|
KALPLERİN HASTA OLMASININ
ANLAMI üzerine
"Kalplerinde
hastalık bulunanlar" ifadesi gösteriyor ki, kalpler
için bir hastalık ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak da sağlık
ve sıhhat söz konusudur. Çünkü sağlık ve hastalık birbirine
karşıt iki olgudur. Bunlardan biri, ancak öbürünün bulunabilme
imkânı söz konusu olduğu bir yerde gerçekleşebilir. Görme ve
kör olma gibi. Örneğin bir duvar için hastalıktan söz edilmez.
Çünkü onun sağlık ve sıhhate kavuşması gibi bir durum yoktur.
Yüce Allah'ın kitabının çeşitli
yerlerinde kalplerin hastalığından söz ettiği durumlarda, bu
kalplerin hâllerinden ve etkilerinden söz eder ki bunlar, söz
konusu kalplerin fıtratın dosdoğru çizgisinden saptıklarını,
normal davranışların dışına çıktıklarını ve dosdoğru yoldan
uzaklaştıklarını gösterirler. Söz gelimi yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Münafıklar
ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, 'Allah ve Resulü
bize sadece boş vaatlerde bulundu' diyorlardı."
(Ahzâb,
12) "Münafıklar
ve kalplerinde hastalık bulunanlar, 'Bunları dinleri aldatmış'
diyorlardı." (Enfâl,
49) "Şeytanın
attığını, kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri
katılaşanlar için bir imtihan yapsın."
(Hac, 3) Bu konuda örnek
gösterilebilecek birçok ayet vardır.
Özetleyecek olursak; kalbin hasta olması,
onun bir tür kuşku ve tatminsizliğe müptela olması anlamına
gelir. Bu kuşku, Allah'a inanma ve onun ayetleriyle tatmin
bulmayı böyle bir kalp için bulanık ve karanlık bir duruma
düşürür. Açıkçası bunun adı, imana şirkin karıştırılmasıdır.
Dolayısıyla böyle bir kalp için Allah'ı ve ayetlerini inkâr
etme durumuyla örtüşen durumlar gerçekleşir. Pratik eylem
aşamasında, böyle bir kalbe sahip olan insandan, Allah'ı ve
ayetlerini inkâr etme durumuyla örtüşen davranışlar sâdır olur.
Buna karşılık, kalbin sağlıklı olması da,
onun fıtratın çizgisi üzere kalıcı olmasını, dosdoğru yol
üzere bulunmasını ifade eder. Bunun sonucunda Allah'ı, her
türlü şirk unsurundan arınmış bir şekilde birler, her şeyden
soyutlanarak sırf O'na güvenip dayanır, insan arzusunun, heva
ve hevesinin ilgili olduğu her türlü zevki ve keyfi bir kenara
bırakır, elinin tersiyle iter. Yüce Allah bu hususta şöyle
buyuruyor: "O gün ki,
ne mal, ne de oğullar yarar vermez. Ancak Allah'a sağlam ve
temiz kalp getiren yarar görür."
(Şuarâ, 87-89)
Buradan da anlıyoruz ki, kalplerinde
hastalık bulunanlar, münafık-lardan ayrı bir grupturlar.
Nitekim Kur'ân'da da onlardan iki ayrı grup olarak söz edilir:
"Münafıklar ve
kalplerinde hastalık bulunanlar..."diye. Birçok
yerde geçen bu ifade, onların iki ayrı grup olduğuna yöne-lik
işaret içermiyor değildir. Çünkü münafıklar, dilleriyle
inandık diyen, ama kalpleri inanmayan kimselerdir. Salt küfür
kalbin ölü olduğunu gösterir, hasta olduğunu değil. Nitekim
yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Ölü iken kendisini
dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği
bir ışık verdiğimiz kimse..."
(En'âm, 122) "Ancak
işitenler çağrıya gelir; ölülere gelince, Allah onları
diriltir." (En'âm, 36)
Bundan da anlaşılıyor ki, Kur'ân literatüründe "kalp hastalığı"
Allah ve ayetleri bağlamında insanın kavrayışını bürüyen kuşku
anlamını ifade eder. Böylesi bir kuşkunun etkisi altına giren
bir kalp, dinsel i-nanca sağlam bir şekilde bağlı kalıp
dinginliğe ulaşamaz, bu kuşkunun komplekslerinden kurtulamaz.
Buna göre, anlamın doğasını esas alacak
olursak, kalplerinde hastalık bulunanlar, zayıf imanlı
kimselerdir. Bunlar her çağırana kulak verir, her rüzgarın
önünde sürüklenirler. Münafıklardan farklıdırlar. Onlar
açıktan mümin olduklarını söyler, buna karşın içlerinde salt
küfrü gizlerler. Bunu yaparken de amaçları dünyevî çıkarlarını
korumaktır. Dış görünümleriyle müminlerden, iç dünyalarıyla da
kâfirlerden ya-rarlanmaya çalışırlar.
Evet, Kur'ân-ı Kerim'de, kalplerinde
hastalık bulunanlar için de "münafıklar" niteliğinin
kullanıldığını görüyoruz. Bu, onların iç dünyalarının da tıpkı
münafıklar gibi iman letafetinden yoksun olduğunu vurgulamaya
dönük bir analizdir. Bu ise, içinde iman bulunmadığı hâlde
mümin gibi görünenlere ilişkin olarak kullanılan "kalplerinde
hastalık bulunanlar" niteliğinden ayrıdır. Aşağıdaki ayeti
buna örnek gösterebiliriz:
"Münafıklara, kendileri
için acı bir azap olduğunu müjdele! Onlar müminleri bırakıp
kâfirleri dost edinirler. Onların yanında mı izzet (güç ve
şeref) arıyorlar? Doğrusu izzet bütünüyle Allah'ındır. O,
kitapta size şöyle indirmiştir ki: Allah'ın ayetlerinin inkâr
edildiğini yahut alaya alındığını işittiğinizde, bundan başka
bir söze geçinceye kadar kâfirlerle bir arada oturmayın; yoksa
siz de onlar gibi olursunuz. Doğrusu Allah, münafıkların ve
kâfirlerin tümünü cehennemde toplayacaktır."
(Nisâ, 138-140)
Bakara suresinde yer alan,
"İnsanlardan öyleleri
vardır ki, inanmadıkları hâlde 'Allah'a ve ahiret gününe
inandık' derler... Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah
da hastalıklarını artırdı... Onlara, 'İnsanların inandıkları
gibi siz de inanın.' dense, o beyinsizlerin inandıkları gibi
inanır mıyız? derler..."
(Bakara, 8-20) ayetlere
gelince; burada, onların kalplerinin haktan şüphe ederek
sonunda hakkı inkâra kadar vardığı anlatılıyor. Bunlar,
başlangıçta kalplerinde hastalık bulunan kimselerdi. Çünkü
henüz tam olarak inanmadıkları hâlde, yalan söyleyerek iman
ettiklerini ileri sürmüşlerdi. Oysa başlangıçta kuşku
içindeydiler. Allah da hastalıklarını artırdı. Böylece hakkı
inkâr etmelerinden ve alaya almalarından dolayı helâk olup
gittiler.
Yüce Allah, kalp hastalığının fiziki bir
hastalık gibi arttığından ve hatta süreğenleşerek kişiyi
helâke sürüklediğinden söz ediyor. Bunun nedeni de, hastalığı
esnasında, hasta olan insanın doğasını bozacak günahlarla
hastalığa sürekli katkıda bulunmasıdır. Bu hususta yüce Allah
şöyle buyurmuştur: "Onların
kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını
artırmıştır." (Bakara,
10) Yüce Allah bir diğer ayette de şöyle buyurmuştur:
"Ne zaman bir sure
indirilse... Fakat yüreklerinde hastalık olanlara gelince bu,
onların pisliklerine pislik katar. Ve onlar kâfir olarak
ölürler. Kendilerinin her yıl bir iki defa sınandıklarını
görmüyorlar mı? Yine de tövbe etmiyor, öğüt almıyorlar."
(Tevbe, 124-126)Bir diğer
yerde -genel bir açıklama niteliğinde- şöyle buyuruyor:
"Sonra kötülük edenlerin
sonu çok kötü oldu. Çünkü Allah'ın ayetlerini yalanladılar. Ve
onlarla alay ediyorlardı."
(Rûm, 10)
Daha sonra yüce Allah, kendisine yönelik
imanın, bu hastalığın tedavisi olduğunu açıklıyor ve -genel
bir duyuru olarak- şöyle buyuru-yor:
"İmanlarından dolayı
Rableri onları hidayete erdirir."
(Yûnus, 9)Konuyla ilgili
olarak bir başka ayette de şöyle buyuruyor:
"Güzel söz O'na çıkar, iyi
amel de onu yükseltir."
(Fâtır, 10) Şu hâlde,
kalbinde hastalık bulunan kimse, eğer bu hastalıktan kurtulmak
istiyorsa, Allah'a tövbe etsin ki bu, O'na iman etmek demektir.
Salih düşüncelerle ve salih amellerle düşünüp öğüt almaya
çalışsın. Nitekim yukarıda yer verdiğimiz ayetlerin birinde bu
husus vurgulanmıştır: "Yine
de tövbe etmiyor, öğüt almıyorlar."
(Tevbe, 126)
Bu konuyla ilgili en kapsamlı açıklamayı
ise, şu ayet içermektedir:
"Ey inananlar! Müminleri
bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Alla-h'a aleyhinizde
apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? Şüphe yok ki
münafıklar, ateşin en alt tabakasındadırlar. Artık onlara asla
bir yardımcı bulamazsın. Ancak tövbe edenler, durumlarını
düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini sırf
Allah için yapanlar başka. İşte onlar (gerçek) müminlerle
beraberdirler; Allah da yakında müminlere büyük bir mükâfat
verecektir." (Nisâ,
144-146) Daha önce, ayetlerde sözü edilen Allah'a
dönmekten maksadın, O'na inanmak, bu iman üzere dosdoğru
hareket etmek, kitap ve sünnet doğrultusunda hareket etmek ve
ihlâs yani tevhit inancına hiçbir şirk şaibesini karıştırmamak
olduğunu belirtmiştik.
|
|