KEVSER YAYINCILIK                                                                 

  Ana Sayfa / Makaleler /                                                                             Makaleler

Bugün :  

  Sık Kullanılanlara Ekle                                                                                                                                                                                                                                          Başlangıç Sayfası Yapın
 

Aşkın Velayeti, Imam Rıza (a.s.)

KUR'AN'DA MUT'A NİKAHI

24- Sahip olduğunuz cariyeler müstesna evli kadınlar (ile evlenmeniz) da haram kılınmıştır. Allah'ın farz kıldığı hüküm-lere bağlı kalın. Bunun dışında kalanı iffetli olmak, zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size helâl kılındı. O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, (ona karşılık kesilen) ücretlerini bir farz olarak (kararlaştırılmış şekilde) verin. Mehir kesiminden sonra, (ücret veya süre hususunda) karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur. Allah, hiç şüphesiz bilendir, hikmet sahibidir.

Ayette sözü edilen "femes-temte'tum=yararlanma, müt'a yapma" ile müt'a nikâhının kastedildiği şüphesizdir. Çünkü bu ayet Medenîdir ve Peygamberimizin hicretten sonraki döneminin ilk yarısında inen Nisâ suresinin ayetlerinden biridir. Nisâ suresinin ayetlerinin çoğu bu söylediklerimizin delilidir. Bu nikâh, yani müt'a nikâhı bu dönemde Müslümanlar arasında yürürlükte ve uygulamada idi. Bunda şüphe yoktur. Rivayetlerin hepsi bunun tartışmasız bir gerçek olduğunu ortaya koyuyor. Bu uygulamayı ortaya koyan İslâm olsun veya olmasın, bunun Peygamberimizin gözü ve kulağı önünde yürütüldüğü şüphesizdir. Uygulamanın adı bu, yani müt'a idi. Ondan bu adla söz edilirdi. Buna göre "O hâlde, ne zaman onlarla... ücretlerini bir farz olarak verin." ifadesi, kesinlikle bu anlamda kabul edilmesi, ondan bu anlam çıkarılması kaçınılmazdır. Tıpkı Kur'an'ın inişi sırasında Müslümanlar arasında geçerli olan diğer gelenekler ve âdetlerde olduğu gibi. Bu gelenekler ve âdetler bilinen, yaygın isimleri ile anılıyorlardı. Bu isimlerle ilgili hüküm içeren bir ayet inince bu ayetlerde geçen isimler yaygın anlamlarında alınırlardı. Gelen hüküm ister onaylama, ister ret, ister emretme, ister yasaklama biçiminde olsun ilgisi olduğu isimlerin asıl lügat anlamları ile irtibat-landırılmazdı.

Meselâ hac, alış veriş, faiz, kâr, ganimet ve bu türden olan kavramlar gibi. Hiç kimse sözlük anlamını ileri sürerek Beytullah'ı ziyaret etmenin, orayı kastetmek demek olduğunu iddia edemez. Sayılan diğer kavramlarda da durum böyledir. Yine Peygamberimiz (s.a.a) tarafından ortaya konan, arkasından yaygın biçimde kullanılarak sonunda şeriattaki adı ile bilinir hâle gelen namaz, oruç, zekât, hacc-ı temettü gibi şeriat kavramlarında da aynı kural geçerlidir. Bu kavramları ifade eden kelimeler, şeriat tarafından veya şeriat bağlıları tarafından kesinlikle söz konusu anlamlara bağlandıktan sonra onları sözlüklerdeki anlamlarına döndürmenin imkanı yoktur.

Buna göre ayette sözü edilen yararlanmayı müt'a nikâhı anlamına almak zorunludur. Çünkü bu ayetin indiği sıralarda bu ilişki türünün Araplar arasında kullanılan adı bu idi. Bu, böyledir; daha sonra müt'a nikâhının ayetle veya sünnetle neshedildiğini söyleyelim veya söylemeyelim fark etmez; çünkü bu, yerinde incelenmesi gereken ayrı bir konudur. Sözün kısası, bu ayetten anlaşılan şey müt'a nikâhının hükmüdür. Sahabe ve tabiin kuşağına mensup eski dönem tefsircilerden nakledilen yorum da budur. İbn-i Abbas, İbn-i Mesud, Ubeyy b. Kaab, Katade, Mucahid, Suddi, İbn-i Cubeyr, Hasan vb. gibi. Bu yorum Ehl-i Beyt İmamlarının da görüşüdür.

Yapılan açıklamalardan konuyla ilgili bazı tefsircilerin yapmış olduğu yorumun asılsız olduğu ortaya çıkıyor. Yorum şudur: "Buradaki istimta'dan maksat, evlenmektir. Çünkü nikâh ilişkisi kurmak kadından yararlanmaya yönelik bir taleptir." Bir tefsirci de "istamta'tum" ke-limesindeki "sin" ve "ta" harflerinin tekit için olduğunu ve kelimenin anlamının 'temetta'tum" biçiminde olduğunu iddia etmiştir.

Mezkur görüşün tutarsızlığının delili şudur ki; Araplar arasında müt'a nikâhının bu adla yayılması ve bilinmesi bu kelimeyi işitenlerin onu lügat anlamında algılamalarına imkan tanımaz.

Ayrıca kelimeye verilen anlamın doğru olduğu, talep anlamının daimi nikâh ile bağdaştığı ve "istemta'tum" kelimesinin "temetta'tum= yararlandığınız" anlamına geldiği farz edilse bile, bu ifade "onlara ücretlerini verin." biçimindeki sonuç cümlesi ile bağdaşmaz. Çünkü me-hir, nikâh akdi yapmakla farz olur. Evlilik teklif yapmayı, akit yapmayı, oynaşmayı, cinsel ilişkiyi vb. şeyleri de kapsamına aldığını kabul ettiğimiz yararlanma talebine ve aynen yararlanmaya da dayanmaz. Mihrin yarısı nikâh akdi ile, öbür yarısı da cinsel ilişki ile farz olur.

Üstelik bu ayetten önce inen ayetler, çeşitli ayrıntıları ile mehir vermenin gerekliliğini geniş biçimde anlatmışlardır. Bu gerekliliği tekrar anlatmanın anlamı yoktur. Söz konusu ayetler şunlardır: "Kadınların mehirlerini (Allah tarafından) bir bağış olarak verin." (Nisâ, 4) "Eğer bir eşinizi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklü miktarda mal (mehir) vermiş olsanız bile, ondan hiçbir şeyi geri almayın." (Nisâ, 20) "Kadınlara dokunmadan veya mehirlerini kesmeden kadınları boşarsanız, size bir günah yoktur. Fakat onları yararlandırın; zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında... Eğer onlara mehir keser de dokunmadan boşarsanız, kestiğinizin yarısını verin..." (Bakara, 236-237)

Bir tefsirci bu ayetin, yani "O hâlde... ücretlerini bir farz olarak verin." ayetinin tekit (pekiştirme) amaçlı olduğunu ileri sürmüştü. Bu yoruma verilecek cevap şudur: Bu ayetin öncesindeki ayetler, özellikle "eğer bir eşi bırakıp yerine bir başka eş almak isterseniz..." ifadesinden sonra iki ayete kadar yer alan kısmı son derece kesin ve vurgulamalı ifadeler taşıdıkları için bu ayetin onları pekiştirme amacı taşımasına sebep yoktur.

Nesih meselesine gelince; bazıları bu ayetin "Onlar ki, edep yerlerini korurlar. Yalnız eşleri ve sahip oldukları (cariyeleri) hariç. (Bu iki durumda) onlar kınanmış değillerdir. Şu hâlde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar haddi aşan kimselerdir." (Mü'minun, 5-7) ayeti ile neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bazıları ise id-detle ilgili olan "Ey Peygamber, kadınları boşayacağınız zaman bekleme sürelerini gözeterek boşayın." (Talâk, 1) ayeti ile neshedilmiş olduğunu iddia etmişlerdir. Bazıları ise "Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç temizlenme süresi beklerler." (Bakara, 228) Çünkü bu iki ayette eşlerin ayrılmaları boşamaya ve bekleme süresine bağlanmıştır. Oysa müt'a nikâhında bunların hiçbirisi yoktur.

Bazıları ayetin "eşlerinizin... geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir..." (Nisâ, 12) ayeti ile neshedildiğini söylüyorlar. Müt'a evliliklerinde mirasın olmayışını görüşlerine delil gösteriyorlar. Bazıları "Size (şunlar) haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız..." (Nisâ, 23) ayetinin bu ayeti neshettiğini söylüyorlar. Çünkü bu ayet evlenme hakkındadır, diyorlar. Diğer bazıları da bu ayetin "o hâlde gönlünüzün rahat ettiği (başka) kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenebilirsiniz." (Nisâ, 3) ayeti ile neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. [Çünkü müt'ada dörtten fazlasıyla da nikâh yapılabilir.]

Bazılarına göre ayet sünnetle neshedildi. Bu doğrultudan da kimileri ayetin Peygamberimiz tarafından Hayber Savaşı yılında, kimileri Mekke'nin fethedildiği yıl, kimileri veda haccında Peygamberimiz tarafından neshedildiğini söylerlerken, kimileri de bu uygulamanın önce serbest bırakıldığını, sonra iki veya üç defa yasaklandığını, en son kesinleşen hükmün yasaklanma hükmü olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Bu ayetin Mü'minun suresindeki ayetle neshedilmiş olması iddiası hakkında söylenecek söz, Mü'minun suresindeki ayetin neshetmeye el-verişli olmadığıdır. Çünkü o ayet Mekke döneminde, müt'a evliliği ile ilgili ayet ise Medine döneminde inmiştir. Mekke döneminde inen bir ayet, Medine dönemindeki bir ayeti neshedemez. Üstelik müt'a işlemini nikâh ve kendisiyle müt'a yapılan kadını eş saymamayı kabul etmiyoruz. Bu konudaki Peygamberimizden gelen haberler ve sahabeler ile tabiinin bu işleme nikâh adını vermiş olmaları onu nikâh saymamaya engeldir. Bunu nikâh saymanın, miras ve boşama vb. şeyleri gerektirdiğini ileri sürerek onu nikâh saymamaya ilişkin gerekli cevap verilecektir.

Bu ayetin miras ayeti ile, boşama ayeti ile ve evlenilebilecek kadınların sayısına ilişkin ayetlerle neshedildiğini ileri sürenlere verilecek cevap şudur: Bu ayetler ile müt'a ayeti arasındaki ilişki nesheden-neshedilen ilişkisi değil, genel-sınırlı veya mutlak-kayıtlı ilişkisidir. Meselâ miras ayeti kalıcı ve geçici nikâhlı bütün eşleri içerir. Fakat sünnet bu ayetin içeriğinin bir bölümünü dışarıda bırakarak onu sınırlar. Sünnetin dışarı çıkardığı bölüm geçici nikâhlı eşlerdir. Boşama ayeti ile eşlerin sayısını sınırlayan ayet hakkında söylenecek söz de aynıdır. Bu açık bir husustur. Bu ayetlerin neshedici olduklarına ilişkin iddia, her hâlde bu iki ilişki türünü birbirinden ayırt edememekten ileri geliyor.

Evet; bazı fıkıh usûlü bilginleri, eğer sınırlı kapsamlı bir ayetin arkasından olumlu veya olumsuz olarak ona zıt genel kapsamlı bir ayet gelirse, geniş kapsamlı ayetin sınırlı kapsamlı ayeti neshedeceğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüş yerinde anlatıldığı üzere zayıf olmakla birlikte bizim üzerinde konuştuğumuz meseleye uymuyor. Çünkü genel kapsamlı olan boşama ayeti Bakara suresindedir. Bakara suresi müt'a ayetini de içeren Nisâ suresinden önce Medine döneminde inmiş ilk suredir. Evlenebilecek eş sayısına ilişkin ayet de Nisâ suresinde ve müt'a ayetinin öncesinde yer almıştır. Miras ayeti de müt'a ayetinden önce aynı siyak içinde ve aynı surededir. Yani bütün bu durumlarda sınırlı kapsamlı müt'a ayeti, genel kapsamlı ayetten sonra geliyor.

Bekleme ve iddet süresine ilişkin ayetin bu ayeti neshettiği iddiasına gelince, bu iddianın asılsızlığı daha da açıktır. Çünkü bekleme süresi (iddet) hükmü, sürekli nikâhta olduğu gibi geçici nikâhta da geçerlidir. Yalnız süresi farklıdır. Bu farklılık sınırlayıcı sayılır, neshedici kabul edilmez.

Müt'a nikâhı ayetinin yasak evliliklere ilişkin ayetle yasaklandığını iddia eden görüş ise, şu iki sebepten dolayı bu görüş bu tür görüşlerin en şaşırtıcı olanıdır. Birinci sebep şudur: Yasak evlilikleri sayan ifade ile müt'a nikâhına delil olan ifade birbirine bağlı bir bütündür. Müt'a nikâhına delil olan ifadenin önce olduğu nasıl farz edilecek, sonra da bir sözün baş tarafının uzantısını neshettiği nasıl ileri sürülecektir? İkinci sebep de şudur: Bu ayet hiçbir yönü ile sürekli olmayan eşliği açıkça ve net bir dille yasaklamıyor. Ayet önce erkek için evlenilmesi yasak olan kadın zümrelerini sayıyor. Sonra da nikâh veya cariye edinme yolu ile elde edilmesi caiz olan kadınları açıklıyor. Daha önce dediğimiz gibi müt'a nikâhı nikâh olduğu için bu iki mesele arasında karşıtlık ilişkisi yoktur ki, neshedilme söz konusu olsun.

Evet. Kimileri şöyle diyor: "Bunun dışında kalanı ihsân=iffetli olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size helâl kılındı." İfadesi, diğer kadınların helâl olmasını mehirle ve "ihsân" ile zinaya bulaşmamakla kayıtlandırıyor. Geçici nikâhta "ihsân" yoktur. Nitekim müt'a nikâhı yapan bir erkek "ihsân" şartını yerine getirmiş sayılmadığı için eğer zina işlerse recm edilmez. Bu durum bu ayette müt'a nikâhının kastedilmiş olması ihtimalini ortadan kaldırır.

Bu itiraza daha önce değinilen şu karşılık verilir: "ihsân ve zina etmemek üzere" ifadesinde geçen "ihsân" kelimesi, iffetli olma anlamındadır; evli olmak anlamında değildir. Çünkü aynı ifade, hem cariye edinmeyi, hem de nikâh yolu ile evliliği içeriyor. Eğer buradaki "ihsân"ın evli olmak demek olduğu kabul edilse bile evli erkeğin zina suçunun müt'a nikâhlı bir erkeğin zina suçunu Kur'an ile değil, sünnetle sınırlandırdığı sonucuna varılır. Çünkü zaten Kur'an'da recm cezası yoktur. [Recm cezası, sünnetle ispat edilen bir gerçektir.]

Bu hükmün sünnetle neshedilmiş olmasına gelince, bir kere bu nesih, kökünden asılsızdır. Çünkü mütevatir hadislere terstir. O hadislerde hadislerin Kur'an'a sunulması, Kur'an'a ters düşenlerinin reddedilmesi ve Kur'an'ın ölçü alınması emrediliyor. Ayrıca rivayetler bölümünde bu iddiaya cevap verilecektir.

ayetin hadisler ışığında açıklaması

el-Kâfi adlı eserde yazar kendi rivayet zinciri ile Ebu Basir'e dayandırdığı bir rivayette, Ebu Basir'in şöyle dediği nakledilir: "İmam Bâkır'a (a.s) müt'a nikâhı hakkındaki fikrini sordum. İmam bana şu cevabı verdi: 'Kur'an'da bu konuyla ilgili şu ayet inmiştir: "O hâlde ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin. Mehir kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur." (Füru-u Kafi, c.5, s.448, h:1)

Yine aynı eserde yer aldığına göre İbn-i Ebu Umeyr, birinin anlattığına dayanarak İmam Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini naklediyor: "Kur'-an'da 'O hâlde ne zaman onlarla belirli bir süreye kadar müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin.' şeklinde ayet inmiştir." (c.5, s.449, h:3)

Ben derim ki: Ayyâşî, ayetin bu okunuş biçimini İmam Bâkır'dan (a.s) naklediyor. Aşağıda geleceği üzere Ehl-i Sünnet alimleri bu okunuş biçimini çeşitli kanallardan Ubeyy b. Kaab ve İbn-i Abbas'a dayandırarak nakletmişlerdir. Her hâlde bu tür rivayetler, ayetin sözel iniş biçimini değil, anlamını kastetmektedirler.

Yine el-Kâfi adlı eserde yer aldığına göre Zürare diyor ki: "Abdullah b. Ümeyr b. Leysi, İmam Bâkır'a (a.s) gelerek kendisine 'Kadın-ları müt'a nikâhı ile almak hakkında ne diyorsun?' dedi. İmam 'Allah bunu Kur'an'da ve Peygamberin dili ile helâl kıldı. Buna göre bu uygulama kıyamet gününe kadar helâldir' dedi. Abdullah b. Ümeyr 'Ey Ebu Cafer, Ömer bunu haram ilan edip yasaklamışken nasıl olur da se-nin gibi biri böyle der?' dedi. İmam 'O istediği kadar haram kılsın' dedi. Abdullah b. Ümeyr 'Ömer'in haram kıldığı bir şeyi helâl kılmandan seni Allah'a sığındırırım' dedi." Zürare der ki: "İmam 'Sen dostunun sözü üzere ol. Ben de Peygamberin sözü üzereyim. Sonra gel de lânet-leşelim. Yani ben doğru söz Allah'ın resulünün sözüdür. Batıl söz, senin dostunun sözüdür. Değilse Allah'ın lâneti benim üzerime olsun, di-yeyim.' Abdullah b. Ümeyr İmama dönerek dedi ki: 'Senin karının, kızının, kız kardeşinin ve amcanın kızının bu işi yapmaları hoşuna gider mi?' İmam Bâkır, karısının ve amcasının kızının söz konusu edilmesi üzerine Abdullah b. Ümeyr'e yüz çevirdi." (Füru-u Kafi, c.5, s.449, h:4)

Yine aynı eserde yazar kendi rivayet zinciriyle Ebu Meryem'den, o da İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Müt'a nikâhı, hakkında ayet indiği gibi, Peygamberimiz tarafından bir sünnet olarak da uygulanmıştır."

Yine el-Kâfi adlı eserde müellifin kendi rivayet zinciriyle Abdur-rahman b. Ebu Abdullah'tan şöyle rivayet ettiği nakledilir: "Ebu Hani-fe'nin, İmam Sadık'a müt'a hakkındaki görüşünü sorduğunu duydum. İmam, 'İki müt'adan hangisini soruyorsun?' dedi. Ebu Hanife 'Hac müt-'asını sana sormuştum. Şimdi ise müt'a-i Nisâ=kadınları müt'a yapmak hakkında bana bilgi ver. Bu uygulama doğru mu?' dedi. İmam 'Subha-nellah! Sen Allah'ın kitabındaki: 'O hâlde ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin.' ayetini okumadın mı?' dedi. Ebu Hanife 'Vallahi, sanki bu ayeti hiç okumamış gibiyim.' dedi." (Füru-u Kafi, c.5, s.449, h:6)

Tefsir-ul Ayyâşî'de Muhammed b. Müslim'e dayanılarak verilen bilgiye göre İmam Bâkır (a.s) şöyle diyor: "Cabir b. Abdullah Resulul-lah'ın (s.a.a) siretinden konuşurken şöyle dedi: 'Sahabeler Peygamberimiz ile çıktıkları savaşta Peygamber onlara müt'a nikâhını helâl kıldı, onu yasaklamadı.' Hz. Ali (a.s) bu meselede 'Eğer İbn-i Hattab'ın (Ömer'in) benden önceki yasaklaması olmasaydı, kötü kişiden[1] başka hiç kimse zina etmezdi.' dedi. İbn-i Abbas ise şöyle derdi: Yüce Allah 'O hâlde ne zaman onlarla (belirli bir süreye kadar) müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin.' buyuruyor. Şu adamlar bu uygulamayı inkâr ediyorlar. Oysa Peygamberimiz onu helâl kıldı, yasaklamadı." (c.1, s.233, h:85)

Yine Tefsir-ul Ayyâşî'de Ebu Basir kanalıyla müt'ayla ilgili olarak İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Müt'a hakkında 'O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin. Mehir kesiminden sonra, karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur.' ayeti inmiştir. Kadın ile aranızda kararlaştırdığınız süre sona erdiğinde sen ona, o da sana artırma yapabilirsiniz. Erkek, kadının rızası ile yeni bir süre için seni kendime helâl kıldım, der. O kadın bekleme süresi dolmadan başkasına helâl olmaz. Onun bekleme dönemi iki aybaşı dönemidir." (c.1 s.233, h:86)

Şeybani'nin verdiği bilgiye göre "Mehir kesiminden sonra, karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur." (Nisâ, 24) ayeti hakkında İmam Sadık ile İmam Bâkır (her ikisine selam olsun) şöyle diyorlar: "Bu şöyle olur: Erkek kadının ücretini artırır, kadın da onun süresini artırır."

Ben derim ki: Ehl-i Beyt İmamlarından (hepsine selam olsun) gelen bu anlamdaki rivayetler sayıca çok ve mütevatirdir. Biz bir kaç seçme örnek sunduk. Bu rivayetlerin tümünden haberdar olmak isteyenler hadis kaynaklarına başvursunlar.

Müt'a Ayetinin "İla Acelin Musemma"

Yani "Belirli Bir Süreye Kadar" Şeklinde Olduğunu Bildiren Rivayetlerden Örnekler

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, İbn-i Ebu Hatem'e dayanılarak verilen bilgiye göre İbn-i Abbas şöyle diyor: "Müt'a nikâhı İslâm'ın ilk döneminde uygulanıyordu. Erkek yabancısı olduğu bir beldeye gidiyordu. Orada işlerini görecek ve eşyalarını koruyacak kimsesi olmuyordu. Bu yüzden ihtiyacını karşılayacağı süre içinde, eşyasını gözeteceği ve işlerini göreceği bir kadınla evleniyordu." [İbn-i Ebu Hatem devamla şöyle der:] "İbn-i Abbas [müt'a ile ilgili] ayeti 'ne zaman onlarla belirli bir süreye kadar müt'a nikâhı yaptınızsa...' şeklinde okurdu. Fakat bunu, 'muhsinîne ğayre musafihîne=iffetli olmak ve zina etmemek üzere' ayeti neshetmiştir. Bu ayette sözü edilen 'ihsân' erkeğin elinde idi. Erkek kadını istediği sürece nikâhı altında tutar, istediğinde onu boşardı." (c.2, s.139)

Hakim, el-Müstedrek adlı eserinde kendi rivayet zinciriyle Ebu Nadra'dan şöyle rivayet eder: "İbn-i Abbas'a 'O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin."ayetini okuduğumda, kendisi benim okuyuşumu düzelterek 'ne zaman onlarla belirli bir süreye kadar müt'a nikâhı yaptınızsa...' dedi. Ben kendisine 'Biz bu ayeti öyle okumuyoruz' deyince bana; 'vallahi, Allah onu böyle indirdi' dedi." (c.2, s.305)

Ben derim ki: Bu rivayeti ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Ebu Nadra'dan ve Abd b. Hamid'den, İbn-i Cerir'den ve İbn-i Enbari'den el-Mesahif adlı eserinde nakletmiştir. (c.2, s.140)

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Abd b. Hamid ve İbn-i Cerir'e dayanarak kaydettiğine göre Katade, bu ayetin Ubeyy b. Kaab'ın kıraatine göre "O hâlde, ne zaman belirli bir süreye kadar onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin..." şeklinde olduğunu söylemiştir. (c.2, s.140)

Sahih-i Tirmizi'de, Muhammed b. Kaab kanalıyla İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilir: "Müt'a nikâhı İslâm'ın ilk döneminde uygulanıyordu. Adam tanımadığı bir beldeye geldiğinde kalmayı düşündüğü süre için bir kadınla evleniyordu. Bu kadın adamın eşyasını koruyor, işlerini yapıyordu. Bu uygulama, 'Yalnız eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine hariç...' (Mü'minun, 6) ayetinin inişine kadar devam etti." İbn-i Abbas daha sonra şöyle dedi: "Bu iki şık dışındaki bütün cinsel organlar haramdır." (c.3, s.460, h:1122)

Ben derim ki: Bu rivayet müt'a nikâhı hakkındaki ayetin Mekke döneminde neshedilmiş olmasını gerektirir. Çünkü Mü'minun suresindeki ayet Mekke döneminde inmiştir.

Hakim'in el-Müstedrek adlı eserinde yer aldığına göre Abdullah b. Ebu Melike şöyle diyor: "Ayşe'ye (raziyellahu anha) müt'a-i nisâ yani kadınlarla müt'a nikâhı meselesini sordum. Bana 'Benimle sizin aranızda Kur'an vardır' dedikten sonra, 'Onlar ki ırzlarını korurlar. Eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı müstesna... Onlar bunlar için kınanmazlar.' (Mü'minun, 6) ayetini okudu ve arkasından sözlerini şöyle bağladı: Allah'ın kendisine helâl kıldığı eşin ve mülküne verdiği cariyenin ötesine geçmek isteyenler sınırı aşmış olurlar." (c.2, s.305)

Müt'a Ayetinin Ayetle Neshedildiğini

Bildiren Hadislerden Örnekler

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Ebu Davud'un Nasih adlı eserine, Ata kanalıyla İbn-i Münzir'e ve Nuhas'a dayanarak yer aldığına göre İbn-i Abbas, "O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin." ayetinin "Ey Peygamber, kadınları boşayacağınızda bekleme sürelerini gözeterek boşayın." [Talâk, 1] "Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç temizleme süresi beklerler." [Bakara, 228] "Aybaşı olmaktan ümit kestiğiniz kadınlarınız hakkında eğer şüpheye düşerseniz, onların bekleme süresi üç aydır." [Talâk, 4] ayetleri ile neshedildiğini söylemiştir. (c.2, s.140)

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Nasih adlı eserinde Ebu Da-vud, İbn-i Münzir, Nuhas ve Beyhaki, Said b. Museyyib'den şöyle rivayet ederler: "Miras ayeti müt'a nikâhı ile ilgili ayeti neshetmiştir." (c.2, s.140)

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Abdurrezzak, İbn-i Münzir ve Beyhaki İbn-i Mesud'dan şöyle rivayet ederler: "Müt'a nikâhı hakkındaki ayet neshedilmiştir; onu talak, sadaka, iddet ve miras ayetleri neshetmiştir." (c.2, s.140)

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Abdurrezzak ve İbn-i Münzir Hz. Ali'den şöyle rivayet ederler: "Ramazan orucu, diğer bütün oruçları, zekât diğer bütün sadakaları neshetti. Talak, iddet ve miras ayetleri müt'a nikâhını, Kurban kesmeye ilişkin ayet diğer bütün hayvan kesmeleri neshetti." (c.2, s.140)

Müt'a Ayetinin Sünnetle Neshedildiğini

Bildiren Hadislerden Örnekler

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Abdurrezzak, Ahmed ve Müslim'e dayanılarak kaydedildiğine göre Sebra Cuheni şöyle diyor: "Mekke'nin fethedildiği yıl Peygamberimiz (s.a.a) müt'a evliliği yapmamıza izin vermişti. Bir gün kabilemizden biri ile dışarıya çıktık. Ben arkadaşımdan daha yakışıklı idim. O biraz çirkin idi. İkimizin de birer hırkası vardı. Benim hırkam eski, amca oğlumunki yeni ve alımlı idi. Mekke'nin tepesine vardığımızda genç kız gibi güzel bir kadınla karşılaştık. Kendisine 'Bizden birinin seninle müt'a nikâhı yapmasına var mısın?' diye sorduk. 'Karşılığında ne vereceksiniz?' diye sordu. Biz hırkalarımızı çıkarıp önüne serdik. Kadın ikimizi de süzmeye başladı. Arkadaşım onu bu durumda görünce 'Bunun hırkası eski, benim hırkam ise yeni ve alımlı' dedi. Kadın ise, 'Onun hırkası fena değil' dedi. Bunun üzerine ben kadınla müt'a yaptım. Biz Mekke'den henüz çıkmamıştık ki, Peygamberimiz (s.a.a) müt'a nikâhını yasakladı." (c.2, s.140)

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Abdurrezzak'a, İbn-i Ebu Şeybe'ye, Buhari'ye, Müslim'e, Tirmizi'ye, Nesei'ye ve İbn-i Mace'ye dayanılarak aktarıldığına göre Hz. Ali şöyle rivayet etmiştir: "Peygamberimizin (s.a.a) Hayber Savaşı günü müt'a nikâhını ve evcil eşek eti yemeyi yasakladı." (c.2, s.141)

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde İbn-i Ebu Şeybe'ye, Ahmed'e, Müslim'e dayanılarak kaydedildiğine göre Seleme b. Ekva şöyle diyor: "Peygamberimiz Evtas seferi yılında üç günlüğüne müt'a nikâhı yapmamıza izin verdi, üç gün sonra da onu yasakladı." (c.2, s.140)

İbn-i Arabi, Sahih-i Tirmizi'nin şerhinde İsmail'den, o da babasından, o da Zühri'den rivayet ettiğine göre Sebra, Peygamberimizin veda haccı sırasında müt'a nikâhını yasakladığını rivayet etti. Ebu Davud bu rivayeti naklettikten sonra, "Bunu Abdulaziz b. Ömer b. Abdulaziz, Rebi b. Sebre'den, o da babasından nakletti ve sözlerine şunları ekledi: Bu yasaklama veda haccı sonrasında ihramdan çıkıldıktan sonra gerçekleşti. Bu nikâh belirli bir süre için uygulandı. Hasan ise bu yasaklamanın kaza umresinde gerçekleştiğini söyledi." (c.5, s.50)

Yine bu kitapta verilen bilgiye göre Zühri, Peygamberimizin müt'a nikâhına Tebuk Savaşında son verdiğini söyledi." (c.5, s.50)

Ben derim ki: Görülüyor ki, müt'a nikâhının yasaklanma zamanı hususunda hadisler farklı içeriklere sahiptirler. Kimi onun hicretten önce, kimi hicretten sonra nikâha, boşamaya, iddete ve mirasa ilişkin ayetlerin inmesi ile yasaklandığını söylüyor. Kimi de bu yasaklamayı hicretten sonra Peygamberimizin gerçekleştirdiğini söylüyor. Peygamberimizin yasaklama tarihi olarak da kimi Hayber Savaşı yılını, kimi kaza umresini, kimi Evtas seferi yılını, kimi Mekke'nin fetih yılını, kimi Tebuk Savaşı yılını, kimi de veda haccı sonrasını gösteriyor. Bu yüzden, müt'anın birçok kereler yasaklandığı ve her rivayet bir defasını açıkladığı ileri sürülmüştür. Ama ravilerden Hz. Ali, Cabir, İbn-i Mesud gibi seçkin şahsiyetlerin, Peygamberimize gayet yakın olmalarına, onun hayatındaki önemli veya normal bütün gelişmeleri bilmelerine rağmen onun yasaklarından habersiz olabilecekleri insana mantıklı gelmiyor.

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Beyhaki Hz. Ali'den şöyle rivayet eder: "Resulullah (s.a.a) müt'a nikâhını yasakladı. O zaten normal evlilik imkanı bulamayanlar için serbest bırakılmıştı. Evlenme, boşama, iddet ve karı-koca arasındaki miras hakkındaki ayetler inince müt'a nikâhına ilişkin hüküm neshedildi." (c.2, s.140)

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Nuhas, Hz. Ali'nin İbn-i Abba-s'a "Sen şaşkının birisin. Peygamber müt'a nikâhını yasakladı." dediğini rivayet eder. (c.2, s.141)

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Beyhaki Ebuzer'den şöyle rivayet eder: "Müt'a nikâhı Resulullah'ın (s.a.a) sahabelerine sadece üç günlük bir süre için helâl kılındı. Arkasından Peygamber onu yasakladı." (c.2, s.141)

Sahih-i Buhari'de Ebu Cemre'den şöyle rivayet edilir: "İbn-i Abba-s'a kadınları müt'a nikâhı yapmak meselesi soruldu. O da bunun caiz olduğunu söyledi. Fakat kölesi kendisine; 'Bu nikâh, kadınların kıt ve erkeklerle ilgili şartların zor olduğu günler için serbest bırakıldı.' deyince, 'Evet öyledir' dedi." (c.7, s.16, Beyrut baskısı)

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Beyhaki Ömer'den şöyle rivayet eder: "Ömer bir hitabesinde şöyle dedi: Nasıl olur da bazı erkekler müt'a nikâhı yapıyor? Oysa Peygamberimiz bunu yasakladı. Bu nikâhı yapan biri bana getirilirse onu mutlaka recmederim." (c.2, s.141)

Yine aynı eserde İbn-i Ebu Şeybe, Ahmed ve Müslim Sebre'den şöyle rivayet ederler: "Peygamberimizin Kâbe'nin rüknü ile kapısı arasında ayakta şöyle dediğini gördüm: Ey insanlar, ben müt'a nikâhı yapmanıza izin vermiştim. Haberiniz olsun ki, Allah onu kıyamet gününe kadar haram kıldı. Kimin müt'a nikâhlısı varsa onu salıversin. Onlara verdiğiniz ücretten hiçbir şey geri almayın." (c.2, s.140)

Yine aynı eserde, İbn-i Ebu Şeybe, Hasan'dan şöyle rivayet eder: "Allah'a andolsun, müt'a sadece üç gün için uygulandı. Resulullah bu hususta onlara izin vermişti. Ne üç gün öncesinde, ne de sonrasında böyle bir şey yoktu."

Sahabe ve Müfessir Olan Tabiinden

Müt'anın Caiz Olduğunu Savunanların Görüşünü Bildiren Hadislerden Örnekler

Tefsir-ut Taberi'de, Mucahid'in "O hâlde, ne zaman onlarla..." ayetinde müt'a nikâhının kastedildiğini söylediği yer alır. (c.5, s.9)

Yine aynı eserde Süddi şöyle diyor: "Bu ayette müt'a nikâhı kastediliyor. Bu nikâh şöyledir: Erkek, kadını belirli bir süre şartı ile nikâhlar. Bu süre sona erince erkek kadına artık dokunamaz. Kadının o erkekle ilişkisi bitmiş olur. Kadın, rahmini ondan temizlemesi yani iddet beklemesi gerekir. Bunların arasında miras yoktur. Yani bu erkek ve kadın birbirinin mirasçısı olamazlar." (c.5, s.9)

Sahih-i Buhari ile Sahih-i Müslim'de ve ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Abdurrezzak ve İbn-i Ebu Şeybe İbn-i Mesud'dan şöyle rivayet ederler: "Bizler Resulullah (s.a.a) ile birlikte savaştaydık. Eşlerimiz yanımızda yoktu. Peygamberimize 'Kendimizi kısırlaştıralım mı?' diye sorduk. Peygamber bizi bu işten sakındırdı. Bir kadınla elbise karşılığında belirli bir süre için evlenmemize izin verdi." Daha sonra Abdullah b. Mesud şunu ekledi: "Yüce Allah 'Ey müminler, Allah'ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram ilan etmeyin.' buyuruyor." (ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.140. Sahih-i Buhari, c.7, s.4-5. Sahih-i Müslim, c.9, s.182)

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde İbn-i Ebu Şeybe Nafi'den şöyle rivayet eder: "İbn-i Ömer'e müt'a nikâhı meselesi soruldu. İbn-i Ömer 'ha-ramdır' dedi. Kendisine 'İbn-i Abbas buna fetva veriyor' dediler. İbn-i Ömer; 'Onu Ömer zamanında ağzına alsaydı ya' dedi." (c.2, s.141)

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde İbn-i Münzir, Taberani ve Beyhaki Said b. Cubeyr kanalıyla şöyle rivayet ederler: "İbn-i Abbas'a dedim ki: 'Ne yaptın. Bütün atlılar senin fetvanı etrafa dağıttı. Hakkında şiirler yazıldı.' Bana 'Şairler ne dediler?' diye sordu. Kendisine 'şöyle de-diler' diye cevap verdim:

"Şeyhe meclisi uzayınca derim ki: / Dostum, İbn-i Abbas'ın fetvasına ne dersin? / Cinsel ilişki serbestliğinde üns tutacak kadına var mısın? / İnsanlar gelinceye kadar sana yataklık etsin."

Bunun üzerine İbn-i Abbas şöyle dedi: "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun! (Hepimiz Allah'tanız ve hepimiz O'na dönücüleriz.) Hayır. Vallahi ben buna fetva vermedim. Bunu kastetmedim. Ben müt'a nikâhını çaresiz durumda olanlar için helâl ilan ettim. Yüce Allah ölü etinin, kanın ve domuz etinin ne kadarını helâl kıldı ise, ben de müt'a nikâhının o kadarını helâl ilan ettim." (c.2, s.141)

Yine aynı eserde İbn-i Münzir, Şerid'in azat edilmiş kölesi Am-mar'dan şöyle rivayet eder: "İbn-i Abbas'a müt'anın fuhuş mu, yoksa nikâh mı olduğunu sordum. 'Ne fuhuştur, ne de nikâh' dedi. 'Peki nedir?' diye sordum. 'Yüce Allah'ın dediği gibi, müt'adır' dedi. 'Kadının iddet beklemesi gerekir mi?' dedim. 'Müt'a yapan kadının iddeti bir ay-başı dönemidir.' dedi. 'Müt'a yapanlar birbirlerine mirasçı olurlar mı?' dedim. 'Hayır, olmazlar' dedi." (c.2, s.141)

Yine aynı eserde Ata kanalıyla İbn-i Münzir ve Abdurrezzak İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet ederler: "Allah Ömer'e rahmet etsin. Müt'a nikâhı, yüce Allah'ın Muhammed ümmetine rahmeti idi. Eğer onu yasaklamasaydı, kötü kimse dışında hiç kimse zina yapmaya muhtaç olmazdı. O, Nisâ suresindeki 'O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa...' ayetine dayanıyor. Yani şu sürenin sonuna kadar şu ücretle kendilerinden yararlandığınız kadınlar demektir. Müt'a nikâhı yapan çift birbirinin mirasçısı olamaz. Süre dolduktan sonra eğer yeniden süre uzatmayı uygun görürlerse ne âlâ. Eğer ayrılırlarsa ne güzel. Aralarında nikâh bağı yoktur." Bu rivayeti nakleden Ata, 'İbn-i Ab-bas'tan, şimdi de müt'ayı helâl gördüğünü duymuşum' dedi." (c.2, s.141)

Tefsir-ut Taberi'de Hakem'den -ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde ise aynı rivayet Abdurrezzak'tan ve Nasih adlı eserinde Ebu Davud'dan- şöyle rivayet edilir: "Hakem'den bu ayetin mensuh olup olmadığı soruldu. 'Hayır, mensuh değil' dedi. Hz. Ali ise, 'Eğer Ömer müt'a nikâhını yasaklamasaydı, kötü kimseden başka hiç kimse zina yapmazdı' buyurdu." (Taberi, c.5, s.9. ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.140)

Ömer'in Müt'ayı Yasakladığını İfade

Eden Rivayetlerden Örnekler

Sahih-i Müslim'de Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet edilir: "Biz gerek Peygamberimizin günlerinde, gerekse Ebu Bekir döneminde bir avuç hurma veya un karşılığında müt'a nikâhı yapardık. Bu uygulama Amr b. Hurays olayı üzerine Ömer'in bu nikâhı yasaklamasına kadar devam etti." (c.9, s.183)

Ben derim ki: Bu rivayet, İbn-i Esir'in Cami-ul Usûl (c.16, s.135), İbn-i Kayyım'ın Zad-ul Mead (c.2, s.205), İbn-i Hacer'in Feth-ul Bari (c.9, s.166-167) ve Muttaki'nin Kenz-ül Ümmal (c.16, s.523)adlı eserlerinde nakledilmiştir.

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Malik ve Abdurrezzak, Urve b. Zu-beyr'den şöyle rivayet ederler: "Hule bint-i Hakîm adında bir kadın Ö-mer'in yanına girerek Rabia b. Ümeyye'nin doğurganlık çağında bir ka-dınla müt'a yaptığını ve kadının ondan hamile kaldığını haber verdi. Ömer, öfkesinden abası yerlerde sürüklenerek dışarı çıktı ve 'Bu o müt'a-dır. Eğer daha önce haber verseydin onu recmettirirdim' dedi." (c.2, s.141)

Ben derim ki: Bu rivayeti, Şafiî el-Ümm adlı eserde ve Beyhaki Sunen-i Kübra (c.7, s.206) adlı eserde nakletmişlerdir.

Kenz-ül Ümmal adlı eserde Süleyman b. Yesar'dan o da Hayseme-'nin kızı Ümmü Abdullah'tan şöyle rivayet edilir: "Bir adam Şam'dan Medine'ye geldi ve bana misafir oldu. Bir gün bana 'Bekârlıktan sıkıldım. Bana bir kadın bul, onunla müt'a nikâhı yapayım' dedi. Ben de ona bir kadın buldum. Aralarında şartlaştılar ve adil şahitler huzurunda anlaştılar. Adam kadınla Allah'ın istediği bir süre beraber oldu. Sonra Medine'den ayrıldı. Ömer bu olaydan haberdar olunca birini göndererek bana bu olayın aslı olup olmadığını sordu. Ben de 'evet' dedim. 'Bir daha geldiğinde bana haber ver' dedi. Adam tekrar gelince Ömer'e haber verdim. O da birini göndererek adama 'Niçin bu işi yaptın?' diye sordu. Adam Ömer'e şu cevabı verdi: 'Ben bu işi Peygamberimizin (s.a.a) zamanında yaptım. O vefat edinceye kadar bunu bize yasaklamadı. Arkasından Ebu Bekir'in döneminde aynı şeyi yaptım. O da ölünceye kadar bize bunu yasaklamadı. Sonra senin zamanında aynı işi yaptım. Bize bunu yasaklama konusunda bir söz söylemedin.' Bunun üzerine Ömer adama şöyle dedi: Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ediyorum ki, eğer bu işi yasakladığımı bilerek yapmış olsaydın seni recmederdim. Nikâh ile fuhşun birbirinden ayırt edilmesini sağlayacak şekilde açık bir tutum takının." [Yani müt'anın fuhuşla açık bir farkı yoktur.] (c.16, s.522)

Sahih-i Müslim'de ve Müsned-i Ahmed'de Ata'dan şöyle rivayet edilir: "Cabir b. Abdullah umreden dönmüştü. Ziyaret için evine gittik. Halk ona çeşitli sorular sordu. Sonra sözü müt'a nikâhına getirdiler. Cabir 'Biz Peygamberimiz, Ebu Bekir ve Ömer zamanında müt'a nikâhı yaptık' dedi." Ahmed-i Hanbel'in rivayetinde onun şu sözlerine de yer verilmiştir: "Ömer'in (r.a) halifeliğinin sonlarına kadar bu böyle devam etti." (Müslim, c.9, s.183. Müsned, c.3, s.380)

Sünen-i Beyhaki'den Nafi'in Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet ettiği nakledilir: "Abdullah b. Ömer'e müt'a nikâhı meselesini sordular. O da şöyle dedi: Bu haramdır. Ömer b. Hattab (r.a) eğer böyle bir nikâh yapmış birini ele geçirmiş olsa onu taşlarla recmederdi." (c.2, s.206)

İbn-i Cevzi'nin Mir'at-uz Zaman adlı eserinden şöyle nakledilir: "Ömer şöyle diyor: Vallahi, eğer müt'ayı mubah gören biri bana getirilseydi, onu recmederdim."

İbn-i Rüşd'ün Bidayet-ül Müçtehid adlı eserinde Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet edilir: "Biz Resulullah'ın (s.a.a) zamanında, Ebu Bekir'in döneminde ve Ömer'in halifelik döneminin ilk yarısında müt'a nikâhını uyguladık. Sonra Ömer bunu halka yasakladı." (c.2, s.63)

el-İsabet adlı eserde İbn-i Kelbi şöyle rivayet eder: "Seleme b. Ümeyye b. Halef Cumahi, Hâkim b. Ümeyye b. Avkas-ı Eslemi'nin azat edilmiş cariyesi Selma ile müt'a evliliği yaptı. Selma, Seleme'ye çocuk verdi. Fakat Seleme çocuğun babası olduğunu kabul etmedi. Ö-mer bu olaydan haberdar olunca müt'a nikâhını yasakladı." (c.2, s.63)

Zad-ul Mead adlı eserde Eyyub'tan şöyle rivayet edilir: "Urve, İbn-i Abbas'a 'Allah'tan korkmuyor musun da müt'a nikâhını mubah ilan ediyorsun?' dedi. İbn-i Abbas: 'Ey Urvecik, anana sor' dedi. Urve, 'Ama Ebu Bekir ve Ömer müt'a nikâhı yapmadılar.' dedi. İbn-i Abbas şu cevabı verdi: Vallahi, Allah'ın azabına uğramadıkça bu tutumu bırakmayacağınızı görüyorum. Ben size Peygamberden (s.a.a) söz ediyorum. Siz bana Ebu Bekir'den ve Ömer'den bahsediyorsunuz." (c.1, s.257)

Ben derim ki: Bu rivayette sözü edilen Urve'nin anası Ebu Bekir'in kızı Esma'dır. Bu kadın Zubeyr b. Avam ile müt'a evliliği yaptı ve bu evlilikten Abdullah b. Zubeyr ile Urve adlarında iki çocuğu oldu.

Rağıb'ın Muhadarat adlı eserinde şöyle deniyor: "Abdullah b. Zu-beyr, Abdullah b. Abbas'ı mü'ta nikâhını helâl saydığı gerekçesi ile kınayınca Abdullah b. Abbas, kendisine: 'Anana sor bakalım, babanla arasındaki ocak nasıl tüttü?' dedi. Abdullah b. Zübeyr de bu meseleyi anasına sorunca anası 'Seni müt'a evliliğinde doğurdum' dedi."

Sahih-i Müslim'de Müslim-ul Kura'dan şöyle rivayet edilir: "İbn-i Abbas'a müt'a nikâhı meselesini sordum. Onun mubah olduğunu söyledi. İbn-i Zubeyr bunun yasak olduğunu söylüyordu. İbn-i Abbas 'İşte İbn-i Zubeyr'in anası. O, Peygamberin buna izin verdiğini söylüyor. Yanına gidip kendisine sorun' dedi." Müslim-ul Kura diyor ki: "İbn-i Zubeyr'in anasının yanına gittik. Kadın iri yarı ve kördü. Bize Resu-lullah'ın (s.a.a) müt'a nikâhına izin verdiğini söyledi."

Ben derim ki: Anlatılan olay gösteriyor ki, kadından müt'a-i hac=hac ile ilgili müt'a değil, müt'a-i nisâ=kadınlarla ilgili müt'a sorulmuştu. Ayrıca başka rivayetler de buna açıklık getiriyor.

Sahih-i Müslim'de Ebu Nadra'dan şöyle rivayet edilir: "Bir defasında Cabir b. Abdullah'ın yanındaydım. Biri geldi ve dedi ki, İbn-i Abbas ile İbn-i Zubeyr hac müt'ası ile müt'a nikâhı konusunda ayrılığa düştüler. Bunun üzerine Cabir şöyle dedi: Resulullah'ın (s.a.a) döneminde her ikisini de yaptık. Fakat sonra Ömer ikisini de yasakladı ve bir daha onları yapmadık." (c.8, s.233)

Ben derim ki: Nakledildiğine göre bu rivayeti Beyhaki de Sünen-ül Kübra adlı eserinde rivayet etmiştir. (c.2, s.206) Bu anlam Sahih-i Müslim'in üç yerinde de farklı ifadelerle nakledilmiştir. Bu rivayetlerin birinde de şöyle deniyor: Cabir diyor ki; Ömer ayağa kalkınca şunları söyledi: "Yüce Allah, Peygamberine istediğini, istediği ölçüde helâl kılmıştı. Haccı ve umreyi Allah'ın emrettiği gibi yapın. Kadınlarla müt'a evliliği yapmaktan vazgeçin. Eğer bir kadınla süreye bağlı evlilik yapan biri bana getirilirse onu recmederim."

Bu içerik Beyhaki'nin Sünen adlı eserinde (c.2, s.206), Cessas'ın Ahkam-ul Kur'an adlı eserinde (c.2, s.147), Kenz-ül Ümmal'de (c.16, s.521), ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Razi'nin el-Kebir tefsirinde ve Tayalisi'nin Müsned adlı eserinde yer almıştır.

Tefsir-ul Kurtubi'de Ömer'in bir hutbesinde şöyle dediği yer alır: "İki müt'a var ki, bunlar Peygamber zamanında serbestti. Fakat ben on-ları yasaklıyor ve yapanları cezalandırırım. Bunlar müt'a-i hac ve müt'a-i nisâdır." (c.2, s.392)

Ben derim ki: Ömer'in bu hutbesini bütün nakilciler kabul ediyor. Onu hiçbir şüpheye düşmeksizin nakletmişlerdir. Nitekim el-Kebir tefsirinde, el-Beyan vet-Tebyin tefsirinde, Zad-ul Mead'da, Ahkam-ul Kur'an'da yer almış ve Taberi, İbn-i Asakir ve başkaları bunu nakletmişlerdir.

Taberi'nin "Müstebin" adlı eserinden Ömer'in şöyle dediği nakledilir: "Üç şey Resulullah'ın (s.a.a) döneminde uygulanıyordu; ancak ben onları haram kılıyor ve yapanları cezalandırırım. Bunlar: Müt'a-i hac, mut'a-i nisâ ve ezanda 'hayye alâ hayr-il amel' denilmesidir."

Tarih-i Taberi'de İmrân b. Sevade'den şöyle nakledilir: "Sabah namazını Ömer'in arkasında kıldım. Subhane (İsrâ suresi) ile bir sure daha okudu. Sonra namazdan kalktı. Ben de onunla birlikte kalktım. 'Bir isteğin mi var' dedi. 'Evet, bir isteğim var' dedim. 'Peşimden gel' dedi. Peşinden gittim. İçeriye girince beni de içeri aldı. Yüzü olmayan bir tahta ve sedirin üzerine oturdu. 'Sana nasihat etmeye geldim' dedim. 'Sabah gelsin, akşam gelsin, nasihate gelen hoş geldi' dedi. 'Halk seni dört konuda ayıplıyor' dedim. Elindeki sopanın baş tarafını çenesine ve alt ucunu dizlerine dayayarak: 'Haydi söyle' dedi. 'Söylediklerine göre, hac aylarında umre yapmayı yasakladın. Bunu (yasağı) ne Peygamber (s.a.a), ne de Ebu Bekir (r.a) yapmadı. Bu helâldir.' dedim. Bana şu karşılığı verdi: 'Acaba helâl midir? Eğer insanlar hac aylarında umre yaparlarsa, onu haccın yerine geçmiş görürler. O zaman Mekke, civcivi dışarı çıkmış yumurta kabuğu gibi boş kalır. İnsanlar hacdan geri kalırlar. Oysa hac Allah'ın bağışladığı bir değerdir. Benim kararım doğrudur.'

Kendisine 'Söylendiğine göre, müt'a nikâhını yasakladın. Oysa Al-lah'ın bağışladığı bir kolaylıktı. Bir avuç karşılığında kadınlardan yararlanıyor, sonra onlardan ayrılıyorduk.' dedim. Bana şöyle dedi: 'Peygamber müt'a evliliğini zaruret döneminde serbest bıraktı. Sonra insanlar genişliğe kavuştular. Sonra baktım ki, bu evliliği bir kere yapan Müslüman tekrar yapıyor. Şimdi isteyen bir avuç karşılığında evlenir, sonra da boşamak suretiyle ayrılır. Benim kararım doğrudur.'

Kendisine 'Hamile bir cariyenin doğum yapar yapmaz azat olacağına, ayrıca efendisinin azat etmesine gerek kalmayacağına karar verdin.' dedim. Bana 'Doğan çocuğun hürmetine (ki azattır) annesinin hürmetini ekledim. Sadece hayır yapmak istedim. Eğer yanlış karar verdim ise Allah'tan af diliyorum' dedi. Kendisine 'Halk senin sertliğinden şikayetçidir' dedim. Dayandığı sopayı kaldırıp ucuna kadar sıvazladıktan sonra şöyle dedi: "Ben Muhammed'in (s.a.a) arkadaşı idim. -Karkarat-ül Keder seferinde onun yanı başında idi.- Vallahi, ben devesi tam suya kansın diye onu serbest bırakan bir çoban gibiyim. Yoldan sapanları yola döndürürüm. Mütecavizlere hadlerini bildiririm. Onları elimden geldiği kadar terbiye eder, elimden geldiğince yola getiririm. Çok bağırır-çağırırım, ama az vururum. Sopamı kaldırırım, ama elimle vururum. Eğer başka türlü davranırsam ipin ucunu kaçırır, halkı ihmal etmiş olurum."

Muaviye'ye bu konuşmayı aktardıklarında, 'Vallahi, Ömer halkı nasıl idare edeceğini bilir' dedi." (c.4, s.225, Mısır, Dar-ul Maarif baskısı)

Ben derim ki: Bu rivayeti, İbn-i Ebu'l Hadid Şerh-i Nehc-ul Bela-ğa adlı eserinde İbn-i Kuteybe'den aktarmıştır. (c.12, s.121, Dar-ul Kütüb-il İslamiye baskısı)

[müt'a rivayetlerine ilişkin inceleme]

Bunlar müt'a evliliği konusunda bize ulaşan rivayetlerin bir bölümüdür. Bu rivayetleri araştırıcı gözle inceleyenler, bunlardaki çelişkiyi ve zıtlığı görmekte gecikmezler. Bu rivayetlerden elde edilen tek sonuç, Ömer'in, halifeliği döneminde Amr b. Hurays ve Rabia b. Ümeyye b. Halef Cumahi olayları sonunda gördüğü lüzum üzerine bu uygulamayı yasaklamış olduğudur. Müt'a evliliğinin Kur'an'la veya sünnetle neshedildiği iddiası ise, görüldüğü gibi sağlam dayanaktan yoksundur. Üstelik, rivayetlerin tümü içerikleri açısından birbirleriyle çelişiyorlar. Çelişmedikleri ortak içerikleri sadece, bu uygulamanın yasaklayıcısının, bu yasağın yürütücüsünün, bu işin haram olduğunun karar vericisinin ve yapanı recm cezasına çarptırıcısının Ömer olduğudur. Bu bir.

İkincisi; bu uygulama Peygamberimiz zamanında onun izni altında geçerli idi. Uygulama eskinin onaylanması biçiminde olmuş olabileceği gibi, Peygamber tarafından ortaya çıkarılabilen bir husus da olmuş olabilir. Müt'a evliliğini, kendilerine fuhuş isnat edilmesi düşünülemeyecek derecede seçkin sahabeler uygulamıştır. Cabir b. Abdullah, Abdullah b. Mesud, Zubeyr b. Avam ve Ebubekir'in kızı Esma gibi. Esma bu tür bir evlilikle Abdullah b. Zubeyr'in baba olmasını sağlamıştır.

Üçüncüsü; İbn-i Mesud, Cabir, Amr b. Hurays gibi sahabeler ile Mucahid, Süddi, Said b. Cubeyr gibi tabiine mensup kimseler bu uygulamayı mubah ilan etmişlerdir.

Rivayetler arasındaki bu büyük farklılık Ehl-i Sünnet alimlerini ilk aşamada bu uygulamanın caiz mi, yoksa haram mı olduğu konusunda görüş ayrılığına, ikinci aşamada da yasaklanma biçimi hakkında görüş farklılığına sürüklemiştir. Öyle ki, bu konudaki şaşırtıcı ve farklı görüşlerin sayısı yaklaşık olarak on beşe ulaşmıştır.

Bu mesele birçok yönden incelemeye konudur. Ama bizi bu yönlerin sadece bir kaç tanesi ilgilendirir. Meselâ bu meselede Ehl-i Sünnet ile Şiî mezhepleri arasında kelâm ilmini ilgilendiren bir tartışma vardır. [İslâm hâkimi Allah'ın hükmünü değiştirme yetkisine sahip midir?] Meselenin başka bir araştırma yönü ayrıntılara dayalı fıkıh araştırmasıdır. Bu alanda meselenin caiz olup olmaması açısından hükmünün ne olduğu irdelenir. Başka bir araştırma yönü tefsir ilmini ilgilendirir. Bu alanda müt'ayla ilgili ayet irdelenir. Bu irdeleme sırasında şu sorulara cevap aranır: Acaba bu ayetin içeriği müt'a nikâhını yasalaştırmak mıdır? Eğer ayetin müt'a nikâhının meşruiyetine delil olduğu kabul ediliyorsa, acaba bu ayet herhangi bir ayetle, meselâ Mü'minun suresindeki ayetle veya evlenme, yasak evlilikler, boşama, iddet ve miras ayetleri ile neshedilmiş midir? Yoksa ayetle değil Peygamberimizin sünneti ile neshedilmiş midir? Bu ayetin müt'a hükmünü yasalaştırdığı kabul ediliyorsa, acaba yepyeni bir hüküm mü getiriyor? Yoksa toplumda varolan bir uygulamayı mı onaylıyor? Buna benzer birtakım hususlar söz konusudur.

Bizim bu kitapta peşinde olduğumuz inceleme, bu üçüncü tip araştırmadır. Bu konuda daha önce bir özet mahiyetinde bir açıklama yapmıştık. Şimdi o açıklamaya ek olarak bu ayetin müt'a nikâhına delil olması ve bu uygulamanın gelenekleşmesi konusunda ileri sürülen ve bizim açıklamamıza ters düşen görüşlere dikkatleri çevireceğiz.

Bir tefsirci bu ayette sürekli nikâhın mihrinin verilmesi konusuna değinildiğini ısrarla belirttikten sonra sözlerine şöyle devam ediyor: "Şiîler bu ayetteki maksadın müt'a nikâhı olduğu görüşündedirler. Müt'a nikâhı, bir kadınla bir gün, bir hafta, bir ay gibi belirlenmiş bir süre için yapılan evliliktir. Şiîler bu görüşlerine bu ayetin yaygın olmayan bir okunuş biçimini (şaz) delil gösteriyorlar. Bu yaygın olmayan okunuş biçimi Ubeyy, İbn-i Mesud ve İbn-i Abbas'tan nakledilmiştir. Ayrıca müt'a nikâhı ile ilgili rivayetleri delil gösteriyorlar.

Bir defa ayetin söz konusu okunuş biçimi yaygın değildir (şazdır), Kur'an olarak sabit değildir. Daha önce söylediğimiz gibi bize gelen bu tür rivayetler tek kanaldandır (haber-i ahaddır). Bunlara yapılan eklemeler tefsir niteliğindedir ki, bunlar sahiplerinin anlayışını yansıtmaktan öteye gitmezler. Sahabelerin anlayış biçimi de dinde delil olmaz. Özellikle eğer söz konusu anlayış biçimi bu ayette olduğu gibi metnin ve üslûbun yadırgadığı bir anlayış biçimi ise. Çünkü geçici evliliği yapan erkeğin öncelikli maksadı zinadan korunmak değil, tersine zina işlemektir. Gerçi bu evliliği yapan erkeğin bir dereceye kadar kendini zina ortamına düşmekten alıkoyma maksadı vardır; ama bu evliliği yapan kadın için hiçbir korunma (ihsân) endişesi yoktur. Çünkü bu kadınlar sürekli olarak kendilerini değişik bir erkeğe ücret karşılığında satıyorlar. Onların durumu şu beyitte tarif edildiği gibidir:

"Çevgenle atılmaya gerek olmayan bir toptur bu / Ki elden ele dolaşıyor." Alıntı burada sona erdi.

Ben derim ki: Tefsircinin "Şiîler İbn-i Mesud'un ve başkalarının yaygın olmayan okunuş biçimlerini müt'a nikâhı için delil olarak kullanıyorlar." iddiasını ele alalım. Şiîlerin görüşlerini inceleyen herkes Şiîlerin bu yaygın olmayan (şaz) okuma biçimlerini muteber ve kesin bir delil kabul etmediklerini görür. Nasıl bunları delil kabul etsinler ki, onlar yaygın olmayan okuma biçimlerinin delil olarak alınmasına karşıdırlar. Hatta bu gerekçe ile kendi İmamlarından nakledilen bu tür okuma biçimlerini bile kabul etmezler. Buna göre Şiîler nasıl olur da kendilerinin delil kabul etmedikleri bir şeyi onu delil olarak görmeyen kimselere delil olarak gösterirler. Bu gülünç değil de nedir?

Şiîlerin yaptığı şudur: Ayeti böyle okuyan sahabelerin sözlerini, onların bu ayetten müt'a nikâhının kastedildiğini düşündüklerine delil olarak gösteriyorlar. İster sahabelerin bu okuma biçimleri yaygın okuma tarzı olsun, isterse onların ayetten ne anladıklarını gösteren bir tefsir biçimi olsun.

Bu tutum Şiîlere iki yönden fayda sağlıyor. İlki, sahabelerin bir kısmı bu istidlali yapan Şiîlerin söylediklerini söylemişlerdir. Gerçekten bize nakledildiğine göre, sahabelerin ve tabiinin önemli bir bölümü müt'a nikâhı konusunda Şiîlerin görüşlerini savunmuşlardır. İsteyen konuyla ilgili kitaplara bakabilir.

İkincisi, bu ayet müt'a nikâhına delâlet ediyor. Sözü edilen sahabelerin ayet okuma biçimleri müt'a nikâhının meşruiyetine delâlet ediyor. Tıpkı yine sahabelerden gelen ve ayetin neshedildiğini ileri süren görüşlerin müt'a nikâhına delil olmaları gibi. Çünkü bu ayetin neshedildiğini ileri sürenler onun müt'a nikâhına delâlet ettiğini kabul ediyorlar ki, onun neshedildiğini düşünüyorlar veya rivayet ediyorlar. Bu rivayetler çoktur. Bazılarına daha önceki sayfalarımızda yer verdik. Buna göre Şiîler bu ayetin neshedildiğine ilişkin rivayetlerden yararlandıkları gibi, aynı şekilde söz konusu yaygın olmayan (şaz) okuma biçimlerinden de yararlanıyorlar. Yalnız bunu yaparken ne yaygın olmayan okuma biçimlerinin delil olduğunu ileri sürüyorlar ve ne de ayetin mensuh olduğuna ilişkin görüşleri kendileri için bağlayıcı kabul ediyorlar. Sadece bütün bunlardan gerek ayeti değişik biçimde okuyanların, gerekse onun neshedilmiş olduğunu söyleyenlerin bu ayette müt'a nikâhının kastedildiği görüşünde olduklarını ispat etmek için yararlanıyorlar.

Sözlerini aktardığımız tefsircinin "Özellikle eğer söz konusu anlayış biçimi bu ayette olduğu gibi metnin ve üslûbun yadırgadığı bir anlayış biçimi ise." sözüne gelince, böyle demekle zina ve fuhuş anlamına gelen "musafaha" kelimesini sadece meni akıtmak anlamına aldığı anlaşılıyor. Yani kelimenin türediği aslın sözlük anlamını göz önüne alan bir yorum yapıyor. Sonra da bu işi kasta, niyete dayandırıyor. Bununla da şehveti tatmin etmek ve meni akıtmak maksadı ile yapılan geçici evliliğin nikâh değil, fuhuş olduğu sonucuna varıyor. Fakat nikâhın da sözlük anlamının cinsel ilişkide bulunmak olduğunu unutuyor. Lisan-ul Arap adlı lügat kitabında, Ezherî'nin "Arap dilinde nikâh demek, cinsel ilişkide bulunmak demektir." dediği naklediliyor. Tefsircinin bu anlayışına göre nikâhın da zina ve fuhuş olması gerekir ki, o zaman nikâh ile fuhşu birbirinin karşısına koymak anlamsız olur.

Ayrıca, buna göre eğer meni akıtma niyeti geçici evliliğin zina olmasına yol açıyorsa, aynı mantıkla şehveti tatmin etme ve meni akıtma niyeti ile yapılan sürekli evliliğin de zina sayılması gerekir. Hiçbir Müslüman böyle bir fetva vermeye razı olabilir mi? Eğer bu tefsirci: "Sürekli evlilik ile geçici evlilik arasında bu açıdan fark vardır. Çünkü sürekli evlilik doğal olarak evlilik yolu ile korunma sağlama, üreme ve aile yuvası kurma niyetine dayanır. Oysa geçici evlilik böyle değildir." derse, bu söz körü körüne bir inatçılık olur. Çünkü sürekli nikâhtan beklenen, nefsi zinadan koruma, soyların karışmasından kaçınma, üreme ve çocuk edinme gibi bütün faydaların geçici evlilikten de elde edilmesi mümkündür. Onun tek farkı bu ümmete yönelik bir kolaylık, bir yük hafifletmesi olmasıdır. Bu sayede fakir olduğu, eşine bakmaya gücü yetmediği, evinden uzakta kaldığı için veya sürekli evlilik yapmasını engelleyen değişik başka sebepler yüzünden sürekli evlilik yapmaya gücü yetmeyen erkekler kendilerini korurlar.

Bu böyle olduğu gibi meni akıtma, şehveti tatmin etme gibi -ki sözü edilen tefsirci bunları fuhuş sayılma gerekçesi sayıyor- geçici evlilik için söz konusu edilen bütün sakıncaların sürekli evlilik için söz konusu edilmesi de mümkündür. Sürekli evliliğin bizzat söz konusu ettiğimiz bütün faydaları sağlamak amacıyla kanunlaştığı, buna karşılık geçici evliliğin bizzat sözü edilen bütün sakıncaların -eğer bunlar sakınca ise- beraberinde taşıyacağı iddiası ise asılsızlığı besbelli olan bir iddiadır.

Eğer sözlerini aktardığımız tefsirci "Müt'a evliliği, sifah olduğu için zinadır ve bu yüzden meşru evliliğin karşı kutbunu oluşturur" derse, ona şöyle cevap verilir: Meni akıtma biçiminde tanımlanan sifah, zinadan daha geniş kapsamlı bir kavramdır ve bu niteliği ile sürekli evliliği, özellikle meni akıtma niyeti ile yapılacak sürekli evliliği de kapsar.

Şimdi de sözlerini aktardığımız tefsircinin "Gerçi bu evliliği yapan erkeğin bir dereceye kadar nefsini zina ortamına düşmekten alıkoyma maksadı vardır; ama bu evliliği yapan kadın için bir korunma (ihsân) endişesi yoktur." şeklindeki sözüne gelelim. Bu söz son derece şaşırtıcıdır. Bu evlilikte kadın ile erkeğin birbirinden ne farkı vardır ki, müt'a nikâhı bu tür evlilik yapan erkek için zinadan koruyucu bir tedbir olabilirken kadın için böyle bir maksat söz konusu olmasın. Bu ölçüsüz konuşma değil de nedir?

Sözlerini aktardığımız tefsircinin dünya ve ahiret ile ilgili çok önemli hayatî sonuçlar doğuracak nitelikte olan dinî bir gerçeği konu edinen bir incelemede bir beyte yer vermesi önemsenecek bir şey değildir. İster müt'a evliliği haram, ister mubah olsun.

Acaba şiirin, bu gerçeğin ortaya çıkarılması çabasına ne gibi bir katkısı olabilir ki, o hayallerin bir örgüsüdür, o batıla gerçekten daha dost ve sapıklığa hidayetten daha yapışıktır.

Sözünü ettiğimiz tefsirci bu beyti yukarda naklettiğimiz rivayetlerin arkasına ekleseydi ya. Özellikle Ömer'in yukarda aktardığımız Taberi tarihinin rivayet ettiği "Şimdi isteyen bir avuç karşılığında kadın nikâhlar ve üç gün sonra boşamak suretiyle ondan ayrılır." biçimindeki sözlerini böyle bir beyitle bağlasaydı ya!

Yapılan bu karalamanın hedefi yüce Allah ve O'nun Peygamberi değil mi? Çünkü bu nikâh türünü ilk defa ortaya koyan veya önceden uygulanan şeyi meşrulaştıran Yüce Allah ve O'nun Peygamberidir. Bu evlilik biçimi İslâm'ın ilk döneminde hiç şüphesiz Peygamberimizin (s.a.a) gözü ve kulağı önünde uygulanıyordu.

Sözünü ettiğimiz tefsirci "O dönemde bu evlenme biçimine zaruretlerin baskısı altında izin verildi. Çünkü o zaman yaygın bir fakirlik vardı. Genel olarak bütün Müslümanlar yokluk altında eziliyorlardı. Ayrıca daha önce nakledilen rivayetlerde ortaya çıktığı üzere sık sık savaşma zorunluluğu doğuyordu" diyebilir.

Ama biz ona şöyle cevap verebiliriz: Eğer bu evlilik türünün İslâm'ın ilk döneminde halk arasında uygulandığı ve müt'a nikâhı veya "istimta (yararlanma)" adı ile bilindiği farz edilirse, bu ayetin mutlak anlamda bu evliliğin caiz olduğuna delâlet ettiğini ve sözü edilen ayetlerin ve rivayetlerin bu ayeti neshetmeye elverişli olmadığını kabul etmemiz kaçınılmazdır. O zaman bu evliliğin mubahlığının kalktığını söylemek, ayetin delâletine yönelik delilsiz bir tevil girişimidir.

Kabul edelim ki, Peygamberimizin (s.a.a) müt'a nikâhına izin ver-mesi zaruretten ileri gelmişti. O zaman şu soruyu sorarız: Bu zaruret Peygamberimizin (s.a.a) zamanında mı daha büyüktü, yoksa ondan sonra ki dönemde mi? Özellikle halifeler döneminde daha büyük değil mi idi? Bilindiği gibi halifeler döneminde Müslüman orduları binlerce savaşa katılmak üzere doğudan batıya birçok yere sefere çıkmışlardı. Fakirlik, savaşlar, yurttan uzak kalma gibi zaruretler bakımından Ömer'in halifeliğinin ilk dönemi ile son dönemi arasında ne fark var? Bu zaruretlerin biri ile öbürü arasında ne fark vardı?

Günümüz İslâm dünyasındaki müt'ayı mubah kılıcı zaruret mi daha ağırdır, yoksa Peygamberimizin (s.a.a) zamanındaki ve halifeler döneminin ilk yarısındaki zaruret mi? Bilindiği gibi yaygın fakirlik İslâm ülkelerini kaplamış durumdadır. Sömürge yönetimleri, istilacı zorba devletler, Müslümanlar arasında çıkan firavun yetkililer halkların iliklerini emmiş, İslâm topraklarında yaş-kuru ne buldularsa hepsini biçip kursaklarına indirmişlerdir.

Günümüz dünyasında şehvetler çeşitli görüntüleri ile ortalığa çıktılar. En güzel ve en alımlı süsleri ile süslendiler. En etkili çağrıları ile insanları tatmine çağırıyorlar. Bu durum git gide daha da şiddetleniyor. Bela beldeleri ve insanları kapsamıştır. Fuhuş gençler, öğrenciler, asker-ler ve fabrika işçileri arasında alabildiğine yaygınlaşmıştır ki insan kitlelerinin, dünya nüfusunun ezici çoğunluğunu bu kesimler oluşturuyor.

Hiç kimse şüphe etmez ve kesinlikle şüphe etmemeli ki, bu kesimleri zina, homoseksüellik ve diğer bütün şehevi başı boşlukların batağına düşüren zaruretin başlıcası, ev geçindirememek ve geçici, kısa süreli meşgalelerdir. Bu tür işler, sürekli ikametgâh edinmeyi, sürekli bir evlilik yapmayı engelliyor. Çünkü işler ya evden uzak kalmayı, hizmet görevinde bulunmayı ya da eğitim görmeyi gerektiriyor. Nispeten daha az ve daha önemsiz olmalarına rağmen İslâm'ın ilk döneminde müt'a nikâhını mubah kılan bu zaruretler, belâ her tarafı sardığı ve fitne büyüdüğü hâlde o dönemden başka bir dönemde niçin müt'a nikâhını mubah saydırmasınlar?

Sözlerini aktardığımız tefsirci arkasından şöyle diyor: "Bunların yanı sıra müt'a nikâhı bu anlamda Kur'an'ın verdiği mesajla, meselâ şu ayetle çelişir: 'Onlar ki, ırzlarını korurlar. Eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı müstesna. Onlar bunlar için kınanmazlar. Bunların ötesine geçmek isteyenler meşru sınırı aşmış olurlar.' (Mü'minun, 7) Meşru sınırı aşmış olurlar yani Allah'ın kendilerine helâl kıldığı evlilikleri aşarak yasaklanmış çiftleşme biçimlerine dalmış olurlar. Bu ayetler, bizim tefsir etmekte olduğumuz 'O hâlde, ne zaman... ücretlerini bir farz olarak verin.' ayeti ile çatışmaz. Bu ayetler, tefsiri üzerinde durduğumuz ayetle bir anlama sahiptirler. Dolayısıyla burada herhangi bir nesh olayı söz konusu değildir. Kendisinden müt'a yolu ile yararlanılan kadın eş değildir ki, Yüce Allah'ın buyurduğu üzere erkek karşısında marufa uygun biçimde görevleri olduğu gibi hakları da olsun. Şiîlerin kendilerinden nakledildiğine göre onlar müt'a evliliği yapan kadına eşlik hükümlerini ve gereklerini tanımıyorlar. Meselâ onu adaletsiz davranılmasından korkulmadığı durumda erkek için evlenilmesi serbest olan dört eşten biri saymıyorlar. Erkeğin çok sayıda müt'a evliliği yapabilmesini caiz görüyorlar. Ayrıca müt'a evliliği yapan erkek eğer zina işlerse, [evli olmadığı takdirde] onun recmedilmesi gerektiğini söylemiyorlar. Çünkü böyle bir erkeği "muhsen=korunmuş" saymıyorlar. Bu da Şiîlerin müt'a evlilerini 'iffetli ve zina etmemiş olmaları şartı ile' ifadesinin kapsamında saymadıklarını kesinlikle ortaya koyar ki, bu onların açık bir çelişkisidir.

Bazı tefsircilerin Şiîlerden naklettiklerine göre, müt'a evliliği yapan kadın için kocasından miras alması, nafaka alması, onun tarafından boşanması ve iddet beklemesi söz konusu değildir. Kısacası Kur'-an bu görüşten uzaktır. Bu ayet müt'a evliliği için kesinlikle ne tam bir delildir, ne de delile benzer bir dayanaktır." Alıntı burada sona erdi.

Ben derim ki: Sözünü ettiğimiz tefsircinin "Bunların yanı sıra müt'a nikâhı bu anlamda Kur'an'ın verdiği mesajla çelişir." sözünün özü şudur: Mü'minun suresinin "Onlar ki, ırzlarını korurlar..."ayeti ile başlayan ayetler, helâlliği sadece eşler (zevceler) için sayıyor. Müt'a evliliği yapan kadın ise eş değildir. Buna göre bu ayetler müt'a evliliğinin helâlliğine engeldir. İkincisi bu ayetler "Kendilerinden yararlandığınız kadınlar"ifadesinin müt'a nikâhını kapsadığına engeldir.

Bu ayetlerin müt'a evliliğini haram kıldığı iddiasını ele alalım. Bu iddia da bu ayetlerin Mekke döneminde indiği ve müt'a evliliğinin hicretten sonra genelde uygulandığı göz ardı edilmiştir. Acaba Peygamberimiz (s.a.a) müt'a evliliğini mubah kılmakla Kur'an'ın yasakladığı bir uygulamayı mubah mı kılmış oluyordu? Oysa onun sözü Kur'an'ın kesin ve net ifadesi ile hüccet ve delildir. Öyle olursa, bu Kur'an'ın kendisinde çelişki olmasına döner. Yoksa onun müt'a nikâhını mubah ilan etmesi, Mü'minun suresinin söz konusu ayetlerinde ifade edilen yasağı neshedici bir eylemdir de sonra Kur'an'ın veya Peygamberimizin (s.a.a) müt'a evliliğini yasaklaması ile bu ayetler öldükten sonra tekrar hayat kazanmış ve neshedildikten sonra tekrar hüküm niteliği kazanmış oldular. Bu öyle bir sözdür ki, hiçbir Müslüman onu ne söyler, ne söyledi ve ne söyleyebilir.

Bu durumun kendisi müt'a evliliği yapan kadının eş olduğuna, müt'a evliliğinin nikâh olduğuna ve bu ayetlerin müt'a nikâhı yapmanın evlilik olduğuna en güzel şahittir. Aksi hâlde bu ayetlerin Peygamberimizin (s.a.a) müt'a evliliğini serbest bırakması ile neshedilmiş olmaları gerekirdi. Buna göre bu ayetler müt'a evliliğinin yasaklığına değil, helâlliğine delildirler.

Başka bir ifade ile Mü'minun ve Meâric surelerindeki "Onlar ki, ırzlarını korurlar. Eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı müstesna..." ayetleri müt'a evliliğinin helâl olduğuna diğer ayetlerden daha güçlü biçimde delâlet ederler. Çünkü bu ayetlerin neshedilmiş değil, muhkem oldukları ve Mekke döneminde indikleri hakkında tefsirciler arasında görüş birliği vardır. Peygamberimizin (s.a.a) müt'a evliliğine izin verdiği de nakli delillerle kesindir. Eğer müt'a evliliği yapan kadının eş (zevce) olması durumu söz konusu olmasa idi, Peygamberimizin (s.a.a) buna izin vermesi ayetleri neshedici olurdu, oysa bu ayetler neshedilmiş değildir. Demek ki müt'a şer'î bir evliliktir. Dolayısıyla bu ayetlerin müt'anın meşruluğuna delâlet etmeleri kabul edilince, Peygamberimizin (s.a.a) bunu yasakladığı yolundaki iddia geçersiz olur. Çünkü böyle bir yasaklama bu ayetlere ters düşer ve onların neshedilmiş olmalarını gerektirir. Oysa bu ayetlerin mensuh olmadıklarına dair görüş birliği olduğunu biliyoruz.

Her neyse. Sözlerini aktardığımız tefsircinin söylediklerinin tersine, müt'a evliliği yapan kadın eştir ve müt'a evliliği de nikâhtır. Zaten naklettiğimiz rivayetlerde de sahabenin ve tabiinin bu uygulamaya müt'a nikâhı adını verdiklerini gördük. Ömer'in bu uygulamayı yasakladığını gösteren rivayetlerde bile müt'anın nikâh olarak adlandırıldığı gözleniyor. Beyhaki'nin rivayet ettiği Ömer'in hutbesi ve Müslim'in Ebu Nadre'ye dayandırdığı rivayet gibi. Hatta Kenz-ül Ümmal adlı eserde Süleyman b. Yesar'a dayanılarak yer verilen Ömer'in "Nikâh ile fuhşun birbirinden ayırt edilmesini sağlayacak şekilde durumu açıklığa kavuşturun." sözleri de bu uygulamanın nikâh adı ile anıldığını ispat eder. Çünkü bu ifadenin anlamı müt'a, fuhuştan ayırt edilemeyen bir nikâhtır. Bunu fuhuştan ayırt edilecek duruma getirerek açık bir nikâh yapmanız gerekir. Bunun delili Ömer'in "açıklığa kavuşturun" sözüdür.

Kısacası Kur'an'ın örfünde ve sahabiler ile tabiinin dilinde müt'a-nın nikâh olması ve müt'a evliliği yapan kadının eş olması şüphesizdir. Nikâh ve evlenme kelimelerinin sadece sürekli nikâh için kullanılmaları, Ömer'in müt'ayı yasaklamasından ve bu hükmün halk arasında uygulanmaz olmasından sonradır. Böylece bu iki sözcük için sürekli nikâh dışında kullanım alanı kalmamış oldu ve nikâh sözcüğü söylenince, bunun zihinde doğurduğu ilk çağrışım sürekli nikâh oldu. Tıpkı bu şeriata mensup kimselerin ortaya koyduğu diğer ifadelerde olduğu gibi.

Bu durum, sözlerini aktardığımız tefsircinin daha sonra söylediği şu sözlerin asılsızlığını ortaya koyar: "Şiîlerin kendilerinden nakledildiğine göre onlar bile müt'a evliliği yapan kadına eşlik hükümleri ve gereklerini tanımıyorlar." Kendisine sormak gerekir ki eş, yani zevceden maksat nedir? Eğer bundan Kur'an lisanındaki kastedilen anlam kastediliyorsa, Şiîler eş olmanın bütün hükümlerini istisnasız bir şekilde müt'a evliliği yapan kadın için geçerli sayıyorlar. Yok, eğer bu terimden Müslümanların dilinde olan fıkıhtaki anlamda kastediliyorsa, o zaman Şiîlerin eş olma hükümlerini bu kadına tanımadıkları doğrudur; ama bunun bir sakıncası yoktur.

Düşüncelerini naklettiğimiz tefsirci sözlerinin bir yerinde de şöyle diyor: "Bu da Şiîlerin müt'a evlisi bir erkeğin zina ettiği takdirde 'evli ve zina işlememeniz' ayetinin kapsamına girmediğini kesin olarak kabul ettiklerini gösterir ki, bu da onlar için bariz bir çelişkidir." Kendisine söyleyeceklerimiz şunlardır: Bu ayetin arkasından söylemiştik ki bu ayet cariyeleri de içerdiği için buradaki ihsân=korunmadan maksat, evli olmak değil, iffetli olmaktır. Eğer bu ihsanın evlilik anlamına geldiği kabul edilecek olursa, o zaman ayet müt'a nikâhını da kapsamına alır. Müt'a evlisi iken zina eden bir erkeğin recmedilmemesine gelince, bunun gerekçesi (recmin bir Kur'an hükmü olmamasının yanı sıra) sünnetin bu hususta olan açıklaması ve sınır getirmesidir. Tıpkı miras, nafaka, boşama ve evlenilebilecek kadın sayısı gibi diğer eşlik hükümlerinde olduğu gibi.

Bu söylediğimizin açıklaması şudur: Eğer hüküm ayetleri belirsizlik ve küllî açıklama niteliğinde olurlarsa, hüküm koymanın özünü açıklamak amacı taşıdıkları için bu ayetlerle ilgili kayıtlar, sınırlama ve kayıtlandırma sonucu doğurmayan açıklamalardır. Eğer hüküm ayetleri genel ve mutlak ifadeli olurlarsa, sünnette yer alan o ayetlerle ilgili açıklamalar, sınırlama veya kayıtlandırma olurlar ve bunlar için çelişki sakıncası söz konusu olamaz. Bu mesele, Usûl-u Fıkıh ilminin alanına girer.

Bu ayetler, yani miras, boşama ve nafaka ile ilgili ayetler, diğer ayetler gibi sınırlamaya ve kayıtlamaya açıktırlar. Meselâ mürtet yani dinden dönen bir kadının mirasçı olmasında ve boşanmasında sınırlama vardır. [Böyle bir kadının ne miras hakkı var, ne de kocasından ayrılmasında boşamaya gerek duyulur.] Kadında nikâh akdinin fesh edilmesini caiz saydıracak bir kusur ortaya çıktığı durumlarda boşama hükümlerinde bir sınırlama vardır. Kadının kocasına karşı dik kafalılık göstermesi durumunda nafaka hükümlerinde sınırlama geçerli olur. Buna göre bu ayetlere müt'a nikâhıyla da sınırlamalar getirilebilir. O hâlde müt'a evliliğini miras, nafaka ve boşama hükümlerinin kapsamı dışına çıkaran açıklamalar, sınırlamalar ve kayıtlandırmalardır. Evlendirme, nikâh, ihsân (korunmalık) gibi kavramların sadece sürekli nikâh için kullanılmaları, Müslümanlar arasında bu sözcüklere yüklenen bir anlamdır; şeriat ve İslâm'dan kaynaklanan bir durum değildir.

Dolayısıyla söz konusu tefsircinin sandığı gibi, asla bir sakınca söz konusu değildir. Meselâ bir fıkıh alimi eğer "Zina eden muhsen (korunmalı) erkeğin recmedilmesi gerekir. Fakat müt'a nikâhlı erkek muhsen (korunmalı) olmadığı için recmedilmez" diyorsa, o fıkıh aliminin ihsân kavramını sadece şu sonuçları olan sürekli nikâh anlamında kullanmış olmasındandır. Onun bu yorumu, Kur'an terminolojisinde ihsânın hem sürekli, hem de geçici nikâhta söz konusu olduğu gerçeği ile çelişmez. İhsânın her iki nikâhta da özel sonuçları vardır.

Sözlerini naklettiğimiz tefsircinin, Şiîlerin müt'a nikâhında kadının iddet beklemesini gerekli görmedikleri yolundaki iddiası ise açık bir iftiradır. İşte Şia'nın kitapları... Bunlar müt'a evliliği yapan kadının iddetinin iki hayız dönemi olduğu fetvası ile doludur. Bu konuda Ehl-i Beyt İmamlarının (hepsine selam olsun) Şia kanalıyla nakledilmiş bazı rivayetlerine yukarıda yer vermiştik.

Sözünü ettiğimiz tefsirci sözlerine şöyle devam ediyor: "Bu konu hakkında rivayet edilen hadislerin ve belgelerin tümü gösteriyor ki, Peygamberimiz (s.a.a) müt'a evliliğini bazı savaşlarda sahabilere serbest etti, sonra yasakladı, arkasından bir veya iki kere ona izin verdi ve sonra onu temelli olarak yasakladı. Peygamberimiz, sahabilerin kadınlarından uzak kaldıkları dönemlerde zinadan uzak kalmalarının zor olduğunu bildiği için müt'a evliliğine izin vermişti. Bu izin iki zarardan daha hafif olanını göze alma kabilindendir. Çünkü bir erkeğin bekâr bir kadınla geçici bir nikâh yaparak onunla belirlediği süre içinde birlikte yaşaması, kandırabileceği herhangi bir kadınla zina etmesinden daha az kötü bir davranıştır.

Ben derim ki: Sözü edilen tefsircinin bu konudaki rivayetlerin bütününe göre Peygamberimizin bazı savaşlarda müt'a evliliğine izin verip arkasından onu yasakladığı, sonra yine bir veya iki kere izin verdikten sonra onu temelli olarak yasakladığı yolundaki sözleri, daha ön-ce naklettiğimiz bu konudaki çelişkili ve çatışmalı rivayetlerle bağdaş-mıyor. O rivayetlere tekrar başvurulursa, onların sözünü ettiğimiz tefsircinin iddialarını bir bütün olarak kelime kelime yalanladıkları görülür.

Sözünü ettiğimiz tefsirci daha sonra şöyle diyor: "Ehl-i Sünnete göre müt'a evliliğine bir veya iki kere izin vermek, zinayı kesin biçimde yasaklamaya yönelik tedricî bir hazırlıktır. Tıpkı içkiyi yasaklamada yapıldığı gibi. Bu kötülüklerin her ikisi de cahiliye döneminde yaygındı. Fakat zina özgür kadınlar arasında değil, köleler arasında yaygındı."

Ben derim ki: Bu tefsircinin müt'a evliliğine verilen izin, zinayı yasaklamanın bir tür hazırlığıdır şeklindeki sözlerinin özeti şudur: Müt'a evliliği o günün insanlarının nazarında bir tür zina idi. Öbür zina türleri gibi cahiliye döneminde yaygın idi. Bu yüzden Peygamberimiz zinayı yasaklamada yumuşak ve tedricî bir yöntem benimsedi. Maksadı insanlar tarafından kabul görebilmekti. Bunun için zinanın müt'a evliliği dışında kalan türlerini yasaklayıp müt'a biçimindeki zinayı bıraktı, ona izin verdi. Arkasından onu yasaklayıp sonra serbest bıraktı. Böylece onu kesinlikle yasaklayabilecek duruma gelince, onu temelli olarak yasakladı.

Ömrüm hakkı için böyle bir iddia, temiz dinî hükümlerin ortaya konması işlemine reva görülen iğrenç bir oyundur. O dinî hükümler ki, Yüce Allah bunları yasallaştırmakla sadece bu ümmeti kötülüklerden arındırmayı ve onlara yönelik nimetini tamama erdirmeyi istemiştir.

Bu sözlerde birkaç açıdan tutarsızlık vardır. Birincisi şudur: Peygamberimizin müt'a evliliğini önce yasaklayıp sonra serbest bıraktığını, arkasından yine yasaklayıp sonra serbest bıraktığını ileri sürmek ve bunun yanı sıra Mekke döneminde inmiş olan Meâric ve Mü'minun surelerindeki "Onlar ki, ırzlarını korurlar..." diye başlayan ayetlerin müt'a evliliğini yasakladığını ısrarla iddia etmek, önce de vurgulandığı üzere şu sonucu ortaya çıkarır ki, Peygamberimiz müt'a evliliğini serbest bırakmakla söz konusu ayetleri neshetmiş. Sonra bu neshi nesh-etmiş ve o ayetleri yürürlüğe koymuş. Sonra onları yine neshederek arkasından yine yürürlüğe koymuştur. Böyle bir iddia, Peygamberimizin Allah'ın kitabı ile oynadığını -hâşâ!- ileri sürmek değil de nedir?

İkinci tutarsızlık şudur: Kur'an'da zinayı yasaklayan ayetleri ele alalım. Bunlardan biri şudur: "Sakın zinaya yaklaşmayın. Çünkü o iğrenç bir kötülük ve kötü sonuçlu bir yoldur." (İsrâ, 32)Bundan daha açık bir ifade olur mu? Üstelik bu ayet Mekke döneminde indi ve kötülükleri yasaklayan başka ayetler arasında yer aldı. Bu konudaki diğer bir ayet de şudur: "De ki: Gelin Rabbinizin neleri yasakladığını size söyleyeyim... Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın." (En'-âm, 151) Bu ayetin orijinalinde geçen "fevahiş" kelimesi, "fahişe" kelimesinin çoğuludur. Başındaki tarif edatı ve ifadenin yasaklar arasında yer almış olması yasağın geniş kapsamlı olduğunu, kötülükler meydanında her türlü zinayı da içerdiğini ifade eder. Bu ayet de Mekke döneminde indi. Bu konudaki bir diğer ayet de şudur: "De ki: Benim Rabbim, açık gizli bütün kötülükleri haram kıldı." (A'râf, 33) Bu ayet de Mekke döneminde indi. Bu konudaki diğer ayetler şunlardır: "Onlar ki, ırzlarını korurlar. Eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı müstesna... Bunların ötesine geçmek isteyenler meşru sınırları aşmış olurlar." (Mü'minun, 7; Meâric, 31) Bu iki sure de Mekke döneminde indi. Sözünü ettiğimiz tefsircinin iddiasına göre bu ayetler nasıl zinanın diğer türlerini yasaklıyorsa müt'a evliliğini de yasaklıyorlar.

Bunlar zinayı haram kılan, fuhşu yasaklayan belli başlı ayetlerdir. Hepsi de Mekke döneminde indiler ve yasaklamayı açık bir dille ifade ediyorlar. Sözünü ettiğimiz tefsircinin ileri sürdüğü tedricî yasaklama hani nerede? Yoksa o şöyle mi diyor? -Çünkü Mü'minun suresindeki ayetin müt'a nikâhını yasakladığını iddia eden sözlerinin kaçınılmaz gereği budur.- Yüce Allah müt'a evliliğini kesin olarak yasakladı. Sonra Peygamberimiz arka arkaya ruhsata dayalı bir yol izleyerek tedricî bir yasaklama metodu uyguladı. Bunu halktan kabul görebilmek için bir taviz politikası olarak kullandı. Oysa Yüce Allah böyle bir yol izlemeyi Peygamberimize kesin bir dille yasaklamıştı. Yüce Allah şöyle buyurmuştu: "Ey Muhammed, müşrikler az kalsın seni indirdiğimiz vahiyden ayırıp adımıza başka sözler uydurmanı sağlıyorlardı. Eğer bunu başarabilselerdi seni dost edineceklerdi. Eğer sana direnme gücü vermeseydik azıcık onlara meyletmek üzereydin. Eğer onlara yanaşsaydın, sana dünya hayatının ve ölüm ötesinin azabını katlayarak tattırırdık da bize karşı kendine yardın edebilecek hiç kimse bulamazdın." (İsrâ, 75)

Üçüncü tutarsızlık şudur: Sözünü ettiğimiz tefsirci Peygamberimizin birkaç kere müt'a nikâhını serbest bıraktığını iddia ediyor. Eğer Peygamberimize isnat edilen bu serbest bırakma, helâl edici bir şeriat hükmüne dayanmıyorsa, bunun yanı sıra müt'a evliliğinin zina ve fuhuş olduğu farz edilirse, o zaman bu serbest bırakma Peygamberimizin kendi kararı olduğu takdirde Rabbine açık bir muhalefet olur. Oysa Peygamberimiz Yüce Allah'ın koruması altında olan bir masumdur, böyle bir yanılgıya düşmesi düşünülemez. Yok eğer bu serbest bırakma Yüce Allah'tan geliyorsa, Yüce Allah -hâşâ- kötülüğü emretmiş olur ki, Yüce Allah Peygamberine yönelik bir hitabında böyle bir varsayımı açıkça reddederek şöyle buyuruyor: "Allah kötü şeyleri emretmez." (A'râf, 27)

Yok eğer Peygamberimizin verdiği izin, helâl kılıcı bir hükme dayanıyorsa, o zaman müt'a evliliği zina veya fuhuş olmaz. Muhkem sınırlar çerçevesinde meşru bir sünnet olur. Yasak evliliklerle bir arada mütalaa edilmez. Tıpkı sürekli evlilik gibi. Sürekli evlilikteki gibi mehir zorunluluğu vardır. Ayrıca menilerin karışmasını ve neseplerin belirsiz hâle gelmesini önlemek için kadına iddet bekleme zorunluluğu vardır. Bunun yanı sıra insanların ona muhtaç olmaları gibi bir zarureti de karşılıyor. O hâlde kötü bir iş sayılmasının anlamı olmaz. Çünkü kötü iş, meşru sınırları çiğnemesi, kamu yararını ihlal etmesi, toplumun zaruri ihtiyacının karşılanmasını engellemesi dolayısıyla insanların çirkin gördükleri, toplum tarafından yadırganan iştir.

Dördüncü tutarsızlık şudur: Müt'a evliliğinin cahiliye döneminde uygulanan bir tür zina olduğunu söylemek hiçbir belgeye dayanmayan bir uydurmadır. Tarih kitaplarında aslı astarı yoktur. Tersine bu uygulama orijinal bir İslâm geleneği ve yüce Allah'ın bu ümmete gösterdiği bir kolaylıktır. Maksat bu ümmetin ihtiyaçlarının karşılanması, zinanın ve diğer cinsel sapıklıkların aralarında yayılmasının önlenmesidir. Eğer Müslümanlar bu geleneği yerleştirebilselerdi bu hedeflere varırlardı. O zaman İslâm hükümetleri zinaya ve diğer cinsi sapıklıklara karşı böylesine umursamaz davranmazlardı. Bu umursamazlık zamanla yasal meşruluk kazanarak dünyanın fesat ve vebal ile dolup taşmasına yol açmıştır.

Sözlerini aktardığımız tefsirci, "Bu iki kötü alışkanlık cahiliye döneminde yaygındı. Fakat zina özgür kişilerden çok köleler arasında yaygındı." diyor. İki kötü alışkanlık derken anlaşılan zinayı ve içki içmeyi kastediyor ki, dediği doğrudur. Fakat zinanın özgür kişilerden çok köleler arasında yaygın olduğu yolundaki iddiası dayanaksızdır. Çünkü değişik ve farklı kaynaklı tarihî belgeler bu iddianın tersini destekliyor. Bu konuda söylenmiş şiirler gibi. Daha önce naklettiğimiz İbn-i Abbas'tan gelen bir rivayette, bilindiği gibi, cahiliye dönemi Araplarının açık yapılmayan zinayı sakıncalı bir eylem saymadıkları belirtiliyordu.

Söylediklerimizin bir delili de, cahiliye döneminde geçerli olan evlat edinme işlemidir. Bu işlem, cahiliye Arapları arasında sadece bir isim verme ve babayı belirleme işlemi değildi. Güçlülerin, ailelerine ilaveler yapmak suretiyle nüfuslarını ve güçlerini arttırma girişimi idi. Bunu gerçekleştirirken özgür kadınlarla hatta evli kadınlarla yapmış oldukları zinalara dayanıyorlardı. Cariyelere gelince özellikle güçlü Araplar onlarla düşüp kalkmayı, sevişmeyi, yatağa girmeyi ayıplıyorlardı. Cariyelerin bu alandaki işlevleri, efendileri tarafından erkeklere peşkeş çekilip cinsel sermaye olarak kullanılmaları idi.

Söylediğimizin delili, siyer ve hatıra kitaplarından aktardığımız evlat edinme hikâyeleridir. Bunlardan birinde Ebu Süfyan'ın oğlu Mu-aviye, Ziyad b. Ebih'in babasının oğlu olduğunu iddia etmesi ve bunu şahitlerle ispat etmesi idi. Bu konuda başka olaylar da nakledilmiştir.

Evet. Cahiliye döneminde özgür Araplar arasında zinanın yaygın olmadığı hakkında Hind adlı kadının Peygamberimize (s.a.a) biat töreni sırasında söylediği, "Özgür kadın zina eder mi?" şeklindeki sözü delil olarak gösteriliyor. Fakat eğer şair Hassan b. Sabit'in divanına başvurulur da bu şairin Bedir ve Uhud savaşlarından sonra sözünü ettiğimiz Hind adlı kadını nelerle hicvettiği incelenirse, karışıklık ortadan kalkar ve gerçeğin ne olduğu ortaya çıkar.

Sözünü ettiğimiz tefsirci bu konudaki hadislerin anlamlarını değerlendirdikten ve aklı sıra aralarındaki çelişkileri kaldırdıktan sonra sözlerine şöyle devam ediyor: "Ehl-i Sünnete göre, müt'a evliliğinin haram oluşunun dayanakları şunlardır:

1) Müt'a evliliği nikâh, boşama ve iddet hükümlerinde Kur'an'ın nassına ters düşer demesek bile onun zahirine ters düşer.

2) Müt'a evliliğinin kıyamet gününe kadar temelli olarak haram olduğunu açıkça bildiren hadisler vardır...

3) Ömer'in bu uygulamayı yasaklaması, bu yasaklamayı mescidin minberinde açıklaması ve sahabilerin onun bu yasaklamasına itiraz et-memeleridir. Bilindiği gibi sahabiler şeriata aykırı bir şeyi onaylamazlardı ve Ömer'i hata yaptığında hatasından döndürürlerdi.

Daha sonra bu tefsirci Ömer'in müt'a nikâhını şahsi görüşüne dayanarak yasaklamadığını, bu yasaklamayı Peygamberimizin daha önceki yasaklamasına dayanarak gerçekleştirdiğini ileri sürmüştür. Ona göre bu yasaklamanın Ömer'e mal edilmesinin sebebi, onun bu yasağı açıklamış veya uygulamaya koymuş olmasıdır. Tıpkı "üzüm suyunu Ebu Hanife helâl ederken, Şafiî onu haram kıldı" denmesi gibi.

Ben derim ki: Bu delillerin birincisine ve ikincisine gereken cevap yukarda ve önceki açıklamalarda, daha fazlasını gerektirmeyecek yeterlikte verilmiştir. Üçüncü delile gelince, Ömer'in bu uygulamayı yasaklaması, ister kendi görüşüne dayanarak olsun, isterse bu tefsircinin iddia ettiği gibi Peygamberimizin daha önceki yasaklamasına dayanarak olsun; sahabelerin bu yasaklama karşısında susmaları ister Ömer'den çekindiklerinden ve korktuklarından olsun, ister bu tefsircinin ileri sürdüğü gibi bu yasaklama kararını onayladıklarından veya karşı çıkmalarının insanların hoşuna gitmeyeceğini düşünmelerinden ileri gelsin. Nitekim Hz. Ali'den, Cabir'den, İbn-i Mesut'tan ve İbn-i Abbas'tan gelen rivayetler bu ihtimali doğruluyor. Bütün bunların hangisi varid olursa olsun Ömer'in müt'a evliliğini yasaklaması, bunu helâl göreni ve uygulayanı recmedeceğine yemin etmesi, "O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin." ayetinin buna delâlet ettiği gerçeğini, bunu helâl saymanın Kur'an'a ve sünnete aykırı olamayacağını etkilemez. Çünkü bu ayetlerin delâletine ve muhkemliğine toz kondurulamaz.

Bir yazar bu konuda çok garip bir iddia öne sürerek şöyle demiştir: "Müt'a evliliği, İslâm'da hiçbir zaman yeri olmamış bir cahiliye geleneğidir. Bu yüzden Kur'an'la veya sünnetle neshedilerek İslâm şeriatından çıkarılmasına gerek bile duyulmamıştır. Müslümanlar böyle bir uygulamayı hiç tanımamışlardır. Ona sadece Şiîlerin kitaplarında rastlanmıştır."

Ben derim ki: Kur'an'ın, hadisin, icmanın ve tarihin söylediklerini göz ardı etmeye dayanan bu söz sonucunda, bu mesele ile ilgili görüşler dönüşüm merhalelerinin son noktasına varmış olur. Müt'a evliliği Peygamberimiz zamanında uygulanan bir sünnet idi. Sonra Ömer zamanında yasaklandı ve bu yasak halk çoğunluğu tarafından uygulandı. Bu yasağa müt'ayla ilgili ayetin diğer ayetlerle veya Peygamberin bu husustaki yasaklarıyla neshedildiği şeklinde yorum getirildi. Sahabelerin bazıları[2] ve onların görüşlerini benimseyen birçok Hicaz ve Yemen fakihi bu yasağa karşı çıktı. İbn-i Cureyh gibi bir hadis imamı bile bu karşı çıkanlar arasında yer aldı. Nitekim onun müt'a evliliğine düşkün olduğu, hatta yetmiş kadınla müt'a evliliği yaptığı rivayet edilmiştir.[3] Bunların yanı sıra dört fıkıh imamından biri olan Malik de bu yasağa karşı çıkanlardan biridir.[4]

Fakat arkasından tefsircilerin son kuşağı "O hâlde... ücretlerini bir farz olarak verin." ayetinin müt'a evliliğine delâlet ettiğine karşı çıktılar. Bu ayeti sürekli nikâha delâlet edecek şekilde yorumladılar. Müt'a evliliğinin Peygamberimizin bir sünneti olduğunu ve onun hadisi ile uygulamadan kaldırıldığını söylediler. Son dönemlerde ise, müt'a evliliğinin cahiliye döneminde görülen bir zina olduğunu, Peygamberimizin ona birkaç kere izin verdikten sonra onu kıyamet gününe kadar temelli yasakladığını ileri sürdüler. Sonra da sözlerine son olarak yer verdiğimiz yukarıdaki yazar, müt'a evliliğinin katıksız bir cahiliye dönemi zinası olduğunu, İslâm'ın bundan asla haberi olmadığını, buna sadece Şia kitaplarında rastlandığını iddia etmiştir. Önümüzdeki dönemlerde bu meselenin ne gibi değişik tartışmalara konu olacağını sadece Allah bilir.


 


[1]- Bir başka nüshada "en kötü kişiden başka..." şeklinde bir ifade yer almştır.

[2]- Bu konudaki en acayip sözlerden biri de Zeccac'ın bu ayet hakkında söylediği şu sözlerdir: "Bu ayet hakkında birçokları lügat bilgisizlikleri yüzünden büyük bir yanılgıya düştüler. Bu kimseler, 'O hâlde... ücretlerini bir farz olarak verin.' ayetinde ilim adamlarının görüş birliği ile haram olduğunu söyledikleri müt'a evliliğinin kastedildiğini ileri sürdüler." Zeccac bu sözlerinin devamında ayetteki "istimta"nın nikâh demek olduğunu söylüyor. Bilmem ki, onun bu sözlerinin neresini düzelteyim? İbn-i Abbas, Ubeyy b. Kaab ve başkaları gibi şahsiyetleri dil bilmemekle itham etmesini mi? Yoksa ilim adamlarının müt'ayı görüş birliği ile haram saydıkları şeklindeki iddiasını mı? Yoksa dil uzmanı olduğunu iddia ederken "istimta"nın nikâh anlamına geldiğini söylemesini mi?

[3]- Onun, Tezhib-ut Tezhib ve Mizan-ul İtidal adlı eserlerde yer alan hayat hikâyesine başvurulabilir.

[4]- Müt'a hakkındaki görüşleri öğrenmek için fıkıh kitaplarına başvurulabilir. Bu konu etrafındaki fıkıh ve kelâm incelemeleri ayrıntılı biçimde öğrenmek için bu ilim dallarının klasik ve sonraki üstatlarının eserlerine, özellikle zamanımızın araştırmacı uzmanlarının kitaplarına başvurulabilir.

 

 

Go to top of page  Ana Sayfa | Kitap Listesi | Kıble Dergisi | Makaleler | Kadin ve Aile | Cocuklar Îçin | Soru Ve Cevap | Yazarlarımız | Îletişim için |

  Kur`an | Hadisler | Dualar | Şiirler | Ses ve Video | Programlar | Linkler  |  

Copyright© 2000 Kevser Yayinlari Internet Hizmetleri. Tüm Haklari Saklidir Ayrintili bilgi almak için veya bize her konuda yazmak için, paragonxx@yahoo.de 'e mesaj yollayiniz. WWW.KEVSERNET.COM