İnsanların hayattaki ayrıcalıkları
elde etmedeki yetenek ve mizaç farklılıkları, tekvinî=varoluşsal
olan doğal temellere dayanır. Bu tekvinî temellerin
hayatın farklı aşamalarında kendi etkinliğini göstermesi
kaçınılmazdır. Bildiğimiz kadarı ile en eski çağlardan
günümüze kadar toplumların hayatı hep böyle gelip
geçmiştir.
Eski dönemlerde güçlü fertler, zayıf
kişileri köle ediniyorlar, onları arzuları ve istekleri
doğrultusunda kullanıyorlardı. Bu kullanma hiçbir kayda ve
şarta tâbi değildi. O zavallı zayıflar ise güçlülerin
emirlerine boyun eğmekten başka bir şey yapamıyor, onların
arzularını ve istediklerini karşılamaktan başka bir yol
bulamıyorlardı. Fakat kalpleri öfke ve kinle dolu idi. Hep
fırsat kolluyorlardı. İnsanlar uzun yüzyıllar boyunca
böyle düzen içinde yaşadılar. Bu düzen ağalık biçiminde
başladı ve zamanla krallığa ve imparatorluğa dönüştü.
Sonunda insanlar ardarda
gerçekleştirdikleri ayaklanmalar sonunda bu zorba düzeni
yıkmayı başardılar. Hükümet yetkililerini ve kralları
toplumun yararı ve mutluluğu için ortaya konan anayasalara
ve yasalara uymaya zorladılar. Böylece zorba iradelerin
yönetimleri, diktatör rejimlerin egemenlikleri, görünüşte
(sözde) son buldu. İnsanlar arasındaki sınıf farklılığı,
her şeyin dizginlerini avuçlarında tutan hâkim sınıf ile
yetkisi bunların elinde bulunan, (mal gibi alınıp satılan)
köle ve mahkum yığınlar biçimindeki ikiye bölünme artık
ortadan kalktı. Fakat fesat ağacı başka bir toprakta ve
başka bir görüntüye bürünerek gelişmeye ve meyve vermeye
devam etti; verdiği meyve yine aynı meyve oldu. Bu ise,
malların bazı ellerde toplanması ve diğer avuçların boş
kalmasının sonucunda oluşan servet birikimine bağlı olarak
sıfat ayrıcalıklarının belirmesi, ortaya çıkması durumu
idi.
Bu ayrıcalık iki sınıf arasında büyük
bir uçurum meydana getirdi. Bu uçurumlu ortamda servet
sahipleri servetlerinden kaynaklanan güç-leri ile
toplumsal hayatın bütün gelişmelerine yön vermeyi
kendilerine mahsus bir ayrıcalık kabul ederlerken, zavallı
yoksulların ellerinde baş kaldırmaktan ve baskılara karşı
koymaktan başka bir çare kalmamıştı.
Bunun arkasından Komünizm geldi. Bu
rejim insanlara lazım olan malların ortak olmasını,
mülkiyetin ortadan kalkmasını ve sermayelerin yok
edilmesini (onlara el konulmasını) savunuyordu. Bu sisteme
göre toplumun her ferdi, ancak kendi emeği ile ürettiği ve
nefsinde bulunan yetenekleri ile kazandığı kadar yarar
sağlayabilecekti. Böylece servet ve varlık farkı, temelli
ortadan kalkmış olacaktı. Yalnız bu sistem eski sistem
zamanında hiç akla gelmeyecek bir bozukluk doğurdu. Bu
bozukluk ise, ferdin irade özgürlüğünün ortadan kalkması,
serbestliğinin yok olması idi. Oysa tabiat bunu reddediyor,
yaratılış kanunu bunu onaylamıyordu. Tabiata baskı yapan,
yaratılış kanunu ile çelişen bir sistemin de yaşaması tabi
ki mümkün değildi.
Bununla birlikte (bu sistemde de)
bozukluğun temel faktörü aynen yerinde duruyordu. Çünkü
insan tabiatı ayrıcalığa, başkalarını geçmeye imkân
tanımayan, kendisiyle öne geçme ve övünme ümidi olmayan
bir işe şevkle atılmaz. [Ona mutlaka öne geçme ve övünme
fırsatı tanınmalıdır.] Ayrıcalıklar ortadan kalkınca,
işler de yok olmaya yüz tutar [artık hiç kimsede çalışma
şevki kalmaz]. Bu da insanlığın mahvolması demekti.
Komünistler buna çare aradılar. Buldukları çare bu
ayrıcalıkları maddî olmayan onursal ve törensel amaçlara
yöneltmek oldu. Ama sakınılan durum eskisi gibi tekrar
geri geldi. Çünkü insan bu sembolik ayrıcalıkların gerçek
olduğunu kabul etmezse, onlara boyun eğmez. Eğer onları
gerçek kabul ederse, o alanlardaki ayrıcalık durumu tıpkı
maddî ayrıcalıklarda olduğu gibi olur.
Demokrasi rejimi de içine düştüğü
çürümeyi ve bozulmayı önlemek için çare aradı. Bulduğu
çare ise, yoğun bir propaganda aracılığı ile komünist
rejimin bozukluğunu anlatmak, alış verişlerin ve
ticaretlerin kârlarının büyük bir bölümünü alıp götüren
ağır vergiler koymak oldu. Ancak bu tedbirler onlara fayda
sağlamadı. Çünkü muhaliflerinin rejimlerinde ortaya çıkan
çürümüşlük, kendi sistemlerine hücum eden bozulmuşluğun
yolunu tıkamıyordu. Kazançlarının büyük bir bölümünün
hazineye gitmesi, azgınların azgınlıklarına ve zulümlerine
engel olamıyordu. Bu azgınlar, gayretlerini mal edinme
aşamasından tekelleşme, hegemonya kurma ve servetlerin
kendi aralarında dolaşması amacına kaydırdılar.
Dolayısıyla servetler tekelleşme, hegemonya kurma, onlara
el koyma yolu ile kazanılıyor ve onları yönetmek de
onların maliki olmanın sonucu oluyordu.
Ne komünistler hastalığı tedavi
edebildiler ve ne demokrasi rejimi yanlıları... Yarayı
dağlamanın ötesinde, bir tedavi yok. Bunun yegane sebebi,
insanlığın toplum için hedef olarak belirlediği "maddî
hayattan yararlanma gayesi"nin daima fesat kutbunu
gösteren bir pusulaya benziyor olmasıdır ki, ne tarafa
dönse ve nereye konsa yönü değişmez.
İslâm'ın bu fesadın kökünü kesme
konusundaki görüşü ise şudur: İslâm ilkönce, fıtratın
yönelttiği bütün alanlarda ve konularda insanları serbest
bırakmış; daha sonra vergi ve benzeri tedbirlerle
fakirlerin hayat düzeyini yükseltmek ve israfı,
savurganlığı, zenginleri normal ölçülerden uzaklaştıran
gösterişi engelleyerek varlıklı sınıfın hayat düzeyini
aşağı çekmekle de fakir ve zengin sınıfları birbirine
yaklaştırmıştır. Sınıflar arası dengesizlikleri de tevhit
inancı ve ahlâkla, bunların yanı sıra yüzleri maddî
ayrıcalıklardan takva üstünlüğüne ve Allah katındaki
bağışa talip olmaya çevirerek dengeye kavuşturmuştur. İşte
yüce Allah şu ayetlerde bu amaca işaret ediyor: "Allah'tan
O'nun lütuf ve keremini isteyin."
(Nisâ, 33)
"Allah katında en
değerli olanınız, O-'ndan en çok korkanınızdır."
(Hucurât, 13)
"Allah'a koşun."
(Zâriyât, 50)
Daha önce söylediğimiz gibi
insanların yüzlerini yüce Allah'a yöneltmek, dünya
hayatının maksatlarını gerçekleştirecek gerçek sebeplere
ilgi göstermeyi beraberinde getirir. Yoksa hayatın
ihtiyaçlarını kar-şılama konusunda aylaklık yapmaya,
mutluluğu aramada tembelce davranmaya yol açmaz.
Dolayısıyla "İslâm, tembellik ve insan hayatının
ihtiyaçlarını karşılamada donukluk dinidir." diyenlerin
sözü asılsız ve cahilce bir sözdür. Bu konuda
söyleyeceklerimiz özetle bunlardır. Kitabımızın çeşitli
inceleme yazılarında daha önce bu konu ile ilgili
ayrıntılı açıklamalar yapılmıştır. |