|
Mustazaflık Üzerine
Ayetten anlaşıldığına göre, dinsel
konular bağlanımda cahillik, insanın kendisinden
kaynaklanmayan bir kusurdan veya yetersizlikten ileri
geliyorsa, bu insan Allah katında mazurdur.
Bu konuyu şöyle açıklayabiliriz: Yüce
Allah, dini bilmemeyi ve dinsel şiarları egemen kılmaktan
alıkonmanın her türlüsünü, ilâhî affın kapsamına girmeyen
zulüm olarak nitelendiriyor. Sonra mustazafları (zayıf
bırakılmışları) bu genellemenin dışında tutuyor, zayıf
bırakıldıkları için de mazeretlerini kabul ettiğini belirtiyor.
Ardından onları, başkalarını da kuşatacak bir nitelikle yani,
karşılaştıkları engeli kendilerinden defedecek imkânı
bulamamak ve hiçbir çareye güç yetirememek vasfıyla tanımlıyor.
Bu anlam, etrafı kuşatılmış bir yerde
tutulan ve bu nedenle dini bilen, dinin ayrıntılarından
haberdar olan bir âlim bulunmadığı için dinsel bilgileri
öğrenemeyen ya da bu bilgilere sahip olduğu hâlde dayanılmaz
ağır işkencelerden dolayı onları pratize etmenin bir yolunu
bulamayan, bunun yanında düşünce zayıflığı, hastalık, bedensel
noksanlık veya malî yetersizlik gibi bir olumsuzluk yüzünden
bulunduğu yerden çıkamayan, İslâm yurduna hicret edip
Müslümanlara katılamayan bir kimse için geçerli olduğu gibi,
zihni dinsel bilgiler bağlamında sabit gerçekleri kavrayamayan,
düşünsel olarak hakka ulaşamayan, hakka karşı inatçı, burun
kıvırıcı bir tavrı kesinlikle söz konusu olmadığı ve hattâ
hâkkın net bir şekilde önüne konulması durumunda ona
kesinlikle tâbi olacağı hâlde değişik etkenler yüzünden hakkı
algılayamayan bir kimse için de geçerlidir.
Böyle bir insan da mustazaftır; zayıf
düşürülmüş, aciz ve çaresizdir; [içinde bulunduğu olumsuz
koşullardan çıkacak ve] herhangi bir yol bulacak durumda
değildir. Bunun böylesi bir konuma düşmesindeki etken, hak ve
din düşmanları tarafından kılıç ve kırbaç zoruyla kuşatılıp
çıkış yolu bulamaması değil kuşkusuz. Bilâkis onu başka
faktörler zayıf düşürmüş, sonuç itibariyle de gafleti ona
musallat kılmıştır. Dolayısıyla böyle bir gafletin etkisine
giren insan artık hiçbir çareye güç yetirmez ve böyle bir
cehaletin pençesindeki insan da hiçbir yol bulmaz mustazaftır.
Gerçekte nedenin genelliğini vurgulamaya
yönelik olan bu ayetin mutlak açıklamasından hareketle bu
sonuca varıyoruz. Bu anlamı, bunun dışında başka ayetlerden de
algılayabiliriz: "Allah
her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.
Herkesin kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de
aleyhinedir." (Bakara,
286) Bu ayet gereği, hak-kında gafil olunan şey insanın
gücü dâhilinde değildir. Yine, bir engel yüzünden insanın
yapamadığı bir şey de onun gücü dâhilinde sayılmaz.
Bakara suresinin konuyla ilgili bu ayeti,
insanın gücünün üstündeki teklifi kaldırdığı gibi, mazeret
yerlerini [mazur görülme durumlarını] belirlemek ve gerçek
mazereti bahaneden ayırt etmek için genel bir ilkeyi koyuyor.
Şöyle ki fiil, insanın kendi kazanmasına ve seçimine
dayandırılmalı, alıkonduğu şeyden alıkonuluşunda kendi etkisi
ve katkısı olmamalı.
Buna göre, dinden bütünüyle habersiz olan
veya hak nitelikli dinsel bilgilerin bir kısmını bilmeyen
cahil insanın bu cehaleti [ve dinî vazifeyi terk edişi],
kendisinin kusurundan veya kötü seçiminden kaynaklanıyorsa, bu
terk etmişlik ona isnat edilir ve kendisi günahkâr sayılır.
Şayet dinde cahil olması ve görevini
yerine getirmemesi kendi kusuruna veya buna yol açacak kimi ön
davranışlarına dayanmıyorsa, aksine cahilliği veya gafleti ya
da amel etmemeyi ona dayatan dış faktörlerden kaynaklanıyorsa,
bu tarz bir dini terk etmişlik kişinin tercihine isnat edilmez.
Böyle bir insan günahkâr, taammüden muhalefet eden, hakka
karşı burun kıvıran müstekbir ve körü körüne inkârcı kabul
edilmez. Dolayısıyla böyle bir insan eğer iyilik [olarak
bildiği bir şeyi] kazanmışsa lehinedir, kötülük [olarak
bildiği bir şeyi] de kazanmışsa aleyhinedir. Şayet [yaptığı
işin iyi ya da kötü oluşundan habersiz kaldığı için, iyilik
veya kötülük unvanıyla] bir şey kazanmamışsa, lehine veya
aleyhine de bir şey yok demektir.
Bundan da anlaşılıyor ki mustazaf insan, herhangi bir iş
kazanmak durumunda olmadığı için eli boş insandır, lehinde ve
aleyhinde olacak bir şeye sahip değildir; onunla ilgili hüküm
Allah'a kalmıştır. Nitekim bu, mustazaflarla ilgili ayetten
sonra yer alan, "İşte
bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedici ve
bağışlayıcıdır." ayeti ile başka suredeki ayetten
anlaşılmaktadır: "Başka
ları da vardır ki Allah'ın emrine bırakılmışlardır. O, onlara
ya azap eder ya da onları affeder. Allah bilendir ve hikmet
sahibidir." (Tevbe,
106) Ve Allah'ın rahmeti gazabından öndedir. |
|