II. B Ö L Ü
M
C E V A Z
V E R E N L E R İ N
D E L İ L L
E R İ
A. CEVAZ VERENLER
Biraz ilerde de göreceğimiz gibi,
müt’a nikâhına “caizdir” diyen pekçok sahâbî ve tabiî var.
Ancak şu an söz konusu nikâh için -tabîî ki şartlarıyla
birlikte- sadece İmâmiyye mektebi “caizdir ve hâlen meşrûdur”
diyor. Şu an yaşayan İslâmî mezhebler arasında, İmâmiyye’nin
dışında bu nikâha izin veren kimse yok.
B. DELİLLERİ
Müt’a nikâhı için “caizdir”
diyenlerin delillerini beş ana grupta toplayabiliriz:
I. KİTAPTAN DELİLLER :
Cevaz verenlerin Kitaptan yani Kur’an’dan başlıca iki
delilleri var:
1. [Nisâ Sûresi : ayet 24] :
“... Bunların dışında kalanları, namusunuzu / iffetinizi
korumak ve fuhşa / zinaya düşmemek kaydıyla, mallarınız
karşılığında almanız sizlere helal kılındı.
Dolayısıyla her hangi bir şey karşılığında onlarla istimtâ
ettiğiniz zaman, ücretlerini kendilerine kararlaştırıldığı
biçimde verin. Kararlaştırdıktan sonra (ücretin bir
miktarını düşmek için) karşılıklı anlaşmanızda sizin için
bir sakınca yok. Allah Alîm ve Hakîmdir.”
Allah Teâlâ bu ayetin
yukarı kısmında (ayet: 22,23 ve 24’ün baş tarafı) kendileriyle
evlenmemiz haram olan kadınların kimler olduğunu bir bir
sıraladıktan sonra böyle bir açıklamada bulunuyor.
Birincisi, yukarı tarafta
hangi kadınlarla evlenmenin ve cinsel ilişkide bulunmanın
haram olduğu belirtildikten hemen sonra “Bunların dışında
kalanları .... mallarınız karşılığında almanız sizlere
helal kılındı.” buyuruluyor. Bu ifade, yukardakilerin
dışında her hangi bir kadınla mal karşılığı evlenmenin ve
onunla cinsel ilişkide bulunmanın helal olduğunu açıkça
gösteriyor. Bu ise müt’a nikâhından başka bir şey değildir.
Çünkü mal karşılığı cinsel ilişkinin helalliği sadece müt’a
nikâhı için söz konusudur. Dâimî nikâhta ise, cinsel ilişkinin
helalliği mal vermeye bağlı değildir. Bunun için sadece nikâh
akdi bile yeterlidir.
İkincisi ve en önemlisi,
ayette “... her hangi bir şey karşılığında onlarla istimtâ’
ettiğiniz zaman .....” buyuruluyor. Burada iki nokta var:
Biri, “her hangi bir şey
karşılığında” ifadesi müt’a nikâhından başka bir şeyi
çağrıştırmıyor. Bu, hemen bütün müfessir ve Kur’an
mealcilerinin gözünden kaçmış önemli bir kayıttır. Bu anlamın
nereden çıkarıldığını yukarda gördük.
Öbürü ise ayette bizzat “istimtâ’”
kelimesinin yer almış olmasıdır. Sadece bu kavram bile, ayetin
müt’a nikâhı hakkında nâzil olduğu konusunda tek başına
yeterli aslında.
“İstimtâ’” her ne kadar “faydalanmak”,
“istifade etmek”, “tat almak”, “nimetlenip yararlanmak” gibi
anlamlara geliyorsa da, bunlar onun sözlük karşılıklarıdır.
Halbuki bu kelimenin İslâmî literatürde oturmuş ve herkes
tarafından bilinen bir terim karşılığı vardır: O da “müt’a
yapmak”tır. “Temettu’” da bu anlamdadır. Bilhassa
“kadınlar”dan, “nikâh”tan bahsedilen bir ortamda bu kelimenin
başka bir karşılığı yoktur. Konumuzla alâkalı hadislerde bile
sürekli “istimtâ’” ve “temettu’” kavramları kullanılmıştır.
Kur’an’da sık sık geçen “salât”, “zekât”,
“savm” “hacc” vb. kelimelerin her birinin sözlük karşılığı
var. Ama hemen hiç kimse bu kavramların geçtiği ayetlerden
sözlük anlamını anlamaz. Çünkü bu kavramların da İslâmî
literatürde oturmuş karşılıkları vardır ve maksat odur.
Üçüncüsü, ayet-i kerîmede
“istimtâ ettiğiniz zaman ücretlerini ... verin.”
buyuruluyor. Bu ifadeden, ücret vermenin “istimtâ’” etmeye
bağlı olduğu anlaşılıyor. Bu ise sadece müt’a nikâhı için söz
konusudur. Çünkü bir kadın, yalnız müt’a nikâhında “istimtâ” (yararlanma)
sonrası ücretini (mehrini) hak kazanır. Dâimî nikâhta ise
ücretin tamamını hak etmek için cinsel ilişki şarttır. Cinsel
ilişki olmadığı takdirde, sırf akit ile, kararlaştırılan
ücretin sadece yarısı hak edilir. Baqara sûresinin 237. ayeti
bu hususta yeterince açık. Şu halde buradaki “istimtâ”
müt’a nikâhından başka bir şey değildir.
Sözün kısası, ayetin müt’a
nikâhından bahsettiği aslında yeterince açık ve net. Bu yüzden
müfessirlerin çoğunluğu, ayetin müt’a nikâhı hakkında nazil
olduğunu söylüyor.
Abdullâh b. Abbâs,
Mücâhid
ve isimlerini tek tek sıralayamayacağımız alimler de ayetten
aynı sonucu çıkarıyor.Ancak
asırlar boyu ayete yanlış anlamlar verilmesi ve zoraki
yorumlar, asıl mesajın anlaşılmasına daima engel olmuştur.
Ayet-i kerîmeyi bir kısım sahâbî ve
tâbiînin “onlarla
belli bir süreye kadar
istimtâ’ ettiğiniz zaman” şeklinde okuması da bunu
gösterir. İşte ayeti böyle okuyup öyle anlaşılması gerektiğini
ortaya koyanların isimleri:
1. Abdullâh b. Mes’ûd
2. Abdullâh b. Abbâs
3. Übey b. Ka’b
4. Saîd b. Cübeyr
5. İsmâîl b. Abdirrahmân
es-Süddî
İtiraz : Bizim tarafın bu
istidlaline elbette bir takım itirazlar yöneltilmiş. Bu
itirazlar şunlar:
a. Ayetin üst kısmında
nikâhlanılması haram olan kadınlardan bahsediliyor. Ardından
“Bunların dışında kalanları ... almanız sizlere helal
kılındı” denmesi, maksadın yine “nikâh” olduğunu;
dolayısıyla ancak “nikâh” ile evlilik yapılabileceğini ifade
ediyor.
b. Ayette “iffetinizi
korumak ... kaydıyla” denmesi de bunun sadece “meşrû ve
sahih nikâh” olduğunu ortaya koyuyor. Bu da sadece “dâimî
nikâh”ta var. “Müt’a”da ise “iffeti korumak” diye bir şey yok!
c. Ayrıca “fuhşa / zinaya
düşmemek” kaydına da yer veriliyor. Bu meali verdiğimiz
kelimenin Kur’an’daki orijinal karşılığı “sifâh” kökünden
türemiştir. Sifâh ise, İslâmî hiçbir gaye ve maslahat
gözetmeden, boşuna ve tamamen lüzumsuz yere meni dökmek,
harcamaktır. Zina bu yüzden haram kılınmıştır. Müt’a nikâhında
da hiçbir gaye ve maslahat gözetilmediğine göre zinaya
benzemiş oluyor.
d. Ayette geçen “istimtâ’”
faydalanmak, istifade etmek gibi anlamlara geliyor. O halde
ayetten maksat cinsel ilişkidir; “müt’a” değildir.
e. Ayette ücretin verilmesi
“istimtâ”ya bağlanıyor. Ücretin (mehrin) tamamı ise,
sadece dâimî nikâhta cinsel ilişki vuku bulmuşsa verilir. Bu
da “istimtâ’”nın dâimî nikâhtaki cinsel ilişkiden
kinâye olduğunu ortaya koyuyor.
f. Bu konuda başvurulan “belli
bir süreye kadar”
okuyuşu nihayet “şâzz” bir kırâettir. Yani birkaç kişinin
okuyuşundan başka bir şey değildir. Bununla bir şeyin ayet
olduğu ispatlanamaz, bu yolla Kur’an sabit olmaz. Durum böyle
olunca, bu okuyuşla ayetten o sonucu çıkarmak doğru olmaz.
Cevap : el-Cessâs ve onun
gibi düşünen daha birçok kişi tarafından ileri sürülen bu çoğu
demagojik itirazlar şu şekilde defedilebilir:
a. Bu itirazın konumuzla hiç
bir ilgisi yok. Tabii ki önceki ayetler nikâhlanılması haram
olan kadınlardan bahsediyor ve ardından onların dışında
kalanların bizlere helal olduğu belirtiliyor. Müt’a nikâhına
“evet” diyenler buna karşı mı çıkıyor ki!? Onlar da yukardaki
kadınlarla müt’a nikâhı yapmanın haram olduğu kanaatindeler.
Şu halde bu itiraz tamamen boştur ve yerinde değildir.
b. Bu da tamamen delilsiz,
kuru bir iddiadır ve çıkış noktası ön-yargıdan başka bir şey
değildir. Dâimî nikâhta iffet oluyor da müt’a nikâhında neden
olamıyor!? “Müt’a nikâhı haramdır” ön kabulünden hareketle
verilmiş böylesi aceleci bir karar, tartışmayı tekrar başa
döndüreceğinden ilmî hiçbir değeri yoktur.
c. Bu, sonuçları hiç dikkate
alınmadan ileri sürülen korkunç ve dehşet verici bir itirazdır.
Bu itirazı yapanlar Allah ve Rasûlü’nün bir zamanlar zinaya
izin verdiğini mi söylemek istiyorlar!?
d. Bu itirazın cevabı
yukarıda verildi. Kısaca tekrar etmek gerekirse; Bu kelimenin
“faydalanmak” ve benzeri anlamlara geldiği doğrudur. Ancak bu,
kelimenin sadece sözlükteki karşılığıdır. Bunun bir de İslâmî
ilimlerde kullanılan yaygın bir anlamı (terim) vardır ki o da
“müt’a nikâhı yapmak”tır. Özellikle kadın, nikâh vb.
kavramlarla birlikte kullanıldığında bu anlama geldiğini aklı
başında kimse reddetmez. Söz konusu ayette de böyle bir
ortamda kullanılmış bu kelime. Kelimeyi, içindeki terim
karşılığını boşaltıp “faydalanmak”la doldurmak bâtınî bir
yorumdur ve ciddiye almak bile doğru değildir. Bunun kapısı
bir açık tutulursa, “namaz kılmak” olarak anladığımız “salât”a
sadece “dua etmek”, “oruç tutmak” anlamını verdiğimiz “savm”
kelimesine “tutmak” ... anlamı verilebilir ki bunun tehlike
boyutlarını siz düşünün!
e. Bu itiraz da yersizdir ve
tamamen “d” şıklı itirazın haklılığına dayanır. Diğer
yandan “ayette ücretin verilmesi cinsel ilişkiye bağlanıyor;
bu da dâimî nikâhta böyledir.” denilirse, “cinsel ilişki vuku
bulmamışsa ücreti hak edemeyeceği” akla gelebilir. Oysa Baqara
sûresinin 237. ayeti, dâimî nikâhta cinsel olay vuku bulmadan
boşanma meydana gelmişse mehrin yarısının verilmesini
öngörüyor. “Ayetten maksat müt’a nikâhıdır” dediğimizde ise
böyle bir sorunla karşılaşmıyoruz.
f. Öncelikle, hiç
kimse müt’a nikâhının cevazını söz konusu okuyuşa
dayandırmıyor. Bu okuyuş, ayetten zaten zorunlu olarak
anlaşılan anlamı sadece pekiştiriyor.
Diğer yandan, bu okuyuş
iddia edildiği gibi birkaç kişinin okuyuşundan ibaret değildir.
İbn Mes’ûd, İbn Abbâs ve Übey b. Ka’b gibi önde gelen Kur’an
hâfızı sahâbîlerin okuyuşudur. Saîd b. Cübeyr dahil İbn
Abbâs’ın tüm öğrencileri arasında da yaygın olan ve hiç
kimsenin itirazıyla karşılaşmayan
bu okuyuşa “şâzz” demek doğru olmasa gerektir. Bu türden
okuyuşlara “meşhûr şâzz” adı verilir ve Mâlikîlerin dışında
kalanlarca huccet sayılır.
İşte Ehl-i Sünnet mektebinin ileri
sürdüğü itirazlar bundan ibarettir ve görüldüğü gibi hepsi de
boş ve çürük itirazlardır. Bu yüzden büyük müfessirlerden
Fahruddîn er-Râzî, el-Cessâs’ın yukarıdaki itirazlarından
bazılarını naklettikten sonra “Bunlar boş sözler! Burada en
iyisi şunu söylemektir: Biz müt’anın mübah idiğini inkâr
etmiyoruz. Sadece bunun neshedilmiş (hükmü kaldırılmış)
olduğunu söylüyoruz!” diyerek ayetin müt’a nikâhı hakkında
açık olduğu ve bundan kurtulmanın ise “nesh”e gitmek olacağı
üzerinde genişçe duruyor.
2. [Mâide Sûresi : ayet 87] :
“Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı şeyleri haram
kılmayın / o şeylerden kendinizi mahrum etmeyin. Haddi de
aşmayın; çünkü Allah haddi aşanları sevmez.”
Abdullâh b. Mes’ûd anlatıyor: “Allah'ın
Rasûlü (s) ile birlikte gaza ediyorduk. Yanımızda
kadınlar(ımız) yoktu. (Cinsel arzularımız iyice bastırmaya
başlayınca) “Acaba kısırlaşsak mı!?” dedik. Allah'ın Rasûlü
(s) bizi bundan menetti; ardından bize bir elbise karşılığında
belli bir zamana kadar bir kadınla evlenmemize (müt’aya) izin
verdi ve “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı
şeyleri haram kılmayın...” ayetini okudu.”
Ayeti okuyan, bazı rivâyetlerde
Allah'ın Rasûlü (s) –ki el-Cessâs bu kanaattedir-
bazı rivâyetlerde ise râvîmiz Abdullâh b. Mes’ûd’un bizzat
kendisidir. Ayetin müt’a nikâhına izin verildikten sonra yada
bu olay üzerine okunması, müt’a nikâhının helal ve temiz bir
şey olduğunu ve böyle helal ve temiz bir şeyi haram kılmanın
kimsenin yetkisi dahilinde olmadığını ifade ediyor.
İtiraz : Bu ayetle yapılan
istidlale bir itiraz var ve o da “Tamam, zaten bu nikâh bir
zamanlar mübah idi; ama sonra neshedildi. Dolayısıyla hükmü şu
an kaldırılmıştır.” iddiasıdır.
Cevap : Bu itiraza cevap
vermeye bile gerek yok! Çünkü zaten bizim konumuz, müt’a
nikâhının sonradan mensuh olup olmadığıdır. Lafı dönüp
dolaştırıp başa götürmenin hiçbir anlamı yoktur.
II. SÜNNETTEN DELİLLER :
Müt’a nikâhının caiz
olduğuna dair sünnetten pek çok delil var. Allah'ın Rasûlü (s)
hayattayken bu nikâhın uygulandığına ve daha sonra da
kaldırılmadığına dair hadisler şu sahâbîler aracılığıyla
bizlere ulaşıyor:
1. Abdullâh b. Mes’ûd :
Hadisi az yukarıda geçti.
2. Câbir b. Abdillâh : a)
Hz. Câbir umre yapmak üzere Medîne’ye geldiğinde kendisine bir
takım sorular soruluyor. İş müt’aya gelince şu cevabı veriyor:
“Evet, Allah'ın Rasûlü (s), Ebûbekr ve Ömer zamanında
istimtâ’ (müt’a) yaptık.”
b) “Biz Allah'ın Rasûlü (s)
ve Ebûbekr zamanında bir avuç kuru hurma ve un mukabilinde
istimtâ’ yapardık. Nihayet Ömer, Amr b. Hureys hadisesinden
ötürü bundan nehyetti.”
c) Birisinin gelerek
Abdullâh b. Zübeyr ile Abdullâh b. Abbâs’ın her iki müt’adada
ihtilâfa düştüklerini söyleyince, Hz. Câbir İbn Abbâs’ı haklı
buluyor ve konuya şöyle açıklık getiriyor: “Biz
Allah'ın Rasûlü (s) ile birlikte her ikisini de yaptık. Sonra
Ömer bize bunları yasakladı; o yüzden bir daha yapamadık.”
3. Câbir b. Abdillâh ve Seleme
b. Ekva’ : Her ikisi de diyor ki: “Biz bir ordu
içindeydik. Allah'ın Rasûlü’nün (s) bir habercisi geldi ve
dedi ki: Allah'ın Rasûlü (s) size müt’a yapmanız için izin
verdi; müt’a yapabilirsiniz.”
4. Ebû Said el-Hudrî : “Biz
Allah'ın Rasûlü (s) zamanında bir elbise mukabilinde müt’a
yapardık.”
5. Abdullâh b. Abbâs : “Hiç
şüphesiz, müt’a müttakîlerin (takvâ sahibi olanların) imamı,
yani Allah'ın Rasûlü (s) zamanında yapılırdı...”
6. Sa’d b. Ebî Vaqqâs :
Kendisine müt’anın hükmü sorulduğunda “Biz onu yaptık.”
cevabını veriyor.
7. Esmâ bt. Ebîbekr : Müslim
el-Qurrî anlatıyor: Abdullâh b. Abbâs’a müt’anın hükmünü
sordum; ruhsat verdi. Halbuki Abdullâh b. Zübeyr bundan
nehyederdi. İbn Abbâs devamla “İşte İbn Zübeyr’in
annesi (Esmâ bt. Ebîbekr); Allah'ın Rasûlü’nün (s) buna ruhsat
verdiğini anlatıp duruyor!” buyurdu. Biz de (annesinin)
yanına gittik. (Meseleyi sorduğumuzda) şöyle dedi: “Şüphesiz
Allah'ın Rasûlü (s) buna ruhsat verdi.”
Hadisin bazı rivâyetlerinde
“müt’a” yerine “hac müt’ası” tabiri kullanılıyor. Bu ise doğru
değil. Çünkü hadisimizi Müslim el-Qurrî’den Şu’be almış; ondan
da üç kişi rivâyette bulunmuş: 1.Ravh b. Ubâde 2.Abdurrahmân
b. Mehdî 3.Muhammed b. Ca’fer el-Varakânî. Bunlardan sadece
Ravh “hac müt’ası” tabiriyle rivâyet ediyor. Muhammed b.
Ca’fer “hac müt’ası” ve “nikâh müt’ası” arasında tereddüt
ederken, Abdurrahmân b. Mehdî hiç tereddüt etmeden “nikâh
müt’ası” tabiriyle naklediyor.
Ravh ile Muhammed’in
her ikisi de hâfıza ve zabt sağlamlığı bakımından
Abdurrahmân’ın eline su dökemez. Özellikle Ravh, her ne kadar
Buhârî ile Müslim’in ortak râvîlerinden olsa da, hâfızasının
iyi olmadığını söyleyenler var: Abdurrahmân b. Mehdî, Affân b.
Müslim, Nesâî, Ebû Hâtim bunlardan sadece bir kaçı.
Buradan Ravh’ın “hac müt’ası” derken yanılıp hata ettiği
anlaşılıyor. Bilhassa Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin rivâyetinde
açıkça “kadın müt’ası” denmesi bunu gösteriyor.
Kaldı ki, İbn Abbâs ile İbn Zübeyr
arasında geçen meşhur tartışmanın “müt’a nikâhı”yla alâkalı
olduğu herkesçe malum.
Bu hadiste geçen kelimenin “müt’a
nikâhı” olduğunu şu rivâyet de gösterir: Esmâ bt. Ebîbekr’in
oğlu Urve b. Zübeyr Abdullâh b. Abbâs’a demiş ki: “Müt’aya
izin verirken hiç Allah’tan korkmaz mısın!?” İbn Abbâs “(Git)
annene sor ey küçük Urve!” demiş. Urve “Ama Ebûbekr ile Ömer
bunu yapmamışlar!” deyince İbn Abbâs şunu söylemekten kendini
alamamış: “Görüyorum ki, Allah sizi azaba sokmadıkça
bundan vazgeçmeyeceksiniz. Ben size Allah'ın Rasûlü’nden (s)
bahsediyorum; siz ise bana Ebûbekr ile Ömer’den
bahsediyorsunuz!”
8. Imrân b. Husayn : “Allah’ın
kitabında “müt’a ayeti” nazil oldu; Allah'ın Rasûlü (s) de onu
bize emretti. Daha sonra bunu nesheden bir ayet nazil olmadığı
gibi, Allah'ın Rasûlü (s) de vefatına dek bizi ondan
menetmedi. (Yalnız) ondan sonra bir adam
çıkıp kendi düşüncesiyle dilediğini söyledi.”
Imrân’dan Mutarrif b. Abdillâh
b. eş-Şıhhîr’in rivâyetinde ise “hac müt’ası”ndan
bahsediliyor.Mutarrif
ise her ne kadar Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin çok itimad
ettiği, Buhârî ile Müslim’in ortak râvîlerinden olsa da, bizce
o sâbıkalı bir râvî! Zira İmam Ali’ye @ kin ve nefret ile dolu
olduğu biliniyor Mutarrif’in.
Allah'ın Rasûlü (s) bir hadislerinde Ali’ye yalnız
münafıkların buğz edeceğini haber veriyor.
Allah'ın Rasûlü (s) tarafından “münâfık” olarak
değerlendirilen bir kimsenin rivâyetine ne değer verilebilir
ki!?
9. Semîr
: Şöyle
diyor: “Biz Allah'ın Rasûlü (s) zamanında müt’a
yapardık.”
10. Ömer b. Hattâb : II.
Halife Hz. Ömer’in bizzat kendisinden gelen sözler, konumuzun
en çarpıcı bölümünü oluşturuyor. İşte onun sözleri:
a) Hz. Câbir’in anlattığına
göre
II. Halife şöyle diyor: “Şüphesiz, Allah Rasûlü’ne (s)
dilediği şeyi dilediği sebeplerle helal kılıyordu. Kur’an da
yerli yerince nazil oldu. Hac ve umreyi Allah için tamamlayın.
Bunu da Allah’ın emrettiği şekilde yapın. Bu kadınlarla müt’a
yapmayı da kesin artık! Şayet bana bir kadınla süreli nikâh
kıyan birisi getirilirse, andolsun onu taşlarla recmederim.”
b) Hz. Câbir’den gelen bir
başka rivâyete göre
Hz. Ömer şöyle diyor: “Kur’an işte bu Kur’an, Allah'ın
Rasûlü (s) ise o (bildiğiniz) Rasûl! Allah'ın Rasûlü (s)
zamanında iki müt’a vardı: Biri hac müt’ası, öteki ise kadın
müt’ası.”
c) Hz. Câbir’den gelen bir
başka rivâyete göre Ömer hilafete geçtiğinde halka
hitaben şöyle dedi: “Allah'ın Rasûlü (s) işte o
(bildiğiniz) Rasûl; Kur’an ise bu Kur’an! Kuşkusuz Allah'ın
Rasûlü (s) zamanında iki müt’a vardı ki ben bunları
yasaklıyorum ve yapanları cezalandırıyorum!: Birisi müt’a
nikâhı, ki bir kadınla belli bir süreye kadar evlenen bir
adamı ele geçirirsem; andolsun onu taşlarla yok ederim! Öteki
ise hac müt’ası.”
d) Ebû Qılâbe Abdullâh b.
Yezîd el-Cermî anlatıyor: Ömer halka hitaben şöyle dedi: “İki
müt’a var ki Allah'ın Rasûlü (s) zamanında vardı; ancak ben
onları yasaklıyor ve karşılığında cezalandırıyorum!!!: Hac
müt’ası ve kadın müt’ası.”
Bir başka rivâyette şöyle diyor:
“Üç şey var ki Allah'ın Rasûlü (s) zamanında vardı; ama
ben şimdi onları haram kılıyor ve yasaklıyorum: Hac müt’ası,
nikâh müt’ası ve “Hayye alâ hayr’il-amel”
cümlesi.”
e) Saîd b. Müseyyeb diyor
ki: “Ömer iki müt'âyı yasakladı: Kadın müt’ası ve hac
müt’ası.”
Bütün bu sahih rivâyetler, müt’a
nikâhının Allah'ın Rasûlü (s) zamanında onun bilgisi dahilinde
uygulandığını ve bunu yasaklayanın Ömer b. Hattâb’ın bizzat
kendisi olduğunu bütün berraklığıyla gözler önüne seriyor.
Bunu Allah'ın Rasûlü (s) uygulattığına ve ömrünün sonuna kadar
yasaklamadığına göre; müt’a nikâhına “câiz” demekten başka
seçeneğimiz kalmıyor.
III. SAHÂBE VE TÂBİÎNİN
GÖRÜŞLERİ :
Aşağıda isimlerini bir bir sıralayacağımız sahâbî ve
tâbiîlerin, müt’a nikâhına cevaz verdiğini, hatta bazılarının
bizzat uyguladığını biliyoruz. İşte bu yaklaşım içinde
olduğunu tespit edebildiğimiz sahâbî ve tâbiîler:
a. Sahâbîler :
1. Mü’minlerin Emîri İmam Ali @ : İmam Ali’nin müt’a
nikâhına cevaz verenlerin en başında bulunduğu herkese aşikar.
Hz. İmam’ın şöyle buyurduğu sahih yollarla sabit olmuştur: “Ömer
müt’ayı eğer yasak etmeseydi; pek az kişi
dışında, kimse zina etmezdi!”
İtiraz : Hz. Ali @ “Peygamber
Efendimiz’in (s) Hayber’in fethedildiği günlerde müt’a
nikâhını ve evcil eşeklerin etini yemeyi yasak ettiğini”
rivâyet ediyor.Bu
durum yukardaki rivâyetle çelişmiyor mu?
Cevap : Birincisi;
sözünü ettiğiniz bu rivâyet alimlerin itirazına uğramıştır.
Özellikle Süfyân es-Sevrî
başta olmak üzere bütün siyer uleması, müt’a nikâhının
Hayber’de lehte yada aleyhte, hiçbir şekilde gündeme
gelmediğini; dolayısıyla rivâyette hata bulunduğunu
söylüyorlar.
İbn’ül-Qayyim el-Cevzî diyor ki: “Sahih (doğru) olan, müt’anın
Mekke fethinde haram kılınmış olduğudur... Çünkü o gün
Hayber’de müslüman kadınlar yoktu; yahudi kadınlar vardı.
Ehl-i kitap olan kadınlarla evlilik ise henüz mübah
kılınmamıştı. Bu mübahlık daha sonra, Mâide sûresiyle tahakkuk
etti.”
İkincisi, hadisin bazı
rivâyetlerinde, konunun Ali ile Abdullâh b. Abbâs arasında
çıkan “müt’a nikâhı”yla ilgili tartışma üzerine gündeme
geldiği görülüyor. Rivâyete göre İmam Ali, İbn Abbâs’ı müt’aya
cevaz verdiği için azarlıyor ve “Hayber hadisi”ni okuyor!!!
Abdullâh b. Abbâs -birazdan da göreceğimiz gibi- ömrünün
sonuna kadar müt’a nikâhının cevazında sebat göstermiş seçkin
bir sahâbî. Bu rivâyetten Abdullâh’ın İmam Ali’yi hiç
takmadığı anlaşılıyor. Oysa bu hiç mümkün değil; çünkü
birazcık olsun tarih bilenler, Abdullâh ile İmam Ali’yi @
inceleyenler, onların birbirine ne kadar yakın olduğunu,
Abdullâh’ın İmam Ali’ye ne kadar güvenip itimad ettiğini asla
inkar edemezler. Böyle bir İbn Abbâs’ın, Ali’nin naklettiği
bir hadise rağmen fetvasında direnmesi hiç mümkün mü acaba!?
Üstelik şu söz de Abdullâh’a ait: “Bir konuda Ali b.
Ebî Tâlib’in fetvası güvenilir bir yolla bize ulaştığı
takdirde, asla onun dışına çıkmayız!”
Üçüncüsü, Hayber hadisinin
bütün rivâyet yolları İbn Şihâb ez-Zührî’de birleşiyor.
ez-Zührî, her ne kadar Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin “gayet
siqa bir hadis hafızı” sayıp rivâyetlerine çok güvendikleri
birisi olsa da biz aynı kanaatte değiliz. Bizce o çok sâbıkalı
bir râvîdir ve rivâyetlerine güvenmemiz mümkün değildir.
İmam Ali’yi ve Ehl-i Beyt’i sevmemenin ne anlama geldiğini
yukarıda gördünüz.
Sadece Buhârî ile Müslim’de, tam
yedi sahâbîden gelen rivâyetler, o gün yalnız evcil eşeklerin
etinin haram kılındığını ifade ediyor ve bu rivâyetlerin hiç
birisinde “müt’a nikâhı”na yer verilmiyor.
Bu sahâbîler şunlar:
1. Abdullâh b. Ömer
2. Câbir b. Abdillâh
3. Abdullâh b. Ebî Evfâ
4. Abdullâh b. Abbâs
5. Seleme b. Ekva’
6. Enes b. Mâlik
7. Berâ b. Âzib
Bu yedi sahâbîden gelen
rivâyetlerin hiçbirisinin senedinde “İbn Şihâb ez-Zührî”nin
adına rastlayamıyoruz. Anlaşılan, Hayber hadisindeki “müt’a
nikâhı yasaklaması” tamamen İbn Şihâb’ın katkısıdır ve bunu
özellikle İmam Ali’den gelen rivâyete sokuşturması da anlamsız
değildir!
Dahası var: İmam Ali’ye izafe
edilen bu rivâyet, olsa olsa müt’anın o gün yasaklandığını
ifade ediyor. Müt’anın birkaç kez yasaklanıp ardından izin
verildiğini -biz kabul etmesek te- Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz
kabul ediyor. O zaman burada yine bir sorun yok. Eğer
rivâyette “sonsuza dek” haram kılındığına dair bir kayıt
olsaydı, o zaman bu itiraz yerinde olabilirdi.
Kısacası bu itirazın anlamı yoktur
ve İmam’a izafe edilen bu rivâyet tamamen ez-Zührî’nin
becerlemesidir. Buradan İmam @ ile Abdullâh b. Abbâs’ın
çekiştiğini ifade eden rivâyetin de asılsız olduğu
anlaşılmaktadır.
2. Abdullâh b. Abbâs : İbn
Abbâs, müt’a nikâhına cevaz verenlerin en meşhur örneğidir ve
bu görüşünde bir ömür boyu sebat ettiği malumdur.Hadis
kitaplarına ve özellikle Abdullâh b. Zübeyr ile arasındaki
tartışmayı konu edinen rivâyetlere baktığımızda bunun böyle
olduğu anlaşılır.
İbn Abbâs’ın müt’a ayetini nasıl
okuyup anladığını daha önce gördük. Dolayısıyla onun müt’anın
cevazına inandığı meşhurdur ve bütün öğrencileri kendisinin bu
görüşte olduğunu bize nakletmişlerdir.
Onun şu sözü çok meşhurdur: “Allah Ömer’e rahmet
etsin; müt’a Allah’ın bu ümmete bahşettiği bir rahmet idi.
Şayet Ömer bunu yasaklamasaydı, pek az kişi dışında kimse zina
etmezdi!”
Bütün bunlara rağmen bazı alimler,
uydurma olduğu her halinden belli bir takım rivâyetlere
dayanarak, onun bu fetvasından daha sonra döndüğünü iddia
ediyorlar! el-Cessâs, el-Merğînânî ve el-Mavsılî bunlardan.
İşte o rivâyetlerden bazıları:
İbn Abbâs’ın fetvasından döndüğünü ifade eden rivâyetler:
a) Rivâyete göre İbn Abbâs
şöyle demiş: “Müt’a İslâm’ın ilk devirlerinde vardı; adam hiç
tanıdığı olmayan bir yere gelir, bir kadınla o şehirde ikamet
edeceği kadar evlenir; o kadın da adamın malına sahip çıkar,
işlerini düzene kordu. Sonunda Mü’minûn sûresinin 6. ayeti
nazil oldu. Artık bu iki yolun dışında kalan her tür cinsel
ilişki haramdır.”
Konuyla ilgili, çoklarının medet umduğu en meşhur rivâyet bu.
Birincisi, rivâyet, dikkat edilirse İbn Abbâs’ın
fetvasından döndüğünü değil; tâ başından beri müt’anın
haramlığına inandığını ifade ediyor. Bu ise yukarıdaki en
meşhur rivâyetlere açıkça ters düşüyor.
İkincisi, Peygamber Efendimiz zamanında, Medîne
döneminde, müt’a nikâhının onun bilgisi ve izniyle uygulandığı
kesin ve bu hususta kimsenin en ufak kuşkusu yok. Rivâyette
geçen ayet ise Mü’minûn sûresinin ayeti ve bu sûrenin Mekke’de
nazil olduğunda tam bir ittifak var. Söyler misiniz;
Medîne’deki bir uygulamayı daha önce Mekke’de inen bir ayet
nasıl kaldırıyor? Ya da Mekke’de haram kılınmış bir şeye
Allah'ın Rasûlü (s) nasıl izin verebiliyor? Bu rivâyet hem
Allah'ın Rasûlü’ne (s) çok büyük bir “iftira” niteliği
taşıyor, hem de İbn Abbâs gibi önde gelen bir şahsiyeti çok
büyük bir “cehalet” ve “şuursuzluk”la suçluyor!
Üçüncüsü, rivâyetin senedinde Mûsâ b. Ubeyde
er-Rabezî var. Musa, ittifakla “zayıf” ve “rivâyetlerine
güvenilmeyen” bir râvî.
Bu nedenle İbn Hacer rivâyetin isnadının “zayıf” olduğunu
söylüyor.İnsan
böyle bir râvînin haberini, Allah'ın Peygamberi’ni (s) bile
itham eden böylesi düzme bir rivâyeti “hadis” diye kitabına
koymaya bile utanır!
b) İbn Abbâs: “Müt’a ayetini “Ey Peygamber!
Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini dikkate alarak
boşayın” [Talâq:1] ayeti neshetmiştir!” demiş!
Bu da yukardakinden farksız! Birincisi, bu da söz
konusu fetvasından döndüğünü değil, eskiden beri haramlığına
inandığını ifade ediyor. Bu ise mümkün değil.
İkincisi, her iki ayete Allah aşkına dikkatlice bakın
ve söyleyin: Bu iki ayet arasında nerede çelişki var ki İbn
Abbâs birinin ötekini neshettiğini söylesin!? Ayetin biri
“müt’a nikâhı”ndan bahsediyor, öteki ise “boşama”dan ve boşama
esnasında “iddeti dikkate almak”tan bahsediyor. Ayetlerle
böyle gelişi güzel oynamak ve aralarında çelişki görebilmek
için, olsa olsa taassup dolu gözlerle bakmak gerek! Ayrıca
böyle bir iddia, İbn Abbâs gibi “Kur’an Tercümânı” olarak
bilinen bir şahsiyeti küçük düşürür!
Üçüncüsü, rivâyetin senedinde de epeyce sorun var:
Rivâyetin [İbn Abbâs – Atâ el-Horasânî – oğlu Osman
el-Horasânî ve İbn Cüreyc – Haccâc b. Ravh ...] kanalıyla
geldiğini görüyoruz. 1. Atâ el-Horasânî kuşkusuz siqa
bir râvî. Ama İbn Abbâs’a yetişememiş birisi. Bu yüzden de
senedde, ikisi ile arasında kopukluk var.
2. Osman, İbn Ma’în, Müslim, Nesâî, İbn Huzeyme,
Dâraqutnî, el-Cüzcânî gibi çoğu hadisçilerin zayıf saydığı bir
râvî.
İbn Cüreyc ise, az sonra göreceğimiz gibi siqa bir râvî. Ancak
onun Atâ el-Horasânî’den yaptığı rivâyetleri Yahyâ el-Qattân
zayıf saymakta.
3. Haccâc ise ittifakla makbul biri değil!
Dolayısıyla sened bakımından berbat bir rivâyet!
Dördüncüsü, İbn Cüreyc müt’a nikâhına cevaz vermek ve
bunu yapmakla ünlenmiş Mekke’nin ünlü fakih ve
muhaddislerinden. Böyle bir rivâyetin senedinde onun gibi
birisinin adının geçmesi çok tuhaf doğrusu!
Kısacası, el-Cessâs gibi birisi, böyle bir uydurmaya yer verip
ona dayandığı için, cidden ayıp etmiştir!
c) İbn Abbâs’ın bu meşhur fetvasından döndüğünü ifade
eden daha başka rivâyetler de var. Ama hiç birisinin doğru
düzgün senedi bile yok!
Dolayısıyla bunlara dayanıp güvenmek de imkansız!
Bütün bunlardan, İbn Abbâs’ın meşhur fetvasından döndüğü
iddialarının tamamen asılsız olduğunu anlıyoruz. Bu nedenle
İbn Abdilberr, “Abdullâh b. Abbâs, müt’a nikâhının cevazına ve
helalliğine kâil olmuştur; bu hususta kendisinden gelen
rivâyetlerde hiçbir ihtilaf yok.”
diyor. İbn Battâl’ın ifadesi ise aynen şöyle: “Mekke ve Yemen
uleması, İbn Abbâs’tan müt’anın helal olduğunu rivâyet
ediyorlar. Bundan döndüğü ise zayıf senetlerle rivâyet
olunuyor. Oysa onun müt’aya cevaz verdiğini ifade eden
rivâyetler daha sahihtir.”
3. Abdullâh b. Mes’ûd : Müt’a ayetini okuyuşu ve Mâide
sûresinin 87. ayetiyle alâkalı rivâyeti, onun da bu nikâha
cevaz verdiğini açıkça ifade ediyor.
4. Câbir b. Abdillâh el-Ensârî : Hz. Câbir’in buna
cevaz verdiği ve hatta bunu yapmış olduğu konusunda yukarıda
yeterince rivâyet geçti. Bunlar onun da bu nikâha cevaz
verdiğini ortaya koyuyor.
5. Ebû Saîd el-Hudrî : Hadisi yukarıda geçti.
6. Seleme b. Ekva’ : Hadisi yukarıda geçti.
7. Imrân b. Husayn : Hadisi yukarıda geçti.
8. Sa’d b. Ebî Vaqqâs : Hadisi yukarıda geçti.
9. Semîr : Hadisi daha önce geçti.
10. Übey b. Ka’b : Müt’a ayetini nasıl okuduğuna
yukarıda yer vermiştik.
11. Muâviye b. Ebî Süfyân : Muâviye de müt’aya cevaz
veren ve üstelik yapanlardan!
12. Amr b. Hureys : Müt’a nikâhına cevaz verip
uyguladığı herkesçe malum.
13. Seleme b. Ümeyye b. Halef : Müt’a yaptığı için Ömer
b. Hattâb’ın tehditlerine maruz kalan ve ömrünün sonuna kadar
bu görüşünde israr edenlerden.
14. Rabîa b. Ümeyye b. Halef : Yukarıdaki Seleme b.
Ümeyye’nin kardeşidir. Bu da kardeşi gibi.
15. Ma’bed b. Ümeyye b. Halef : Yukarıda geçen Seleme
ile Rabîa’nın kardeşidir. Bu da diğer kardeşleri gibi müt’aya
cevaz verenlerden.
16. Esmâ bt. Ebîbekr : Konuyla ilgili hadisi ve fetvası
“Sünnetten Deliller” başlığı altında geçti.Hatta
Abdullâh b. Zübeyr’in, Zübeyr ile Esmâ’nın müt’a nikâhı ile
evliliği sonucu doğduğu; dolayısıyla müt’a çocuğu olduğu
rivâyet ediliyor.
Ki doğrudur; çünkü Esmâ’nın bizzat kendisi, Allah'ın Rasûlü
(s) zamanında müt’a nikâhı yaptıklarını söylüyor.
b. Tâbiîler :
Şimdi de sahabeden sonra, tâbiîn ve etbâut-tâbiînden kimlerin
müt’aya cevaz verdiğine bir bakalım:
1. Tâvûs b. Keysân
: Müt’aya cevaz verenlerin en meşhurlarından.
2. Saîd b. Cübeyr
: Müt’aya cevaz verenlerin en meşhurlarından.(Müt’a
ayetini okuyuşu önceden geçti.)
3. Atâ b. Ebî Rabâh
: Müt’aya cevaz verenlerin en meşhurlarından.
4. İbn Cüreyc
: Müt’a nikâhına cevaz verdiği ve bu konuda yeterince
ünlendiği ittifakla biliniyor. 70 kadar kadın ile müt’a
yaptığını da herkes itiraf ediyor.
5. Mücâhid b. Cebr
: Müt’a ayetiyle ilgili yorumu daha önce geçmişti.
6. Safvân b. Ya’lâ b. Ümeyye
: Atâ b. Ebî Rabâh diyor ki: “Kendisinin müt’a yaptığını
duyduğum ilk kişi Safvân b. Ya’lâ’dır.”
7. Hâlid b. Muhâcir b. Hâlid
: Hâlid’in müt’a nikâhının cevazına dair fetvalar verdiği
sahih yollarla gelen rivâyetlerle sabit.
8. İsmâîl es-Süddî el-Kebîr
: Müt’a ayetini okuyuş tarzından onun da bu nikâha cevaz
verdiği anlaşılıyor.
9. Mekke ve Yemen Fukahâsı : Mâlikîlerin en güçlü hadis
ve fıkıh alimlerinden İbn Abdilberr ile İbn Rüşd aynen şunu
söylüyorlar: “Abdullâh b. Abbâs’ın Mekke ve Yemen’de bulunan
bütün öğrencileri müt’a nikâhının helal olduğuna inanıyordu.”
Müfessir el-Qurtubî de “Mekkelilerin sık sık müt’a
yaptıklarını” söylüyor.
Demek ki Mekke ve Yemen’de müt’aya cevaz veren ve bizzat
uygulayan hadis ve fıkıh alimlerinin sayısı belli değil! Şamlı
Abdurrahmân el-Evzâ’î’nin şu sözüne bakılırsa, bu fetva tüm
Hıcâz bölgesini kapsamış durumda: “Hıcâz ulemasına
ait şu beş görüşün terkedilmesi gerekir! ... 3. Kadınlarla
müt’a nikâhının cevazı ...”
İtiraz : Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin bütün bunlara tek
bir itirazı var; o da şu: “Bu sahâbî ve tâbiîler, müt’anın
daha sonra neshedildiğini, hükmünün kaldırıldığını belki
duymamışlardır!!!”
Cevap : Kardeşlerimizin, yukarıdaki onlarca sahâbî ve
tâbiînin fetva ve uygulamalarına, onların rivâyet ettiği
hadislere yönelttikleri en büyük itirazlar bu!!! Taassubun bu
kadarı da fazla! En önde gelen sahabe ve tâbiîne böyle “yavan”
bir iddiayla karşı çıkmak “inat ve taassup” değil de ne!? İbn
Hacer el-Asqalânî bile büyük bir bunalım ve zorlama içinde;
bakın ne diyor:
“Müt’anın Sebra hadisiyle ebediyyen haram kılınmış olmasına,
Câbir’in “Hz. Peygamber, Ebûbekr ve Ömer zamanında müt’a
yaptıklarına dair” rivâyeti ters düşmekte. Zira Peygamber’den
(s) sadır olan “ebedî tahrîm”den bir grup sahâbînin haberdar
olmaması çok uzak bir ihtimal! “Onlara müt’anın neshedildiği
haberi ulaşmamıştır” iddiası, her ne kadar bir “zorlama” ise
de, ebedî haramlığı açıkça ifade eden Sebra hadisi, bizi bu
zorlama iddiayı kabul etmeye zorluyor! Her hâl ü kârda bizler,
Şâri’den bize ulaşan hükümlerle amel etmek zorundayız!!!”
Görüyorsunuz! İbn Hacer önce insafa geliyor; akıl ve mantık
çerçevesinde düşünüyor. Ancak bir de bakıyor ki asırlardır
kendisine öğretilenlerle çelişecek; hemen toparlanıyor; aklın
inkar edemeyeceği gerçekleri gözünü hiç kırpmadan feda
edebiliyor! Taassup işte böyledir; gözü kör, kulağı sağır
eder!
İbn Hacer’in medet umduğu Sebra hadisini ise ilerde ele alacak
ve iç yüzünü ortaya koyacağız.
IV. İSTİSHÂB DELİLİ :
Varlığı kesin olarak bilinen bir şeyin, yok olup olmadığı
konusunda şüphelenildiğinde; o şeyin varlığının devam ettiğine
hükmedilir. Bunun usûl ilmindeki karşılığı “İstishâb”tır
ve hukukta yaygınca kullanılan en köklü prensiplerden
birisidir. “Yakîn şek ile zâil olmaz”,
“Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.”,
“Berâet-i zimmet asıldır.”,
“Bir zamanda sabit olan şeyin, aksine delil olmadıkça bekâsına
hükmolunur.”
gibi kural ve kâideler, hep bu “İstishâb” prensibinin değişik
ifadeleridir. Basit bir örnek vermek gerekirse; Bir kimse
abdest aldığını kesin olarak bilse, ancak sonradan bozup
bozmadığında şüpheye düşse; abdestli sayılır, şüphesine itibar
edilmez. Abdesti bozduğunu kesin olarak hatırlarsa; ancak o
zaman bozulur abdesti.
Bu anlamda “İstishâb” bütün İslâm ulemasının ortak kabulüyle
“huccet”tir, hukukta delil olarak kullanılır.
Müt’a nikâhının cevazının “İstishâb” deliliyle ispatı
şu şekildedir: Bilindiği gibi, İslâm’ın Medîne döneminde bu
nikâhın Allah'ın Rasûlü’nün (s) izni ve bilgisi dahilinde
“caiz” olup uygulandığı kesin. Bunda hiç kimsenin en ufak bir
kuşkusu yok! Bunun neshedilip ortadan kaldırılıp
kaldırılmadığı ise kesin değil; üzerinde derin kuşkular var.
Bir zamanlar câiz olup uygulandığı kesin olarak bilinen bir
nikâhın “haramlığına hükmetmek” için, neshedildiğinin kesin
olarak sâbit olması lâzım. Bu ise hiç mümkün değil!
Dolayısıyla müt’a nikâhının cevazı hâlen devam eder.
V. AKLÎ – SOSYOLOJİK DELİLLER :
Müt’a nikâhının cevazı sadece kitap ve sünnet ile sabit bir
hüküm değil! Bunun yanısıra aklî ve sosyolojik bir takım
deliller / sebepler de söz konusu nikâhın meşrû olduğunu
ortaya koyuyor. İşte bunlardan bazıları:
1. Bilindiği gibi Allah insanı bir erkek ve bir dişiden
yaratmıştır. Bu yaratılanlar da, erkek yada dişi olmaları
hasebiyle “cinsel arzu ve istek” denen şehevî bir olguya
sahiptir. Erkek ile dişide bulunan bu duygu tamamen fıtrîdir;
yaratılıştan gelir. Yüce yaratıcı bunu böyle dilemiştir.
Doğuştan gelen bu duygu; cinsel arzu ve istek, şöyle yada
böyle mutlaka karşılanacaktır. Aksi halde yaratılışa aykırı
tutum içine girilir! Bunun bir kadınla “bir ömür boyu” bir
arada kalarak giderilmesi gibi aklî bir zorunluluk yoktur.
İnsan bu ihtiyacını dilediği şekilde; ister bir ömür boyu,
isterse süreli yapacağı bir evlilikle pekâlâ karşılayabilir.
Yeter ki bunun bir düzenlemesi, bir kuralı olsun ve soyda
karışım olmasın.
2. Bir kişi dâimî nikâhla evlenip çoluk çocuk sahibi
olmak istemeyebilir. Böyle insanlar çoktur. Süreli nikâhın
kapısını tamamen kapattığınız zaman, bu adam ya zinaya
sürüklenecek, yada süreyi içinde saklı tutup evlenecek; sonra
da eşini boşayacak. Bu durumda o kadına, varsa çocuklarına
yazık olmaz mı? Halbuki baştan karşılıklı rıza ile, hukuk
dairesinde süreli evliliklerine izin verilse, bu iki
sakıncadan hiç birisi yaşanmayacak.
3. Genç bir delikanlı, genç yaşta dâimî nikâhla evlenip
de eve bağımlı kalmak ve hemen çoluk çocuğa karışmak
istemeyebilir. Bu gencin fıtrî cinsel duyguları da
bastırıyorsa, bunu “oruç tut”makla avutamazsınız. Önünü iki
yoldan birine açacaksınız: Geçici evlilik yada gayr-ı meşrû,
başıboş cinsel ilişki, yani zina!
4. Yıllarca evinden, eşinden ayrı kalmak zorunda kalan
bir kişi düşünün: Bu insan ya ikinci bir dâimî evlilik
yapacak, yada evlilik dışı cinsel ilişkide bulunacak, zinaya
düşecek! Ekonomik şartlar yada ikinci bir dâimî evliliğin
sorumlulukları kendine ağır geliyorsa ne yapacak? Bu adamın
zinaya düşmesine göz mü yumulacak?
5. Kadınların erkeklere oranla çok daha fazla olduğu
bir nüfus dağılımı düşünün: Bu durumda çözümünüz ne!? Bu
kadınların da cinsel ihtiyaçlarının olduğunu inkar
etmiyorsanız; ya onları ömür boyu “kuma”lığa mahkum
edeceksiniz, ya başıboş bir cinsel bataklığa iteceksiniz, yada
kendisine cinsel duygularını bastırması için tavsiye ve
telkinlerde bulunacaksınız! Allah aşkına; bunlardan hangisi
gerçek çözüm?
6. Kadın tarafından kaynaklanan bir takım sebeplerle
çocukları olmayan bir baba, çocuk sahibi olmak istiyor ama
ikinci bir dâimî evliliği kaldıramıyorsa; böyle birisi için
müt’a nikâhından daha güzel bir çözümünüz var mı?
Bu aklî ve toplumsal sebepleri / gerekçeleri daha da
çoğaltabiliriz. Bütün bunları bir tarafa iter, erkek ve
dişideki fıtrî duyguları görmezden gelirseniz; gençliği iki
toplumsal bataklıktan birine mahkum edersiniz: Bunlardan
birisi cinselliği tümüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan geçici
bir “ruhbanlık”, diğeri ise “cinsel komünizm”, yani genel
evleridir.
Genel olarak sünnî memleketlerde, hemen her şehre kurulan
genel-evlerin gençlerle dolup taşmasını nasıl izah edersiniz!?
Bu gençlerin içinde İslâmî kaygısı olmayanlar elbette az
değil; ama hepsi mi öyle? Hepsi mi Kâfir ve imansız? Çoğu
müslüman evlâdı olan bu gençlerin o batağa düşmelerinin sebebi
ne?
Mü’minlerin Emîri İmam Ali @ ve onun has arkadaşı ve öğrencisi
Abdullâh b. Abbâs ne kadar da doğru söylemiş: “Şayet
Ömer müt’ayı yasaklamasaydı; pek az kişi dışında kimse zina
etmezdi!”
"HARAMDIR" DİYENLERİN DELİLLERİ (MUT'A-3)
Allah'ın Rasûlü’nden (s) fazla
değil, iki sene sonra müslümanların halifeliğini yapmış
birisinin ağzından çıkan şu sözlere bakın! İnsan duyunca
ürperiyor! Acaba Ömer b. Hattâb bu sözleri söylerken; Allah ve
Rasûlü’nün (s) helal kıldığı bir şeyi haram kılıp, yapanları
cezalandırmanın ne anlama geldiğini bilmiyor mu!? Helali
haram, haramı helal kılma yetkisinin kimlere ait bir hak
olduğundan habersiz mi yoksa!? O bunları söylerken hiç
ürpermedi mi!?
|