Ayetin AÇIKLAMASI
"Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden
kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi bağışlarız."Ayetin
orijinalinde geçen "tectenibû=kaçınırsanız"
kelimesi, "ictinab", o da "cenb" kökünden gelir. "Cenb"
insan vücudunun yan kısmı demektir. İstiare yolu ile
bundan fiil yapılmıştır. Çünkü insan bir şeyi isteyince
yüzü ve vücudunun ön kısmı ile ona döner. Buna karşılık
bir şeyi istemeyip terk edince, ona yanını çevirir ve
böylece ondan uzaklaşır. Dolayısıyla "ic-tinab" terk etmek
demektir. Râgıp el-İsfahanî, "Bu kelime terk etmekten daha
güçlü bir anlam taşır." diyor. Bunun sebebi kelimenin
istiare yolu ile türetilmiş olmasıdır. "Canib=taraf",
"Cenibe=güdülen, yanda
giden" ve "ecnebi=yabancı"
kelimeleri de bu kökten gelir.
Yine ayetin orijinalinde geçen "nukeffir=örteriz"
kelimesi "tekfir", o da "küfr" kökünden türemiş ve anlamı
"örtmek"tir. Kur'an'da genellikle günahların affedilmesi
anlamında kullanılır.
Yine ayette geçen "kebair=büyükler"
kelimesi, "kebîre" kelimesinin çoğuludur; aynen "measi=günahlar"
vb. sıfatlar gibi isim yerine kullanılan bir sıfattır.
Büyüklük anlam olarak izafî (=göreceli,
nispî) bir kavramdır ve bir küçük şey ile
karşılaştırılarak ortaya çıkar. Bu gerçekten hareket
edilerek, "Eğer
size yasak edilen günahların büyüklerinden"
ifadesinden, yasaklanan günahlar içinde küçük günahların
da olduğu sonucuna varılmıştır. Buna göre bu ayetten iki
sonuç çıkıyor:
Birincisi: Günahlar küçük veya
büyük olarak ikiye ayrılır.
İkincisi: Ayetin orijinalinde
geçen "seyyiat=kötülükler"
kelimesi, karşılıklılık ilişkisine bağlı olarak küçük
günahlar anlamına gelir.
Evet. İsyan ve azgınlık, mahlukun
yüce Allah karşısındaki zayıflığı göz önüne alındığında,
nasıl olursa olsun büyük bir olay ve önemli bir iştir.
Yalnız bu değerlendirmede, karşılaştırma bir günahla başka
bir günah arasında değil, insan ile onun Rabbi arasında
yapılıyor. Böyle olunca, bir bakış açısına göre her
günahın büyük olması ile başka bir bakış açısına göre bazı
günahların küçük olmaları arasında çelişki yoktur.
Bir günahın büyük oluşu onunla ilgili
yasaklamanın önemlilik derecesi ile ortaya çıkar. Bu da
diğer günaha ilişkin yasaklama ile karşılaştırılarak
anlaşılır. Ayetteki
"size yasak edilen"
ifadesinde bu noktaya yönelik işaret veya delâlet olduğu
söylenebilir. Yasaklamanın önemlilik derecesi ise, onunla
ilgili hitabın ısrarlı ve şiddet yüklü oluşu veya cehennem
azabı ve başka ceza tehdidine bağlanması ile anlaşılır.
"Sizi şerefli ve güzel bir yere sokarız."
Ayetin orijinalinde geçen "mudhalen=yer"
kelimesi ism-i mekândır. Burada ondan cennet veya yüce
Allah'a yakınlık makamı kastediliyor ki, bu ikisi de
sonuçta aynı kapıya çıkar.
BÜYÜK VE KÜÇÜK GÜNAHLAR
ve günahların bağışlanması
üzerine
"Eğer size yasak
edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin
kötülüklerinizi (küçük günahlarınızı) bağışlarız..."
ayetinin günahların büyük ve küçük olarak ikiye
ayrıldığına delâlet ettiği şüphesizdir, ki ayette küçük
günahlar, "kötülükler" olarak adlandırılmıştır. Şu ayet de
içerik bakımından bu ayetle aynıdır:
"Kitap (insanların
amel defterleri) ortaya konmuştur. Suçluların, onda yazılı
olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Bir yandan da: 'Vay
hâlimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey
bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş.'
derler."(Kehf,
49) Çünkü günahkârların amel defterinin içeriğinden
duydukları korku, küçük ve büyük kelimelerinden maksadın
küçük ve büyük günahlar olduğunu gösterir.
"Seyyie=kötülük"
kelimesi içerik ve sahip olduğu yapı açısından acı ve
üzüntü yüklü olay veya davranış demektir. Bu yüzden kimi
zaman meydana gelmeleri insanı üzen olaylar ve musibetler
anlamında kullanılır. Şu ayetlerde olduğu gibi:
"Başına gelen kötülük
(musibet) ise nefsindendir."
(Nisâ, 79)
"(Müşrikler) senden
iyilikten önce kötülüğü (azabı) çabucak istiyorlar."
(Ra'd, 6)
Kimi zaman da günahların sonuçları,
dünya ve ahirete ilişkin dış etkileri anlamında kullanılır.
Şu ayetlerde olduğu gibi:
"Sonunda yaptıklarının
cezası onlara ulaştı."
(Nahl, 34)
"Yaptıklarının kötü
sonuçları başlarına gelecektir."
(Zümer, 51) Ancak bu
anlam, gerçekte daha önceki anlama dönüşür. Kötülük
kelimesi kimi yerde de günahın kendisi anlamına gelir. Şu
ayette olduğu gibi:
"Kötülüğün cezası onun
gibi bir kötülüktür."
(Şûrâ, 40)
Günah anlamına gelen kötülük hem
büyük, hem de küçük günahlar için kullanılır. Şu ayette
olduğu gibi: "Yoksa
kötülükler işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında
kendilerini iman edip iyi işler yapan kimseler ile bir
tutacağımızı mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar."
(Câsiye, 21) Bu
anlama gelen daha birçok ayet vardır.
Kötülük kelimesi bazen de küçük
günahlar anlamında kullanılır. Bunun örneği incelemekte
olduğumuz "Eğer size yasak edilen günah-ların
büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi (küçük
günahlarınızı) bağışlarız." ayetidir. Çünkü büyük
günahlardan kaçınıldığı farz edildiği takdirde geriye
küçük günahlardan başka kötülük kalmaz.
Kısacası, bu ayetin günahların
kendileri arasındaki karşılaştırmaya dayalı olarak iki
gruba ayrıldıklarına delâlet ettiği şüphe edilmemesi
gereken bir gerçektir.
Şüphe edilmemesi gereken bir başka
gerçek de bu ayetin, Allah'ın lütfunu vurguladığıdır.
Çünkü bu ayet ince bir ilâhî ilgi ile müminlere, bazı
günahlardan uzak durdukları takdirde diğer bazı
günahlarının affedileceğini, kötülüklerinin örtüleceğini
duyuruyor. Bu nedenle ayetin verdiği mesaj, küçük
günahlara ilişkin bir kışkırtma, bir özendirme değildir.
Böyle düşünmek anlamsızdır. Çünkü ayet büyük günahları
terk etmeye, şüpheye yer vermeyecek kesin bir dille
çağırıyor. Oysa "nasıl olsa küçüktür" diye önem vermeyerek
ve umursamayarak küçük günah işlemek, bu niteliği ile bir
azgınlık ve Allah'ın emrine önem vermeme örneğine dönüşür
ki, bu büyük günahların en büyüğüdür. Tersine bu ayet,
kötülüklerin bilgisizliğe dayalı zaaf üzere yaratılan
insan tarafından, cahilliğinin ve nefsinin kışkırtmasının
etkisi ile her an işlenebilecekleri gerçeği göz önünde
bulundurularak affedilecekleri vaadini veriyor.
Buna göre ayetin mesajı, günahların
affedileceğini vadeden tövbeye davet edici ayetlerle
aynıdır. Meselâ şu ayet gibi:
"De ki: Ey kendi
nefislerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın
rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün
günahları bağışlar. Şüphesiz ki o, çok bağışlayan ve çok
esirgeyendir. Rabbinize dönün..."
(Zümer, 53-54) Şimdi
"Bu ayet tövbe kapısını açarak ve tövbe müjdesi ile
kalpleri rahatlatarak insanları günah işlemeye teşvik
ediyor" demek nasıl doğru değilse, incelediğimiz ayet için
de böyle bir iddiada bulunmak aynı gerekçe ile yersiz olur.
Tersine bu tür seslenişler ümitsiz kalplere ümit
aşılayarak onlara hayat verir.
Bu söylediklerimizden anlaşılıyor ki
bu ayet, büyük günahların tanınmasını, hangileri olduğunun
bilinmesini engellemiyor. Yani ayet, "Madem ki, büyük
günahların neler olduğunu bilmiyorsunuz, o hâlde bu
günahlara girmemek ve onları işlemenin sonuçları ile karşı
karşıya kalmamak için bütün günahlardan sakınmak
zorundasınız." demek istemiyor. Böyle bir anlam ayetin
içeriğinden uzaktır. Tersine ayetten an-laşılan şudur: "Bu
ayetin muhatapları büyük günahların neler olduğunu
biliyorlar ve onlar hakkındaki yasaklamalardan bu
mahvedici kötülükleri diğerlerinden ayırt ediyorlar."
En azından şöyle denebilir: "Bu ayet
büyük günahları bilmeye ve tanımaya çağırıyor ki,
yükümlüler onlardan sakınmaya gereken önemi versinler ve
bunun yanı sıra diğer günahları da küçümsemeye
kalkış-masınlar. Çünkü daha önce söylediğimiz gibi böyle
bir küçümseme ve umursamazlık büyük günahlardan biridir."
Daha açıkçası, insan büyük günahların
neler olduğunu bildiği takdirde, onları ayırt edip
belirlediğinde, onların çiğnenmeleri hâlinde asla göz
yumulmayacak yasaklar olduklarını bilmiş olur ve bunların
affedilmesinin ancak kesin bir pişmanlıkla ve kararlı bir
tövbe ile mümkün olduğunu göz ardı etmez. Bu bilginin
kendisi ise, insanın uyanmasını ve günahlardan kaçınmasını
gerektirir.
Şefaate gelince, o her ne kadar bir
gerçek olsa da onunla ilgili olarak daha önce yaptığımız
incelemelerde söylediğimiz gibi, o Allah'ın emrini hafife
alanlara, tövbe ve pişmanlıkla alay edenlere fayda
sağlamaz. Şefaate güvenerek günah işlemek ise yüce
Allah'ın emrini hafife almak, onu umursamamaktır. Bu da
şefaat imkânını kesinlikle ortadan kaldıran, helâk edici
bir büyük günahtır.
Bu açıklamalarla daha önce
değindiğimiz bir gerçek açıklık kazanmış olur. O gerçek
şudur: Günahın büyüklüğü onunla ilgili ısrar ve tehdit
şeklinde gerçekleşen yasaklamanın şiddetinden anlaşılır.
Şimdiye kadar söylediklerimizden,
büyük günahlar hakkında ileri sürülen diğer görüşlerin
mahiyeti ve ne gibi bir duruma sahip oldukları ortaya
çıkar. Bu görüşlerin sayısı çoktur. Onların bazıları
şunlardan ibarettir:
1- Büyük günahlar, Allah'ın
ahirette onlarla ilgili azaplarını ilan ettiği ve dünyada
da haklarında had cezası belirlediği günahlardır.
Bu görüşe yapılacak itirazımız şudur:
Bilindiği gibi küçük bir günahı tekrar tekrar işlemenin
kendisi de büyük günahlardandır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.a)
şöyle buyurmuştur: "Tövbe etmekle büyük günah, tekrar
tekrar işlemekle küçük günah olmaz." Bu hadis Sünnî
ve Şiî kanallardan
nakledilen sahih bir hadistir. Oysa şeriat tekrar tekrar
küçük günah işleme suçu için herhangi bir had cezası
belirlemiş değildir. Kâfirleri dost edinmek ve faizcilik
de Kur'an'da yasaklanan en büyük günahlardandırlar; ama
onlara ilişkin bir had cezası belirlenmemiştir.
2- Büyük günah, yüce Allah'ın
Kur'an'da cehennem ateşi ile cezalandıracağını ilan ettiği
günahlardır. Bu görüşü savunanların bazıları Kur'an'a
sünneti de ekliyorlar.
Bu görüşe yönelik itirazımız şudur:
Bunun tersinin genel hüküm olduğuna ilişkin bir delil
yoktur. Yani Kur'an'da veya Kur'an ile sünnette cehennem
ile cezalandırılacağı ilan edilmeyen her günahın küçük
günah olduğunu söyleyemeyiz.
3- Büyük günah, dini hafife
alma, onu umursamama mesajı veren her günahtır. Bu görüş
İmam-ul Haremeyn tarafından ileri sürülmüş ve Fahr-i Razî
tarafından da onaylanmıştır.
Bu görüşe yönelik itirazımız şudur:
Bu tutum haddi aşma ve ölçüleri çiğneme göstergesidir ki,
o da büyük günahlardandır. Ama böyle bir yaklaşımla
yapılmamış bile olsalar, aslında büyük olan günahlar
vardır. Yetim malı yemek, evlenilmesi yasak kadınlarla
zina yapmak ve gerekçesiz olarak bir mümini öldürmek gibi.
4- Büyük günah, sonradan
eklenen arızî bir nitelik gerekçesi ile değil de kendi öz
nitelik yüzünden yasaklanan kötülüktür. Bu görüş bir
önceki görüşün mukabili gibidir.
Buna karşı itirazımız şudur: Haddi
aşmak ve Allah'ın emrini hafife almak gibi tutumlar her ne
kadar arızî niteliklerdir; ama yine de büyük
günahlardandır ve bu sıfatlar bir günaha eklendiklerinde,
onunla birleştiklerinde o günah helâk edici büyük
günahlardan biri olmaktadır.
5- Büyük günahlar, Nisâ
suresinin başlangıcından otuzuncu ayetinin sonuna kadar
değinilmiş olan günahlardır. Bu görüşü savunan sanki şunu
kastediyor: "Eğer
size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız..."ayetinde
ifade edilen büyük günahlarla, bu surenin daha önceki
ayetlerinde açıklanan akrabalık ilişkilerini kesmek, yetim
malı yemek, zina etmek gibi günahlara işaret ediliyor.
Buna yönelik itirazımız ise, bu
görüşün ayetin mutlak ifadesi ile bağdaşmayacağı
şeklindedir.
6- Allah tarafından yasaklanan
her kötülük büyük günahtır. İbn-i Abbas tarafından
savunulduğu ileri sürülen bu görüş, öyle sanıyorum
ki Allah'a karşı
çıkmanın önemli bir günah olduğu gerçeğine dayanıyor.
Bu görüşe karşı şu itirazı ileri
sürüyoruz: Daha önce söylediğimiz gibi günahların küçük ve
büyük diye ikiye ayrılması günahların birbirleri ile
karşılaştırılması ile oluyor. Bu görüş ise, bir kul olan
insanın tutumu ile bütün varlıkların Rabbi olan Allah'ı
karşılaştırmayı dayanak noktası olarak alıyor.
"Kebaire ma...=eğer
size yasak edilen günahların büyüklerinden..."
ifadesindeki izafetin (=tamlamanın)
açıklama amacı taşıdığını sanan bazı kimselerin bu görüşe
yakınlık göstermeleri mümkündür. Fakat ayetteki izafeti bu
anlamda kabul etmek doğru değildir. Çünkü o zaman ayetin
anlamı, "Eğer bütün günahlardan kaçınırsanız,
günahlarınızı bağışlarız." şeklinde olur. Oysa eğer bütün
günahlardan kaçınılırsa, ortada affedilecek herhangi bir
kötülük kalmaz. Eğer bu ifadeden ayetin inişinden önce
müminler tarafından o güne kadar işlenen günahların
affedileceği kastedildiği ileri sürülürse, o zaman bu ayet
sadece inişi sırasında yaşayan bazı kimseleri
ilgilendirmiş olur ki, bu da ayetin görünürdeki genel
üslûbu ile bağdaşmaz. Bununla birlikte genelliği üzerinde
durulursa, o zaman ayetin anlamı şöyle olur: "Eğer siz
bütün günahlardan kaçınmaya karar verir de fiilen onlardan
kaçınırsanız, sizin daha önceki günahlarınızı affederiz."
Bu, örneği çok az olan veya hiç olmayan nadir bir durumdur.
Bu yüzden ayetin genelliğini bu değerlendirmeye yorumlamak
doğru değildir. Çünkü yüce Allah'ın özel koruması altında
olanlar dışında kalan insanlar günahtan ve hatadan salim
olamazlar. Buna iyice dikkat ediniz.
7- Küçük günah, cezası
sahibinin sevaplarından az olan günahtır. Büyük günah da
cezası sahibinin sevaplarından çok olan günahtır. Bu
görüşün Mutezile mezhebi tarafından savunulduğu
söylenmiştir.
Bu görüş karşısında söylenecek söz
şudur: Bu görüşe ne bu ayet, ne de başka bir ayet delâlet
etmiyor. Evet günahların sevaplar karşısında
silinebileceği Kur'an ayetleri ile sabit olan bir
gerçektir; fakat bu bütün günahlar için değil belli
olmayan bazı günahlar için geçerlidir. İster bu işlem
Mutezile mezhebinin savunduğu görüş şeklinde olsun, ister
öyle olmasın. Bu tefsir kitabının ikinci cildinde
sevapların günah-la yok olmasının anlamı geniş bir şekilde
incelenmişti.
Bu görüşün savunucuları, büyük
günahlardan kaçınıldığı takdirde küçük günahların Allah
tarafından affedilmesinin gerekli olacağını, küçük günah
sahiplerini sorumlu tutmanın güzel olmayacağını ileri
sürmüşlerdir ki, bu ayetin buna da delâlet etmediği
kesindir.
8- Küçüklük ve büyüklük iki
itibarî sıfat olup, her günaha arızî olarak eklenebilirler.
İnsanın Allah'ın emrini hafife alarak veya alaya alarak ya
da umursamayarak işlediği her günah büyüktür. Fakat eğer
aynı günah öfkeye kapılarak, korkuya yenilerek veya
şehvetin baskısı altında kalarak işlenirse, büyük
günahlardan kaçınmak şartı ile affa uğrayacak küçük bir
günah olur.
Sözü edilen bu ek sıfatlar, inatçılık
ve Allah'a karşı gelme başlıkları altında toplanabilecek
sıfatlar oldukları için bu görüşü şöyle özetlemek
mümkündür: Dince yasaklanan her türlü kötülük eğer inatla
ve Allah'ın emrini bile bile çiğneyerek işlenirse, o günah
büyük olur. Aksi takdirde işlenecek her günah, inattan ve
Allah'ın emrini bile bile çiğnemekten kaçınılması şartı
ile affa uğrayacak bir küçük günahtır.
Bu görüşün savunucularından biri şöyle diyor: "Her
kötülükte, Al-lah'ın ilan ettiği her yasaklamada, bir veya
birkaç büyük günah ya da bir veya birkaç küçük günah
vardır. Her
günahtaki en büyük günah yasağı ve emri umursamamak,
yükümlülüğü önemsememektir. Günahı tekrar tekrar işlemek
de bu kategoriye girer.
Çünkü tekrarcasına
bir günahı işleyen kimsenin, emri ve yasağı önemsemesi,
umursaması söz konusu o-lamaz. Nitekim yüce Allah:
'Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden
kaçınırsanız (yani size yasaklanan her büyük günah ve
kötülükten kaçınırsanız),
sizin kötülüklerinizi bağışlarız.'
(Yani günahlarınızın
küçüklerini affeder, onlardan sizi sorguya çekmeyiz.)
buyuruyor."
Bu görüşte şu tutarsızlık vardır:
Herhangi bir günahın Allah'a karşı gelinerek yapılmasının
onu büyük günah hâline getirmesi, büyüklüğün ölçüsünü
sadece bu anlayışla sınırlı görmeyi gerektirmez. Aksi
takdirde bu arızî sıfatların hiçbirini üzerinde taşımayan
bazı günahların sırf kendi nitelikleri yüzünden büyük
günah sayılmamaları gibi bir durum ortaya çıkar. Oysa
yabancı bir kadına bakmaya nispetle akraba ile zina yapmak,
bir kişiyi dövmeye nispetle onu gerekçesiz olarak öldürmek
ister sözü edilen arızî sıfatları taşısınlar, ister
taşımasınlar iki büyük günahtırlar. Evet, işlenen günaha
söz konusu arızî ve helâk edici sıfatlar eklendikçe, bu
sıfatlara bağlı olarak yasaklama şiddetlenir ve günah daha
da büyük olur. Buna göre nefsin arzusuna kapılarak,
şehvete yenilerek ve cahillik yüzünden yapılan bir zina,
bu günahın ağırlığını umursamayarak ve onu mubah sayarak
yapılan zina gibi değildir.
Şu da var ki, "Eğer her günahın
büyüğünden kaçınırsanız, sizin yaptığınız o günahın
küçüğünü affederiz." şeklindeki bir anlam seviyesiz bir
anlamdır. "Eğer
size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız,
sizin kötülüklerinizi bağışlarız." ayetinin
içeriği ile söz akışının ahengi bakımından bağdaşmaz. Bu
açıktır; kelam üslûpları ile azıcık ünsiyeti olan herkes
bunu fark eder.
9- Bu görüşlerden biri de
Gazalî'den nakledilen
ve bu konudaki görüşleri bir araya getirdiği izlenimini
veren şu görüştür: "Günahlar birbirlerine nispetle büyük
ve küçük diye ikiye ayrılırlar. Yabancı bir kadına bakmaya
nispetle evlenilmesi yasak olan iffetli bir kadınla zina
yapmak gibi. Gerçi bazı günahlar, helâk edici bazı
sıfatların eklenmesi ile büyük hâle gelirler. Örneğin
küçük bir günahı işlemek, her ne kadar aslında büyük
olmayan bir günahtır; ama tekrar tekrar işlemek gibi bir
sıfatın ona eklenmesiyle büyük olur."
"Bu söylenenlerden ortaya çıkıyor ki,
günahlar birbirleri ile karşılaştırıldıklarında, yapılan
kötülüğün kendisine ve eylemin cürümüne göre küçük ve
büyük diye ikiye ayrılırlar. Sonra bu günahlar, onlardan
doğan sonuçların ve meydana gelen vebalin sevapları yok
etme hususunda bıraktıkları etki bakımından da ikiye
ayrılırlar. Şöyle ki, eğer günahlar sevaplara galip
gelerek onlardan fazla olursa, sevapların silinmesine, yok
olmasına ve eğer az olursa, sevapların eksilmesine yol
açarlar. Dolayısıyla bu durumda kendilerine denk
miktardaki sevapların yok olması ile yok olurlar. Çünkü
her itaatin insanın nefsi ve vicdanı üzerinde güzel bir
etkisi olur. Bu etki o vicdanın makamının yükselmesini,
Allah'tan uzaklık pisliğinden arınmasını ve cahillik
karanlığından kurtulmasını gerektirir. Tıpkı bunun gibi
her günahın da insanın nefsi üzerinde kötü bir etkisi olur.
Bu etki de az önce söylediğimizin tersi olan sonuçları
doğurur. Yani nefsin seviyesini aşağılara indirir, onu
Allah'tan uzak kalmanın çukuruna ve cahilliğin karanlığına
düşürür."
"Yaptığı ibadet ve itaat sayesinde
nefsi için belli ölçüde nur ve temizlik hazırlamış olan
insan bir miktar günah işlediği zaman, bu günahın
karanlığı ile ibadetin nuru mutlaka birbiri ile
çatışacaktır. Eğer bu çatışmada günahın karanlığı ve
kötülüğün vebali ibadetin nurunu yenir, ona karşı üstün
gelirse, ibadetin nurunu giderir ve sevapları yok eder.
İşte bu durumda o günah büyük günah olur. Yok, eğer ibadet
kendisinde bulunan nur, saflık ve temizlik ile günahlara
galip gelirse, cahilliğin karanlığını ve günahın kirini
giderir. Yalnız bu giderme sırasında günahın karanlığına
denk miktardaki ibadet nuru da kaybolur. Fakat ibadetin
geride kalan nuru ve saflığı nefsi aydınlatmaya ve
arındırmaya devam eder. İşte günahlar ile sevapların
birbirlerini yok etmelerinin anlamı budur. Bu, küçük
günahların affedilmesinin ve kötülüklerin örtülmesinin
anlamının ta kendisidir. İşte bu tür günahlar, küçük
günahlardır."
"Bir de kötülüklerin ve iyiliklerin
cezaları ve sevapları bakımından denk olmaları şıkkı var.
Akıl, ilk bakışta bunu muhtemel görebilir. Bu şık, insanın
günahsız ve sevapsız bir boş sayfa gibi farz edilmesinin,
nefsinin hem karanlıktan ve hem de nurdan pay almamış
olmasının varsayılmasının mümkün olmasını gerektirir.
Fakat, "(İnananların)
bir bölümü cennette ve bir bölümü de çılgın alevli
cehennemdedir." (Şûrâ,
7) ayeti bu şıkkı geçersiz kılmaktadır." Gazalî'nin
sözlerinden özetle aktardığımız alıntı burada sona erdi.
Fahr-i Razî bu görüşü, kendisine göre
batıl olan Mutezile mezhebinin ilkelerine dayandığı
gerekçesi ile reddetmiştir. Fakat el-Menar tefsirinin
sahibi, kendi tefsirinde Razî'ye şiddetle karşı çıkarak
şöyle diyor:
"Eğer günahların kendilerinin küçük
ve büyük diye ikiye ayrılmaları Kur'an'da açık bir şekilde
yer alsaydı İbn-i Abbas'ın bu ayrıma karşı çıkması mantığa
sığar mıydı? Hayır, sığmazdı. Hatta Abdurrezzak'ın
rivayetine göre İbn-i Abbas'a, 'Büyük günahlar yedi tane
midir?' diye sorulduğunda, 'Onlar yetmiş taneye daha
yakındır.' karşılığını veriyor. Said b. Cubeyr ise bu
cevabın, 'Onlar yedi yüz taneye daha yakındır.' şeklinde
olduğunu nakletmiştir.
Ama günahların küçük
ve büyük diye ikiye ayrılmasına karşı çıkan görüş, Eş'arî
mezhebine nispet verilmiştir."
"Galiba onların arasından bu görüşü
savunanlar, mezkur sözleri tevil etme yolu ile de olsa
Mutezile mezhebinin görüşüne karşı çıkmak istemişlerdir.
Bu gayret İbn-i Fevrek'in sözlerinden anlaşılıyor. Bu zat
Eş'arîlerin görüşlerini düzelterek şöyle demiştir: "Allah'a
karşı işlenen günahların hepsi büyük günahtır. Yalnız
bazılarına küçük ve bazılarına büyük denmiş olması,
göreceli (izafî) bir adlandırmadır.
Mutezile mezhebi ise günahların küçük ve büyük diye ikiye
ayrıldığını söylüyor; fakat bu görüş doğru değildir."
İbn-i Fevrek daha sonra bu sözlerinin devamında tefsirini
yaptığımız ayeti, anlamına uzak düşecek biçimde tevil
etmiştir."
"Acaba sırf Mutezile mezhebine, hem
de doğru görüşleri hakkında bile olsa, karşı çıkmak için
ayetler ve hadisler tevil edilebilir mi?! Bu, garipsenecek
bir durum değildir. Çünkü mezhep taassubu birçok zeki ilim
adamını, zekâlarının kendilerine ve ümmetlerine yarar
sağlamasından alıkoymuştur. Bu taassup, o ilim adamlarının
eserlerinin gerçeği araştırmayı engelleyen tartışmalarla
dolmasına yol açarak Müslümanlar için fitne kaynağı
olmalarına sebep olmuştur. Nitekim Razî'nin, Gazalî'den
yaptığı aktarmaları ve taassup sonucu onun sözlerini nasıl
reddettiğini, ona bu konuda verdiği cevabı aşağıda
göreceksiniz. Halbuki Razî nerede, Gazalî nerede? Muaviye
nerede, Hz. Ali (a.s) nerede?" el-Menar tefsirinden
yapılan alıntı burada sona erdi. el-Menar'ın yazarı daha
sonra bu sözlerini, Gazalî'den ve Razî'den yaptığımız
nakillere değinerek bağlıyor.
Fakat bize göre, Gazalî'nin görüşleri
her ne kadar genel olarak yerinde ise de şu bakımlardan
tutarsız ve yanılgılıdır:
Birinci tutarsızlık:
Gazalî'nin sevapların ve cezaların birbirlerini götürmesi,
galip gelen tarafın diğerini yok etmesi yolu ile
günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrıldığı yolundaki
görüşü, sözlerinin başında yaptığı ve günahların kendi
niteliklerine ve cürümlerine dayanılarak ikiye
ayrılmalarını öngören görüşü ile her zaman uyuşmuyor.
Çünkü özü itibarı ile büyük olduğu kesin olarak bilinen
birçok günahın, bu günahları işleyen kimsenin çok sayıdaki
sevabı ile karşılaşarak yok olmaları ve sevapların onlara
galip gelmeleri mümkündür. [Bu ise açık bir çelişkidir.
Çünkü Gazalî'nin görüşüne göre büyük günah olduğu kesin
olarak bilinen bir eylemin bu durumda küçük bir günah
kısmına girmesi gerekir.] Yine buna karşılık küçük bir
günahın insan nefsinde kalan daha az ve daha küçük bir
sevap birikimi ile karşılaşabileceği de farz edilebilir. [Dolayısıyla
küçük bir günah, kendisinden daha az olan sevabı yok eder
ve büyük günah kısmına girer.] Böylece bu iki ayrı kritere
göre yapılmış ayırıma dayanan küçük ve büyük günahlar
farklı kategoride yer alabilirler. Yani bir günah birinci
ayırıma göre küçükken ikinci ayırıma göre büyük olabilir.
Bazı günahlarda da bunun tersi olabilir. Sonuç olarak bu
iki ayırım arasında uyum ve örtüşme yoktur.
İkinci tutarsızlık: Gerçi
günahlar ile sevapların sonuçları arasında çatışma olduğu
belirli oranda sabittir; fakat bu durum Kur'an ve sünnet
kaynaklı dinî deliller yolu ile genel olarak asla
ispatlanmış değildir. Kur'an ve sünnet kaynaklı hangi
delil, genel anlamda günahların cezaları ile ibadetlerin
sevaplarının birbirlerini götürüp karşılıklı yok olmaya
yol açacaklarını kesin olarak kanıtlıyor?
Gazalî'nin nefsin nurlu ve yüce
hâlleri ile karanlık ve alçak hâlleri hakkında yaptığı
ayrıntılı incelemede de durum aynen böyledir. Bu hâllerde
de eğer çoğunlukla çatışma ve birbirini götürüp karşılıklı
yok olma varsa da bu her zaman ve genel olarak böyle
değildir. Çünkü kimi zaman fazilet ile rezillik her ikisi
de kendi yerlerinde kalır ve bu kalıcılıkta uzlaşmaları
olur. O zaman insan nefsi sanki bir bölümü fazilete ait ve
öbür bölümü rezilliğe ait olmak üzere ikiye ayrılır. Böyle
durumlarda bakarsın ki, bir Müslüman adam faiz yer,
başkalarının malını yutmaktan geri kalmaz, malını yediği
mazlumun yardım isteğine kulak vermez; fakat farz
namazları kılmakta gayretli olur, huşu konusunda titizlik
gösterir. Başka bir Müslüman da kan dökmekten, onun-bunun
ırzına geçmekten çekinmez, toplumun huzurunu bozmaktan
geri durmaz; fakat ibadetler ve sadakalar konusuna tam bir
ihlâsla sarılır.
Günümüzün psikologları bu duruma
kişiliklerin eşleşmesi (çifte kişilik) adını verirler. Bu
durum birden çok kişiliğin ortaya çıkıp birbiri ile
çatışmasından sonra görülür. Bu da şöyle olur: İnsandaki
farklı nefsanî eğilimler ilk başta daima birbirleri ile
çatışırlar, zıtlaşma ve çekişme yolu ile birbirlerine
karşı başkaldırırlar. İnsan bu yüzden sürekli iç sıkıntı
çeker. Fakat sonunda [her iki eğilimin tekrarlanmasıyla]
meleke hâline gelirler ve böylece insanın nefsine
yerleşirler. [Durum böyle olunca artık aralarında zıtlaşma
ve çatışma söz konusu olmaz, sonuçta] birbirleriyle
uzlaşır, eşleşir ve uyuma geçerler. O zaman insanda oluşan
bu iki şahsiyetten biri ortaya çıkınca öbürü saklanır ve
ortaya çıkan eğilimin ayaklanarak avının üzerine
çullanmasına göz yumar. Az önce verdiğimiz örneklerde
görüldüğü gibi.
Üçüncü tutarsızlık: Bu görüşe
göre küçük günahların affedilmesinde, büyük günahlardan
kaçınmanın rolünün hiçe sayılması gerekir. Çünkü bir adam
düşünelim büyük günah işlemiyor; fakat bu günah işlememe,
nefsinin temayülüne ve günahı işlemeye gücü yetmesine
rağmen onu yapmaktan kaçındığı için değildir. Tersine o
günahı yapmaya gücü yetmediği için onu yapamıyor. Bu
kimsenin işlediği iyiliklerin sevabı, günahlarının
cezasından fazla olması hasebiyle günahları ister istemez
yok olup gider. Bu da günahların affedilmesi demektir.
Buna binaen bu durumda artık büyük günahlardan kaçınmanın
önemli bir rolü olmamış olur.
Gazalî, İhya-ul Ulum adlı eserinde
şöyle diyor: "Eğer kişinin gücü ve iradesi varken büyük
günahlardan kaçınırsa, ancak o zaman bu kaçınması küçük
günahlarını affettirir. Tıpkı şunun gibi: Adam bir kadını
elde etmiş; istese ırzına geçebilir. Fakat nefsini zinadan
alıkoyuyor ve sadece kadına bakmakla veya dokunmakla
yetiniyor. Bu adamın gösterdiği gayretle kendisini zinadan
alıkoymasının kalbini nurlandırma-daki etkisi, o kadına
bakmanın kalbinde meydana getireceği karanlıktan daha
baskındır. İşte küçük günahları affettirmenin anlamı budur."
"Ama eğer adam iktidarsızsa veya zina
yapmaması, zorunlu bir acizlikten ileri geliyorsa veya
zina yapma gücünde olmakla birlikte ahi-ret korkusu ile
bundan vazgeçmiş ise, bu durum kesinlikle günahları
affettirmeye elverişli olmaz. Yine birini düşünelim ki,
canı içki içmek istemiyor. Mubah bile olsa içmeyecek.
Böyle biri eğer içki öncesinde işlenmesi âdet olan şarkı
ve saz dinlemek gibi küçük günahları işlemişse, içki
içmemesi yüzünden bu küçük günahları affedilmez. Evet bir
adam düşünelim ki, içki içmeyi ve saz dinlemeyi canı
istiyor; fakat gayret göstererek kendini içkiden uzak
tutuyor, buna karşılık nefsinin saz dinleme isteğine engel
olmuyor. Bu durumda o kimsenin içki içmemek için
gösterdiği gayret, nefsiyle ettiği cihat, saz dinleme
günahının kalbinde meydana getirdiği karanlığı giderebilir.
Bunların hepsi ahiretle ilgili hükümlerdir." Gazalî'den
naklettiğimiz alıntı burada sona erdi.
(c.11, s.177)
Yine Gazalî başka bir yerde şöyle
diyor: "Kalpte meydana gelen her karanlık, ancak o
kötülüğün karşıtı ve zıttı olan bir iyiliğin meydana
getireceği nur sayesinde ortadan kalkabilir. Birbirlerinin
karşıtı olan zıtlarda ise hiç kuşkusuz bir nevi uyumluluk
söz konusudur. Bundan dolayı her kötülük sadece aynı
cinsten bir iyilikle yok edilmelidir. Böylece o iyilik,
yapılan kötülüğün karşıtı olur. Çünkü beyaz [ancak onun
kendi cinsinden olan] siyahla giderilir; sıcaklık veya
soğuklukla değil. Bu aşamalı şekilde hareket edip nuru
icat etme yöntemi, günahları silme yolunda izlenilen en
ince ve dakik yöntemdir. Çünkü bu yola ümit bağlamak [ve
günahları bu şekilde yok etmek], bir tür ibadete devam
etmekten daha doğru ve güvenilirdir. Gerçi yalnız bir tür
ibadete devam etmek de günahları yok etmede etkilidir."
Gazalî'den yapılan alıntı burada son buldu.
(c.11, s.200)
Görüldüğü gibi Gazalî'den yaptığımız
bu alıntılar, kötülükleri (küçük günahları) yok eden
faktörün, büyük günahlardan uzak durmak, onlardan kaçınmak
olduğuna delâlet ediyor. Oysa yukarda aktardığımız
görüşüne göre bu, gerekli değildir.
Bu konuda ayetlere dayanılarak
söylenebilecek olan geniş kapsam-lı söz şudur: İyilikler
ile kötülükler genel anlamda birbirlerini yok ederler.
Fakat her iyiliğin her kötülük üzerinde veya her kötülüğün
her iyilik üzerinde, onu eksilterek veyahut tamamıyla yok
ederek etkili olduğu iddiası, herhangi bir delile
dayanmıyor. Sevap ve ceza ile ilgili Kur'anî gerçekleri
anlama konusunda iyi bir yardımcı olan insanın ahlâkî ve
nefsanî durumlarını göz önünde bulundurmak, bizim bu
sözümüze delildir.
Büyük ve küçük günahlara gelince,
daha önce söylediğimiz gibi tefsirini yapmakta olduğumuz
bu ayetten anlaşıldığına göre, bunların büyüklüğü ve
küçüklüğü birbirleri ile karşılaştırılarak ortaya çıkar.
Yabancı bir kadına bakmaya göre öldürülmesi haram olan
birini öldürmek veya nefsin arzusuna uyarak içki içmeye
göre içki içmeyi helâl sayarak içki içmek gibi. İşte bu
karşılaştırmaya göre bazı günahlar küçük ve diğer bazıları
büyüktür. Ancak bu ayırımın, günahlarla sevapların
birbirlerini götürme ve tamamen yok etme meselesi ile
hiçbir bağlantısı yoktur.
Bunların yanı sıra ayetten anlaşılan
bir diğer husus da şudur: Yüce Allah, büyük günahlardan
kaçınanların önceki ve sonraki bütün kötülüklerini, küçük
günahlarını affedeceğini vaat ediyor. Ayetin mutlak
ifadesinden anlaşılan budur. Diğer taraftan bu da bilinen
bir gerçektir ki, böyle bir kaçınmadan anlaşılan şudur:
Her mümin elinden geldiğince büyük günahlardan kaçınmalı
ve yapma imkânına sahip olduğu günahlardan uzak durmalıdır.
Çünkü ancak böylesine bir uzak durmaya "günahtan kaçınma"
denir. Yoksa dünyada varolan büyük günahların bütününden
kaçınarak uzak durması söz konusu değildir. Çünkü büyük
günahların listesini üstün körü bir şekilde gözden geçiren
bir kimse, bu günahların tümüne eğilim gösteren ve onların
hepsini yapmaya gücü yeten bir insanın dünyada
bulunmayacağından veya bulunsa bile yok denecek derecede
ender olacağından şüphe etmez. Ayeti bu basitliğe
indirmeye sağduyu razı olmaz.
Buna göre ayetin anlamı şudur: Kim ki,
yapabileceği ve canının çektiği büyük günahlardan kaçınır
ve bu günahlar kendisinden kaçınma imkânına sahip olduğu
günahlar türünden olursa, Allah onun küçük günahlarını
örter, affeder. Bu küçük günahlar ister kaçındığı büyük
günahlarla aynı türden olsun, ister olmasın fark etmez.
Acaba bu küçük günahların affı,
doğrudan doğruya büyük günahlardan kaçınmanın bir sonucu
mudur? Yani büyük günahlardan kaçınmak, başlı başına küçük
günahları affettiren bir ibadet midir? Nitekim tövbe etmek
böyledir. Yoksa insan büyük günah işlemeyince, Allah onu
küçük günahlar ve iyi ameller ile baş başa mı bırakır?
Yani küçük günahları gideren gerçekte iyi ameller midir?
Nitekim yüce Allah,
"İyilikler,
kötülükleri giderir."
(Hûd, 144) buyuruyor.
Acaba bu ikisinden hangisi denebilir?
"Eğer size yasak
edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin
kötülüklerinizi (küçük günahlarınızı) bağışlarız."
ayetinden anlaşıldığına göre kaçınmanın affettirmede rolü
vardır. Aksi hâlde Hûd suresinde yer alan,
"İyilikler kötülükleri
giderir." ayeti gibi bir şart cümlesine yer
vermeye gerek duyulmaksızın burada da "itaatler küçük
günahları affettirir" diye ifade edilmesi veya "yüce
Allah, ne olursa olsunlar küçük günahları affeder"
şeklinde bildirmesi daha uygun olurdu.
Bir günahın büyük olduğu ise, o
günahla ilgili yasağın şiddeti veya cehennem ya da
cehennem ateşine yakın başka bir ceza ile
cezalandırılacağının ilan edilmesi ile bilinir. Bu
tehditler ister Kur'an'da yer alsın, isterse sünnette fark
etmez. Çünkü bu konuda sınırlama getirmek [yani Kur'an'la
sınırlamak] hiçbir delile dayanmamaktadır.
ayetin hadisler IŞIĞINDA açıklaması
el-Kâfi'de yer aldığına göre İmam
Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Büyük günahlar, Allah'ın
cehennem ateşi ile cezalandıracağını gerekli kıldığı
günahlardır." (c.2, s.276,
h:1)
Men lâ Yahzuruh-ul Fakih ve Tefsir-ul
Ayyâşî adlı eserlerde İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle
nakledilmiştir: "Büyük günahlar, Allah'ın cehennem ateşi
ile tehdit ettiği günahlardır."
(el-Fakih, c.3, s.373, h:14,
Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.239, h:114)
Sevab-ul A'mal adlı eserde verilen
bilgiye göre İmam Cafer Sadık şöyle buyuruyor: "Allah'ın
cehennem ateşi ile cezalandıracağını bildirdiği
günahlardan kaçınan kimse eğer mümin ise, Allah onun küçük
günahlarını affeder ve kendisini onurlu bir yere
yerleştirir. Cehennem azabına çarpılmayı gerektiren yedi
büyük günah şunlardır: Öldürülmesi haram olan bir insanı
öldürmek, ana-babaya asi olmak, faiz yemek, Müslüman
olduktan sonra kâfir olmak, iffetli bir kadına zina
iftirası atmak, yetim malı yemek, savaş cephesinden kaçmak."
(s.158, h:1)
Ben derim ki: Büyük günahların
sayılarına ilişkin Şia ve Ehl-i Sünnet kanallı
rivayetlerin sayısı çoktur. Bunların bazılarına yer
vereceğiz. Yer vereceğimiz bu rivayetlerde şirk ve Allah'a
ortak koşmak, yedi büyük günahın biri olarak sayılmıştır.
Yalnız bu rivayette şirk yedi büyük günahın biri olarak
yer almıyor. Şayet şirk büyük günahların en büyüğü olduğu
için, İmam (a.s) bu günahı en büyük yedi günah listesine
almamış olabilir. Nitekim İmamın, "...eğer mümin ise..."
sözü bu hususa işaret etmektedir.
Mecma-ul Beyan tefsirinde verilen
bilgiye göre Abdulazim b. Abdullah-il Hasanî, Ebu Cafer
Muhammed b. Ali'den (a.s), o da babası Ali b. Musa
Rıza'dan (a.s) rivayet ettiğine göre İmam Musa Kazım şöyle
buyurmuştur: "Amr b. Ubeyd-il Basrî, İmam Sadık'ın (a.s)
yanına geldi. Selam verip oturduktan sonra,
'Onlar ki, büyük
günahlardan ve çirkin şeylerden kaçınırlar.'
(Şûrâ, 37) ayetini
okudu ve sustu. İmam ona, 'Niçin sustun?' diye sordu. Amr,
'Büyük günahları Allah'ın kitabından öğrenmek istiyorum.'
dedi. Bunun üzerine İmam Sadık (a.s) şöyle dedi: Tabi ey
Amr! [1-] Büyük günahların en büyüğü Allah'a şirk
koşmaktır. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor:
'Allah, kendisine şirk
koşmayı affetmez.'
[Nisâ, 48]'Kim
Allah'a şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar. Onun
varacağı yer de cehennemdir.'
[Mâide, 72]
[2-] Sonra Allah'ın rahmetinden ümit
kesmek gelir. Çünkü yüce Allah:
'Allah'ın rahmetinden
ümit kesmeyin. Çünkü Allah'ın rahmetinden sadece kâfirler
ümit keser.' [Yûsuf,
87] buyuruyor.
[3-] Sonra Allah'ın tuzağından emin
olmak gelir. Çünkü yüce Allah:
'Hüsrana uğrayanlar
dışında hiç kimse Allah'ın tuzağından emin olamaz.'
[A'râf, 99]
buyuruyor.
[4-] Büyük günahlardan biri de
ana-babaya asi olmaktır. Çünkü yüce Allah, ana-babaya asi
olan kimseyi 'bedbaht bir zorba' olarak nitelendirmiş ve
şöyle buyurmuştur:
'Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.
Zorba ve kötülük düşkünü biri olmaktan uzak tuttu.'
[Meryem, 32]
[5-] Büyük günahlardan biri de
öldürülmesi haram olan bir insanı haksız yere öldürmektir.
Çünkü yüce Allah,
'Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen
kalacağı cehennemdir.'
[Nisâ, 93] buyuruyor.
[6-] Namuslu ve iffetli kadınlara
zina iftirası atmak, zina isnadında bulunmak. Çünkü yüce
Allah, 'Namuslu,
hiçbir şeyden haberi olmayan mümin kadınlara zina
isnadında bulunanlar, dünyada ve ahirette
lânetlenmişlerdir ve onlar için çok büyük bir azap vardır.'
[Nûr, 23] buyuruyor.
[7-] Yetimlerin malını yemek. Çünkü
yüce Allah, 'Yetimlerin
mal-larını haksızla yiyenler...'
[Nisâ, 10]buyuruyor.
[8-] Savaştan kaçmak. Çünkü yüce
Allah, 'Tekrar
savaşmak için bir tarafa çekilme veya başka bir bölüğe
ulaşma dışında o gün kim kâfirlere arka çevirirse,
muhakkak ki o, Allah'ın gazabına uğramış olarak döner.
Onun varacağı yer cehennemdir. Orası ne kötü bir varılacak
yerdir.' [Enfâl,
17] buyuruyor.
[9-] Faiz yemek. Çünkü yüce Allah
şöyle buyuruyor: 'Faiz
yiyenler, ancak şeytan tarafından çarpılmış kimseler gibi
ayağa kalkarlar.'
[Bakara, 275]
'Eğer (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve
Resulü tarafından açılan bir savaştan haberiniz olsun.'
[Bakara, 279]
[10-] Büyücülük ve sihir. Çünkü yüce
Allah, 'Oysa onlar
büyü satın alanın ahirette hiçbir nasibi olmayacağını
biliyorlardı.' [Bakara,
102] buyuruyor.
[11-] Zina etmek. Çünkü yüce Allah,
'Kim bunları
yaparsa, günahı(nın cezasını) görür. Kıyamet günündeyse
azabı kat kat arttırılır ve alçaltılmış olarak ebediyen
azapta kalır.' [Furkan,
69] buyuruyor.
[12-] Yalan yere yemin etmek. Çünkü
yüce Allah, 'Allah'a
karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedele
satanların ahirette hiçbir (sevap) payı olmaz.'
[Âl-i İmrân, 77]
buyuruyor.
[13-] Ganimet mallarında yolsuzluk
yapmak. Çünkü yüce Allah,
'Kim (ganimet
mallarına) hıyanet ederse, kıyamet günü hıyanet ettiği
şeyle gelir.' [Âl-i
İmrân, 161] buyuruyor.
[14-] Farz olan zekâtı vermemek.
Çünkü yüce Allah,
'O gün (biriktirdikleri altınlar ve gümüşler) cehennem
ateşinde kızdırılacak ve onlarla alınları, yanları ve
sırtları dağlanacak.'
[Tevbe, 35] buyuruyor.
[15-] Yalancı şahitlik ve şahitlik
yapmaktan kaçınmak. Çünkü yüce Allah,
'Kim şahitliği
gizlerse, (bilsin ki) onun kalbi günahkârdır.'
[Bakara, 283]
buyuruyor.
[16-] İçki içmek. Çünkü yüce Allah
onu putlara tapmakla denk saymıştır.
[17-] Bilerek namazı veya başka bir
farzı terk etmek. Çünkü Peygamberimiz (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: 'Kim bilerek namazı terk ederse, Allah'ın ve
Peygamberin zimmeti (güvencesi) dışında kalır.'
[18-19-] Ahdi bozmak (verdiği sözü
tutmamak) ve akrabalık bağını koparmak. Çünkü yüce Allah,
'Onlara (ahdi bozan ve akrabalık bağını koparanlara...)
lânet ve kötü bir yurt vardır.'
[Ra'd, 25] buyuruyor.
İmam Musa Kâzım (a.s) devamla şöyle
buyurdu: "Daha sonra Amr b. Ubeyd, hüngür hüngür ağlayarak
İmam Sadık'ın (a.s) yanından ayrıldı ve ayrılırken de
şöyle dedi: Kendi görüşüne dayanarak fetva verenler ile
fazilette ve ilimde size rakip çıkanlar (sizinle
tartışmaya kalkışanlar) helâk oldu."
(c.2, s.84, Usûl-i Kâfî,
c.2, s.285, h:24)
Ben derim ki: Buna yakın bir
rivayet de Ehl-i Sünnet kanallarından İbn-i Abbas'a
dayandırılarak nakledilmiştir.
Yukarıda zikrettiğimiz rivayetten iki sonuç çıkıyor:
1) Büyük günahlar, kesin ve
şiddetli bir dille yasaklanan günahlardır. Bu
yasaklamadaki kesinlik ise, ya ifadenin belirgin ve
tekitli olmasından veya cehennem ateşi ile
cezalandırılacağının bildirilmesinden anlaşılır. Ayrıca bu
yasaklama, Kur'an veya sünnet kaynaklı da olabilir.
Nitekim İmam Sadık'ın (a.s) delil gösterme örneklerinde bu
gerçek or-taya çıkıyor.
İmamın bu açıklamalarından "Büyük
günahlar, Allah'ın cehennem ateşi ile cezalandıracağını
gerekli kıldığı günahlardır." şeklinde el-Kâ-fi'de yer
alan hadis ile "Büyük günahlar, Allah'ın cehennem ateşi
ile tehdit ettiği günahlardır." şeklindeki Men lâ
Yahzuruh-ul Fakih'de ve Tefsir-ul Ayyâşî'de yer alan
hadisin de ne anlama geldiği anlaşılıyor. Dolayısıyla
cehennem ateşini gerekli kılmak veya cehennem ateşi ile
tehdit etmek ifadeleri genel nitelikli olup, insanın gerek
Kur'an'da gerekse Peygamberimizin (s.a.a) hadislerinde
açıkça veya ima yolu ile belirtilen bu günahlar sayesinde
cehennem ateşine atılacağını açıklamaktadırlar.
Bu konuda İbn-i Abbas'a dayandırılan
rivayetin de böyle olduğunu sanıyorum. Yani İbn-i Abbas da
bu günahların cehennem ateşi ile tehdit edilmesinden,
Kur'an'da veya hadiste bu yolda bir açık ifadenin veya
imânın bulunmasını kastetmiş olmalıdır. Nitekim İbn-i
Abbas'ın Ta-berî tefsirinde yer alan "Büyük günahlar, yüce
Allah'ın cehennemle, gazapla, lânetle veya azapla
noktaladığı günahlardır." şeklindeki sözü de bunu gösterir.
(c.5, s.27)
Bundan anlaşılıyor ki, İbn-i Abbas'ın
Taberî tefsirinde veya başka kaynaklarda yer alan "Allah'ın
yasakladığı her kötülük büyük günahtır." şeklindeki sözü,
büyük günah kavramına farklı bir anlam vermek maksadı
taşımıyor. Bu ifade daha önce söylediğimiz gibi sadece
insanın Allah'ın yüceliği karşısındaki küçüklüğüne
dayanarak bütün günahların büyüklüğünü vurgulamayı
amaçlıyor.
2) Okuduğumuz ve aşağıda
okuyacağımız bazı rivayetlerde büyük günahlar bazı
sayılarla sınırlandırılıyor. Ehl-i Sünnet kanallarından
gelen bazı rivayetlerde bu sayı kimi zaman yedi, kimi
zaman sekiz, kimi zaman da dokuz olarak veriliyor. Nasıl
ki Ehl-i Beyt'ten nakledilen bu rivayette görüldüğü gibi
bu sayı yirmi olarak gösteriliyor. Hatta bazı başka
rivayetler bu sayıyı yetmişe çıkarıyor. Bütün bunlar,
günahın büyüklük derecesinin farklılığını gözetme maksadı
taşır. Nitekim İmam Sadık'ın (a.s) büyük günahları
sayarken "Büyük günahların en büyüğü Allah'a şirk
koşmaktır." demesi bu söylediğimizin delilidir.
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Buharî,
Müslim, Ebu Davud, Neseî ve İbn-i Ebu Hatem Ebu
Hüreyre'den şöyle aktarırlar: "Resulullah buyurdu ki: 'Yedi
helâk edici günahtan kaçının.' Sahabelerin 'Bunlar
nelerdir ya Resulallah?' diye sormaları üzerine Resul-i
Ekrem (s.a.a) söz-lerine şöyle devam etti: Allah'a ortak
koşmak, haklı bir gerekçe olmaksızın Allah'ın haram
kıldığı bir cana kıymak, büyücülük, faiz yemek, yetim malı
yemek, savaştan kaçmak, kötülüklerden habersiz mü-min ve
iffetli kadınlara zina iftirası atmak."
(c.2, s.146)
Yine aynı eserde İbn-i Habban ve
İbn-i Mürdeveyh, Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan,
o da babasından, o da dedesinden şöyle rivayet ettiğini
aktarırlar: "Peygamberimiz (s.a.a) Yemen halkına farzları,
sünnetleri ve diyetleri içeren bir mektup yazarak onu Amr
b. Hazm ile Yemenlilere gönderdi. Mektubu götüren Amr
şöyle diyor: Bu mektupta şöyle deniyordu: Kıyamet günü
Allah katında büyük günahların en büyüğü Allah'a şirk
koşmak, haklı bir gerekçeye dayanmaksızın mümin bir
kimseyi öldürmek, savaş gününde (cepheden) kaçmak,
ana-babaya asi olmak, iffetli bir kadına zina iftirası
atmak, büyücülük öğrenmek, faiz yemek ve yetim malı
yemektir." (c.2, s.146)
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
verilen bilgiye göre Abdullah b. Ahmed'in Zevaid-uz Züht
adlı eserinde Enes b. Malik'den Peygamberimizin (s.a.a)
şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Benim şefaatim, ümmetimin
büyük günah işleyenleri içindir. Arkasından da,
'Eğer size yasak
edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin
kötülüklerinizi bağışlarız.' ayetini okudu."
(c.2, s.145)
|