|
İYİLİK VE KÖTÜLÜKLERİN ALLAH'TAN OLMASI NE ANLAM İFADE
EDER?
Bana öyle geliyor ki, insanın güzellik
kavramının farkına varması, ilk defa kendi türüne yönelik
gözlemleri esnasında gerçekleşmiştir. İnsan denen türün
yaratılışındaki denge olgusunu, tüm organların belli bir
uygunluk içinde vücuttaki yerlerini almış olmasını, özellikle
yüzdeki organlar arası ahengi kastediyoruz. Bunun dışında
insan, doğadaki diğer somut olguların şahsında da bu anlamı
gözlemlemiş, algılamıştır. Sonuç itibariyle güzellik, bir
şeyin doğası itibariyle amacına uygun olması demektir.
İnsan yüzünün güzel olması demek, göz,
kaş, kulak, burun ve ağız gibi organların olmaları gereken bir
nitelik veya durum üzere ve birbirleriyle uyum içinde olmaları
demektir. O zaman insanın canı ona doğru çekilir, tabiatı ona
eğilim gösterir. Bir şeyin bunun aksi bir durumda olması da
kötü, kötülük ve çirkin gibi yerine göre kullanılan ifadelerle
nitelendirilir. Şu hâlde kötülük, adem nitelikli [varlıktan
yoksun] bir anlamdır. Buna karşılık güzellik varoluşsal bir
anlamdır.
Daha sonra bu niteleme tüm itibarî eylem
ve anlamları, toplumsal koşullarda öngörülen tanımlamaları
kuşatacak şekilde genelleştirilmiştir. Burada da değerlendirme
ve nitelemenin esasını, bir şeyin insan hayatının mutluluğu
veya bu hayattan yararlanma olarak tanımlayabileceğimiz
toplumsal hedeflere uygunluğu veya uygun olmayışı oluşturur.
Meselâ adalet güzeldir. Hakkedene iyilikte bulunmak güzeldir.
Eğitim, öğretim, öğüt vb. olgular güzeldirler. Zulüm,
haksızlık gibi olgular da kötü ve çirkin şeylerdir. Bunun
nedeni birinci gruptaki olguların insan mutluluğu veya insanın
toplumsal koşullarda yararlanması amacına uygun olmaları,
ikinci gruptaki olguların da bu amaca uygun olmayışlarıdır.
Güzel olarak nitelenen kısım ve onun
karşısında yer alan çirkin olaylar, toplumsal amaca uygunluğu
dolayısıyla bu vasfı kazanan fiile bağlıdırlar. Dolayısıyla
toplumsal amaç ve hedeflere uygunluğu sürekli ve kalıcı olan
fiillerin güzellikleri de sürekli ve kalıcıdır. Buna adaleti
örnek gösterebiliriz. Diğer bazı fiillerin de çirkinliği
öyledir; örneğin zulüm.
Bazı fiillerin durumu, zamana, duruma,
yere veya topluma göre değişkenlik arz eder. Örneğin gülmek,
şakalaşmak dostlar arasında güzeldir, büyük şahsiyetlerin
yanında değil. Sevinç ortamlarında güzeldir, matem
ortamlarında değil. Mescitlerde ve mabetlerde de bu tür
davranışlar çirkin kaçar. Zina ve içki batılılara göre
güzeldir; ama Müslümanlar arasında bu tür fiiller çirkindir.
Bu bakımdan, "Güzellik ve çirkinlik
kavramları sürekli değişirler, değişkenlik arz ederler. Bu
kavramlar açısından kalıcılık, süreklilik ve bütünsellik söz
konusu değildir." iddiasını ortaya atan ve adaletle zulüm gibi
kavramlar hakkında bu iddiayı kanıtlamak için, "Toplumsal bazı
kabullerin uygulanışı bağlamında kimi toplumlara göre adalet
olarak değerlendirilen bir husus, başka bir toplumun,
toplumsal kabulleri gereğince pratize edilen birtakım
uygulamalar çerçevesinde adalet olarak değerlendirilen hususla
farklı olur. Dolayısıyla adalet anlamının dayandığı belli bir
zemin yoktur. Söz gelimi zina suçunu kırbaçla cezalandırmak,
İslâm açısından adalettir. Ama bu uygulama Batılılara göre
adalet değildir." diyenlerin bu sözlerine kulak asmamalısın.
Çünkü bunlar meseleyi karıştırıyorlar.
Kavram ile onun objektif karşılığını ayırt edemiyorlar. [Şöyle
ki, adalet kavramı Müslümanlara göre de iyidir, Batılılara
göre de. Yine zulüm her iki grubun da yanında kötüdür. Ne var
ki bu iki topluluk neyin adaletle, neyin de zulümle
nitelenmesi hususunda farklı düşünebilirler. Meselâ,
Müslümanlar zinayı zulüm olarak nitelendirirken, Batılılar onu
öyle değerlendirmeyebilirler. Bu ise, onların zulmü iyi
bilmeleri anlamına gelmez.] Anlayışı bu düzeyde olanlara da
söyleyecek sözümüz yoktur.
İnsan, toplum üzerinde etkili olan
faktörlerin değişmesi hasebiyle toplumsal kuralların bir
kerede veya aşamalı olarak değişmesini onaylar; fakat adalet
niteliğinin kendisinden soyutlanmasını ve zalim diye
adlandırılmasını onaylamaz. Bir zalim tarafından kabul edilir
bir gerçeğe dayanmadan sergilenen herhangi bir zulümden
hoşlanmaz ve onu onaylamaz. Aslında konu daha da uzatılabilir.
Ancak sözü daha fazla uzatmamız, bizi daha önemli olan bir
husustan uzaklaştırır.
Daha sonra, güzellik ve çirkinlik
kavramları, insanın, hayatı boyunca değişik faktörlerin
etkisiyle oluşup karşısına çıkan diğer zihin dışı objektif
olayları da kuşatacak şekilde genelleştirilmiştir. Bunlar
bireysel ya da toplumsal olaylardır. Bunların bir kısmı,
insanın arzularıyla örtüşür. Sağlık, sıhhat veya rahatlık gibi
bireysel ya da toplumsal hayatının mutluluğu açısından
uygunluk arz ederler. Bu yüzden iyilikler, güzellikler olarak
isimlendirilirler. Bunların bir kısmı da, yukarıdakinin tam
aksi bir niteliğe sahip olur. Fakirlik, hastalık, zillet veya
tutsaklık gibi sıkıntı ve musibetler buna örnektir. Bunlara
kötülükler adı verilir.
Yukarıdan beri yaptığımız açıklamalardan
şu husus belirginlik kazanıyor: Olgular veya fiiller, insan
türünün kemaliyle yahut bireyin mutluluğu veya başka bir şeyle
ilintileri açısından iyi ve kötü niteliğini alırlar. Şu hâlde
güzellik ve çirkinlik izafî (göreceli) niteliklerdir. Fakat bu
izafîlik bazı alanlarda daimîdir, değişmez; diğer bazı
alanlarda ise değişkendir. Hakkeden birine mal bağışlamanın
güzel, hakketmeyen birine vermenin de çirkin, kötü olması
örneğin.
Yine şu husus belirginlik kazanmış oldu
ki, güzellik her zaman için varoluşsal bir olgudur. Kötülük ve
çirkinlik ise ademîdir, varlıktan yoksundur; yani bir şeyin,
insanın mizacına uygunluk ve uyumluluk niteliğini yitirmesidir.
Yoksa bir şeyin veya fiilin yapısı (kendisi, özü), söz konusu
uygunluk ve uyumluluğu bir kenara bırakırsak, birdir ve
temelde bir değişikliği yoktur. [Dolayısıyla bu şey veya fiil,
ne güzellikle nitelenir, ne de çirkinlikle.]
Meselâ deprem ve sel gibi felâketler bir
kavmin başına geldiği zaman, bunlar o kavmin düşmanları
açısından güzel nimetler olarak algılanırlarken, kendilerine
yönelince çirkin ve kötü olarak algılanırlar. Yine din
perspektifinde tüm genel musibetler yeryüzünde bozgunculuk
yapan kâfirlerin veya azgın günahkârların başına gelince
mutluluk, bolluk; salih müminlerin başına gelince de mutsuzluk
ve sıkıntı olarak belirginleşirler.
Yine bir diğer örnek olarak, bir yemeği
yemek, kişinin kendi malı ise, güzeldir, mubahtır. Fakat
başkasının malından ve onun rızası alınmadan yeniliyorsa
çirkindir, haramdır. Çünkü başkasının malını, onun rızası
alınmadan yemekle ilgili yasağa veya sırf Allah'ın helâl
kıldığı şeyleri yemekle ilgili emre uyma ile ilgisi kesilmiş
olur. Söz gelişi, bir kadınla bir erkek arasındaki cinsel
birleşme evlilik yoluyla gerçekleşiyorsa güzeldir, mubahtır.
Fakat nikâhsız ve zina şeklinde gerçekleşiyorsa, çirkindir,
haramdır. Çünkü nikâhsız birleşme şeklindeki eylem ilâhî
yükümlülükle uygunluk niteliğini yitirmiş olur. Şu hâlde
güzellikler, olgulara ve fiillere ilişkin varlıksal tanım ve
nitelemelerdir. Kötülükler ise ademî (varlıktan yoksun) tanım
ve nitelemelerdir. Yoksa güzel veya çirkin, iyi veya kötü
niteliğine maruz kalan şeyin özü, aslı birdir.
Kur'ân'ın bakışı, yüce Allah dışındaki
her şeyin O'nun tarafından yaratıldığı şeklindedir. Nitekim
şöyle buyuruyor: "Allah
her şeyin yaratıcısıdır."
(Zümer, 62)
"Her şeyi yaratmış, ona
ölçü, biçim ve düzen vermiştir."
(Furkan, 2) Bu iki ayet,
her şeyin yaratılmış olduğunu ortaya koyuyor. Bir diğer ayette
de şöyle buyuruyor: "O
(Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmıştır."
(Secde, 7)Burada da
yaratılan her şeyin güzel olduğu vurgulanıyor. Bu güzellikten
maksat ise, hilkat için gereken, onun ayrılmaz bir parçası
olan ve onun ekseni etrafında dönen bir güzelliktir.
Şu hâlde her şey, yaratılıştan ve
varoluştan pay aldığı oranda güzellikten pay alır. Yukarıda
üzerinde durduğumuz güzellik kavramına ilişkin anlamı
düşündüğümüzde, bunun daha bir açıklığa kavuştuğunu görürüz.
Şöyle ki: Güzellik, bir şeyin amacına ve maksadına uygun
olması, kendisiyle hedeflenen gayeyle tamtamına örtüşmesi
demektir. Varlık bütününün parçaları, evrensel düzenin
boyutları arasında tam bir uyum ve örtüşme vardır. Yüce Allah,
amacını bozacak şekilde parçaları arasında hiçbir uyumluluk
olmayan, birbirini geçersiz kılan bir şey yaratmaktan
münezzehtir. Yarattığı bir şeyin, O'nu aciz bırakması,
akıllara durgunluk veren şu olağanüstü düzenle güttüğü amacı
iptal etmesi düşünülemez.
Nitekim şöyle buyuruyor:
"O tek ve her şeye üstün
olan Allah'tır." (Zümer,
4) "O,
kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir."
(En'âm, 18)
"Ne göklerde, ne de yerde,
Allah'ı aciz bırakacak bir güç vardır. O,
bilendir, güçlüdür."
(Fâtır, 44)Buna göre hiçbir şey Allah'ı,
yarattıklarıyla ilgili iradesi, kullarına ilişkin dilemesi
hususunda aciz bırakamaz, O'nu engelleyemez; O'na baskı
kuramaz, O'nun üstünde bir güce sahip olamaz.
Şu hâlde, varlık âlemindeki her nimet
varlığı itibariyle güzeldir ve yüce Allah'a nispet edilir.
Aynı şekilde başa gelen her felâket de kötüdür. Fakat bu
felâket, özü itibariyle yani, yaratılmış varlıklara egemen
olan temel özellik (nispet) bakımından yüce Allah'a nispet
edilir. Gerçi başka bir nispetle kötü olarak nitelenir. Şu
ayetlerin vurgulamak istediği anlam budur:
"Onlara bir iyilik gelirse,
'Bu, Allah'tandır.' derler; başlarına bir kötülük gelince de,
'Bu, sendendir (sen Peygamberin yüzündendir).' derler. De ki:
'Hepsi Allah'tandır.' Bu adamlara ne oluyor ki hiçbir sözü
anlamaya yanaşmıyorlar?!"
(Nisâ, 78)
"Onlara bir iyilik gelince,
'Bu, bizim hakkımızdır.' derler; eğer kendilerine bir kötülük
ulaşırsa, Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı.
İyi bilin ki, onlara gelen uğursuzluk Allah katındandır; fakat
onların çoğu bunu bilmezler."
(A'râf, 131) Bu konuya
temas eden başka ayetler de vardır.
Kötülük bağlamına gelince; Kur'ân-ı Kerim,
onu insanla ilintilen-dirirken insan nefsine isnat eder.
Meselâ tefsirini sunduğumuz şu ayet,
"Sana gelen iyilik
Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise kendindendir."
(Nisâ, 79)ve diğer
ayetler bunun birer örnekleridir:
"Başınıza gelen herhangi
bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla
beraber) Allah birçoğunu da affeder."
(Şûra, 30),
"Bir millet kendi
durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını
değiştirmez." (Ra'd,
11) "Bu da, bir
millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri)
değiştirmedikçe, Allah'ın onlara verdiği nimeti
değiştirmeyeceğinden... dolayıdır."
(Enfâl, 53) Bu hususu
vurgulayan daha birçok ayet örnek gösterilebilir.
Bunu şöyle açıklamak mümkündür: Görüldüğü
gibi önceki ayetler, kötü nitelikli felâketleri de tıpkı
iyilikler gibi yaratılışları itibariyle güzel olgular
kategorisine sokuyor. Dolayısıyla onların kötü olmalarının tek
nedeni, bazı şeylerin doğalarıyla uyuşmamaları, bundan dolayı
da onlar için zararlı olmaları kalıyor.
Sonuçta mesele şu noktaya dayanıyor: Yüce
Allah, musibete duçar kalan ve zarara uğrayan bu olgular için
gerektirdikleri ve doğaları gereği ilgi duydukları şeyler
meydana getirmemiş, onlara yapmakta olduğu bağışı durdurmuştur.
İşte bu bağışın durdurulması, zarara uğrayan olgular açısından
musibet ve kötülük konumundadır. Şu ayet, bu hususu son derece
açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
"Allah'ın insanlara açtığı
herhangi bir rahmeti tutup hapseden olamaz (ona mâni olan
bulunamaz). O'nun tuttuğunu O'ndan sonra salıverecek de yoktur.
O, üstündür, hikmet sahibidir."
(Fâtır, 2)
Ardından yüce Allah, bağışın birinden
alıkonmasının veya rahmetinin akışının artış ve eksilişinin
karşı tarafın kapasitesine, üstesinden gelebilme yetkisine
bağlı olduğunu açıklıyor. Nitekim örnekle anlattığı bir ayette
şöyle buyuruyor: "Gökten
su indirdi de vâdiler kendi ölçüsünce çağlayıp aktı."
(Ra'd, 17) Bir başka
ayette de buyuruyor ki:
"Hiçbir şey yoktur ki onun
hazineleri, bizim yanımızda olmasın ve biz onu ancak bilinen
bir miktarda indiririz."
(Hicr, 21) Demek ki yüce
Allah, karşı tarafın hakkettiği miktarda ve bildiği durumuna
uygun olarak verir."Hiç
yaratan (yarattığını) bilmez mi? O latiftir, her şeyden
haberdardır." (Mülk,
14)
Bilindiği gibi nimet, azap, belâ ve
rahatlık her şeyin özel durumuna göre belirginleşir. Yüce
Allah bir ayette bu hususa şöyle işaret ediyor:
"Herkesin yöneldiği bir yönü vardır."
(Bakara, 148)Her şey
kendine özgü yöne yönelir, kendi durumuna uygun hedefi, gayeyi
ve amacı ister.
Bu noktada şöyle bir sezgiyi dile
getirmek mümkündür: Bolluk, sıkıntı, nimet ve musibet, Kur'ân
öğretisine göre, serbest irade koşullarında yaşayan insan
bağlamında, yine insanın iradesiyle ilintili olgulardır. Çünkü
insan bir yol üzerindedir. Bu yolu iyi veya kötü katetmesine
paralel olarak sonunda mutluluk veya mutsuzlukla karşılaşır.
Bütün bunlar insanın serbest iradesinin müdahalesinin söz
konusu olduğu olgulardır [ve yolu iyi veya kötü katetmenin
insanın iradesine bağlı olduğu, inkâr edilmeyecek bir
gerçektir].
Kur'ân-ı Kerim de bu sezgiyi onaylıyor ve
şöyle buyuruyor: "Bu
da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve
meziyetleri) değiştirmedikçe, Allah'ın da onlara verdiği
nimeti değiştirmeyeceğinden... dolayıdır."
(Enfâl, 53) İçlerinde
besledikleri temiz niyetler ve yap-tıkları salih ameller,
kendilerine özgü kılınan nimetlerin verilmesinde etkilidir.
Fakat niyet ve tavırlarını değiştirince, yüce Allah da
rahme-tinin akışını durdurmak suretiyle onlara yönelik fiilini
değiştirir. Yüce Allah şöyle buyurur:
"Başınıza gelen herhangi
bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla
beraber) Allah birço-ğunu da affeder."
(Şûra, 30)
Buna göre, insanların işledikleri ameller,
felâketlerin başlarına gelmesinde ve musibetlerin karşılarına
çıkmasında etkili olurlar. Bunun yanında Allah, birçok
kusurlarını da affeder [bunlardan dolayı karşılarına herhangi
bir olumsuzluk çıkarmaz].
Yine yüce Allah, şöyle buyurmuştur:
"Sana gelen iyilik
Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise kendindendir..."
(Nisâ, 79)
Sakın ola ki,
aklına, yüce Allah'ın bu ayeti Peygamberine (s.a.a)
vahyederken şu ifadelerde açıkladığı belirgin bir gerçeği
unuttuğu şeklinde bir fikir gelmesin:
"Allah her şeyin yaratıcısıdır."
(Zümer, 62),
"O (Allah) ki, yarattığı
her şeyi güzel yapmıştır."
(Secde, 7)Şöyle ki bu
ayetlerde yüce Allah, her şeyi kendisinin yarattığını ve
yarattığı her şeyin, özü itibariyle güzel olduğunu vurguluyor.
[Ama tefsirini yapmakta olduğumuz ayette insanın başına
gelenlerin iyi ve kötü diye ikiye ayrıldığını; iyiliğin
Allah'tan, kötülüğün de insanın kendi nefsinden olduğunu ifade
ediyor ve bu iki ayette vurguladığı gerçeği, burada unutuyor
sanki. Ancak sen böyle bir vehme asla kapılmamalısın.] Çünkü
yüce Allah başka ayetlerde şöyle buyuruyor:
"Rabbin asla unutkan
değildir." (Meryem,
64) "Rabbim ne
yanılır, ne de unutur."
(Tâhâ, 52)
Buna göre,
"Sana gelen iyilik..."
ifadesinin anlamı şöyledir: Senin karşına çıkan her iyilik -ki
karşına çıkan her şey iyidir, güzeldir- Allah'tandır. Sana
gelen her kötülük ise, amacına ve arzuna uygun olmamasından
dolayı senin açından kötü olduğu için kötüdür. Aslında onlar
da özü itibariyle iyidirler, güzeldirler. Senin nefsin onları
kötü seçimiyle üzerine çekti, onları çağırmış oldu.
Dolayısıyla onlar da Allah'tandırlar. Allah, [senden
kaynaklanan bir seçim ve irade olmaksızın] doğrudan sana
kötülük veya zarar yöneltmekten münezzehtir.
Daha önce de vurguladığımız gibi, ayette
özel olarak Peygamberimize (s.a.a) hitap ediliyorsa da, anlamı
herkesi kuşatacak genelliğe sahiptir. Diğer bir ifadeyle, bu
ayet de "Bu böyledir...
Allah değiştirecek değildir." ve
"Size gelen her musibet..."
ayetleri gibi, bireysel hitabın yanı sıra, toplumsal hitabı da
içerir niteliktedir. Çünkü toplum da bireyden ayrı olarak
insanî bir organizmaya, iradeye ve seçme yeteneğine sahiptir.
Toplumun bir organik yapısı vardır.
Toplumu oluşturan bireylerden öncekiler ve sonrakiler, bu yapı
çerçevesinde yok olur, erirler; geçmişte kalanlar ölüp gidince,
sonradan gelenler öncekilerin, ölüler dirilerin
kötülüklerinden sorumlu olurlar; onlardan dolayı sorguya
çekilir, azaba çarptırılırlar. Hatta günah işlemeyen birey,
günah işleyenlerin günahı karşılığı cezalandırılır vs. Oysa bu,
tek tek bireylere uygulanan hükümler açısından hiçbir zaman
doğru olmaz. Tefsirimizin ikinci cildinde "Ceza Açısından
Amellerin Hükmü"nü incelerken, bu konuya ilişkin bazı
açıklamalarda bulunduk.
Nitekim Resulullah efendimiz (s.a.a) Uhud
Savaşı sırasında yüzünden yara almış, mübarek dişleri
kırılmıştı. Müslümanlar da birçok yaralar almışlardı. Hâlbuki
o, günahtan ve yanılgıdan berî olan masum bir peygamberdir [ve
böyle bir cezalara maruz kalması asla düşünülemez]. O hâlde,
ona isabet eden şey, içinde bulunduğu topluma isnat edilirse
-ki onlar Allah'ın ve Resulünün emrine muhalefet etmişlerdi-
bu, içinde bulunduğu toplumun kendi elleriyle kazandığı
şeylerden dolayı başına gelen bir kötülüktür. Şayet [tefsirini
sunduğumuz ayetteki gibi] onun mübarek şahsına isnat edilirse,
bu, Allah yolunda karşısına çıkan ilâhî bir sınama amaçlı
musibet olur; insanları bilinçli olarak Allah'a davet etme
onuru uğruna çekilen mihnet olur. Bu ise insanın derecesini
yükselten bir nimetten başka bir şey değildir.
Aynı şekilde, Kur'ân'ın bakışına göre,
-ki Kur'ân'ın bakışı haktan başka bir şey değildir- bir kavme
isabet eden kötülüklerin kaynağı onların amelleridir. Yine
onlara isabet eden iyiliklere gelince, onlar sadece yüce
Allah'tandır.
Evet, burada iyilikleri bir açıdan
insanlara nispet eden ayetler de vardır kuşkusuz. Meselâ:
"O ülkelerin halkı
inansalar ve (günahlardan) sakınsalardı, elbette onların
üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık."
(A'râf, 96)
"Sabrettikleri ve
ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden,
buyruğumuzla doğru yola ileten önderler tayin etmiştik."
(Secde, 24)
"Onları rahmetimizin içine
aldık; doğrusu onlar iyi kimselerdendi."
(Enbiyâ, 86) Bu anlamı
içeren ayetlerin sayısı oldukça fazladır.
Ne var ki, yüce Allah Kur'ân'da yarattığı
herhangi bir varlığın, kendisi için öngörülen bir amacı
gerçekleştirmesinin, bir hayra ulaşmasının ancak Allah'ın
muktedir kılması ve yol göstermesi ile mümkün olabileceğini
vurgulamaktadır:
"...Her şeye kendi (özel) yaratılışını veren, sonra da onu (o
doğrultuda) hidayet eden Allah'tır."
(Tâhâ, 50)
"Eğer Allah'ın size lütuf
ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temiz bir
hâle gelemezdi." (Nûr,
21) Bu iki ayetle ve bundan önce zikrettiğimiz
ayetlerle, iyiliklerin yüce Allah'tan olması hususunda
karşımıza yeni bir anlam çıkıyor. O da şu ki: İnsan, ancak
yüce Allah'ın sahip kılması ile, ona ulaştırması ile bir
iyiliğe sahip olabilir. Demek ki bütün iyilikler Allah'ın,
kötülükler de insanındır. Böylece,
"Sana gelen iyilik
Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise kendindendir..."
ayetinin anlamı daha bir belirginlik kazanıyor.
İyilikler Allah'tandır, çünkü her iyi
O'nun tarafından yaratılmıştır. Hilkat ve güzellik de ayrılmaz
ikilidir. Yine iyilikler O'ndandır, çünkü hayırdırlar. Hayır
ise, O'nun elindedir. Bir kimse ancak O'nun sahip kılmasıyla
bir hayra sahip olabilir. Kötülükler ise ona nispet edilmezler.
Çünkü kötü bir şey, kötülük bağlamında yaratılmış değildir.
Yüce Allah ise yaratır. Yaratma O'nun işidir. Kötülük, meselâ
insanın Allah katından gelen bir rahmeti yitirmesidir;
insanlar tarafından işlenen bir amelden dolayı, yüce Allah o
rahmetin akışını durdurmuştur. İtaat ve günah anlamında iyilik
ve kötülüğe gelince; daha önce bu kitabın birinci cildinde,
"Allah bir sivrisineği...
örnek göstermekten çekinmez."
(Bakara, 26) ayetini
tefsir ederken, bunların yüce Allah'a nispet edilişleri
hakkında açıklamalarda bulunduk.
Bu bağlamda tefsir kitaplarını inceleyecek olursanız, farklı
sözler, değişik görüşler ve eğilimler göreceksiniz, sizi
hayrete düşürecek problemlerle karşılaşacaksınız. Yaptığımız
açıklamaların, Allah'ın kitabı üzerinde düşünenler için
yeterli bir açıklıkta ve açıklayıcılıkta olmasını diliyoruz.
Bir araştırmacı, bu konuyu incelerken, konunun fark-lı
yönlerini birbirinden ayrı tutmak, Kur'ân'ın iyilik, kötülük,
nimet, ceza gibi kavramlara getirdiği anlamları kavramak,
toplumun ve bire-yin kişiliklerini ayrı ayrı değerlendirmek
zorundadır. Çünkü böyle yap-ması hâlinde, ifadelerin ana
mesajını net bir şekilde algılayabilir.
|
|