24-
Sahip
olduğunuz cariyeler müstesna evli kadınlar (ile
evlenmeniz) da haram kılınmıştır. Allah'ın farz kıldığı
hüküm-lere bağlı kalın. Bunun dışında kalanı iffetli
olmak, zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size
helâl kılındı. O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı
yaptınızsa, (ona karşılık kesilen) ücretlerini bir farz
olarak (kararlaştırılmış şekilde) verin. Mehir
kesiminden sonra, (ücret veya süre hususunda) karşılıklı
anlaşmanızda size bir günah yoktur. Allah, hiç şüphesiz
bilendir, hikmet sahibidir.
Ayette sözü edilen "femes-temte'tum=yararlanma,
müt'a yapma" ile müt'a nikâhının kastedildiği
şüphesizdir. Çünkü bu ayet Medenîdir ve Peygamberimizin
hicretten sonraki döneminin ilk yarısında inen Nisâ
suresinin ayetlerinden biridir. Nisâ suresinin
ayetlerinin çoğu bu söylediklerimizin delilidir. Bu
nikâh, yani müt'a nikâhı bu dönemde Müslümanlar arasında
yürürlükte ve uygulamada idi. Bunda şüphe yoktur.
Rivayetlerin hepsi bunun tartışmasız bir gerçek olduğunu
ortaya koyuyor. Bu uygulamayı ortaya koyan İslâm olsun
veya olmasın, bunun Peygamberimizin gözü ve kulağı
önünde yürütüldüğü şüphesizdir. Uygulamanın adı bu, yani
müt'a idi. Ondan bu adla söz edilirdi. Buna göre
"O hâlde, ne zaman
onlarla... ücretlerini bir farz olarak verin."
ifadesi, kesinlikle bu anlamda kabul edilmesi, ondan bu
anlam çıkarılması kaçınılmazdır. Tıpkı Kur'an'ın inişi
sırasında Müslümanlar arasında geçerli olan diğer
gelenekler ve âdetlerde olduğu gibi. Bu gelenekler ve
âdetler bilinen, yaygın isimleri ile anılıyorlardı. Bu
isimlerle ilgili hüküm içeren bir ayet inince bu
ayetlerde geçen isimler yaygın anlamlarında alınırlardı.
Gelen hüküm ister onaylama, ister ret, ister emretme,
ister yasaklama biçiminde olsun ilgisi olduğu isimlerin
asıl lügat anlamları ile irtibat-landırılmazdı.
Meselâ hac, alış veriş, faiz, kâr,
ganimet ve bu türden olan kavramlar gibi. Hiç kimse
sözlük anlamını ileri sürerek Beytullah'ı ziyaret
etmenin, orayı kastetmek demek olduğunu iddia edemez.
Sayılan diğer kavramlarda da durum böyledir. Yine
Peygamberimiz (s.a.a) tarafından ortaya konan,
arkasından yaygın biçimde kullanılarak sonunda
şeriattaki adı ile bilinir hâle gelen namaz, oruç, zekât,
hacc-ı temettü gibi şeriat kavramlarında da aynı kural
geçerlidir. Bu kavramları ifade eden kelimeler, şeriat
tarafından veya şeriat bağlıları tarafından kesinlikle
söz konusu anlamlara bağlandıktan sonra onları
sözlüklerdeki anlamlarına döndürmenin imkanı yoktur.
Buna göre ayette sözü edilen
yararlanmayı müt'a nikâhı anlamına almak zorunludur.
Çünkü bu ayetin indiği sıralarda bu ilişki türünün
Araplar arasında kullanılan adı bu idi. Bu, böyledir;
daha sonra müt'a nikâhının ayetle veya sünnetle
neshedildiğini söyleyelim veya söylemeyelim fark etmez;
çünkü bu, yerinde incelenmesi gereken ayrı bir konudur.
Sözün kısası, bu ayetten anlaşılan şey müt'a nikâhının
hükmüdür. Sahabe ve tabiin kuşağına mensup eski dönem
tefsircilerden nakledilen yorum da budur. İbn-i Abbas,
İbn-i Mesud, Ubeyy b. Kaab, Katade, Mucahid, Suddi,
İbn-i Cubeyr, Hasan vb. gibi. Bu yorum Ehl-i Beyt
İmamlarının da görüşüdür.
Yapılan açıklamalardan konuyla
ilgili bazı tefsircilerin yapmış olduğu yorumun asılsız
olduğu ortaya çıkıyor. Yorum şudur: "Buradaki
istimta'dan maksat, evlenmektir. Çünkü nikâh ilişkisi
kurmak kadından yararlanmaya yönelik bir taleptir." Bir
tefsirci de "istamta'tum" ke-limesindeki "sin" ve "ta"
harflerinin tekit için olduğunu ve kelimenin anlamının 'temetta'tum"
biçiminde olduğunu iddia etmiştir.
Mezkur görüşün tutarsızlığının
delili şudur ki; Araplar arasında müt'a nikâhının bu
adla yayılması ve bilinmesi bu kelimeyi işitenlerin onu
lügat anlamında algılamalarına imkan tanımaz.
Ayrıca kelimeye verilen anlamın
doğru olduğu, talep anlamının daimi nikâh ile bağdaştığı
ve "istemta'tum" kelimesinin "temetta'tum=
yararlandığınız" anlamına geldiği farz edilse
bile, bu ifade "onlara
ücretlerini verin." biçimindeki sonuç cümlesi
ile bağdaşmaz. Çünkü me-hir, nikâh akdi yapmakla farz
olur. Evlilik teklif yapmayı, akit yapmayı, oynaşmayı,
cinsel ilişkiyi vb. şeyleri de kapsamına aldığını kabul
ettiğimiz yararlanma talebine ve aynen yararlanmaya da
dayanmaz. Mihrin yarısı nikâh akdi ile, öbür yarısı da
cinsel ilişki ile farz olur.
Üstelik bu ayetten önce inen
ayetler, çeşitli ayrıntıları ile mehir vermenin
gerekliliğini geniş biçimde anlatmışlardır. Bu
gerekliliği tekrar anlatmanın anlamı yoktur. Söz konusu
ayetler şunlardır:
"Kadınların
mehirlerini (Allah tarafından) bir bağış olarak verin."
(Nisâ, 4)
"Eğer
bir eşinizi bırakıp da yerine başka bir eş almak
isterseniz, onlardan birine yüklü miktarda mal (mehir)
vermiş olsanız bile, ondan hiçbir şeyi geri almayın."
(Nisâ, 20)
"Kadınlara
dokunmadan veya mehirlerini kesmeden kadınları
boşarsanız, size bir günah yoktur. Fakat onları
yararlandırın; zengin olan kendi gücü, darda olan da
kendi gücü oranında... Eğer onlara mehir keser de
dokunmadan boşarsanız, kestiğinizin yarısını verin..."
(Bakara, 236-237)
Bir tefsirci bu ayetin, yani
"O hâlde...
ücretlerini bir farz olarak verin." ayetinin
tekit (pekiştirme) amaçlı olduğunu ileri sürmüştü. Bu
yoruma verilecek cevap şudur: Bu ayetin öncesindeki
ayetler, özellikle
"eğer bir eşi
bırakıp yerine bir başka eş almak isterseniz..."
ifadesinden sonra iki ayete kadar yer alan kısmı son
derece kesin ve vurgulamalı ifadeler taşıdıkları için bu
ayetin onları pekiştirme amacı taşımasına sebep yoktur.
Nesih meselesine gelince; bazıları
bu ayetin "Onlar
ki, edep yerlerini korurlar. Yalnız eşleri ve sahip
oldukları (cariyeleri) hariç. (Bu iki durumda) onlar
kınanmış değillerdir. Şu hâlde, kim bunun ötesine gitmek
isterse, işte bunlar haddi aşan kimselerdir."
(Mü'minun, 5-7)
ayeti ile neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Bazıları ise id-detle ilgili olan
"Ey Peygamber,
kadınları boşayacağınız zaman bekleme sürelerini
gözeterek boşayın."
(Talâk, 1) ayeti
ile neshedilmiş olduğunu iddia etmişlerdir. Bazıları ise
"Boşanmış
kadınlar kendi kendilerine üç temizlenme süresi
beklerler." (Bakara,
228) Çünkü bu iki ayette eşlerin ayrılmaları
boşamaya ve bekleme süresine bağlanmıştır. Oysa müt'a
nikâhında bunların hiçbirisi yoktur.
Bazıları ayetin
"eşlerinizin...
geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir..."
(Nisâ, 12) ayeti
ile neshedildiğini söylüyorlar. Müt'a evliliklerinde
mirasın olmayışını görüşlerine delil gösteriyorlar.
Bazıları "Size (şunlar)
haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız..."
(Nisâ, 23) ayetinin
bu ayeti neshettiğini söylüyorlar. Çünkü bu ayet evlenme
hakkındadır, diyorlar. Diğer bazıları da bu ayetin
"o hâlde gönlünüzün
rahat ettiği (başka) kadınlardan ikişer, üçer ve dörder
evlenebilirsiniz."
(Nisâ, 3) ayeti ile
neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. [Çünkü müt'ada
dörtten fazlasıyla da nikâh yapılabilir.]
Bazılarına göre ayet sünnetle
neshedildi. Bu doğrultudan da kimileri ayetin
Peygamberimiz tarafından Hayber Savaşı yılında, kimileri
Mekke'nin fethedildiği yıl, kimileri veda haccında
Peygamberimiz tarafından neshedildiğini söylerlerken,
kimileri de bu uygulamanın önce serbest bırakıldığını,
sonra iki veya üç defa yasaklandığını, en son kesinleşen
hükmün yasaklanma hükmü olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Bu ayetin Mü'minun suresindeki
ayetle neshedilmiş olması iddiası hakkında söylenecek
söz, Mü'minun suresindeki ayetin neshetmeye el-verişli
olmadığıdır. Çünkü o ayet Mekke döneminde, müt'a
evliliği ile ilgili ayet ise Medine döneminde inmiştir.
Mekke döneminde inen bir ayet, Medine dönemindeki bir
ayeti neshedemez. Üstelik müt'a işlemini nikâh ve
kendisiyle müt'a yapılan kadını eş saymamayı kabul
etmiyoruz. Bu konudaki Peygamberimizden gelen haberler
ve sahabeler ile tabiinin bu işleme nikâh adını vermiş
olmaları onu nikâh saymamaya engeldir. Bunu nikâh
saymanın, miras ve boşama vb. şeyleri gerektirdiğini
ileri sürerek onu nikâh saymamaya ilişkin gerekli cevap
verilecektir.
Bu ayetin miras ayeti ile, boşama
ayeti ile ve evlenilebilecek kadınların sayısına ilişkin
ayetlerle neshedildiğini ileri sürenlere verilecek cevap
şudur: Bu ayetler ile müt'a ayeti arasındaki ilişki
nesheden-neshedilen ilişkisi değil, genel-sınırlı veya
mutlak-kayıtlı ilişkisidir. Meselâ miras ayeti kalıcı ve
geçici nikâhlı bütün eşleri içerir. Fakat sünnet bu
ayetin içeriğinin bir bölümünü dışarıda bırakarak onu
sınırlar. Sünnetin dışarı çıkardığı bölüm geçici nikâhlı
eşlerdir. Boşama ayeti ile eşlerin sayısını sınırlayan
ayet hakkında söylenecek söz de aynıdır. Bu açık bir
husustur. Bu ayetlerin neshedici olduklarına ilişkin
iddia, her hâlde bu iki ilişki türünü birbirinden ayırt
edememekten ileri geliyor.
Evet; bazı fıkıh usûlü bilginleri,
eğer sınırlı kapsamlı bir ayetin arkasından olumlu veya
olumsuz olarak ona zıt genel kapsamlı bir ayet gelirse,
geniş kapsamlı ayetin sınırlı kapsamlı ayeti
neshedeceğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüş yerinde
anlatıldığı üzere zayıf olmakla birlikte bizim üzerinde
konuştuğumuz meseleye uymuyor. Çünkü genel kapsamlı olan
boşama ayeti Bakara suresindedir. Bakara suresi müt'a
ayetini de içeren Nisâ suresinden önce Medine döneminde
inmiş ilk suredir. Evlenebilecek eş sayısına ilişkin
ayet de Nisâ suresinde ve müt'a ayetinin öncesinde yer
almıştır. Miras ayeti de müt'a ayetinden önce aynı siyak
içinde ve aynı surededir. Yani bütün bu durumlarda
sınırlı kapsamlı müt'a ayeti, genel kapsamlı ayetten
sonra geliyor.
Bekleme ve iddet süresine ilişkin
ayetin bu ayeti neshettiği iddiasına gelince, bu
iddianın asılsızlığı daha da açıktır. Çünkü bekleme
süresi (iddet) hükmü, sürekli nikâhta olduğu gibi geçici
nikâhta da geçerlidir. Yalnız süresi farklıdır. Bu
farklılık sınırlayıcı sayılır, neshedici kabul edilmez.
Müt'a nikâhı ayetinin yasak
evliliklere ilişkin ayetle yasaklandığını iddia eden
görüş ise, şu iki sebepten dolayı bu görüş bu tür
görüşlerin en şaşırtıcı olanıdır. Birinci sebep şudur:
Yasak evlilikleri sayan ifade ile müt'a nikâhına delil
olan ifade birbirine bağlı bir bütündür. Müt'a nikâhına
delil olan ifadenin önce olduğu nasıl farz edilecek,
sonra da bir sözün baş tarafının uzantısını neshettiği
nasıl ileri sürülecektir? İkinci sebep de şudur: Bu ayet
hiçbir yönü ile sürekli olmayan eşliği açıkça ve net bir
dille yasaklamıyor. Ayet önce erkek için evlenilmesi
yasak olan kadın zümrelerini sayıyor. Sonra da nikâh
veya cariye edinme yolu ile elde edilmesi caiz olan
kadınları açıklıyor. Daha önce dediğimiz gibi müt'a
nikâhı nikâh olduğu için bu iki mesele arasında
karşıtlık ilişkisi yoktur ki, neshedilme söz konusu
olsun.
Evet. Kimileri şöyle diyor:
"Bunun dışında
kalanı ihsân=iffetli
olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size
helâl kılındı." İfadesi, diğer kadınların
helâl olmasını mehirle ve "ihsân" ile zinaya
bulaşmamakla kayıtlandırıyor. Geçici nikâhta "ihsân"
yoktur. Nitekim müt'a nikâhı yapan bir erkek "ihsân"
şartını yerine getirmiş sayılmadığı için eğer zina
işlerse recm edilmez. Bu durum bu ayette müt'a nikâhının
kastedilmiş olması ihtimalini ortadan kaldırır.
Bu itiraza daha önce değinilen şu
karşılık verilir:
"ihsân ve zina
etmemek üzere" ifadesinde geçen "ihsân"
kelimesi, iffetli olma anlamındadır; evli olmak
anlamında değildir. Çünkü aynı ifade, hem cariye
edinmeyi, hem de nikâh yolu ile evliliği içeriyor. Eğer
buradaki "ihsân"ın evli olmak demek olduğu kabul edilse
bile evli erkeğin zina suçunun müt'a nikâhlı bir erkeğin
zina suçunu Kur'an ile değil, sünnetle sınırlandırdığı
sonucuna varılır. Çünkü zaten Kur'an'da recm cezası
yoktur. [Recm cezası, sünnetle ispat edilen bir
gerçektir.]
Bu hükmün sünnetle neshedilmiş
olmasına gelince, bir kere bu nesih, kökünden asılsızdır.
Çünkü mütevatir hadislere terstir. O hadislerde
hadislerin Kur'an'a sunulması, Kur'an'a ters
düşenlerinin reddedilmesi ve Kur'an'ın ölçü alınması
emrediliyor. Ayrıca rivayetler bölümünde bu iddiaya
cevap verilecektir.
ayetin hadisler ışığında açıklaması
el-Kâfi adlı eserde yazar kendi
rivayet zinciri ile Ebu Basir'e dayandırdığı bir
rivayette, Ebu Basir'in şöyle dediği nakledilir: "İmam
Bâkır'a (a.s) müt'a nikâhı hakkındaki fikrini sordum.
İmam bana şu cevabı verdi: 'Kur'an'da bu konuyla ilgili
şu ayet inmiştir:
"O hâlde ne zaman
onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz
olarak verin. Mehir kesiminden sonra karşılıklı
anlaşmanızda size bir günah yoktur."
(Füru-u Kafi, c.5, s.448,
h:1)
Yine aynı eserde yer aldığına göre
İbn-i Ebu Umeyr, birinin anlattığına dayanarak İmam
Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini naklediyor: "Kur'-an'da
'O hâlde ne zaman
onlarla belirli bir süreye kadar müt'a nikâhı yaptınızsa,
ücretlerini bir farz olarak verin.' şeklinde
ayet inmiştir."
(c.5, s.449, h:3)
Ben derim ki: Ayyâşî, ayetin
bu okunuş biçimini İmam Bâkır'dan (a.s) naklediyor.
Aşağıda geleceği üzere Ehl-i Sünnet alimleri bu okunuş
biçimini çeşitli kanallardan Ubeyy b. Kaab ve İbn-i
Abbas'a dayandırarak nakletmişlerdir. Her hâlde bu tür
rivayetler, ayetin sözel iniş biçimini değil, anlamını
kastetmektedirler.
Yine el-Kâfi adlı eserde yer
aldığına göre Zürare diyor ki: "Abdullah b. Ümeyr b.
Leysi, İmam Bâkır'a (a.s) gelerek kendisine 'Kadın-ları
müt'a nikâhı ile almak hakkında ne diyorsun?' dedi. İmam
'Allah bunu Kur'an'da ve Peygamberin dili ile helâl
kıldı. Buna göre bu uygulama kıyamet gününe kadar
helâldir' dedi. Abdullah b. Ümeyr 'Ey Ebu Cafer, Ömer
bunu haram ilan edip yasaklamışken nasıl olur da se-nin
gibi biri böyle der?' dedi. İmam 'O istediği kadar haram
kılsın' dedi. Abdullah b. Ümeyr 'Ömer'in haram kıldığı
bir şeyi helâl kılmandan seni Allah'a sığındırırım' dedi."
Zürare der ki: "İmam 'Sen dostunun sözü üzere ol. Ben de
Peygamberin sözü üzereyim. Sonra gel de lânet-leşelim.
Yani ben doğru söz Allah'ın resulünün sözüdür. Batıl söz,
senin dostunun sözüdür. Değilse Allah'ın lâneti benim
üzerime olsun, di-yeyim.' Abdullah b. Ümeyr İmama
dönerek dedi ki: 'Senin karının, kızının, kız kardeşinin
ve amcanın kızının bu işi yapmaları hoşuna gider mi?'
İmam Bâkır, karısının ve amcasının kızının söz konusu
edilmesi üzerine Abdullah b. Ümeyr'e yüz çevirdi."
(Füru-u Kafi, c.5, s.449,
h:4)
Yine aynı eserde yazar kendi
rivayet zinciriyle Ebu Meryem'den, o da İmam Sadık'tan (a.s)
şöyle rivayet eder: "Müt'a nikâhı, hakkında ayet indiği
gibi, Peygamberimiz tarafından bir sünnet olarak da
uygulanmıştır."
Yine el-Kâfi adlı eserde müellifin
kendi rivayet zinciriyle Abdur-rahman b. Ebu
Abdullah'tan şöyle rivayet ettiği nakledilir: "Ebu
Hani-fe'nin, İmam Sadık'a müt'a hakkındaki görüşünü
sorduğunu duydum. İmam, 'İki müt'adan hangisini
soruyorsun?' dedi. Ebu Hanife 'Hac müt-'asını sana
sormuştum. Şimdi ise müt'a-i Nisâ=kadınları
müt'a yapmak hakkında bana bilgi ver. Bu uygulama doğru
mu?' dedi. İmam 'Subha-nellah! Sen Allah'ın kitabındaki:
'O hâlde ne zaman
onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz
olarak verin.' ayetini okumadın mı?' dedi.
Ebu Hanife 'Vallahi, sanki bu ayeti hiç okumamış gibiyim.'
dedi." (Füru-u Kafi, c.5,
s.449, h:6)
Tefsir-ul Ayyâşî'de Muhammed b.
Müslim'e dayanılarak verilen bilgiye göre İmam Bâkır (a.s)
şöyle diyor: "Cabir b. Abdullah Resulul-lah'ın (s.a.a)
siretinden konuşurken şöyle dedi: 'Sahabeler
Peygamberimiz ile çıktıkları savaşta Peygamber onlara
müt'a nikâhını helâl kıldı, onu yasaklamadı.' Hz. Ali (a.s)
bu meselede 'Eğer İbn-i Hattab'ın (Ömer'in) benden
önceki yasaklaması olmasaydı, kötü kişiden
başka hiç kimse zina etmezdi.' dedi. İbn-i Abbas ise
şöyle derdi: Yüce Allah
'O hâlde ne zaman
onlarla (belirli bir süreye kadar) müt'a nikâhı
yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin.'
buyuruyor. Şu adamlar bu uygulamayı inkâr ediyorlar.
Oysa Peygamberimiz onu helâl kıldı, yasaklamadı."
(c.1, s.233, h:85)
Yine Tefsir-ul Ayyâşî'de Ebu Basir
kanalıyla müt'ayla ilgili olarak İmam Bâkır'dan (a.s)
şöyle rivayet edilir: "Müt'a hakkında
'O hâlde, ne zaman
onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz
olarak verin. Mehir kesiminden sonra, karşılıklı
anlaşmanızda size bir günah yoktur.' ayeti
inmiştir. Kadın ile aranızda kararlaştırdığınız süre
sona erdiğinde sen ona, o da sana artırma yapabilirsiniz.
Erkek, kadının rızası ile yeni bir süre için seni
kendime helâl kıldım, der. O kadın bekleme süresi
dolmadan başkasına helâl olmaz. Onun bekleme dönemi iki
aybaşı dönemidir." (c.1
s.233, h:86)
Şeybani'nin verdiği bilgiye göre
"Mehir kesiminden
sonra, karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur."
(Nisâ, 24) ayeti
hakkında İmam Sadık ile İmam Bâkır (her ikisine selam
olsun) şöyle diyorlar: "Bu şöyle olur: Erkek kadının
ücretini artırır, kadın da onun süresini artırır."
Ben derim ki: Ehl-i Beyt
İmamlarından (hepsine selam olsun) gelen bu anlamdaki
rivayetler sayıca çok ve mütevatirdir. Biz bir kaç seçme
örnek sunduk. Bu rivayetlerin tümünden haberdar olmak
isteyenler hadis kaynaklarına başvursunlar.
Müt'a Ayetinin "İla Acelin Musemma"
Yani "Belirli Bir Süreye
Kadar" Şeklinde Olduğunu Bildiren Rivayetlerden Örnekler
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, İbn-i
Ebu Hatem'e dayanılarak verilen bilgiye göre İbn-i Abbas
şöyle diyor: "Müt'a nikâhı İslâm'ın ilk döneminde
uygulanıyordu. Erkek yabancısı olduğu bir beldeye
gidiyordu. Orada işlerini görecek ve eşyalarını
koruyacak kimsesi olmuyordu. Bu yüzden ihtiyacını
karşılayacağı süre içinde, eşyasını gözeteceği ve
işlerini göreceği bir kadınla evleniyordu." [İbn-i Ebu
Hatem devamla şöyle der:] "İbn-i Abbas [müt'a ile ilgili]
ayeti 'ne zaman
onlarla belirli bir süreye kadar müt'a nikâhı yaptınızsa...'
şeklinde okurdu. Fakat bunu,
'muhsinîne ğayre
musafihîne=iffetli
olmak ve zina etmemek üzere' ayeti
neshetmiştir. Bu ayette sözü edilen 'ihsân' erkeğin
elinde idi. Erkek kadını istediği sürece nikâhı altında
tutar, istediğinde onu boşardı."
(c.2, s.139)
Hakim, el-Müstedrek adlı eserinde
kendi rivayet zinciriyle Ebu Nadra'dan şöyle rivayet
eder: "İbn-i Abbas'a
'O hâlde, ne zaman
onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz
olarak verin."ayetini okuduğumda, kendisi
benim okuyuşumu düzelterek
'ne zaman onlarla
belirli bir süreye kadar müt'a nikâhı yaptınızsa...'
dedi. Ben kendisine 'Biz bu ayeti öyle
okumuyoruz' deyince bana; 'vallahi, Allah onu böyle
indirdi' dedi." (c.2,
s.305)
Ben derim ki: Bu rivayeti
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Ebu Nadra'dan ve Abd b.
Hamid'den, İbn-i Cerir'den ve İbn-i Enbari'den
el-Mesahif adlı eserinde nakletmiştir.
(c.2, s.140)
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Abd b.
Hamid ve İbn-i Cerir'e dayanarak kaydettiğine göre
Katade, bu ayetin Ubeyy b. Kaab'ın kıraatine göre
"O hâlde, ne zaman
belirli bir süreye kadar onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa,
ücretlerini bir farz olarak verin..."
şeklinde olduğunu söylemiştir.
(c.2, s.140)
Sahih-i Tirmizi'de, Muhammed b.
Kaab kanalıyla İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilir: "Müt'a
nikâhı İslâm'ın ilk döneminde uygulanıyordu. Adam
tanımadığı bir beldeye geldiğinde kalmayı düşündüğü süre
için bir kadınla evleniyordu. Bu kadın adamın eşyasını
koruyor, işlerini yapıyordu. Bu uygulama,
'Yalnız eşlerine ve
sahip oldukları cariyelerine hariç...'
(Mü'minun, 6)
ayetinin inişine kadar devam etti." İbn-i Abbas daha
sonra şöyle dedi: "Bu iki şık dışındaki bütün cinsel
organlar haramdır." (c.3,
s.460, h:1122)
Ben derim ki: Bu rivayet
müt'a nikâhı hakkındaki ayetin Mekke döneminde
neshedilmiş olmasını gerektirir. Çünkü Mü'minun
suresindeki ayet Mekke döneminde inmiştir.
Hakim'in el-Müstedrek adlı eserinde
yer aldığına göre Abdullah b. Ebu Melike şöyle diyor: "Ayşe'ye
(raziyellahu anha) müt'a-i nisâ yani kadınlarla müt'a
nikâhı meselesini sordum. Bana 'Benimle sizin aranızda
Kur'an vardır' dedikten sonra,
'Onlar ki ırzlarını
korurlar. Eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı
müstesna... Onlar bunlar için kınanmazlar.'
(Mü'minun, 6)
ayetini okudu ve arkasından sözlerini şöyle bağladı:
Allah'ın kendisine helâl kıldığı eşin ve mülküne verdiği
cariyenin ötesine geçmek isteyenler sınırı aşmış olurlar."
(c.2, s.305)
Müt'a Ayetinin Ayetle Neshedildiğini
Bildiren Hadislerden
Örnekler
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Ebu
Davud'un Nasih adlı eserine, Ata kanalıyla İbn-i
Münzir'e ve Nuhas'a dayanarak yer aldığına göre İbn-i
Abbas, "O hâlde,
ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini
bir farz olarak verin." ayetinin
"Ey Peygamber,
kadınları boşayacağınızda bekleme sürelerini gözeterek
boşayın." [Talâk,
1] "Boşanmış
kadınlar kendi kendilerine üç temizleme süresi beklerler."
[Bakara, 228]
"Aybaşı olmaktan
ümit kestiğiniz kadınlarınız hakkında eğer şüpheye
düşerseniz, onların bekleme süresi üç aydır."
[Talâk, 4] ayetleri
ile neshedildiğini söylemiştir.
(c.2, s.140)
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde,
Nasih adlı eserinde Ebu Da-vud, İbn-i Münzir, Nuhas ve
Beyhaki, Said b. Museyyib'den şöyle rivayet ederler:
"Miras ayeti müt'a nikâhı ile ilgili ayeti neshetmiştir."
(c.2, s.140)
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
Abdurrezzak, İbn-i Münzir ve Beyhaki İbn-i Mesud'dan
şöyle rivayet ederler: "Müt'a nikâhı hakkındaki ayet
neshedilmiştir; onu talak, sadaka, iddet ve miras
ayetleri neshetmiştir."
(c.2, s.140)
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
Abdurrezzak ve İbn-i Münzir Hz. Ali'den şöyle rivayet
ederler: "Ramazan orucu, diğer bütün oruçları, zekât
diğer bütün sadakaları neshetti. Talak, iddet ve miras
ayetleri müt'a nikâhını, Kurban kesmeye ilişkin ayet
diğer bütün hayvan kesmeleri neshetti."
(c.2, s.140)
Müt'a Ayetinin Sünnetle Neshedildiğini
Bildiren Hadislerden
Örnekler
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
Abdurrezzak, Ahmed ve Müslim'e dayanılarak
kaydedildiğine göre Sebra Cuheni şöyle diyor: "Mekke'nin
fethedildiği yıl Peygamberimiz (s.a.a) müt'a evliliği
yapmamıza izin vermişti. Bir gün kabilemizden biri ile
dışarıya çıktık. Ben arkadaşımdan daha yakışıklı idim. O
biraz çirkin idi. İkimizin de birer hırkası vardı. Benim
hırkam eski, amca oğlumunki yeni ve alımlı idi.
Mekke'nin tepesine vardığımızda genç kız gibi güzel bir
kadınla karşılaştık. Kendisine 'Bizden birinin seninle
müt'a nikâhı yapmasına var mısın?' diye sorduk. 'Karşılığında
ne vereceksiniz?' diye sordu. Biz hırkalarımızı çıkarıp
önüne serdik. Kadın ikimizi de süzmeye başladı.
Arkadaşım onu bu durumda görünce 'Bunun hırkası eski,
benim hırkam ise yeni ve alımlı' dedi. Kadın ise, 'Onun
hırkası fena değil' dedi. Bunun üzerine ben kadınla
müt'a yaptım. Biz Mekke'den henüz çıkmamıştık ki,
Peygamberimiz (s.a.a) müt'a nikâhını yasakladı."
(c.2, s.140)
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
Abdurrezzak'a, İbn-i Ebu Şeybe'ye, Buhari'ye, Müslim'e,
Tirmizi'ye, Nesei'ye ve İbn-i Mace'ye dayanılarak
aktarıldığına göre Hz. Ali şöyle rivayet etmiştir: "Peygamberimizin
(s.a.a) Hayber Savaşı günü müt'a nikâhını ve evcil eşek
eti yemeyi yasakladı."
(c.2, s.141)
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
İbn-i Ebu Şeybe'ye, Ahmed'e, Müslim'e dayanılarak
kaydedildiğine göre Seleme b. Ekva şöyle diyor: "Peygamberimiz
Evtas seferi yılında üç günlüğüne müt'a nikâhı yapmamıza
izin verdi, üç gün sonra da onu yasakladı."
(c.2, s.140)
İbn-i Arabi, Sahih-i Tirmizi'nin
şerhinde İsmail'den, o da babasından, o da Zühri'den
rivayet ettiğine göre Sebra, Peygamberimizin veda haccı
sırasında müt'a nikâhını yasakladığını rivayet etti. Ebu
Davud bu rivayeti naklettikten sonra, "Bunu Abdulaziz b.
Ömer b. Abdulaziz, Rebi b. Sebre'den, o da babasından
nakletti ve sözlerine şunları ekledi: Bu yasaklama veda
haccı sonrasında ihramdan çıkıldıktan sonra gerçekleşti.
Bu nikâh belirli bir süre için uygulandı. Hasan ise bu
yasaklamanın kaza umresinde gerçekleştiğini söyledi."
(c.5, s.50)
Yine bu kitapta verilen bilgiye
göre Zühri, Peygamberimizin müt'a nikâhına Tebuk
Savaşında son verdiğini söyledi."
(c.5, s.50)
Ben derim ki: Görülüyor ki,
müt'a nikâhının yasaklanma zamanı hususunda hadisler
farklı içeriklere sahiptirler. Kimi onun hicretten önce,
kimi hicretten sonra nikâha, boşamaya, iddete ve mirasa
ilişkin ayetlerin inmesi ile yasaklandığını söylüyor.
Kimi de bu yasaklamayı hicretten sonra Peygamberimizin
gerçekleştirdiğini söylüyor.
Peygamberimizin
yasaklama tarihi olarak da kimi Hayber Savaşı yılını,
kimi kaza umresini, kimi Evtas seferi yılını, kimi
Mekke'nin fetih yılını, kimi Tebuk Savaşı yılını, kimi
de veda haccı sonrasını gösteriyor. Bu yüzden, müt'anın
birçok kereler yasaklandığı ve her rivayet bir defasını
açıkladığı ileri sürülmüştür. Ama ravilerden Hz. Ali,
Cabir, İbn-i Mesud gibi seçkin şahsiyetlerin,
Peygamberimize gayet yakın olmalarına, onun hayatındaki
önemli veya normal bütün gelişmeleri bilmelerine rağmen
onun yasaklarından habersiz olabilecekleri insana
mantıklı gelmiyor.
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
Beyhaki Hz. Ali'den şöyle rivayet eder: "Resulullah
(s.a.a) müt'a nikâhını yasakladı. O zaten normal evlilik
imkanı bulamayanlar için serbest bırakılmıştı. Evlenme,
boşama, iddet ve karı-koca arasındaki miras hakkındaki
ayetler inince müt'a nikâhına ilişkin hüküm neshedildi."
(c.2, s.140)
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
Nuhas, Hz. Ali'nin İbn-i Abba-s'a "Sen şaşkının birisin.
Peygamber müt'a nikâhını yasakladı." dediğini rivayet
eder. (c.2, s.141)
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
Beyhaki Ebuzer'den şöyle rivayet eder: "Müt'a nikâhı
Resulullah'ın (s.a.a) sahabelerine sadece üç günlük bir
süre için helâl kılındı. Arkasından Peygamber onu
yasakladı." (c.2, s.141)
Sahih-i Buhari'de Ebu Cemre'den
şöyle rivayet edilir: "İbn-i Abba-s'a kadınları müt'a
nikâhı yapmak meselesi soruldu. O da bunun caiz olduğunu
söyledi. Fakat kölesi kendisine; 'Bu nikâh, kadınların
kıt ve erkeklerle ilgili şartların zor olduğu günler
için serbest bırakıldı.' deyince, 'Evet öyledir' dedi."
(c.7, s.16, Beyrut
baskısı)
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
Beyhaki Ömer'den şöyle rivayet eder: "Ömer bir
hitabesinde şöyle dedi: Nasıl olur da bazı erkekler
müt'a nikâhı yapıyor? Oysa Peygamberimiz bunu yasakladı.
Bu nikâhı yapan biri bana getirilirse onu mutlaka
recmederim." (c.2, s.141)
Yine aynı eserde İbn-i Ebu Şeybe,
Ahmed ve Müslim Sebre'den şöyle rivayet ederler:
"Peygamberimizin Kâbe'nin rüknü ile kapısı arasında
ayakta şöyle dediğini gördüm: Ey insanlar, ben müt'a
nikâhı yapmanıza izin vermiştim. Haberiniz olsun ki,
Allah onu kıyamet gününe kadar haram kıldı. Kimin müt'a
nikâhlısı varsa onu salıversin. Onlara verdiğiniz
ücretten hiçbir şey geri almayın."
(c.2, s.140)
Yine aynı eserde, İbn-i Ebu Şeybe,
Hasan'dan şöyle rivayet eder: "Allah'a andolsun, müt'a
sadece üç gün için uygulandı. Resulullah bu hususta
onlara izin vermişti. Ne üç gün öncesinde, ne de
sonrasında böyle bir şey yoktu."
Sahabe ve Müfessir Olan Tabiinden
Müt'anın Caiz Olduğunu
Savunanların Görüşünü Bildiren Hadislerden Örnekler
Tefsir-ut Taberi'de, Mucahid'in
"O hâlde, ne zaman
onlarla..." ayetinde müt'a nikâhının
kastedildiğini söylediği yer alır.
(c.5, s.9)
Yine aynı eserde Süddi şöyle diyor:
"Bu ayette müt'a nikâhı kastediliyor. Bu nikâh şöyledir:
Erkek, kadını belirli bir süre şartı ile nikâhlar. Bu
süre sona erince erkek kadına artık dokunamaz. Kadının o
erkekle ilişkisi bitmiş olur. Kadın, rahmini ondan
temizlemesi yani iddet beklemesi gerekir. Bunların
arasında miras yoktur. Yani bu erkek ve kadın birbirinin
mirasçısı olamazlar."
(c.5, s.9)
Sahih-i Buhari ile Sahih-i
Müslim'de ve ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Abdurrezzak ve
İbn-i Ebu Şeybe İbn-i Mesud'dan şöyle rivayet ederler:
"Bizler Resulullah (s.a.a) ile birlikte savaştaydık.
Eşlerimiz yanımızda yoktu. Peygamberimize 'Kendimizi
kısırlaştıralım mı?' diye sorduk. Peygamber bizi bu
işten sakındırdı. Bir kadınla elbise karşılığında
belirli bir süre için evlenmemize izin verdi." Daha
sonra Abdullah b. Mesud şunu ekledi: "Yüce Allah
'Ey müminler,
Allah'ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram ilan
etmeyin.' buyuruyor."
(ed-Dürr-ül Mensûr, c.2,
s.140. Sahih-i Buhari, c.7, s.4-5. Sahih-i Müslim, c.9,
s.182)
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde İbn-i
Ebu Şeybe Nafi'den şöyle rivayet eder: "İbn-i Ömer'e
müt'a nikâhı meselesi soruldu. İbn-i Ömer 'ha-ramdır'
dedi. Kendisine 'İbn-i Abbas buna fetva veriyor'
dediler. İbn-i Ömer; 'Onu Ömer zamanında ağzına alsaydı
ya' dedi." (c.2, s.141)
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde İbn-i
Münzir, Taberani ve Beyhaki Said b. Cubeyr kanalıyla
şöyle rivayet ederler: "İbn-i Abbas'a dedim ki: 'Ne
yaptın. Bütün atlılar senin fetvanı etrafa dağıttı.
Hakkında şiirler yazıldı.' Bana 'Şairler ne dediler?'
diye sordu. Kendisine 'şöyle de-diler' diye cevap
verdim:
"Şeyhe meclisi uzayınca derim ki: /
Dostum, İbn-i Abbas'ın fetvasına ne dersin? / Cinsel
ilişki serbestliğinde üns tutacak kadına var mısın? /
İnsanlar gelinceye kadar sana yataklık etsin."
Bunun üzerine İbn-i Abbas şöyle
dedi: "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun! (Hepimiz
Allah'tanız ve hepimiz O'na dönücüleriz.) Hayır. Vallahi
ben buna fetva vermedim. Bunu kastetmedim. Ben müt'a
nikâhını çaresiz durumda olanlar için helâl ilan ettim.
Yüce Allah ölü etinin, kanın ve domuz etinin ne kadarını
helâl kıldı ise, ben de müt'a nikâhının o kadarını helâl
ilan ettim." (c.2, s.141)
Yine aynı eserde İbn-i Münzir,
Şerid'in azat edilmiş kölesi Am-mar'dan şöyle rivayet
eder: "İbn-i Abbas'a müt'anın fuhuş mu, yoksa nikâh mı
olduğunu sordum. 'Ne fuhuştur, ne de nikâh' dedi. 'Peki
nedir?' diye sordum. 'Yüce Allah'ın dediği gibi,
müt'adır' dedi. 'Kadının iddet beklemesi gerekir mi?'
dedim. 'Müt'a yapan kadının iddeti bir ay-başı
dönemidir.' dedi. 'Müt'a yapanlar birbirlerine mirasçı
olurlar mı?' dedim. 'Hayır, olmazlar' dedi."
(c.2, s.141)
Yine aynı eserde Ata kanalıyla
İbn-i Münzir ve Abdurrezzak İbn-i Abbas'tan şöyle
rivayet ederler: "Allah Ömer'e rahmet etsin. Müt'a
nikâhı, yüce Allah'ın Muhammed ümmetine rahmeti idi.
Eğer onu yasaklamasaydı, kötü kimse dışında hiç kimse
zina yapmaya muhtaç olmazdı. O, Nisâ suresindeki
'O hâlde, ne zaman
onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa...' ayetine
dayanıyor. Yani şu sürenin sonuna kadar şu ücretle
kendilerinden yararlandığınız kadınlar demektir. Müt'a
nikâhı yapan çift birbirinin mirasçısı olamaz. Süre
dolduktan sonra eğer yeniden süre uzatmayı uygun
görürlerse ne âlâ. Eğer ayrılırlarsa ne güzel.
Aralarında nikâh bağı yoktur." Bu rivayeti nakleden Ata,
'İbn-i Ab-bas'tan, şimdi de müt'ayı helâl gördüğünü
duymuşum' dedi." (c.2,
s.141)
Tefsir-ut Taberi'de Hakem'den
-ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde ise aynı rivayet
Abdurrezzak'tan ve Nasih adlı eserinde Ebu Davud'dan-
şöyle rivayet edilir: "Hakem'den bu ayetin mensuh olup
olmadığı soruldu. 'Hayır, mensuh değil' dedi. Hz. Ali
ise, 'Eğer Ömer müt'a nikâhını yasaklamasaydı, kötü
kimseden başka hiç kimse zina yapmazdı' buyurdu."
(Taberi, c.5, s.9.
ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.140)
Ömer'in Müt'ayı Yasakladığını İfade
Eden Rivayetlerden
Örnekler
Sahih-i Müslim'de Cabir b.
Abdullah'tan şöyle rivayet edilir: "Biz gerek
Peygamberimizin günlerinde, gerekse Ebu Bekir döneminde
bir avuç hurma veya un karşılığında müt'a nikâhı
yapardık. Bu uygulama Amr b. Hurays olayı üzerine
Ömer'in bu nikâhı yasaklamasına kadar devam etti."
(c.9, s.183)
Ben derim ki: Bu rivayet,
İbn-i Esir'in Cami-ul Usûl
(c.16, s.135), İbn-i Kayyım'ın Zad-ul Mead
(c.2, s.205), İbn-i
Hacer'in Feth-ul Bari
(c.9, s.166-167) ve Muttaki'nin Kenz-ül Ümmal
(c.16, s.523)adlı
eserlerinde nakledilmiştir.
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Malik
ve Abdurrezzak, Urve b. Zu-beyr'den şöyle rivayet
ederler: "Hule bint-i Hakîm adında bir kadın Ö-mer'in
yanına girerek
Rabia b. Ümeyye'nin doğurganlık çağında bir ka-dınla
müt'a yaptığını ve kadının ondan hamile kaldığını haber
verdi. Ömer, öfkesinden abası yerlerde sürüklenerek
dışarı çıktı ve 'Bu o müt'a-dır. Eğer daha önce haber
verseydin onu recmettirirdim' dedi."
(c.2, s.141)
Ben derim ki: Bu rivayeti, Şafiî
el-Ümm adlı eserde ve Beyhaki Sunen-i Kübra
(c.7, s.206) adlı
eserde nakletmişlerdir.
Kenz-ül Ümmal adlı eserde Süleyman
b. Yesar'dan o da Hayseme-'nin kızı Ümmü Abdullah'tan
şöyle rivayet edilir: "Bir adam Şam'dan Medine'ye geldi
ve bana misafir oldu. Bir gün bana 'Bekârlıktan
sıkıldım. Bana bir kadın bul, onunla müt'a nikâhı
yapayım' dedi. Ben de ona bir kadın buldum. Aralarında
şartlaştılar ve adil şahitler huzurunda anlaştılar. Adam
kadınla Allah'ın istediği bir süre beraber oldu. Sonra
Medine'den ayrıldı. Ömer bu olaydan haberdar olunca
birini göndererek bana bu olayın aslı olup olmadığını
sordu. Ben de 'evet' dedim. 'Bir daha geldiğinde bana
haber ver' dedi. Adam tekrar gelince Ömer'e haber
verdim. O da birini göndererek adama 'Niçin bu işi
yaptın?' diye sordu. Adam Ömer'e şu cevabı verdi: 'Ben
bu işi Peygamberimizin (s.a.a) zamanında yaptım. O vefat
edinceye kadar bunu bize yasaklamadı. Arkasından Ebu
Bekir'in döneminde aynı şeyi yaptım. O da ölünceye kadar
bize bunu yasaklamadı. Sonra senin zamanında aynı işi
yaptım. Bize bunu yasaklama konusunda bir söz
söylemedin.' Bunun üzerine Ömer adama şöyle dedi:
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ediyorum ki,
eğer bu işi yasakladığımı bilerek yapmış olsaydın seni
recmederdim. Nikâh ile fuhşun birbirinden ayırt
edilmesini sağlayacak şekilde açık bir tutum takının."
[Yani müt'anın fuhuşla açık bir farkı yoktur.]
(c.16, s.522)
Sahih-i Müslim'de ve Müsned-i
Ahmed'de Ata'dan şöyle rivayet edilir: "Cabir b.
Abdullah umreden dönmüştü. Ziyaret için evine gittik.
Halk ona çeşitli sorular sordu. Sonra sözü müt'a
nikâhına getirdiler. Cabir 'Biz Peygamberimiz, Ebu Bekir
ve Ömer zamanında müt'a nikâhı yaptık' dedi." Ahmed-i
Hanbel'in rivayetinde onun şu sözlerine de yer
verilmiştir: "Ömer'in (r.a) halifeliğinin sonlarına
kadar bu böyle devam etti."
(Müslim, c.9, s.183.
Müsned, c.3, s.380)
Sünen-i Beyhaki'den Nafi'in
Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet ettiği nakledilir:
"Abdullah b. Ömer'e müt'a nikâhı meselesini sordular. O
da şöyle dedi: Bu haramdır. Ömer b. Hattab (r.a) eğer
böyle bir nikâh yapmış birini ele geçirmiş olsa onu
taşlarla recmederdi."
(c.2, s.206)
İbn-i Cevzi'nin Mir'at-uz Zaman
adlı eserinden şöyle nakledilir: "Ömer şöyle diyor:
Vallahi, eğer müt'ayı mubah gören biri bana
getirilseydi, onu recmederdim."
İbn-i Rüşd'ün Bidayet-ül Müçtehid
adlı eserinde Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet
edilir: "Biz Resulullah'ın (s.a.a) zamanında, Ebu
Bekir'in döneminde ve Ömer'in halifelik döneminin ilk
yarısında müt'a nikâhını uyguladık. Sonra Ömer bunu
halka yasakladı." (c.2,
s.63)
el-İsabet adlı eserde İbn-i Kelbi
şöyle rivayet eder: "Seleme b. Ümeyye b. Halef Cumahi,
Hâkim b. Ümeyye b. Avkas-ı Eslemi'nin azat edilmiş
cariyesi Selma ile müt'a evliliği yaptı. Selma,
Seleme'ye çocuk verdi. Fakat Seleme çocuğun babası
olduğunu kabul etmedi. Ö-mer bu olaydan haberdar olunca
müt'a nikâhını yasakladı."
(c.2, s.63)
Zad-ul Mead adlı eserde Eyyub'tan
şöyle rivayet edilir: "Urve, İbn-i Abbas'a 'Allah'tan
korkmuyor musun da müt'a nikâhını mubah ilan ediyorsun?'
dedi. İbn-i Abbas: 'Ey Urvecik, anana sor' dedi. Urve,
'Ama Ebu Bekir ve Ömer müt'a nikâhı yapmadılar.' dedi.
İbn-i Abbas şu cevabı verdi: Vallahi, Allah'ın azabına
uğramadıkça bu tutumu bırakmayacağınızı görüyorum. Ben
size Peygamberden (s.a.a) söz ediyorum. Siz bana Ebu
Bekir'den ve Ömer'den bahsediyorsunuz."
(c.1, s.257)
Ben derim ki: Bu rivayette
sözü edilen Urve'nin anası Ebu Bekir'in kızı Esma'dır.
Bu kadın Zubeyr b. Avam ile müt'a evliliği yaptı ve bu
evlilikten Abdullah b. Zubeyr ile Urve adlarında iki
çocuğu oldu.
Rağıb'ın Muhadarat adlı eserinde
şöyle deniyor: "Abdullah b. Zu-beyr, Abdullah b. Abbas'ı
mü'ta nikâhını helâl saydığı gerekçesi ile kınayınca
Abdullah b. Abbas, kendisine: 'Anana sor bakalım,
babanla arasındaki ocak nasıl tüttü?' dedi. Abdullah b.
Zübeyr de bu meseleyi anasına sorunca anası 'Seni müt'a
evliliğinde doğurdum' dedi."
Sahih-i Müslim'de Müslim-ul
Kura'dan şöyle rivayet edilir: "İbn-i Abbas'a müt'a
nikâhı meselesini sordum. Onun mubah olduğunu söyledi.
İbn-i Zubeyr bunun yasak olduğunu söylüyordu. İbn-i
Abbas 'İşte İbn-i Zubeyr'in anası. O, Peygamberin buna
izin verdiğini söylüyor. Yanına gidip kendisine sorun'
dedi." Müslim-ul Kura diyor ki: "İbn-i Zubeyr'in
anasının yanına gittik. Kadın iri yarı ve kördü. Bize
Resu-lullah'ın (s.a.a) müt'a nikâhına izin verdiğini
söyledi."
Ben derim ki: Anlatılan olay
gösteriyor ki, kadından müt'a-i hac=hac
ile ilgili müt'a değil, müt'a-i nisâ=kadınlarla
ilgili müt'a sorulmuştu. Ayrıca başka rivayetler de buna
açıklık getiriyor.
Sahih-i Müslim'de Ebu Nadra'dan
şöyle rivayet edilir: "Bir defasında Cabir b.
Abdullah'ın yanındaydım. Biri geldi ve dedi ki, İbn-i
Abbas ile İbn-i Zubeyr hac müt'ası ile müt'a nikâhı
konusunda ayrılığa düştüler. Bunun üzerine Cabir şöyle
dedi: Resulullah'ın (s.a.a) döneminde her ikisini de
yaptık. Fakat sonra Ömer ikisini de yasakladı ve bir
daha onları yapmadık."
(c.8, s.233)
Ben derim ki: Nakledildiğine
göre bu rivayeti Beyhaki de Sünen-ül Kübra adlı eserinde
rivayet etmiştir. (c.2,
s.206) Bu anlam Sahih-i Müslim'in üç yerinde de
farklı ifadelerle nakledilmiştir. Bu rivayetlerin
birinde de şöyle deniyor: Cabir diyor ki; Ömer ayağa
kalkınca şunları söyledi: "Yüce Allah, Peygamberine
istediğini, istediği ölçüde helâl kılmıştı. Haccı ve
umreyi Allah'ın emrettiği gibi yapın. Kadınlarla müt'a
evliliği yapmaktan vazgeçin. Eğer bir kadınla süreye
bağlı evlilik yapan biri bana getirilirse onu
recmederim."
Bu içerik Beyhaki'nin Sünen adlı
eserinde (c.2, s.206),
Cessas'ın Ahkam-ul Kur'an adlı eserinde
(c.2, s.147),
Kenz-ül Ümmal'de (c.16,
s.521), ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Razi'nin
el-Kebir tefsirinde ve Tayalisi'nin Müsned adlı eserinde
yer almıştır.
Tefsir-ul Kurtubi'de Ömer'in bir
hutbesinde şöyle dediği yer alır: "İki müt'a var ki,
bunlar Peygamber zamanında serbestti. Fakat ben on-ları
yasaklıyor ve yapanları cezalandırırım. Bunlar müt'a-i
hac ve müt'a-i nisâdır."
(c.2, s.392)
Ben derim ki: Ömer'in bu
hutbesini bütün nakilciler kabul ediyor. Onu hiçbir
şüpheye düşmeksizin nakletmişlerdir. Nitekim el-Kebir
tefsirinde, el-Beyan vet-Tebyin tefsirinde, Zad-ul
Mead'da, Ahkam-ul Kur'an'da yer almış ve Taberi, İbn-i
Asakir ve başkaları bunu nakletmişlerdir.
Taberi'nin "Müstebin" adlı
eserinden Ömer'in şöyle dediği nakledilir: "Üç şey
Resulullah'ın (s.a.a) döneminde uygulanıyordu; ancak ben
onları haram kılıyor ve yapanları cezalandırırım.
Bunlar: Müt'a-i hac, mut'a-i nisâ ve ezanda 'hayye alâ
hayr-il amel' denilmesidir."
Tarih-i Taberi'de İmrân b.
Sevade'den şöyle nakledilir: "Sabah namazını Ömer'in
arkasında kıldım. Subhane (İsrâ suresi) ile bir sure
daha okudu. Sonra namazdan kalktı. Ben de onunla
birlikte kalktım. 'Bir isteğin mi var' dedi. 'Evet, bir
isteğim var' dedim. 'Peşimden gel' dedi. Peşinden
gittim. İçeriye girince beni de içeri aldı. Yüzü olmayan
bir tahta ve sedirin üzerine oturdu. 'Sana nasihat
etmeye geldim' dedim. 'Sabah gelsin, akşam gelsin,
nasihate gelen hoş geldi' dedi. 'Halk seni dört konuda
ayıplıyor' dedim. Elindeki sopanın baş tarafını çenesine
ve alt ucunu dizlerine dayayarak: 'Haydi söyle' dedi.
'Söylediklerine göre, hac aylarında umre yapmayı
yasakladın. Bunu (yasağı) ne Peygamber (s.a.a), ne de
Ebu Bekir (r.a) yapmadı. Bu helâldir.' dedim. Bana şu
karşılığı verdi: 'Acaba helâl midir?
Eğer insanlar hac
aylarında umre yaparlarsa, onu haccın yerine geçmiş
görürler. O zaman Mekke, civcivi dışarı çıkmış yumurta
kabuğu gibi boş kalır. İnsanlar hacdan geri kalırlar.
Oysa hac Allah'ın bağışladığı bir değerdir. Benim
kararım doğrudur.'
Kendisine 'Söylendiğine göre, müt'a
nikâhını yasakladın. Oysa Al-lah'ın bağışladığı bir
kolaylıktı. Bir avuç karşılığında kadınlardan
yararlanıyor, sonra onlardan ayrılıyorduk.' dedim. Bana
şöyle dedi: 'Peygamber müt'a evliliğini zaruret
döneminde serbest bıraktı. Sonra insanlar genişliğe
kavuştular. Sonra baktım ki, bu evliliği bir kere yapan
Müslüman tekrar yapıyor. Şimdi isteyen bir avuç
karşılığında evlenir, sonra da boşamak suretiyle
ayrılır. Benim kararım doğrudur.'
Kendisine 'Hamile bir cariyenin
doğum yapar yapmaz azat olacağına, ayrıca efendisinin
azat etmesine gerek kalmayacağına karar verdin.' dedim.
Bana 'Doğan çocuğun hürmetine (ki azattır) annesinin
hürmetini ekledim. Sadece hayır yapmak istedim. Eğer
yanlış karar verdim ise Allah'tan af diliyorum' dedi.
Kendisine 'Halk senin sertliğinden şikayetçidir' dedim.
Dayandığı sopayı kaldırıp ucuna kadar sıvazladıktan
sonra şöyle dedi: "Ben Muhammed'in (s.a.a) arkadaşı
idim. -Karkarat-ül Keder seferinde onun yanı başında
idi.- Vallahi, ben devesi tam suya kansın diye onu
serbest bırakan bir çoban gibiyim. Yoldan sapanları yola
döndürürüm. Mütecavizlere hadlerini bildiririm. Onları
elimden geldiği kadar terbiye eder, elimden geldiğince
yola getiririm. Çok bağırır-çağırırım, ama az vururum.
Sopamı kaldırırım, ama elimle vururum. Eğer başka türlü
davranırsam ipin ucunu kaçırır, halkı ihmal etmiş
olurum."
Muaviye'ye bu konuşmayı
aktardıklarında, 'Vallahi, Ömer halkı nasıl idare
edeceğini bilir' dedi."
(c.4, s.225, Mısır, Dar-ul Maarif baskısı)
Ben derim ki: Bu rivayeti,
İbn-i Ebu'l Hadid Şerh-i Nehc-ul Bela-ğa adlı eserinde
İbn-i Kuteybe'den aktarmıştır.
(c.12, s.121, Dar-ul
Kütüb-il İslamiye baskısı)
[müt'a rivayetlerine ilişkin inceleme]
Bunlar müt'a evliliği konusunda
bize ulaşan rivayetlerin bir bölümüdür. Bu rivayetleri
araştırıcı gözle inceleyenler, bunlardaki çelişkiyi ve
zıtlığı görmekte gecikmezler. Bu rivayetlerden elde
edilen tek sonuç, Ömer'in, halifeliği döneminde Amr b.
Hurays ve Rabia b. Ümeyye b. Halef Cumahi olayları
sonunda gördüğü lüzum üzerine bu uygulamayı yasaklamış
olduğudur. Müt'a evliliğinin Kur'an'la veya sünnetle
neshedildiği iddiası ise, görüldüğü gibi sağlam
dayanaktan yoksundur. Üstelik, rivayetlerin tümü
içerikleri açısından birbirleriyle çelişiyorlar.
Çelişmedikleri ortak içerikleri sadece, bu uygulamanın
yasaklayıcısının, bu yasağın yürütücüsünün, bu işin
haram olduğunun karar vericisinin ve yapanı recm
cezasına çarptırıcısının Ömer olduğudur. Bu bir.
İkincisi; bu uygulama Peygamberimiz
zamanında onun izni altında geçerli idi. Uygulama
eskinin onaylanması biçiminde olmuş olabileceği gibi,
Peygamber tarafından ortaya çıkarılabilen bir husus da
olmuş olabilir. Müt'a evliliğini,
kendilerine fuhuş
isnat edilmesi düşünülemeyecek derecede seçkin sahabeler
uygulamıştır.
Cabir b. Abdullah,
Abdullah b. Mesud, Zubeyr b. Avam ve Ebubekir'in kızı
Esma gibi. Esma bu tür bir evlilikle Abdullah b.
Zubeyr'in baba olmasını sağlamıştır.
Üçüncüsü; İbn-i Mesud,
Cabir, Amr b. Hurays gibi sahabeler ile Mucahid, Süddi,
Said b. Cubeyr gibi tabiine mensup kimseler bu
uygulamayı mubah ilan etmişlerdir.
Rivayetler arasındaki bu büyük
farklılık Ehl-i Sünnet alimlerini ilk aşamada bu
uygulamanın caiz mi, yoksa haram mı olduğu konusunda
görüş ayrılığına, ikinci aşamada da yasaklanma biçimi
hakkında görüş farklılığına sürüklemiştir. Öyle ki, bu
konudaki şaşırtıcı ve farklı görüşlerin sayısı yaklaşık
olarak on beşe ulaşmıştır.
Bu mesele birçok yönden incelemeye
konudur. Ama bizi bu yönlerin sadece bir kaç tanesi
ilgilendirir. Meselâ bu meselede Ehl-i Sünnet ile Şiî
mezhepleri arasında kelâm ilmini ilgilendiren bir
tartışma vardır. [İslâm hâkimi Allah'ın hükmünü
değiştirme yetkisine sahip midir?] Meselenin başka bir
araştırma yönü ayrıntılara dayalı fıkıh araştırmasıdır.
Bu alanda meselenin caiz olup olmaması açısından
hükmünün ne olduğu irdelenir. Başka bir araştırma yönü
tefsir ilmini ilgilendirir. Bu alanda müt'ayla ilgili
ayet irdelenir. Bu irdeleme sırasında şu sorulara cevap
aranır: Acaba bu ayetin içeriği müt'a nikâhını
yasalaştırmak mıdır? Eğer ayetin müt'a nikâhının
meşruiyetine delil olduğu kabul ediliyorsa, acaba bu
ayet herhangi bir ayetle, meselâ Mü'minun suresindeki
ayetle veya evlenme, yasak evlilikler, boşama, iddet ve
miras ayetleri ile neshedilmiş midir? Yoksa ayetle değil
Peygamberimizin sünneti ile neshedilmiş midir? Bu ayetin
müt'a hükmünü yasalaştırdığı kabul ediliyorsa, acaba
yepyeni bir hüküm mü getiriyor? Yoksa toplumda varolan
bir uygulamayı mı onaylıyor? Buna benzer birtakım
hususlar söz konusudur.
Bizim bu kitapta peşinde olduğumuz
inceleme, bu üçüncü tip araştırmadır. Bu konuda daha
önce bir özet mahiyetinde bir açıklama yapmıştık. Şimdi
o açıklamaya ek olarak bu ayetin müt'a nikâhına delil
olması ve bu uygulamanın gelenekleşmesi konusunda ileri
sürülen ve bizim açıklamamıza ters düşen görüşlere
dikkatleri çevireceğiz.
Bir tefsirci bu ayette sürekli
nikâhın mihrinin verilmesi konusuna değinildiğini
ısrarla belirttikten sonra sözlerine şöyle devam ediyor:
"Şiîler bu ayetteki maksadın müt'a nikâhı olduğu
görüşündedirler. Müt'a nikâhı, bir kadınla bir gün, bir
hafta, bir ay gibi belirlenmiş bir süre için yapılan
evliliktir. Şiîler bu görüşlerine bu ayetin yaygın
olmayan bir okunuş biçimini (şaz) delil gösteriyorlar.
Bu yaygın olmayan okunuş biçimi Ubeyy, İbn-i Mesud ve
İbn-i Abbas'tan nakledilmiştir. Ayrıca müt'a nikâhı ile
ilgili rivayetleri delil gösteriyorlar.
Bir defa ayetin söz konusu okunuş
biçimi yaygın değildir (şazdır), Kur'an olarak sabit
değildir. Daha önce söylediğimiz gibi bize gelen bu tür
rivayetler tek kanaldandır (haber-i ahaddır). Bunlara
yapılan eklemeler tefsir niteliğindedir ki, bunlar
sahiplerinin anlayışını yansıtmaktan öteye gitmezler.
Sahabelerin anlayış biçimi de dinde delil olmaz.
Özellikle eğer söz konusu anlayış biçimi bu ayette
olduğu gibi metnin ve üslûbun yadırgadığı bir anlayış
biçimi ise. Çünkü geçici evliliği yapan erkeğin
öncelikli maksadı zinadan korunmak değil, tersine zina
işlemektir. Gerçi bu evliliği yapan erkeğin bir dereceye
kadar kendini zina ortamına düşmekten alıkoyma maksadı
vardır; ama bu evliliği yapan kadın için hiçbir korunma
(ihsân) endişesi yoktur. Çünkü bu kadınlar sürekli
olarak kendilerini değişik bir erkeğe ücret karşılığında
satıyorlar. Onların durumu şu beyitte tarif edildiği
gibidir:
"Çevgenle atılmaya gerek olmayan
bir toptur bu / Ki elden ele dolaşıyor." Alıntı burada
sona erdi.
Ben derim ki: Tefsircinin
"Şiîler İbn-i Mesud'un ve başkalarının yaygın olmayan
okunuş biçimlerini müt'a nikâhı için delil olarak
kullanıyorlar." iddiasını ele alalım. Şiîlerin
görüşlerini inceleyen herkes Şiîlerin bu yaygın olmayan
(şaz) okuma biçimlerini muteber ve kesin bir delil kabul
etmediklerini görür. Nasıl bunları delil kabul etsinler
ki, onlar yaygın olmayan okuma biçimlerinin delil olarak
alınmasına karşıdırlar. Hatta bu gerekçe ile kendi
İmamlarından nakledilen bu tür okuma biçimlerini bile
kabul etmezler. Buna göre Şiîler nasıl olur da
kendilerinin delil kabul etmedikleri bir şeyi onu delil
olarak görmeyen kimselere delil olarak gösterirler. Bu
gülünç değil de nedir?
Şiîlerin yaptığı şudur: Ayeti böyle
okuyan sahabelerin sözlerini, onların bu ayetten müt'a
nikâhının kastedildiğini düşündüklerine delil olarak
gösteriyorlar. İster sahabelerin bu okuma biçimleri
yaygın okuma tarzı olsun, isterse onların ayetten ne
anladıklarını gösteren bir tefsir biçimi olsun.
Bu tutum Şiîlere iki yönden fayda
sağlıyor. İlki, sahabelerin bir kısmı bu istidlali yapan
Şiîlerin söylediklerini söylemişlerdir. Gerçekten bize
nakledildiğine göre, sahabelerin ve tabiinin önemli bir
bölümü müt'a nikâhı konusunda Şiîlerin görüşlerini
savunmuşlardır. İsteyen konuyla ilgili kitaplara
bakabilir.
İkincisi, bu ayet müt'a nikâhına
delâlet ediyor. Sözü edilen sahabelerin ayet okuma
biçimleri müt'a nikâhının meşruiyetine delâlet ediyor.
Tıpkı yine sahabelerden gelen ve ayetin neshedildiğini
ileri süren görüşlerin müt'a nikâhına delil olmaları
gibi. Çünkü bu ayetin neshedildiğini ileri sürenler onun
müt'a nikâhına delâlet ettiğini kabul ediyorlar ki, onun
neshedildiğini düşünüyorlar veya rivayet ediyorlar. Bu
rivayetler çoktur. Bazılarına daha önceki sayfalarımızda
yer verdik. Buna göre Şiîler bu ayetin neshedildiğine
ilişkin rivayetlerden yararlandıkları gibi, aynı şekilde
söz konusu yaygın olmayan (şaz) okuma biçimlerinden de
yararlanıyorlar. Yalnız bunu yaparken ne yaygın olmayan
okuma biçimlerinin delil olduğunu ileri sürüyorlar ve ne
de ayetin mensuh olduğuna ilişkin görüşleri kendileri
için bağlayıcı kabul ediyorlar. Sadece bütün bunlardan
gerek ayeti değişik biçimde okuyanların, gerekse onun
neshedilmiş olduğunu söyleyenlerin bu ayette müt'a
nikâhının kastedildiği görüşünde olduklarını ispat etmek
için yararlanıyorlar.
Sözlerini aktardığımız tefsircinin
"Özellikle eğer söz konusu anlayış biçimi bu ayette
olduğu gibi metnin ve üslûbun yadırgadığı bir anlayış
biçimi ise." sözüne gelince, böyle demekle zina ve fuhuş
anlamına gelen "musafaha" kelimesini sadece meni akıtmak
anlamına aldığı anlaşılıyor. Yani kelimenin türediği
aslın sözlük anlamını göz önüne alan bir yorum yapıyor.
Sonra da bu işi kasta, niyete dayandırıyor. Bununla da
şehveti tatmin etmek ve meni akıtmak maksadı ile yapılan
geçici evliliğin nikâh değil, fuhuş olduğu sonucuna
varıyor. Fakat nikâhın da sözlük anlamının cinsel
ilişkide bulunmak olduğunu unutuyor. Lisan-ul Arap adlı
lügat kitabında, Ezherî'nin "Arap dilinde nikâh demek,
cinsel ilişkide bulunmak demektir." dediği naklediliyor.
Tefsircinin bu anlayışına göre nikâhın da zina ve fuhuş
olması gerekir ki, o zaman nikâh ile fuhşu birbirinin
karşısına koymak anlamsız olur.
Ayrıca, buna göre eğer meni akıtma
niyeti geçici evliliğin zina olmasına yol açıyorsa, aynı
mantıkla şehveti tatmin etme ve meni akıtma niyeti ile
yapılan sürekli evliliğin de zina sayılması gerekir.
Hiçbir Müslüman böyle bir fetva vermeye razı olabilir
mi? Eğer bu tefsirci: "Sürekli evlilik ile geçici
evlilik arasında bu açıdan fark vardır. Çünkü sürekli
evlilik doğal olarak evlilik yolu ile korunma sağlama,
üreme ve aile yuvası kurma niyetine dayanır. Oysa geçici
evlilik böyle değildir." derse, bu söz körü körüne bir
inatçılık olur. Çünkü sürekli nikâhtan beklenen, nefsi
zinadan koruma, soyların karışmasından kaçınma, üreme ve
çocuk edinme gibi bütün faydaların geçici evlilikten de
elde edilmesi mümkündür. Onun tek farkı bu ümmete
yönelik bir kolaylık, bir yük hafifletmesi olmasıdır. Bu
sayede fakir olduğu, eşine bakmaya gücü yetmediği,
evinden uzakta kaldığı için veya sürekli evlilik
yapmasını engelleyen değişik başka sebepler yüzünden
sürekli evlilik yapmaya gücü yetmeyen erkekler
kendilerini korurlar.
Bu böyle olduğu gibi meni akıtma,
şehveti tatmin etme gibi -ki sözü edilen tefsirci
bunları fuhuş sayılma gerekçesi sayıyor- geçici evlilik
için söz konusu edilen bütün sakıncaların sürekli
evlilik için söz konusu edilmesi de mümkündür. Sürekli
evliliğin bizzat söz konusu ettiğimiz bütün faydaları
sağlamak amacıyla kanunlaştığı, buna karşılık geçici
evliliğin bizzat sözü edilen bütün sakıncaların -eğer
bunlar sakınca ise- beraberinde taşıyacağı iddiası ise
asılsızlığı besbelli olan bir iddiadır.
Eğer sözlerini aktardığımız
tefsirci "Müt'a evliliği, sifah olduğu için zinadır ve
bu yüzden meşru evliliğin karşı kutbunu oluşturur"
derse, ona şöyle cevap verilir: Meni akıtma biçiminde
tanımlanan sifah, zinadan daha geniş kapsamlı bir
kavramdır ve bu niteliği ile sürekli evliliği, özellikle
meni akıtma niyeti ile yapılacak sürekli evliliği de
kapsar.
Şimdi de sözlerini aktardığımız
tefsircinin "Gerçi bu evliliği yapan erkeğin bir
dereceye kadar nefsini zina ortamına düşmekten alıkoyma
maksadı vardır; ama bu evliliği yapan kadın için bir
korunma (ihsân) endişesi yoktur." şeklindeki sözüne
gelelim. Bu söz son derece şaşırtıcıdır. Bu evlilikte
kadın ile erkeğin birbirinden ne farkı vardır ki, müt'a
nikâhı bu tür evlilik yapan erkek için zinadan koruyucu
bir tedbir olabilirken kadın için böyle bir maksat söz
konusu olmasın. Bu ölçüsüz konuşma değil de nedir?
Sözlerini aktardığımız tefsircinin
dünya ve ahiret ile ilgili çok önemli hayatî sonuçlar
doğuracak nitelikte olan dinî bir gerçeği konu edinen
bir incelemede bir beyte yer vermesi önemsenecek bir şey
değildir. İster müt'a evliliği haram, ister mubah olsun.
Acaba şiirin, bu gerçeğin ortaya
çıkarılması çabasına ne gibi bir katkısı olabilir ki, o
hayallerin bir örgüsüdür, o batıla gerçekten daha dost
ve sapıklığa hidayetten daha yapışıktır.
Sözünü ettiğimiz tefsirci bu beyti
yukarda naklettiğimiz rivayetlerin arkasına ekleseydi
ya. Özellikle Ömer'in yukarda aktardığımız Taberi
tarihinin rivayet ettiği "Şimdi isteyen bir avuç
karşılığında kadın nikâhlar ve üç gün sonra boşamak
suretiyle ondan ayrılır." biçimindeki sözlerini böyle
bir beyitle bağlasaydı ya!
Yapılan bu karalamanın hedefi yüce
Allah ve O'nun Peygamberi değil mi? Çünkü bu nikâh
türünü ilk defa ortaya koyan veya önceden uygulanan şeyi
meşrulaştıran Yüce Allah ve O'nun Peygamberidir. Bu
evlilik biçimi İslâm'ın ilk döneminde hiç şüphesiz
Peygamberimizin (s.a.a) gözü ve kulağı önünde
uygulanıyordu.
Sözünü ettiğimiz tefsirci "O
dönemde bu evlenme biçimine zaruretlerin baskısı altında
izin verildi. Çünkü o zaman yaygın bir fakirlik vardı.
Genel olarak bütün Müslümanlar yokluk altında
eziliyorlardı. Ayrıca daha önce nakledilen rivayetlerde
ortaya çıktığı üzere sık sık savaşma zorunluluğu
doğuyordu" diyebilir.
Ama biz ona şöyle cevap
verebiliriz: Eğer bu evlilik türünün İslâm'ın ilk
döneminde halk arasında uygulandığı ve müt'a nikâhı veya
"istimta (yararlanma)" adı ile bilindiği farz edilirse,
bu ayetin mutlak anlamda bu evliliğin caiz olduğuna
delâlet ettiğini ve sözü edilen ayetlerin ve
rivayetlerin bu ayeti neshetmeye elverişli olmadığını
kabul etmemiz kaçınılmazdır. O zaman bu evliliğin
mubahlığının kalktığını söylemek, ayetin delâletine
yönelik delilsiz bir tevil girişimidir.
Kabul edelim ki, Peygamberimizin
(s.a.a) müt'a nikâhına izin ver-mesi zaruretten ileri
gelmişti. O zaman şu soruyu sorarız: Bu zaruret
Peygamberimizin (s.a.a) zamanında mı daha büyüktü, yoksa
ondan sonra ki dönemde mi? Özellikle halifeler döneminde
daha büyük değil mi idi? Bilindiği gibi halifeler
döneminde Müslüman orduları binlerce savaşa katılmak
üzere doğudan batıya birçok yere sefere çıkmışlardı.
Fakirlik, savaşlar, yurttan uzak kalma gibi zaruretler
bakımından Ömer'in halifeliğinin ilk dönemi ile son
dönemi arasında ne fark var? Bu zaruretlerin biri ile
öbürü arasında ne fark vardı?
Günümüz İslâm dünyasındaki müt'ayı
mubah kılıcı zaruret mi daha ağırdır, yoksa
Peygamberimizin (s.a.a) zamanındaki ve halifeler
döneminin ilk yarısındaki zaruret mi? Bilindiği gibi
yaygın fakirlik İslâm ülkelerini kaplamış durumdadır.
Sömürge yönetimleri, istilacı zorba devletler,
Müslümanlar arasında çıkan firavun yetkililer halkların
iliklerini emmiş, İslâm topraklarında yaş-kuru ne
buldularsa hepsini biçip kursaklarına indirmişlerdir.
Günümüz dünyasında şehvetler
çeşitli görüntüleri ile ortalığa çıktılar. En güzel ve
en alımlı süsleri ile süslendiler. En etkili çağrıları
ile insanları tatmine çağırıyorlar. Bu durum git gide
daha da şiddetleniyor.
Bela beldeleri ve
insanları kapsamıştır. Fuhuş gençler, öğrenciler,
asker-ler ve fabrika işçileri arasında alabildiğine
yaygınlaşmıştır ki insan kitlelerinin, dünya nüfusunun
ezici çoğunluğunu bu kesimler oluşturuyor.
Hiç kimse şüphe etmez ve kesinlikle
şüphe etmemeli ki, bu kesimleri zina, homoseksüellik ve
diğer bütün şehevi başı boşlukların batağına düşüren
zaruretin başlıcası, ev geçindirememek ve geçici, kısa
süreli meşgalelerdir. Bu tür işler, sürekli ikametgâh
edinmeyi, sürekli bir evlilik yapmayı engelliyor. Çünkü
işler ya evden uzak kalmayı, hizmet görevinde bulunmayı
ya da eğitim görmeyi gerektiriyor. Nispeten daha az ve
daha önemsiz olmalarına rağmen İslâm'ın ilk döneminde
müt'a nikâhını mubah kılan bu zaruretler, belâ her
tarafı sardığı ve fitne büyüdüğü hâlde o dönemden başka
bir dönemde niçin müt'a nikâhını mubah saydırmasınlar?
Sözlerini aktardığımız tefsirci
arkasından şöyle diyor: "Bunların yanı sıra müt'a nikâhı
bu anlamda Kur'an'ın verdiği mesajla, meselâ şu ayetle
çelişir: 'Onlar
ki, ırzlarını korurlar. Eşlerine ve sahip oldukları
cariyelerine karşı müstesna. Onlar bunlar için
kınanmazlar. Bunların ötesine geçmek isteyenler meşru
sınırı aşmış olurlar.'
(Mü'minun, 7) Meşru
sınırı aşmış olurlar yani Allah'ın kendilerine helâl
kıldığı evlilikleri aşarak yasaklanmış çiftleşme
biçimlerine dalmış olurlar. Bu ayetler, bizim tefsir
etmekte olduğumuz
'O hâlde, ne
zaman... ücretlerini bir farz olarak verin.'
ayeti ile çatışmaz. Bu ayetler, tefsiri üzerinde
durduğumuz ayetle bir anlama sahiptirler. Dolayısıyla
burada herhangi bir nesh olayı söz konusu değildir.
Kendisinden müt'a yolu ile yararlanılan kadın eş
değildir ki, Yüce Allah'ın buyurduğu üzere erkek
karşısında marufa uygun biçimde görevleri olduğu gibi
hakları da olsun. Şiîlerin kendilerinden nakledildiğine
göre onlar müt'a evliliği yapan kadına eşlik hükümlerini
ve gereklerini tanımıyorlar. Meselâ onu adaletsiz
davranılmasından korkulmadığı durumda erkek için
evlenilmesi serbest olan dört eşten biri saymıyorlar.
Erkeğin çok sayıda müt'a evliliği yapabilmesini caiz
görüyorlar. Ayrıca müt'a evliliği yapan erkek eğer zina
işlerse, [evli olmadığı takdirde] onun recmedilmesi
gerektiğini söylemiyorlar. Çünkü böyle bir erkeği
"muhsen=korunmuş"
saymıyorlar. Bu da Şiîlerin müt'a evlilerini
'iffetli ve zina
etmemiş olmaları şartı ile' ifadesinin
kapsamında saymadıklarını kesinlikle ortaya koyar ki, bu
onların açık bir çelişkisidir.
Bazı tefsircilerin Şiîlerden
naklettiklerine göre, müt'a evliliği yapan kadın için
kocasından miras alması, nafaka alması, onun tarafından
boşanması ve iddet beklemesi söz konusu değildir.
Kısacası Kur'-an bu görüşten uzaktır. Bu ayet müt'a
evliliği için kesinlikle ne tam bir delildir, ne de
delile benzer bir dayanaktır." Alıntı burada sona erdi.
Ben derim ki: Sözünü
ettiğimiz tefsircinin "Bunların yanı sıra müt'a nikâhı
bu anlamda Kur'an'ın verdiği mesajla çelişir." sözünün
özü şudur: Mü'minun suresinin
"Onlar ki, ırzlarını
korurlar..."ayeti
ile başlayan ayetler, helâlliği sadece eşler (zevceler)
için sayıyor. Müt'a evliliği yapan kadın ise eş
değildir. Buna göre bu ayetler müt'a evliliğinin
helâlliğine engeldir. İkincisi bu ayetler
"Kendilerinden
yararlandığınız kadınlar"ifadesinin müt'a
nikâhını kapsadığına engeldir.
Bu ayetlerin müt'a evliliğini haram
kıldığı iddiasını ele alalım. Bu iddia da bu ayetlerin
Mekke döneminde indiği ve müt'a evliliğinin hicretten
sonra genelde uygulandığı göz ardı edilmiştir. Acaba
Peygamberimiz (s.a.a) müt'a evliliğini mubah kılmakla
Kur'an'ın yasakladığı bir uygulamayı mubah mı kılmış
oluyordu? Oysa onun sözü Kur'an'ın kesin ve net ifadesi
ile hüccet ve delildir. Öyle olursa, bu Kur'an'ın
kendisinde çelişki olmasına döner. Yoksa onun müt'a
nikâhını mubah ilan etmesi, Mü'minun suresinin söz
konusu ayetlerinde ifade edilen yasağı neshedici bir
eylemdir de sonra Kur'an'ın veya Peygamberimizin (s.a.a)
müt'a evliliğini yasaklaması ile bu ayetler öldükten
sonra tekrar hayat kazanmış ve neshedildikten sonra
tekrar hüküm niteliği kazanmış oldular. Bu öyle bir
sözdür ki, hiçbir Müslüman onu ne söyler, ne söyledi ve
ne söyleyebilir.
Bu durumun kendisi müt'a evliliği
yapan kadının eş olduğuna, müt'a evliliğinin nikâh
olduğuna ve bu ayetlerin müt'a nikâhı yapmanın evlilik
olduğuna en güzel şahittir. Aksi hâlde bu ayetlerin
Peygamberimizin (s.a.a) müt'a evliliğini serbest
bırakması ile neshedilmiş olmaları gerekirdi. Buna göre
bu ayetler müt'a evliliğinin yasaklığına değil,
helâlliğine delildirler.
Başka bir ifade ile Mü'minun ve
Meâric surelerindeki
"Onlar ki, ırzlarını korurlar. Eşlerine ve sahip
oldukları cariyelerine karşı müstesna..."
ayetleri müt'a evliliğinin helâl olduğuna diğer
ayetlerden daha güçlü biçimde delâlet ederler. Çünkü bu
ayetlerin neshedilmiş değil, muhkem oldukları ve Mekke
döneminde indikleri hakkında tefsirciler arasında görüş
birliği vardır. Peygamberimizin (s.a.a) müt'a evliliğine
izin verdiği de nakli delillerle kesindir. Eğer müt'a
evliliği yapan kadının eş (zevce) olması durumu söz
konusu olmasa idi, Peygamberimizin (s.a.a) buna izin
vermesi ayetleri neshedici olurdu, oysa bu ayetler
neshedilmiş değildir. Demek ki müt'a şer'î bir
evliliktir. Dolayısıyla bu ayetlerin müt'anın
meşruluğuna delâlet etmeleri kabul edilince,
Peygamberimizin (s.a.a) bunu yasakladığı yolundaki iddia
geçersiz olur. Çünkü böyle bir yasaklama bu ayetlere
ters düşer ve onların neshedilmiş olmalarını gerektirir.
Oysa bu ayetlerin mensuh olmadıklarına dair görüş
birliği olduğunu biliyoruz.
Her neyse. Sözlerini aktardığımız
tefsircinin söylediklerinin tersine, müt'a evliliği
yapan kadın eştir ve müt'a evliliği de nikâhtır. Zaten
naklettiğimiz rivayetlerde de sahabenin ve tabiinin bu
uygulamaya müt'a nikâhı adını verdiklerini gördük.
Ömer'in bu uygulamayı yasakladığını gösteren
rivayetlerde bile müt'anın nikâh olarak adlandırıldığı
gözleniyor. Beyhaki'nin rivayet ettiği Ömer'in hutbesi
ve Müslim'in Ebu Nadre'ye dayandırdığı rivayet gibi.
Hatta Kenz-ül Ümmal adlı eserde Süleyman b. Yesar'a
dayanılarak yer verilen Ömer'in "Nikâh ile fuhşun
birbirinden ayırt edilmesini sağlayacak şekilde durumu
açıklığa kavuşturun." sözleri de bu uygulamanın nikâh
adı ile anıldığını ispat eder. Çünkü bu ifadenin anlamı
müt'a, fuhuştan ayırt edilemeyen bir nikâhtır. Bunu
fuhuştan ayırt edilecek duruma getirerek açık bir nikâh
yapmanız gerekir. Bunun delili Ömer'in "açıklığa
kavuşturun" sözüdür.
Kısacası Kur'an'ın örfünde ve
sahabiler ile tabiinin dilinde müt'a-nın nikâh olması ve
müt'a evliliği yapan kadının eş olması şüphesizdir.
Nikâh ve evlenme kelimelerinin sadece sürekli nikâh için
kullanılmaları, Ömer'in müt'ayı yasaklamasından ve bu
hükmün halk arasında
uygulanmaz
olmasından sonradır. Böylece bu iki sözcük için sürekli
nikâh dışında kullanım alanı kalmamış oldu ve nikâh
sözcüğü söylenince, bunun zihinde doğurduğu ilk çağrışım
sürekli nikâh oldu. Tıpkı bu şeriata mensup kimselerin
ortaya koyduğu diğer ifadelerde olduğu gibi.
Bu durum, sözlerini aktardığımız
tefsircinin daha sonra söylediği şu sözlerin
asılsızlığını ortaya koyar: "Şiîlerin kendilerinden
nakledildiğine göre onlar bile müt'a evliliği yapan
kadına eşlik hükümleri ve gereklerini tanımıyorlar."
Kendisine sormak gerekir ki eş, yani zevceden maksat
nedir? Eğer bundan Kur'an lisanındaki kastedilen anlam
kastediliyorsa, Şiîler eş olmanın bütün hükümlerini
istisnasız bir şekilde müt'a evliliği yapan kadın için
geçerli sayıyorlar. Yok, eğer bu terimden Müslümanların
dilinde olan fıkıhtaki anlamda kastediliyorsa, o zaman
Şiîlerin eş olma hükümlerini bu kadına tanımadıkları
doğrudur; ama bunun bir sakıncası yoktur.
Düşüncelerini naklettiğimiz
tefsirci sözlerinin bir yerinde de şöyle diyor: "Bu da
Şiîlerin müt'a evlisi bir erkeğin zina ettiği takdirde
'evli ve zina işlememeniz' ayetinin kapsamına
girmediğini kesin olarak kabul ettiklerini gösterir ki,
bu da onlar için bariz bir çelişkidir." Kendisine
söyleyeceklerimiz şunlardır: Bu ayetin arkasından
söylemiştik ki bu ayet cariyeleri de içerdiği için
buradaki ihsân=korunmadan
maksat, evli olmak değil, iffetli olmaktır. Eğer bu
ihsanın evlilik anlamına geldiği kabul edilecek olursa,
o zaman ayet müt'a nikâhını da kapsamına alır. Müt'a
evlisi iken zina eden bir erkeğin recmedilmemesine
gelince, bunun gerekçesi (recmin bir Kur'an hükmü
olmamasının yanı sıra) sünnetin bu hususta olan
açıklaması ve sınır getirmesidir. Tıpkı miras, nafaka,
boşama ve evlenilebilecek kadın sayısı gibi diğer eşlik
hükümlerinde olduğu gibi.
Bu söylediğimizin açıklaması şudur:
Eğer hüküm ayetleri belirsizlik ve küllî açıklama
niteliğinde olurlarsa, hüküm koymanın özünü açıklamak
amacı taşıdıkları için bu ayetlerle ilgili kayıtlar,
sınırlama ve kayıtlandırma sonucu doğurmayan
açıklamalardır. Eğer hüküm ayetleri genel ve mutlak
ifadeli olurlarsa, sünnette yer alan o ayetlerle ilgili
açıklamalar, sınırlama veya kayıtlandırma olurlar ve
bunlar için çelişki sakıncası söz konusu olamaz. Bu
mesele, Usûl-u Fıkıh ilminin alanına girer.
Bu ayetler, yani miras, boşama ve
nafaka ile ilgili ayetler, diğer ayetler gibi
sınırlamaya ve kayıtlamaya açıktırlar. Meselâ mürtet
yani dinden dönen bir kadının mirasçı olmasında ve
boşanmasında sınırlama vardır. [Böyle bir kadının ne
miras hakkı var, ne de kocasından ayrılmasında boşamaya
gerek duyulur.] Kadında nikâh akdinin fesh edilmesini
caiz saydıracak bir kusur ortaya çıktığı durumlarda
boşama hükümlerinde bir sınırlama vardır. Kadının
kocasına karşı dik kafalılık göstermesi durumunda nafaka
hükümlerinde sınırlama geçerli olur. Buna göre bu
ayetlere müt'a nikâhıyla da sınırlamalar getirilebilir.
O hâlde müt'a evliliğini miras, nafaka ve boşama
hükümlerinin kapsamı dışına çıkaran açıklamalar,
sınırlamalar ve kayıtlandırmalardır. Evlendirme, nikâh,
ihsân (korunmalık) gibi kavramların sadece sürekli nikâh
için kullanılmaları, Müslümanlar arasında bu sözcüklere
yüklenen bir anlamdır; şeriat ve İslâm'dan kaynaklanan
bir durum değildir.
Dolayısıyla söz konusu tefsircinin
sandığı gibi, asla bir sakınca söz konusu değildir.
Meselâ bir fıkıh alimi eğer "Zina eden muhsen
(korunmalı) erkeğin recmedilmesi gerekir. Fakat müt'a
nikâhlı erkek muhsen (korunmalı) olmadığı için
recmedilmez" diyorsa, o fıkıh aliminin ihsân kavramını
sadece şu sonuçları olan sürekli nikâh anlamında
kullanmış olmasındandır. Onun bu yorumu, Kur'an
terminolojisinde ihsânın hem sürekli, hem de geçici
nikâhta söz konusu olduğu gerçeği ile çelişmez. İhsânın
her iki nikâhta da özel sonuçları vardır.
Sözlerini naklettiğimiz
tefsircinin, Şiîlerin müt'a nikâhında kadının iddet
beklemesini gerekli görmedikleri yolundaki iddiası ise
açık bir iftiradır. İşte Şia'nın kitapları... Bunlar
müt'a evliliği yapan kadının iddetinin iki hayız dönemi
olduğu fetvası ile doludur. Bu konuda Ehl-i Beyt
İmamlarının (hepsine selam olsun) Şia kanalıyla
nakledilmiş bazı rivayetlerine yukarıda yer vermiştik.
Sözünü ettiğimiz tefsirci sözlerine
şöyle devam ediyor: "Bu konu hakkında rivayet edilen
hadislerin ve belgelerin tümü gösteriyor ki,
Peygamberimiz (s.a.a) müt'a evliliğini bazı savaşlarda
sahabilere serbest etti, sonra yasakladı, arkasından bir
veya iki kere ona izin verdi ve sonra onu temelli olarak
yasakladı. Peygamberimiz, sahabilerin kadınlarından uzak
kaldıkları dönemlerde zinadan uzak kalmalarının zor
olduğunu bildiği için müt'a evliliğine izin vermişti. Bu
izin iki zarardan daha hafif olanını göze alma
kabilindendir. Çünkü bir erkeğin bekâr bir kadınla
geçici bir nikâh yaparak onunla belirlediği süre içinde
birlikte yaşaması, kandırabileceği herhangi bir kadınla
zina etmesinden daha az kötü bir davranıştır.
Ben derim ki: Sözü edilen
tefsircinin bu konudaki rivayetlerin bütününe göre
Peygamberimizin bazı savaşlarda müt'a evliliğine izin
verip arkasından onu yasakladığı, sonra yine bir veya
iki kere izin verdikten sonra onu temelli olarak
yasakladığı yolundaki sözleri, daha ön-ce naklettiğimiz
bu konudaki çelişkili ve çatışmalı rivayetlerle
bağdaş-mıyor. O
rivayetlere tekrar başvurulursa, onların sözünü
ettiğimiz tefsircinin iddialarını bir bütün olarak
kelime kelime yalanladıkları görülür.
Sözünü ettiğimiz tefsirci daha
sonra şöyle diyor: "Ehl-i Sünnete göre müt'a evliliğine
bir veya iki kere izin vermek, zinayı kesin biçimde
yasaklamaya yönelik tedricî bir hazırlıktır. Tıpkı
içkiyi yasaklamada yapıldığı gibi. Bu kötülüklerin her
ikisi de cahiliye döneminde yaygındı.
Fakat zina özgür kadınlar arasında değil, köleler
arasında yaygındı."
Ben derim ki: Bu tefsircinin
müt'a evliliğine verilen izin, zinayı yasaklamanın bir
tür hazırlığıdır şeklindeki sözlerinin özeti şudur:
Müt'a evliliği o günün insanlarının nazarında bir tür
zina idi. Öbür zina türleri gibi cahiliye döneminde
yaygın idi. Bu yüzden Peygamberimiz zinayı yasaklamada
yumuşak ve tedricî bir yöntem benimsedi. Maksadı
insanlar tarafından kabul görebilmekti. Bunun için
zinanın müt'a evliliği dışında kalan türlerini
yasaklayıp müt'a biçimindeki zinayı bıraktı, ona izin
verdi. Arkasından onu yasaklayıp sonra serbest bıraktı.
Böylece onu kesinlikle yasaklayabilecek duruma gelince,
onu temelli olarak yasakladı.
Ömrüm hakkı için böyle bir iddia,
temiz dinî hükümlerin ortaya konması işlemine reva
görülen iğrenç bir oyundur. O dinî hükümler ki, Yüce
Allah bunları yasallaştırmakla sadece bu ümmeti
kötülüklerden arındırmayı ve onlara yönelik nimetini
tamama erdirmeyi istemiştir.
Bu sözlerde birkaç açıdan
tutarsızlık vardır. Birincisi şudur:
Peygamberimizin müt'a evliliğini önce yasaklayıp sonra
serbest bıraktığını, arkasından yine yasaklayıp sonra
serbest bıraktığını ileri sürmek ve bunun yanı sıra
Mekke döneminde inmiş olan Meâric ve Mü'minun
surelerindeki
"Onlar ki, ırzlarını korurlar..." diye
başlayan ayetlerin müt'a evliliğini yasakladığını
ısrarla iddia etmek, önce de vurgulandığı üzere şu
sonucu ortaya çıkarır ki, Peygamberimiz müt'a evliliğini
serbest bırakmakla söz konusu ayetleri neshetmiş. Sonra
bu neshi nesh-etmiş ve o ayetleri yürürlüğe koymuş.
Sonra onları yine neshederek arkasından yine yürürlüğe
koymuştur. Böyle bir iddia, Peygamberimizin Allah'ın
kitabı ile oynadığını -hâşâ!- ileri sürmek değil de
nedir?
İkinci tutarsızlık şudur:
Kur'an'da zinayı yasaklayan ayetleri ele alalım.
Bunlardan biri şudur:
"Sakın zinaya
yaklaşmayın. Çünkü o iğrenç bir kötülük ve kötü sonuçlu
bir yoldur."
(İsrâ, 32)Bundan daha açık bir ifade olur mu?
Üstelik bu ayet Mekke döneminde indi ve kötülükleri
yasaklayan başka ayetler arasında yer aldı. Bu konudaki
diğer bir ayet de şudur:
"De ki: Gelin
Rabbinizin neleri yasakladığını size söyleyeyim...
Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın."
(En'-âm, 151) Bu
ayetin orijinalinde geçen "fevahiş" kelimesi, "fahişe"
kelimesinin çoğuludur. Başındaki tarif edatı ve ifadenin
yasaklar arasında yer almış olması yasağın geniş
kapsamlı olduğunu, kötülükler meydanında her türlü
zinayı da içerdiğini ifade eder. Bu ayet de Mekke
döneminde indi. Bu konudaki bir diğer ayet de şudur:
"De ki: Benim Rabbim, açık gizli bütün kötülükleri haram
kıldı." (A'râf,
33) Bu ayet de Mekke döneminde indi. Bu konudaki
diğer ayetler şunlardır:
"Onlar ki, ırzlarını
korurlar. Eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı
müstesna... Bunların ötesine geçmek isteyenler meşru
sınırları aşmış olurlar."
(Mü'minun, 7; Meâric, 31)
Bu iki sure de Mekke döneminde indi. Sözünü ettiğimiz
tefsircinin iddiasına göre bu ayetler nasıl zinanın
diğer türlerini yasaklıyorsa müt'a evliliğini de
yasaklıyorlar.
Bunlar zinayı haram kılan, fuhşu
yasaklayan belli başlı ayetlerdir. Hepsi de Mekke
döneminde indiler ve yasaklamayı açık bir dille ifade
ediyorlar. Sözünü ettiğimiz tefsircinin ileri sürdüğü
tedricî yasaklama hani nerede? Yoksa o şöyle mi diyor?
-Çünkü Mü'minun suresindeki ayetin müt'a nikâhını
yasakladığını iddia eden sözlerinin kaçınılmaz gereği
budur.- Yüce Allah müt'a evliliğini kesin olarak
yasakladı. Sonra Peygamberimiz arka arkaya ruhsata
dayalı bir yol izleyerek tedricî bir yasaklama metodu
uyguladı. Bunu halktan kabul görebilmek için bir taviz
politikası olarak kullandı. Oysa Yüce Allah böyle bir
yol izlemeyi Peygamberimize kesin bir dille
yasaklamıştı. Yüce Allah şöyle buyurmuştu:
"Ey Muhammed,
müşrikler az kalsın seni indirdiğimiz vahiyden ayırıp
adımıza başka sözler uydurmanı sağlıyorlardı. Eğer bunu
başarabilselerdi seni dost edineceklerdi. Eğer sana
direnme gücü vermeseydik azıcık onlara meyletmek
üzereydin. Eğer onlara yanaşsaydın, sana dünya hayatının
ve ölüm ötesinin azabını katlayarak tattırırdık da bize
karşı kendine yardın edebilecek hiç kimse bulamazdın."
(İsrâ, 75)
Üçüncü tutarsızlık şudur:
Sözünü ettiğimiz tefsirci Peygamberimizin birkaç kere
müt'a nikâhını serbest bıraktığını iddia ediyor. Eğer
Peygamberimize isnat edilen bu serbest bırakma, helâl
edici bir şeriat hükmüne dayanmıyorsa, bunun yanı sıra
müt'a evliliğinin zina ve fuhuş olduğu farz edilirse, o
zaman bu serbest bırakma Peygamberimizin kendi kararı
olduğu takdirde Rabbine açık bir muhalefet olur. Oysa
Peygamberimiz Yüce Allah'ın koruması altında olan bir
masumdur, böyle bir yanılgıya düşmesi düşünülemez. Yok
eğer bu serbest bırakma Yüce Allah'tan geliyorsa, Yüce
Allah -hâşâ- kötülüğü emretmiş olur ki, Yüce Allah
Peygamberine yönelik bir hitabında böyle bir varsayımı
açıkça reddederek şöyle buyuruyor:
"Allah kötü şeyleri emretmez."
(A'râf, 27)
Yok eğer Peygamberimizin verdiği
izin, helâl kılıcı bir hükme dayanıyorsa, o zaman müt'a
evliliği zina veya fuhuş olmaz. Muhkem sınırlar
çerçevesinde meşru bir sünnet olur. Yasak evliliklerle
bir arada mütalaa edilmez. Tıpkı sürekli evlilik gibi.
Sürekli evlilikteki gibi mehir zorunluluğu vardır.
Ayrıca menilerin karışmasını ve neseplerin belirsiz hâle
gelmesini önlemek için kadına iddet bekleme zorunluluğu
vardır. Bunun yanı sıra insanların ona muhtaç olmaları
gibi bir zarureti de karşılıyor. O hâlde kötü bir iş
sayılmasının anlamı olmaz. Çünkü kötü iş, meşru
sınırları çiğnemesi, kamu yararını ihlal etmesi,
toplumun zaruri ihtiyacının karşılanmasını engellemesi
dolayısıyla insanların çirkin gördükleri, toplum
tarafından yadırganan iştir.
Dördüncü tutarsızlık şudur:
Müt'a evliliğinin cahiliye döneminde uygulanan bir tür
zina olduğunu söylemek hiçbir belgeye dayanmayan bir
uydurmadır. Tarih kitaplarında aslı astarı yoktur.
Tersine bu uygulama orijinal bir İslâm geleneği ve yüce
Allah'ın bu ümmete gösterdiği bir kolaylıktır. Maksat bu
ümmetin ihtiyaçlarının karşılanması, zinanın ve diğer
cinsel sapıklıkların aralarında yayılmasının
önlenmesidir. Eğer Müslümanlar bu geleneği
yerleştirebilselerdi bu hedeflere varırlardı. O zaman
İslâm hükümetleri zinaya ve diğer cinsi sapıklıklara
karşı böylesine umursamaz davranmazlardı. Bu
umursamazlık zamanla yasal meşruluk kazanarak dünyanın
fesat ve vebal ile dolup taşmasına yol açmıştır.
Sözlerini aktardığımız tefsirci,
"Bu iki kötü alışkanlık cahiliye döneminde yaygındı.
Fakat zina özgür kişilerden çok köleler arasında
yaygındı." diyor. İki kötü alışkanlık derken anlaşılan
zinayı ve içki içmeyi kastediyor ki, dediği doğrudur.
Fakat zinanın özgür kişilerden çok köleler arasında
yaygın olduğu yolundaki iddiası dayanaksızdır. Çünkü
değişik ve farklı kaynaklı tarihî belgeler bu iddianın
tersini destekliyor. Bu konuda söylenmiş şiirler gibi.
Daha önce naklettiğimiz İbn-i Abbas'tan gelen bir
rivayette, bilindiği gibi, cahiliye dönemi Araplarının
açık yapılmayan zinayı sakıncalı bir eylem saymadıkları
belirtiliyordu.
Söylediklerimizin bir delili de,
cahiliye döneminde geçerli olan evlat edinme işlemidir.
Bu işlem, cahiliye Arapları arasında sadece bir isim
verme ve babayı belirleme işlemi değildi. Güçlülerin,
ailelerine ilaveler yapmak suretiyle nüfuslarını ve
güçlerini arttırma girişimi idi. Bunu gerçekleştirirken
özgür kadınlarla hatta evli kadınlarla yapmış oldukları
zinalara dayanıyorlardı. Cariyelere gelince özellikle
güçlü Araplar onlarla düşüp kalkmayı, sevişmeyi, yatağa
girmeyi ayıplıyorlardı. Cariyelerin bu alandaki
işlevleri, efendileri tarafından erkeklere peşkeş
çekilip cinsel sermaye olarak kullanılmaları idi.
Söylediğimizin delili, siyer ve
hatıra kitaplarından aktardığımız evlat edinme
hikâyeleridir. Bunlardan birinde Ebu Süfyan'ın oğlu
Mu-aviye, Ziyad b. Ebih'in babasının oğlu olduğunu iddia
etmesi ve bunu şahitlerle ispat etmesi idi. Bu konuda
başka olaylar da nakledilmiştir.
Evet. Cahiliye döneminde özgür
Araplar arasında zinanın yaygın olmadığı hakkında Hind
adlı kadının Peygamberimize (s.a.a) biat töreni
sırasında söylediği, "Özgür kadın zina eder mi?"
şeklindeki sözü delil olarak gösteriliyor. Fakat eğer
şair Hassan b. Sabit'in divanına başvurulur da bu şairin
Bedir ve Uhud savaşlarından sonra sözünü ettiğimiz Hind
adlı kadını nelerle hicvettiği incelenirse, karışıklık
ortadan kalkar ve gerçeğin ne olduğu ortaya çıkar.
Sözünü ettiğimiz tefsirci bu
konudaki hadislerin anlamlarını değerlendirdikten ve
aklı sıra aralarındaki çelişkileri kaldırdıktan sonra
sözlerine şöyle devam ediyor: "Ehl-i Sünnete göre, müt'a
evliliğinin haram oluşunun dayanakları şunlardır:
1) Müt'a evliliği nikâh, boşama ve
iddet hükümlerinde Kur'an'ın nassına ters düşer demesek
bile onun zahirine ters düşer.
2) Müt'a evliliğinin kıyamet gününe
kadar temelli olarak haram olduğunu açıkça bildiren
hadisler vardır...
3) Ömer'in bu uygulamayı
yasaklaması, bu yasaklamayı mescidin minberinde
açıklaması ve sahabilerin onun bu yasaklamasına itiraz
et-memeleridir. Bilindiği gibi sahabiler şeriata aykırı
bir şeyi onaylamazlardı ve Ömer'i hata yaptığında
hatasından döndürürlerdi.
Daha sonra bu tefsirci Ömer'in
müt'a nikâhını şahsi görüşüne dayanarak yasaklamadığını,
bu yasaklamayı Peygamberimizin daha önceki yasaklamasına
dayanarak gerçekleştirdiğini ileri sürmüştür. Ona göre
bu yasaklamanın Ömer'e mal edilmesinin sebebi, onun bu
yasağı açıklamış veya uygulamaya koymuş olmasıdır. Tıpkı
"üzüm suyunu Ebu Hanife helâl ederken, Şafiî onu haram
kıldı" denmesi gibi.
Ben derim ki: Bu delillerin
birincisine ve ikincisine gereken cevap yukarda ve
önceki açıklamalarda, daha fazlasını gerektirmeyecek
yeterlikte verilmiştir. Üçüncü delile gelince, Ömer'in
bu uygulamayı yasaklaması, ister kendi görüşüne
dayanarak olsun, isterse bu tefsircinin iddia ettiği
gibi Peygamberimizin daha önceki yasaklamasına dayanarak
olsun; sahabelerin bu yasaklama karşısında susmaları
ister Ömer'den çekindiklerinden ve korktuklarından
olsun, ister bu tefsircinin ileri sürdüğü gibi bu
yasaklama kararını onayladıklarından veya karşı
çıkmalarının insanların hoşuna gitmeyeceğini
düşünmelerinden ileri gelsin. Nitekim Hz. Ali'den,
Cabir'den, İbn-i Mesut'tan ve İbn-i Abbas'tan gelen
rivayetler bu ihtimali doğruluyor. Bütün bunların
hangisi varid olursa olsun Ömer'in müt'a evliliğini
yasaklaması, bunu helâl göreni ve uygulayanı
recmedeceğine yemin etmesi,
"O hâlde, ne zaman
onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz
olarak verin." ayetinin buna delâlet ettiği
gerçeğini, bunu helâl saymanın Kur'an'a ve sünnete
aykırı olamayacağını etkilemez. Çünkü bu ayetlerin
delâletine ve muhkemliğine toz kondurulamaz.
Bir yazar bu konuda çok garip bir
iddia öne sürerek şöyle demiştir: "Müt'a evliliği,
İslâm'da hiçbir zaman yeri olmamış bir cahiliye
geleneğidir. Bu yüzden Kur'an'la veya sünnetle
neshedilerek İslâm şeriatından çıkarılmasına gerek bile
duyulmamıştır. Müslümanlar böyle bir uygulamayı hiç
tanımamışlardır. Ona sadece Şiîlerin kitaplarında
rastlanmıştır."
Ben derim ki: Kur'an'ın,
hadisin, icmanın ve tarihin söylediklerini göz ardı
etmeye dayanan bu söz sonucunda, bu mesele ile ilgili
görüşler dönüşüm merhalelerinin son noktasına varmış
olur. Müt'a evliliği Peygamberimiz zamanında uygulanan
bir sünnet idi. Sonra Ömer zamanında yasaklandı ve bu
yasak halk çoğunluğu tarafından uygulandı. Bu yasağa
müt'ayla ilgili ayetin diğer ayetlerle veya Peygamberin
bu husustaki yasaklarıyla neshedildiği şeklinde yorum
getirildi. Sahabelerin bazıları
ve onların görüşlerini benimseyen birçok Hicaz ve Yemen
fakihi bu yasağa karşı çıktı. İbn-i Cureyh gibi bir
hadis imamı bile bu karşı çıkanlar arasında yer aldı.
Nitekim onun müt'a evliliğine düşkün olduğu, hatta
yetmiş kadınla müt'a evliliği yaptığı rivayet
edilmiştir.
Bunların yanı sıra dört fıkıh imamından biri olan Malik
de bu yasağa karşı çıkanlardan biridir.
Fakat arkasından tefsircilerin son kuşağı
"O hâlde...
ücretlerini bir farz olarak verin." ayetinin
müt'a evliliğine delâlet ettiğine karşı çıktılar. Bu
ayeti sürekli nikâha delâlet edecek şekilde
yorumladılar. Müt'a evliliğinin Peygamberimizin bir
sünneti olduğunu ve onun hadisi ile uygulamadan
kaldırıldığını söylediler. Son dönemlerde ise, müt'a
evliliğinin cahiliye döneminde görülen bir zina
olduğunu, Peygamberimizin ona birkaç kere izin verdikten
sonra onu kıyamet gününe kadar temelli yasakladığını
ileri sürdüler. Sonra da sözlerine son olarak yer
verdiğimiz yukarıdaki yazar, müt'a evliliğinin katıksız
bir cahiliye dönemi zinası olduğunu, İslâm'ın bundan
asla haberi olmadığını, buna sadece Şia kitaplarında
rastlandığını iddia etmiştir. Önümüzdeki dönemlerde bu
meselenin ne gibi değişik tartışmalara konu olacağını
sadece Allah bilir.
|