri söz ve davranışlarıyla bağlayan sadece
Ehl-i Beyt’tir! Bu durum, “Ebûbekr ile Ömer’e uyun!”
rivâyetinin asılsız olduğunu ortaya koyuyor.
5. Ayrıca bu ikinci hadis, bazı rivâyetlerde
şöyle devam ediyor: “... Ammâr b. Yâsir’in yoluna
tâbi olun. Abdullâh b. Mes’ûd’un sözlerine sarılın.”
Bilen ve anlayanlar için, bunlar hadisin sıhhatine ve
güvenilirliğine engel olan durumlardan sayılır. Zira
gerek Ammâr’ın ve gerekse İbn Mes’ûd’un ilk iki halifeye
hiç uymayan “ters” düşünce ve ictihadları var! O zaman
biz kimi tercih edeceğiz? Yerinde de gördük ki; İbn
Mes’ûd müt’a nikâhına “evet” diyor; Ömer b. Hattâb ise
“hayır”! Şimdi biz ne yapacağız!?
Kaldı ki Ebûbekr’in müt’a nikâhına cevaz verdiği daha
ağır basıyor. Bunu sebepleriyle birlikte yukarıda izah
ettik. Bu durumda da Ebûbekr’e mi yoksa Ömer’e mi
uyacağımız belli değil!
Allah aşkına böyle hadis olur mu? Bir peygamber hiç
böyle “çelişkilerle dolu” bir söz söyler mi!?
6. Söz konusu ikinci rivâyetin sened bakımından
tahliline gelince; Huzeyfe hadisi [
Huzeyfe – Rib’î b. Hırâş – Abdülmelik b. Umeyr ...]
yoluyla geliyor. Abdülmelik, hadis hafızlarına
göre âdil birisi; ama büyük oranda hâfıza sorunu var.
Üstelik tedlîs (rivâyet ettiği hadislerin kabul görmesi
için sened ve metninde oynama) ile suçlanıyor!
Ayrıca gerek Abdülmelik ile Rib’î, gerekse Rib’î ile
Huzeyfe arasında senedde kopukluk var! Bundan dolayı
el-Bezzâr ile İbn Hazm bu hadisin sahih olmadığını, Ebû
Hâtim ise illetinin bulunduğunu
ifade ederek; Huzeyfe’ye izafe edilen bu rivâyetin
“zayıf” olduğuna dikkat çekiyorlar. O halde Hâkim ile
ez-Zehebî’nin bu hadis için “sahih”, Tirmizî’nin de
“hasen” demesi gerçeği hiçbir zaman yansıtmıyor!
Abdülmelik ile Rib’î arasındaki kopukluğu, İbn Sa’d ile
Hâkim’in (aynı sayfalardaki) bir rivâyeti gidermekte.
Buna göre arada “Rib’î’nin azadlısı Hilâl” adında
birisi bulunmakta. O da kimliği ve kişiliği hakkında pek
bilgi sahibi olamadığımız birisi.
İbn Sa’d’ın bu Huzeyfe hadisini değişik bir isnadla da
rivâyet etmiş olduğunu görüyoruz: [ ...Rib’î b.
Hırâş – Amr b. Herim el-Ezdî – Sâlim Ebul-Alâ el-Murâdî
...] Ancak Sâlim el-Murâdî genellikle
“zayıf” sayılan bir râvî olduğuiçin
bu isnadı da itibara almanın yolu yok!
Abdullâh b. Mes’ûd’a izafe edilen rivâyetin
isnadı ise şu şekilde: [ İbn Mes’ûd – Ebüz-Ze’râ
Abdullâh b. Hâni’ – Seleme b. Küheyl – oğlu Yahya – oğlu
İsmâîl – oğlu İbrâhîm ...] Bunlardan Yahyâ,
oğlu İsmâîl
ve onun da oğlu İbrâhîmEhl-i
Sünnet hadis alimlerinin “zayıf” dediği râvîler.
Ebüz-Ze’râ üzerinde ise değişik görüşler var: Buhârî
zayıf sayanlardan!
Böyle bir rivâyeti Hâkim’in “sahih”, Tirmizî’nin ise
“hasen” sayması doğru mu? Bu yüzden ez-Zehebî Hâkim’in
hükmüne itiraz ederek “senedi tamamen çürük!” diyor
ve rivâyetin sakatlığını ortaya koyuyor.
Bütün bu anlatılanlardan çıkan net sonuç şu: Kitap ve
sünnette “Halîfe Ömer’in söz ve icraatları bizi bağlar”
diye bir hüküm olmadığı gibi, böyle bir hayali hükmün
hiçbir dayanağı da yok! Zaten müctehid alimler içinde
“Ebûbekr ile Ömer’in icraatları bizim için huccettir!”
diyen de yok! Dolayısıyla Allah’ın kitabı, Rasûlü’nün
sünneti ve sahabe ve tâbiînin meşhur tatbikatıyla sabit
olan bir hükmü, kimsenin hatırına terk edemeyiz!
Not : Alâüddîn Kuşçu’nun, Ömer b. Hattâb’ın iki
müt’ayı haram kılarken sarfettiği sözleri doğrulamak ve
Allah'ın Rasûlü’ne (s) karşı halifeyi haklı çıkarmak
için “Bu, halifeye zarar verecek durumlardan
değildir! Çünkü bir müctehidin, ictihâdî meselelerde bir
başkasına muhalefet etmesi bid’at sayılmaz!!!”
demesi; II. Halife Ömer’i bu sözlerle savunması ise
anlaşılır gibi değil!!!
Sormak lazım bu Kuşçu’ya: Allah ve Rasûlü’nün müt’a
nikâhını açıkça helal kılarak, uygulanmasına bizzat izin
verdiği herkes tarafından bilinmiyor mu? Böyle bir şeye
“ictihâdî” denebilir mi? “İctihâdî” derken deliliniz ne?
“İctihâdî alan” dendiğinde; bundan “hakkında kesin ve
açık delil bulunmayan, tartışmaya açık alan” anlaşılmaz
mı? Siz Allah ve Rasûlü tarafından açıkça helal kılınan
bir konuya “ictihâdî” diyerek neyi amaçlıyorsunuz?
Allah'ın Rasûlü’nü (s) sıradan müctehidlerin kefesine
koyarak, sonradan geleceklere “Peygambere muhalefet
kapısını” açmayı mı düşünüyorsunuz?
Peygamberler için “ictihad” diye bir şey söz konusu
değildir bize göre! Bize göre peygamberler daima vahyin
kontrolü altında bulunurlar. Onların İslâm adına ortaya
koydukları her şey “vahiy” mahsulü sayılır. Onların
“ictihad” edebileceğini kabul eden Ehl-i Sünnet
mektebine göre de; Peygamber Efendimiz (s) çözülmesi
gereken yeni bir konuyla karşılaştığında bir süre vahiy
bekler. Vahiyden ümidini keserse ictihadıyla karar
verebilir. Qâdî Iyâd, Fahruddîn er-Râzî, el-Beydâvî ve
Tâc es-Sübkî gibi usulcü alimlere göre; Allah'ın
Rasûlü’nün (s) ictihadla vardığı sonucun hataya ihtimali
yoktur. en-Nevevî, “muhakkik ulemanın görüşü budur.”
diyor. “Hata ihtimali vardır.” diyenlere göre ise; onun
ictihad ile vardığı hüküm Allah tarafından düzeltilmez,
herhangi bir “uyarı” almazsa; Allah'ın Rasûlü (s) o
konuda isabet etmiş (doğruyu yakalamış) ve Allah
tarafından da onaylanmış sayılır. Artık bundan sonra
hiçbir kimsenin o konuda Allah'ın Rasûlü’ne (s)
muhalefet etmesi caiz olmaz, kesinlikle haram olur.
Sonuç itibariyle her iki taraf da, Allah'ın Rasûlü’nün
(s) ictihadıyla varmış olduğu hükmüne muhalefet etmeye
kesinlikle izin vermiyor!
Ey Kuşçu! Sen bunları daha önce hiç duymadın mı yoksa!?
Bu durumda, Ömer’in icraatı, Allah’ın hükmüne karşı
“ictihad” olmaz mı? Nass (açık ayet ve hadis) karşısında
“ictihad” yapmanın haram olduğunu bilmiyor musunuz!?
Sizin ağzınız bu sözleri sarfederken aklınız nerede? Bu
ne sarhoşluk ve ne dediğini bilmezlik? Siz hiç Allah’tan
korkmaz mısınız bunları söylerken? Allah'ın Rasûlü’nün
(s) bir “Ömer” kadar haysiyeti, izzet ve şerefi yok mu
sizin yanınızda!? Bu sözleri sizden başka söyleyen var
mı? Varsa; nerede, ne zaman yaşamış? Onu kimler görmüş?
Siz bunu yaparken ne kötü bir çığır (bid’at) açtığınızın
farkında mısınız? Hem bunun günahını, hem de kıyamete
kadar sizin bu yolunuzu izleyecek olanların günahını
taşımaya hazır mısınız!?
Bir an Kuşçu’ya hak verip, Allah'ın Rasûlü’nün (s)
ictihadla vardığı hükme muhalefetin “câiz” olabileceğini
kabul etsek bile; “İctihâd ictihâd ile nakzolunmaz”
diye bir temel usûl kuralı var.Yani,
bir müctehidin “ictihad” ile vardığı bir hüküm, Allah’ın
kitabına ve daha başka kesin delillere aykırı olmadıkça,
bir başka müctehidin hükmüyle bozulamaz, yürürlükten
kaldırılamaz. Dolayısıyla önceki ictihadın yürürlüğü ve
geçerliliği devam eder.
Bu durumda; Allah'ın Rasûlü (s) müt’anın cevazına
“ictihad” ile ulaşmış ve bunu karara bağlamışsa, bu
hüküm Ömer’in ictihadıyla yürürlükten kaldırılabilir mi?
Biz halen Allah'ın Rasûlü’ne (s) uyamaz mıyız?
Kısacası, Kuşçu’nun bu sözünün hiçbir değeri, akıl alır
bir tarafı olmadığı için; tutup duvara çalmaktan başka
yapacağımız yok!
VII. AKLÎ DELİLLER :
Müt’a nikâhı için “haramdır” diyenlerin aklî ve
sosyolojik delillerinin de olduğu inkar edilmez! Onların
ileri sürdükleri bu delilleri ise şu şekilde
sıralayabiliriz:
1. Müt’a nikâhında talak, iddet, neseb ve miras
gibi hukûkî hükümler cereyan etmez. Oysa bunlar normal
bir nikâhın hükümlerindendir. Bu bakımdan müt’a meşrû
bir evlilik sayılamaz!
2. Nikâh şehveti teskin etmek için değil; sadece
ırz ve namusu korumak ve çoluk-çocuk sahibi olmak için
meşrû kılınmıştır. Müt’ada ise çoluk çocuk sahibi olmak
diye bir şey yoktur; sırf şehveti teskin vardır! Bu
açıdan da müt’a nikâhı meşrû bir nikâh değildir.
3. Zinada meniyi boşa verip israf etmek vardır ve
bu yüzden de “sifâh” adını almıştır. Müt’a nikâhında da
durum bundan fark |