|
SELÂMIN ANLAMI ÜZERİNE
Uygar, ilkel, ilerlemiş ya da geri kalmış
gibi kategorilere ayrılan eski-yeni tüm toplumlar ve kavimler,
toplumsal yaşayışları çerçevesinde bir selâmlaşma geleneğine
sahiptirler. Karşılaşma anlarında bu selâmlaşma biçimiyle
tanışırlar, bilişirler. Çeşitli kısımlara ve türlere göre
farklılaşan gruplar, birbirleriyle karşılaşınca başlarıyla
veya elleriyle işaret ederek yahut şapkalarını vs. çıkararak
selâmlaşırlar. Bu durum, toplumsal yaşam üzerinde etkili olan
faktörlerin niteliğine göre değişiklik arz eder.
Ama eğer sen değişik toplumlar düzeyinde
yaygın olan değişik se-lâmlaşma çeşitleri üzerinde düşünürsen,
bunların bir tür boyun eğişe, alçalışa, küçülüşe işaret
ettiğini, bu gibi anlamları yansıttığını görürsün. Bununla
aşağıda olan yukarıda olana, düşük olan onurlu olana, itaat
eden itaat edilene, köle olan efendi olana karşı küçüklüğünü,
basitliğini, önemsizliğini ve zelilliğini ifade eder. Kısacası
bu tür selâmlaşmalar, ilkel dönemlerde ve sonrasında toplumlar
arasında rayiç (yaygın) olan köleleştirme tablosunu, kuşkusuz
farklı görüntüleriyle, yansıtır. Bu yüzden söz konusu
selâmlaşmaların itaat edenden başlayıp itaat edilende son
bulduğunu, alçak-düşük olanla açılıp yüksek-onurlu olanda
kapandığını görüyoruz. Şu hâlde bu tür selâmlaşmalar, kölelik
düzeninden beslenen putperestliğin bir ürünüdür.
Bilindiği gibi, İslâm'ın en büyük amacı,
putperestliği ve sonunda putperestliğe gelip dayanan ondan
doğan tüm örf, âdet ve gelenekleri ortadan kaldırmaktır. Bu
yüzden, selâmlaşma olgusu bağlamında da normal bir yol izlemiş;
putperestlik yasalarına ve köleci düzenin kurallarına karşılık
bir yasa, bir gelenek geliştirmiştir. O da insanların
birbirlerine "selâm" vermeleri (barış önermeleri)dir.
Bu, bir anlamda selâm verilen kişiye,
haksızlığa saldırıya uğramayacağı güvencesini vermektir;
insanın doğuştan sahip olduğu fıtrî özgürlüğe
dokunulmayacağını ilân etmektir. Bireyleri arasında dayanışma
bulunan bir toplumun ihtiyaç duyduğu ilk şey, insanların
canları, namusları ve malları noktasında ve bu üçüyle ilintili
her hususta karşılıklı olarak birbirlerine güven vermeleridir.
İşte, yüce Allah'ın her karşılaşmada
verilmesini bir kural hâline getirdiği selâm bu amaca
yöneliktir. Ulu Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
"Evlere girdiğiniz
zaman, Allah tarafından bereketli (hayır kaynağı) ve pek güzel
bir yaşama dileği olarak kendinize (ev halkına) selâm verin."
(Nûr, 61)
"Ey inananlar! Kendi
evlerinizden başka evlere, haber verip (geldiğinizi fark
ettirip) izin almadan ve ev halkına selâm vermeden girmeyin.
Bu, sizin için daha iyidir; herhâlde (bunu) düşünüp anlarsınız."
(Nûr, 27)
Yüce Allah, elçisini de müminlerin
efendisi olduğu hâlde, müminlere selâm verme yönünde eğitmiş
ve şöyle buyurmuştur: "Ayetlerimize
inananlar sana geldiğinde, onlara de ki: Size selâm olsun.
Rabbiniz rahmet etmeyi kendi üzerine yazmıştır (gerekli
kılmıştır)." (En'âm,
54) Yine elçisine, müminlerden başkasına da selâm
vermeyi emretmiştir: "Artık
sen onlardan yüz çevir ve 'Size selâm olsun' de. Yakında
bileceklerdir." (Zuhruf,
89)
Karşılaşmalarda selâm verme geleneği,
cahiliye Arapları arasında oldukça yaygındı. Cahiliye
döneminden kalma şiir ve nesir gibi belgeler bunun somut
kanıtlarıdır. Lisan-ül Arap adlı sözlük kitabında konuyla
ilgili olarak şöyle deniyor: "Cahiliye döneminde Arapların
selâmlaşmaları şöyleydi: Biri arkadaşıyla karşılaşınca ona, 'En'im
saba-hen=iyi sabahlar' ve
'abeyt-el la'n=cenabınızda
lâneti gerektiren bir durum olmasın' derdi. Bir de 'selâmün
aleyküm' derlerdi. Bu son cümle, barışma işaretiydi; aramızda
savaş yok anlamını ifade ederdi. Sonra yüce Allah İslâm dinini
gönderdi ve karşılaşmalarda 'selâm'la yetinilmesi öngörüldü.
Bu selâmlaşma şeklini yaygınlaştırmaları emredildi." [Lisân-ul
Arap'tan aldığımız alıntı burada son buldu.]
Şu kadarı var ki, yüce Allah Kur'ân'da
çok kere Hz. İbrahim'in (a.a) kıssası kapsamında da bu ifadeyi
aktarır. Bu da tıpkı hac vb. gibi, "selâm"ın da cahiliye
Arapları arasında yaşayan, İbrahim'in tevhit esaslı dininin
bir kalıntısı olduğuna ilişkin bir kanıttır. Yüce Allah Hz.
İbrahim'in, babasıyla bir diyalogunda şöyle dediğini aktarır.
"Sana selâm olsun, dedi,
senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim."
(Meryem, 47)
"Andolsun ki elçilerimiz (melekler),
İbrahim'e müjde getirdiler ve 'Selâm (sana)!' dediler, o '(Size
de) selâm' dedi." (Hûd,
69) Bu kıssa, Kur'ân'da birkaç kez anlatılmıştır.
Bunu yüce Allah, kendisi için de bir
selâmlaşma ifadesi olarak birkaç yerde kullanmış ve şöyle
buyurmuştur: "Âlemler
içinde Nuh'a selâm olsun."
(Sâffât, 79)
"İbrahim'e selâm olsun."
(Sâffât, 109)
"Musa ve Harun'a selâm
olsun." (Sâffât, 120)
"İlyas'a selâm olsun."
(Sâffât, 130)
"(Gönderilen bütün)
peygamberlere selâm olsun."
(Sâffât, 181)
Yüce Allah bunun, aynı zamanda gözde meleklerinin de
selâmlaşma aracı olduğunu belirtmiştir:
"Melekler, tertemiz olarak
canlarını aldığı kimselere; 'Size selâm olsun' derler."
(Nahl, 32)
"Melekler de her kapıdan
yanlarına varırlar; 'Sabretmenize karşılık size selâm olsun.'
derler." (Ra'd,
23-24) Yine bunun, cennet halkının da selâmlaşma aracı
olduğunu bildirir: "Oradaki
dirlik temennileri 'selâm'dır."
(Yûnus, 10)
"Orada ne boş bir söz ve
ne de günaha sokan bir laf işitirler. Duydukları söz, yalnız 'selâm,
selâm'dır." (Vâkıa,
25-26)
|
|