Defalarca değindiğimiz gibi Kur'ân-ı
Kerim, önem verdiği meseleleri ele alırken, vurgulu ve
sert bir üslûp kullanır. Bu da şunu gösterir: Ortada
birbirini pekiştiren olumsuz etkenler vardır ve bunlar
insanları büyük felâketlere, onur kırıcı alçaklıklara
duçar edecek yoğunluktadır. Sonuçta Kur'ân'ın bu
uyarılarını dikkate almayanlar, Allah'ın korkunç gazabıyla
yüz yüze geleceklerdir. Faizi yasaklayan, Peygamberin
akrabalarını sevmeyi emreden vb. ayetleri buna örnek
gösterebiliriz.
Aslında bu, konuşma sanatının
vazgeçilmez bir yöntemidir. Örneğin, hikmet sahibi bir
konuşmacı, küçük ve basit bir şeyi emrediyorsa ve bunu
ısrarla vurgulayıp, söz konusu basit şeyin hak etmediği
yoğunlukta üzerinde duruyorsa ya da bir kimseye hak
etmediği bir üslupla hitap ediyorsa, söz gelimi züht ve
ibadet alanında önemli bir konumu işgal eden kendini
Allah'a adamış bir âlimi, hem de kalabalıkların gözü
önünde yüz kızartıcı bir suçu işlemekten nehyediyorsa, bu,
söylenenlerin boşuna olmadığını, büyük ve ölümcül bir
tehlikeyle yüz yüze olunduğunu gösterir.
Bu sertlikteki bir üslûba sahip
Kur'ân ayetlerinin doğruluğunu, çok geçmeden yaşanan
olaylar kanıtlamıştır. İşaret ettiği, daha doğrusu
doğrudan gösterdiği olaylar birer birer gerçekleşmiştir.
Belki de bu tür ayetlerin indiği sıralarda bunlara ilk kez
muhatap olanlar, bunların işa-ret ettiği olayları
kavrayamamışlar ve meseleyi algılayamamışlardır.
Kur'ân, Resulullah'ın akrabalarının
sevilmesini emretmiştir. Bu ko-nuya o denli önem vermiştir
ki, Peygamber efendimizin (s.a.a) akrabalarını sevmeyi,
onun elçiliğinin ücreti ve Allah'a ulaştıran yol olarak
nitelendirmiştir; ama sonra ümmet, onun Ehlibeyti'ne karşı
tarihin tanık olduğu en korkunç mezalimi işlemekte bir
sakınca görmemiştir. Şayet, onlara Peygamberin
Ehlibeyti'ne zulmetmeleri emredilseydi, bundan fazlasını
yapamazlardı!
Kur'ân ayrılığı yasaklamış ve bu konu
üzerinde sıkça durarak Müs-lümanları ayrılığa düşmeme
konusunda uyarmıştır. Sonra ümmet paramparça oldu,
Yahudiler ve Hıristiyanlardan daha fazla grupçuklara
bölündü. Yahudiler yetmiş bir, Hıristiyanlar yetmiş iki
gruba bölünmüşlerdi. Müslümanlar bu konuda onları geride
bırakarak yetmiş üç fırkaya bölündüler. Bu, dinî
meselelere ilişkin mezhepsel bölünmelerini gösterir.
Toplumsal yasalar ve yönetim şekilleri gibi sosyal
meselelere ilişkin bölünmeleri ise, istatistiklere sığacak
gibi değildir.
Kur'ân Allah'ın indirdiklerinin
dışında bir şeyle hükmetmeyi, insanları sınıflara bölmeyi,
azgınlığı, heva ve hevesin peşinde gitmeyi yasaklar. Bu
konuda oldukça sert ifadeler kullanır. Sonra olanlar
gözler önündedir.
Kâfirlerin ve Ehlikitab'ın dost
edinilmesinin yasaklanması durumu da Kur'ân'da üzerinde
önemle durulan yasaklardan biridir. Hatta, denebilir ki,
Kur'ân'da kâfirlerin ve Ehlikitab'ın dost edinilmesinin
yasaklanışı ile ilgili olarak kullanılan sert üslûp başka
hiçbir ayrıntı nitelikli yasakla ilgili olarak
kullanılmamıştır.
Kur'ân bu konuya o kadar önem verir
ki, yüce Allah Ehlikitab'ı ve kâfirleri dost edinenleri
onlardan sayar: "Sizden
kim onları kendine veli yaparsa, o, onlardandır."
Böyle bir şeyi yapmaları durumunda kendisiyle aralarında
bir ilginin kalmayacağını belirtir:
"Kim böyle yaparsa,
artık onun için Allah'tan hiçbir şey yoktur."
(Âl-i İmrân, 28)
Sonra onları olabilecek en açık bir ifadeyle uyarır ve
şöyle der: "Allah
sizi kendisinden sakındırır."
(Âl-i İmrân,
28-30)Daha önce bu
ifade üzerinde dururken, bunun uyardığı şeyin kesin olarak
gerçekleşeceğine delâlet ettiğini, bunun kaçınılmaz
olduğunu, değişmesinin ve başka bir şeye dönüşmesinin söz
konusu olmadığını belirtmiştik.
Daha fazla açıklama istiyorsan, şu
ayetin anlamı üzerinde düşünebilirsin:
"Şüphesiz Rabbin,
hepsinin işlerinin karşılığını tam verecek-tir.
-Bu ayetten önce Nuh, Hûd ve Salih gibi peygamberlerin
kavimlerinin kıssaları anlatılmış, sonra Yahudilerin,
kitapları hakkında ihtilafa düşmeleri dile getirilmiştir.-
Çünkü Allah,
yaptıklarınızı bilmektedir. Öyleyse emrolunduğun gibi
doğru ol; seninle beraber tövbe edenler de; aşırı
gitmeyiniz, -görüldüğü gibi ayetin hitap tarzı,
toplumsal niteliklidir- zira
O, yaptıklarınızı görmektedir."
(Hûd, 111-112) Sonra
bir de yüce Allah'ın şu sözü üzerinde düşün:
"Sakın zulmedenlere
dayanmayın; sonra size ateş dokunur! Sizin Allah'tan başka
dostlarınız yoktur; sonra size yardım edilmez!"
(Hûd, 113)
Yüce Allah,
"Allah sizi
kendisinden sakındırır." uyarısıyla vaat ettiği
bu ateşin ahiretten önce, dünyadayken dokunmasının -ayetin
ifadesinin mutlak olduğu göz önünde bulundurulmalıdır- ne
anlam ifade ettiğini şu ayette açıklıyor:
"Bugün artık inkâr
edenler, sizin dininizi yok etmekten, umudu kesmişlerdir.
Artık onlardan korkmayın, benden korkun."
(Mâide, 3) Bunu
söylerken yüce Allah, müminlerin, müşriklerden ve
Ehlikitap'tan oluşan kâfirlerin, dinlerini yok
etmelerinden korktuklarını belirtiyor -ki biz daha önce
bunun üzerinde durduk- ve bu korku, bu ayetin indiği güne
kadar devam etmiştir. Artık bugün, bu ayetin inişinden
sonra, dinin ortadan kalkması hususunda kâfirlerden
korkmalarına gerek yoktur. Bilâkis bu konuda Rablerinden
korkmaları gerekmektedir. Onların dinleri hususunda
korktukları şey, kâfirlerin ellerinden gelen her imkânı
kullanarak dinlerini yok etmeye ve bu olağanüstü değeri
ellerinden çıkarmaya çalışacakları hususuydu.
Müminler, bu ayetin inişinden önce
bundan korkuyorlardı. Fakat Mâide suresinin inişiyle
birlikte bu korkuları güvene dönüştü; yüreklerinde kopan
korku fırtınaları dindi. Ama bu hususta Rablerinden
kork-maları gerekir. Allah'ın, nurlarını gidermemesi,
dinlerini ellerinden al-maması için dikkatli olmak
durumundadırlar.
Bilindiği gibi, yüce Allah hak
etmedikleri sürece, bir kavmi sürpriz bir şekilde
cezalandırmaz ve üzerlerine azap indirmez. Yüce Allah bu
hususta şöyle buyurur:
"Bu böyledir; çünkü
bir millet kendilerinde bulunan güzel meziyeti
değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez."
(Enfâl, 53) Bu ayette,
ilâhî nimetin değişmesinin, hak edilmesi durumunda
gerçekleşecek bir olgu olduğu açıklanıyor. İnsanların
kendilerini değiştirmeleriyle birlikte, onlara yönelik
nimetin de değişeceği vurgulanıyor. Daha önce de
belirtildiği gibi, din ya da di-nî velâyet -yönetim- "nimet"
olarak nitelendirilmiştir:
"Bugün sizin için
dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım ve size
din olarak İslâm'a razı oldum."
(Mâide, 3)
Demek ki, bu nimetin onlar tarafından
değiştirilmesi, Allah ile bağlantının kesilmesi suretiyle
Allah'ın velâyetinden sıyrılmaları, zalimlere dayanmaları,
kâfirleri ve Ehl-i Kitabı dost edinmeleri beklenmektedir.
Öyleyse bu konuda, kendilerine bundan korkmaları ve
dolayısıyla Allah'ın önü alınmaz azabını üzerlerine
indirmesinden korkmaları gerekir. Yüce Allah, onları şu
ifadelerle uyarıyor:
"Sizden kim onları
kendine veli yaparsa, o, onlardandır. Allah, zalim toplumu
doğru yola iletmez."
(Mâide, 51) Burada
yüce Allah, onları mutluluğa yöneltmeyeceğini bildiriyor.
Çünkü mutluluğun hidayetle doğrudan ilintisi vardır.
İnsanların dünya hayatında mutlu olmaları, ancak dinî
kurallar ve İslâm'ın genel sosyal ilkeleri doğrultusunda
bir yaşam sürdürmeleri ile mümkündür.
Bu gidişatın bünyesi yıkıldığı zaman,
marufu emretme ve münkeri yasaklama gibi İslâmî yaşantının
özünü koruyucu prensipler ihlâl edilir ve İslâm'ın
toplumsal yaşam için öngördüğü genel semboller ortadan
kalkar. Onun yerini kâfirlere özgü yaşam tarzı alır. Sonra
bu yaşam tarzı git gide temellerini sağlamlaştırır ve
prensiplerini yerleşik hâle getirir. Bugün Müslüman
toplumların içinde bulunduğu durum, bunun en somut
örneğidir. Kâfirlere özgü yaşam sistemi, bütün
görünümleriyle Müslüman toplumların hayatının her alanına
egemendir.
Kur'ân ve sünnetin düzenledikleri ve
Müslümanlar arasında yerleşik bir sistem hâline
getirdikleri genel İslamî hayat sistemi ile, bugün
Müslümanlara dayatılan yıkıcı ve fasit hayat sistemini
karşılaştırdığımız, sonra,
"Allah, yakında öyle
bir toplum getirecek ki, O onları sever, onlar da O'nu
severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı
onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihat ederler,
hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar."
(Mâide, 54) ayetinin
işaret ettiği husus üzerinde düşündüğümüz zaman
göreceğimiz şudur:
Bugün biz Müslümanlar topluluğunu
saran ve hayatımızın her alanına egemen olan tüm
rezillikler, -ki biz bunları önce kâfirlerden aldık, sonra
içimizde kök saldılar, bizzat bizim değerlerimiz hâline
dönüşerek ürediler- yüce Allah'ın ayette, getireceğini
vaat ettiği topluluğa ilişkin olarak dile getirdiği
niteliklerin karşıtlarıdır.
Şunu demek istiyorum: Bugün pratik
hayatta sergilediğimiz tüm rezillikler, şu noktada
özetleniyor: Bugünkü toplum Allah'ı sevmiyor, Allah da
onları sevmiyor. Kâfirlere karşı alçak, süklüm büklüm,
müminlere karşı zorba, tepeden bakmacı ve şiddetlidir.
Allah yolunda cihat etmez; her kınayanın kınamasından da
korkar.
İşte Kur'ân bu çarpıcı gerçeği bu
denli net ifadelerle muhataplarına anlatıyor. İstersen
şöyle de diyebilirsin: Bu, gaybî bir haberdir. Her şeyi
bilen ve her şeyden haberdar olan Allah, İslâm toplumunun
bir gün dinden döneceğini haber veriyor. Kuşkusuz bu,
terminolojik anlamda bir riddet değildir. Bir düşüş, bir
alçalış anlamında dinden dönüştür. Ulu Allah şu ayetlerde
bu hususa işaret etmiştir:
"Sizden kim onları
kendine veli yaparsa, o, onlardandır. Allah, zalim toplumu
doğru yola iletmez."
(Mâide, 51)
"Eğer Allah'a,
Pey-gambere ve ona indirilene inansalardı, onları
kendilerine veli yapmazlardı. Ama onlardan birçoğu yoldan
çıkmış insanlardır."
( Mâi- de, 81)
Allah, kendisine -dinine- yardım
etmeleri durumunda kendilerine yardım edeceğini vaad
etmiştir. Kendileri desteklemeseler ve onların güçlerine
katkıda bulunmasalar, düşmanlarını zayıflatacağına söz
vermiştir: "Eğer
Ehlikitap inanmış olsaydı, elbette kendileri için iyi
olurdu. İçlerinden inananlar da var; ama çokları yoldan
çıkmışlardır. Size eziyetten başka bir zarar veremezler.
Sizinle savaşsalar bile, size arkalarını dönüp kaçarlar,
sonra onlara yardım da edilmez. Nere-de bulunurlarsa,
onlara alçaklık (damgası) vurulmuştur. Meğer ki Allah'ın
ipine ve insanların ipine sığınmış olsunlar."
(Âl-i İmrân, 110-112)
"Meğer ki Allah'ın
ipine ve insanların ipine sığınmış olsunlar"
ifadesinden "İnsanların onları dost edinmeleri ve sonuçta
yüce Allah'ın onları insanlara egemen kılması suretiyle bu
zilletten çıkmaları mümkündür" şeklinde bir çıkarsamada
bulunmak uzak bir ihtimal değildir.
Sonra yüce Allah -bu pozisyonda
bulunan- İslâm toplumuna, bir topluluk ortaya çıkaracağını
vaat ediyor. Bunlar öyle bir topluluktur ki, Allah onları
sever, onlar da Allah'ı severler. Müminlere karşı alçak
gönüllü, kâfirlere karşı şiddetli ve onurludurlar. Allah
yolunda cihat ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından
korkmazlar. Daha önce de belirttiğimiz gibi, onlara
ilişkin olarak sayılan bu nitelikler, bugünkü İslâm
toplumunda izine rastlanmayan niteliklerdir. Ayetin
üzerinde iyice düşündüğümüz zaman, ayetin İslâm toplumunun
ileride ne tür rezilliklere duçar olacağını ve hangi
alçaltıcı durumlara düşeceğini ayrıntılı bir şekilde haber
verdiğini görürüz.
Bu rezilliklere ilişkin olarak, ahir
zamanda meydana gelecek kimi gelişmelerle ilgili
Peygamberimizden (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamlarından (onlara
selâm olsun) çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Bu
hadislerin bir kısmı art niyetli saptırmalardan ve
tahriflerden kurtulamamışsa da, bununla beraber bunlar
arasında, gelişmeler ve yaşanan pratik tarafından
doğrulanan haberleri içeren hadisler de vardır. Bun-lar,
yaklaşık olarak bin yıl önce kaleme alınmış ilk kuşak
âlimlerin eserlerinde yer almaktadırlar. Bu eserlerin çoğu
da gerçekten isnat edildikleri kişiler tarafından kaleme
alınmış; günümüze aktarılırken herhangi bir kayba
uğramamış ve birçok âlim tarafından onlardan
nakledilmiştir.
Kaldı ki, bu rivayetler, o gün için
henüz gerçekleşmemiş ve o sırada yaşayan insanların
beklemediği, tahmin etmediği ve edemeyeceği olaylara
ilişkin haberler veriyorlar. Dolayısıyla bunların
doğruluğunu kabul etmek ve vahiy membaından
derlendiklerini itiraf etmek bizim açımızdan kaçınılmaz
olmuştur.
Örneğin Kummî kendi tefsirinde
babasından, o, Süleyman b. Müs-lim el-Haşşab'dan, o
Abdullah b. Cerih el-Mekki'den, o Ata b. Ebi Ri-yah'dan, o
da Abdullah b. Abbas'tan şöyle rivayet eder: Resulullah
efendimizle (s.a.a) birlikte Veda Haccını yerine
getiriyorduk. O sırada Resulullah (s.a.a) Kâbe'nin
kapısına tutundu ve yüzünü bize çevirerek şöyle buyurdu: "Size
kıyametin işaretlerini haber vereyim mi?" O sırada onun en
yakınında Selman (r.a) bulunuyordu, dedi ki: "Evet, haber
ver ya Resulullah."
Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Kıyametin işaretlerinden biri namazın ortadan kalkması,
şehevî arzuların peşine düşülmesi, tutkulara yönelik
eğilimlerin artması, mala büyük değer verilmesi, dinin
satılarak karşılığında dünyalık şeylerin alınmasıdır. Bu
şartlar ortaya
çıktığında, gördüğü kötülükleri değiştirme gücünü kendinde
bulamamanın
verdiği ıstırapla müminin yüreği ve içi, suda tuzun
erimesi gibi erir."
Selman hayretle sordu: "Bu da mı
olacak ya Resulallah?" Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
tutan Allah'a yemin ederim ki, ey Selman! Bü-tün bunlar
olacak ve bu sırada onları zorba emirler, fasık vezirler,
zalim bilginler ve hain eminler yönetecektir."
Selman sordu: "Bunlar da mı olacak ya Resulallah?" Buyurdu
ki: "Evet, canımı elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki,
ey Selman, bütün bunlar olacak. Bu sırada münker (kötü)
maruf (iyi) olacak, maruf da münker olacak, haine
güvenilecek, güvenilen kimse ihanet edecek, yalan
söyleyenler tasdik edilecek ve doğru söyleyenler de
yalanlanacaklardır."
Selman, "Bütün bunlar olacak mı ya Resulallah?" diye sordu.
Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde bulunduran Allah'a yemin
ederim ki, ey Selman, bütün bunlar olacak ve bu sırada
kadınlar yönetici olacak, cariyelere danışılacak, çocuklar
minberlere oturacak, yalan bir beceri gibi algılanacak,
zekât bir kayıp, Müslümanların beytülmalını talan etmek
bir ganimet gibi görülecektir. Kişi anne ve babasına
eziyet edecek, buna karşın arkadaşına iyilik edecektir. Ve
kuyruklu yıldız doğacaktır."
Selman dedi ki: "Bunlar da mı olacak ya Resulallah?"
Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde bulunduran Allah'a yemin
ederim ki, ey Selman, bütün bunlar olacak ve o sırada
kadın kocasının ticaret ortağı olacak, yağmur normal
mevsiminde yağmayacak, sıcak mevsimlerde yağacak, cömert
insanlar olabildiğince sert ve kaba olacaklar, zor duruma
düşen yoksul insan küçümsenecektir. Bu sırada çarşılar
birbirlerine yakın olacaktır. Biri: 'Hiçbirşey satamadım'
diyecek, bir başkası: 'Hiç kâr et-medim' diyecektir.
Bundan dolayı Allah'ı suçlar gibi konuşacaklardır."
Selman, "Bunlar da mı olacak ya
Resulallah?" diye sordu. Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey Selman, bütün
bunlar olacaktır ve bu sırada başlarına bir kavim musallat
olacaktır ki konuşacak olsalar, boyunlarını vuracaklar;
susacak olsalar, her şeylerini mubah sayacaklar, mallarına
el koyacak, saygınlıklarını çiğneyecekler. Kanlarını
dökecek, yüreklerine korku salacak-lar. O sırada müminleri
korkak, ürkek, pısırık ve çekingen görürsün."
Selman, "Bunlar da mı olacak ya
Resulallah?" diye sordu. Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey Selman, bütün
bunlar olacak ve o sırada bir şey doğudan ve bir şey de
batıdan getirilecek ve bunlar ümmetimi etkileyip
yönlendirecektir. Vay ümmetimin zayıflarına, onların
elinden neler çekecekler, neler?! O zalimlerin de Allah'ın
azabından dolayı vay hâllerine! Bunlar küçüklere
acımayacak, büyüklere saygı göstermeyeceklerdir. Hiçbir
kusuru bağışlamayacaklardır. Onlarla ilgili haberler hep
çirkin ve ağza alınmayacak cinstendir. Bedenleri insan
bedeni, ama kalpleri şeytan kalbi olacaktır."
Selman, "Bunlar da mı olacak ya
Resulallah?" diye sordu. Resulul-lah buyurdu ki: "Evet,
canımı elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey
Selman, bütün bunlar olacak ve o sırada erkekler
erkeklerle, kadınlar da kadınlarla ilişkiye gireceklerdir.
Kızlar ailelerinin evinde kıskanılıp korunulduğu gibi
erkek çocuklar da kıskanılıp korunulacak-lar. Erkekler
kendilerini kadınlara, kadınlar da kendilerini erkeklere
benzetecekler. Kadınlar eğerlere bineceklerdir. Ümmetimden
onlara Allah'ın lâneti olsun."
Selman, "Bunlar da mı olacak ya
Resulallah?" diye sordu. Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey Selman bütün bunlar
olacak ve o sırada mescitler tıpkı Kilise ve Havralar gibi
yaldızlanacak. Mushaflar süslenecek, minareler uzun olacak,
saflar kalabalık, ama kalpler birbirlerine karşı nefretle
dolu olacak, dilleri farklı şeylerden söz edecektir."
Selman, "Bunlar da mı olacak ya
Resulallah?" diye sordu. Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey Selman, bütün
bunlar olacak ve o sırada ümmetimin erkekleri altın
takılarla süsleneceklerdir. İpek ve ibrişim giysiler
giyinecek, kaplan derisini alış veriş metaı hâline
getireceklerdir."
Selman dedi ki: "Bunlar da mı olacak,
ya Resulallah?" Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey Selman, bütün
bunlar olacak ve o sırada faiz çok yaygın olacak, gıybetle
ve rüş-vetle iş görülecektir. Dinin değeri düşecek, buna
karşılık dünyanın değeri yükselecektir."
Selman dedi ki: "Bunlar da mı olacak
ya Resulullah?" Buyurdu ki: Evet, canımı elinde bulunduran
Allah'a yemin ederim ki, ey Selman, bütün bunlar olacak ve
o sırada boşanmalar çoğalacak, Allah'ın koyduğu hiçbir
sınır, hiçbir hukuk gözetilemeyecektir. Tabi, bütün
bunların Allah'a bir zararı olamayacaktır."
Selman dedi ki: "Bunlar da mı olacak,
ya Resulallah?" Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey Selman, bütün
bunlar olacak ve o sırada şarkıcı cariyeler ve çalgı
aletleri ortaya çıkacak, ümmetimi, en kötü ve en şerli
fertleri yöneteceklerdir."
Selman, "Bunlar da mı olacak, ya
Resulallah?" diye sordu. Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey Selman, bütün
bunlar olacak ve o sırada ümmetimin zenginleri gezip
dolaşma amacıyla, orta hâlli olanları ticaret amacıyla,
yoksulları da gösteriş ve desinler için hacca
gideceklerdir. Bu sırada bazı topluluklar, Allah'tan
başkası için Kur'ân öğrenecek, Kur'ân'ı bir müzik melodisi,
bir çalgı gibi algılayacaklar. Diğer bazı topluluklar,
Allah'tan başkası için fıkıh öğreneceklerdir. O sırada
zinadan peydahlanan çocuklar çoğalacaktır. Kur'ân'ı
teğanniyle okuyacaklar ve dünya için birbiriyle
çekişecekler."
Selman, "Bunlar da mı olacak, ya
Resulallah?" diye sordu. Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey Selman, bütün
bunlar olacak ve o sırada haramlar çiğnenecek, bol
günahlar kazanılacak ve kötüler iyilere musallat
olacaklardır. Yalan her tarafı kaplayacak, inatçılık
insanların tipik bir davranışı hâline gelecek, yoksulluk
baş alıp gidecektir. İnsanlar giysilerle birbirlerine
karşı övüneceklerdir. Üzerlerine yağmur mevsimi dışında
yağmur yağacaktır. Vakit geçirmek amacıyla tavla, satranç
gibi oyunlar oynamayı ve müzik dinlemeyi hoş
karşılayacaklardır. Marufu emretmeyi ve münke-ri
nehyetmeyi hoş karşılamayacaklardır. Öyle ki, o dönemde
bir mümin, toplumun en zelil kimsesi hâline gelecektir.
Hafızlar ve zahitler birbirlerini kınayacaklar, fakat her
iki grup da göklerin melekûtunda 'pisler ve necisler'
olarak anılacaklardır."
Selman dedi ki: "Bunlar da mı olacak,
ya Resulallah?" Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey Selman, bütün
bunlar olacak ve o sırada zengin yoksul düşmekten başka
bir şeyden korkmayacaktır. Öyle ki, bir dilenci, iki cuma
arası el açıp dilenecek, ama bu süre içinde kimse avucuna
bir şey koymayacaktır."
Selman dedi ki: "Bunlar da mı olacak,
ya Resulallah?" Buyurdu ki: "Evet, canımı elinde
bulunduran Allah'a yemin ederim ki, ey Selman, bütün
bunlar olacak ve o sırada 'Ruveybiza' konuşacaktır."
Selman dedi ki: "Anam babam sana kurban olsun, ya
Resulallah, 'Ruveybiza' nedir?" Buyurdu ki: " Halkın
geneli hakkında, o güne kadar konuşmayan bir kimse
konuşacaktır. Fakat ondan sonra fazla yaşamayacaklardır.
Çok geçmeden yeryüzünden korkunç bir ses duyulacak. Her
topluluk o sesin kendi bölgelerinden geldiğini
düşünecektir. İnsanlar Allah'ın dilediği bir süre kadar
bekledikten ve kafaları üzerine yere geldikten sonra
yeryüzü gizlediği madenleri dışarı atacaktır. Yani, altın
ve gümüşü." -Peygamberimiz o sırada sütunlara eliyle
işaret ederek;- "Bunlar gibi." dedi, "Ama o gün ne altın,
ne de gümüş fayda verecektir. İşte
'Onun belirtileri
geldi.' ayetinin anlamı budur."
[Tefsir-ul Kummî, c.2,
s.303-307]
Ravzat-ul Kâfi adlı eserde, Muhammed
b. Yahya'dan, o Ahmed b. Muhammed'den, o bazı
arkadaşlarından, yine Ali b. İbrahim, babasından, o İbn-i
Ebi Umeyr'den, bunların tümü, Muhammed b. Ebi Ham-za'dan,
o da Hamran'dan şöyle rivayet eder: İmam Cafer Sadık (a.s),
-yanında Abbasi halifelerinden ve Şiîlerin onların
yanındaki olumsuz durumlarından söz edildiği bir sırada-
şöyle buyurdu: "Halife Ebu Caf-er Mansur'la beraber
yürüyordum. O bir kafileyle beraber atına binmişti,
arkasında ve önünde atlılar vardı. Bense bir eşeğe binmiş
ve yanında yol alıyordum. Bana dedi ki: Ey Ebu Abdullah!
Allah'ın bize verdiği güçten, bizim için açtığı üstünlük
ve onur kapılarından dolayı sevinmen, hilâfet için senin
ve Ehlibeyti'nin bizden daha lâyık olduğunu söylememen,
dolayısıyla bizi kendin ve diğer insanların aleyhine
tahrik etmemen gerekir."
"Dedim ki: 'Kim benim adıma bu
sözleri sana ulaştırmışsa, yalan söylemiştir.' Dedi ki: 'Yemin
eder misin?' Dedim ki: 'İnsanlar büyücüler gibidirler.
Senin kalbini bana karşı çelmek istiyorlar. Onları
dinleyerek buna imkân verme. Çünkü biz sana, senin bize
olan ihtiyacından daha fazla muhtacız.' Bana dedi ki: 'Hatırlıyor
musun, bir gün sana; 'Bizim mülkümüz olacak mıdır?' diye
sormuştum, sen de; 'Evet, uzun, geniş ve zorlu bir
hakimiyetiniz olacak. Size mühlet verilecek ve dünyanız
geniş tutulacak. Ta ki bizden birimizin dokunulmaz olan
kanını haksız yere, haram beldede ve haram ayda dökünceye
kadar.' demiştin. Baktım ki, sözlerimi unutmamış, dedim ki:
'Umarım yüce Allah, seni bundan uzak tutar. Çünkü
özellikle seni anmamıştım. O, rivayet ettiğim bir hadisti.
Bakarsın, senin ailenden bir başkası bu işi üstlenir.'
Bunun üzerine halife sustu."
"Evime döndüğümde dostlarımızdan biri
geldi ve şöyle dedi: Sana
kurban olayım, seni
Ebu Cafer'in kafilesinde gördüm. Sen bir eşeğe bin-miştin,
o da ata binmişti. Yukarıdan, seninle konuşuyordu, sen de
ondan aşağıdaydın. Bu manzara karşısında kendi kendime
dedim ki: 'Şu Allah'ın insanlar için görevlendirdiği
hüccettir, bu hususta uyulması gereken emir sahibidir. Bu
da zorbalıkla muamele eden biridir. Peygamberin
evlâtlarını öldürüyor, Allah'ın sevmeyeceği şekilde yer yüzünde
kan döküyor. Ama o ata biniyor, sen ise eşeğe biniyorsun!
İçime bir kuşku düştü. Öyle ki dinimden ve canımdan yana
endişeye düştüm."
"Ona dedim ki: 'Eğer etrafımdaki,
önümdeki, arkamdaki, sağımdaki ve solumdaki melekleri
görseydin, onun içinde bulunduğu durumu küçümserdin.'
Bunun üzerine bana şu karşılığı verdi: "İşte şimdi, kalbim
huzura kavuştu."
"Sonra adam dedi ki: 'Bunlar daha ne
zamana kadar saltanat sürdürecekler veya ne zaman
bunlardan yana rahata kavuşacağız?' Dedim ki: 'Her şeyin
bir süresinin olduğunu bilmiyor musun?' Dedi ki: 'Biliyorum.'
Dedim ki: Bu işin zamanı geldiğinde, bir göz açıp kapama
anı kadar çabuk olacağını bilmek sana bir fayda verir mi?
Eğer onların Al- lah katındaki hâllerinin nasıl olduğunu
bilseydin, onlara karşı daha bü- yük bir nefret beslerdin.
Sen ve yeryüzündeki bütün insanlar, onları böylesine büyük
bir vebalın altına sokmaya çalışsaydı, yine de buna güç
yetiremezdiniz. Şeytan senin metanetini bozup kararsızlığa
düşürmesin. Onur ve üstünlük Allah'ın, Resulünün ve
müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler."
"Bilmez misin ki, bizim
egemenliğimizi bekleyen, gördüğü eziyetlere ve korkulara
karşı sabreden kimse, yarın bizimle beraber olacaktır? Bu
nedenle sen, hakkın öldüğünü, hak ehlinin yok olduğunu,
zulmün tüm şehirleri sardığını gördüğünde, Kur'ân'ın
eskidiğini, Kur'-ân'da olmayan asılsız şeylerin
uydurulduğunu, Kur'ân yorumlarında he- va ve hevesin esas
alındığını; dinin tıpkı bir kabın tersyüz edildiği gibi,
tersyüz edildiğini; batıl taraftarlarının hak ehline
üstünlük sağladıklarını; kötülüğün açık olduğunu; kimsenin
kötülükten menedilmediğini ve kötülük işleyenlerin mazur
görüldüğünü; fasıklığın her yanı kapladığını; erkeklerin
erkeklerle, kadınların da kadınlarla (cinsel anlamda)
yetindiğini; müminin suskun olduğunu, sözlerinin kabul
görmediğini; buna karşın fasıkın yalan söylediği hâlde,
yalanına ve iftirasına itiraz edilmediğini; küçüğün büyüğü
küçümsediğini; akrabalık bağlarının koptuğunu;
günahlarıyla övünen kimselere gülünüp geçildiğini,
sözlerine karşı çıkılmadığını; kadınların verdiği şeyi
oğlanların verdiğini; kadınların kadınlarla evlendiğini;
övgünün arttığını; erkeklerin, malı Allah'a kulluk sunma
maksadı dışında infak ettiğini, bundan menedil-
mediklerini ve kimsenin onların ellerinden tutmadığını;
insanların Allah yolunda çabalayan bir mümini bu hâlde
gördüklerinde Allah'a sığındıklarını; komşunun komşusuna
eziyet ettiğini ve bundan menedil- mediğini; kâfirin
müminlerin içinde bulundukları duruma sevindiğini;
yeryüzünü kaplayan bozgunculuktan hoşnut olduğunu; içkinin
açıktan içildiğini, Allah'tan korkmayan insanların içki
sofralarında bir araya geldiklerini; marufu emretmenin çok
cılız olduğunu; fasıkın, Allah'ın sevmediği işleri
yapmakta güçlü olduğunu, bundan dolayı övüldüğünü; mücize
ve keramet sahibi
insanların tahkir edildiklerini, onları sevenlerin
horlandıklarını; hayır yolunun terk edildiğini, buna
karşılık kötülük yolunun izlendiğini; Allah'ın evinin
işlevsiz olduğunu, insanlara onu terk etmelerinin
emredildiğini; kişinin yapmadığını dediğini; erkeklerin
erkeklerle, kadınların kadınlarla cinsel ilişkiye girmeyi
arzuladıklarını; erkeğin makatını, kadının da cinsel
organını kullandırarak geçimini sağladığını; kadınların da
tıpkı erkekler gibi kendi aralarında toplantılar
düzenlediklerini; Abbasoğulları arasında eş cinselliğin
yayıldığını; bir kadının kocası için kına sürünmesi ve
taranması gibi, boya sürünüp tarandıklarını; erkeklerin
cinsel arzuları için mal harcadıklarını; erkeğe rağbet
edildiğini, erkeklerin onu elde etmek için rekabet
ettiklerini, onu kıskandıklarını; mal sahibinin müminden
daha üstün ve izzetli görüldüğünü; faizin yaygın ve
kimsenin faiz esaslı muamele yapmaktan dolayı
ayıplanmadığını; kadınların zina etmekle övündüklerini;
kadının kocasını erkeklerle cinsel ilişkiye girmeye
hazırladığını; insanlar arasında en çok saygı gören ve en
iyi olarak nitelendirilen evin, kadınların fuhuş
yapmalarına yardımcı olan ev olduğunu; müminin mahzun,
horlanmış, ezik olduğunu; bidatların ve zinanın yaygın
olduğunu; insanların yalan şahitliği alışkanlık hâline
getirdiklerini; haramların helâlleştirildiğini, helâllerin
haramlaştırıldığını; dinî meselelerin kişisel görüşle
çözüldüğünü, Kur'ân'ın ve hükümlerinin işlevsiz
kılındığını; geceleri kimsenin Allah'a isyan etmekten
çekinmediğini; müminin kötülüğü ancak kalbiyle inkâr
edebildiğini; büyük servetlerin Allah'ı gazaplandıracak
alanlarda harcandığını; yöneticilerin küfür ehline yakın
durduklarını, hayır ehlinden uzaklaştıklarını;
yöneticilerin hükmederken rüşvet aldıklarını;
yöneticiliğin malı ve gücü çok olan kimselerin elinde
olduğunu; birbirlerinin mahremi olan erkek ve kadınların
birbirleriyle yetinip evlendiklerini; adamın bir töhmetten
ve bir zandan dolayı öldürüldüğünü; erkeğin oğlanla aşk
yapmak için canını ve malını feda etmekten çekinmediğini;
erkeğin kadınlarla ilişki kurmaktan dolayı ayıplandığını;
erkeğin karısının fuhuş yaparak kazandığı malı yediğini ve
üstelik bundan haberinin olduğunu, onun bu işini bizzat
kendisinin yönettiğini; kadının kocasına baskı yaptığını,
onun istemediği şeyleri yaptığını, kocasının nafakasını
verdiğini; adamın, karısını ve cariyesini kiraya verdiğini
ve çok kötü yiyecek ve içeceklere razı olduğunu; Allah
adına yalan yeminlerin çokça edildiğini; kumarın serbest
olduğunu; içkinin açıktan satıldığını ve hiç kimsenin buna
engel olmadığını; kadınların kendilerini küfür ehline
peşkeş çektiklerini; eğlence yerlerinin serbest olduğunu,
kimsenin kimseyi oralardan menetmediğini, kimsenin buna
cesaret edemediğini; onurlu insanların iktidara
gelmelerinden korkulan kimselerce aşağılandıklarını;
yöneticilerin en yakın kimselerin, biz Ehlibeyt'e sövmekle
övünen kimseler olduğunu; bizi sevenlere zulüm yapıldığını;
şahitliklerinin kabul edilmediğini; insanların yalan
söylemek hususunda birbirleriyle yarıştıklarını; insanlara
Kur'ân'ı dinlemenin ağır geldiğini, buna karşın batıl
sözler dinlemekten hoşlandıklarını; komşunun komşuya
dilinden çekindiği için iyilikte bulunduğunu; ilâhî
hadlerin geçersiz kılındıklarını, insanların bu hususta
keyiflerine göre hareket ettiklerini; mescitlerin
süslendiklerini; insanlar arasında en doğru sözlü olarak
bilinen insanın yalancı ve müfteri kimseler olduklarını;
kötülüğün ve söz taşımanın açığa çıktığını; fuhşun
yayıldığını; gıybetin zevk veren bir uğraş gibi
algılandığını ve insanların bunu birbirlerine
müjdelercesine aktardıklarını; insanların Allah rızasının
dışındaki bir amaçtan dolayı hacca gitmek ve cihada
katılmak istediklerini; iktidar sahibinin kâfirin hatırı
için mümini ezdiğini; harabenin bayırdan daha revaçta
olduğunu; insanın geçimini, eksik tartıp ölçmekle temin
ettiğini; kan dökmenin önemsenmediğini; kişinin dünyevî
amaçlar için liderlik peşinde olduğunu; başkaları
kendisinden korksunlar ve meselelerini ona götürsünler
diye sivri dilli biri olarak bilinmeye çabaladığını;
namazın önemsenmediğini; büyük bir servete sahip olan
kimselerin buna sahip oldukları günden beri zekâtını
vermediklerini; ölünün mezarından çıkarılıp eziyet
edildiğini ve kefeninin satıldığını; toplumsal
çalkantıların çoğaldığını; adamın akşam çakırkeyif,
sabahları da sarhoş olduğunu, insanların durumuna aldırış
etmediğini; insanların hayvanlarla ilişkiye girdiklerini;
hayvanların birbirlerini parçaladıklarını; insanların
mescitlerine gidip döndüklerinde üzerlerinde giysilerinin
bulunmadığını; insanların kalplerinin katılaştığını,
gözlerinin donduğunu; Allah'ı anmanın kendilerine ağır
geldiğini; haram yemenin yaygın bir alışkanlık hâline
geldiğini; insanların haram yeme hususunda birbirleriyle
yarıştıklarını; namaz kılanın insanların görmesi için
namaz kıldığını; fakihin dinî bir amaç gütmeden, dünya ve
liderlik için fıkıhla ilgilendiğini; insanların galip
gelenin yanında yer aldıklarını; helâlin peşinde olanın
yerildiğini, ayıplandığını, buna karşılık haramın peşinde
olanın övüldüğünü, sayıldığını; Haremeyn'de (Mescid-i
Haram ve Mescid-i Nebi'- de) Allah'ın sevmediği işlerin
yapıldığını ve kimsenin buna engel olmadığını, oralarda
çirkin işlerin yapılmaması için çaba gösterecek kim- senin
bulunmadığını; Haremeyn'de alenen çalgı çalındığını; bir
adamın hak bir şey söylerken, marufu emredip münkeri
yasaklamaya çalışırken birinin kalkıp ona öğüt verdiğini
ve ona acıyan bir edayla, 'Bunlar sana kalmamış!' dediğini;
insanların birbirlerine bakarak kötü kimseleri önder
edindiklerini; hayır yolunun boş, kimse tarafından
izlenmediğini; cenazeyle alay edildiğini, ama kimsenin
buna karşı çıkmadığını; her geçen yıl bidat ve
kötülüklerin arttığını; halkın ve meclislerin sadece
zenginlere tâbi olduklarını; yoksullara alay edilerek bir
şeyler verildiğini ve Allah rızasının dışındaki bir amaç
güdülerek yoksullara yardım edildiğini; göklerdeki
ayetlerden kimsenin ürkmediğini; insanların tıpkı
hayvanlar gibi alenen çiftleştiklerini; insanların
tepkisinden korktukları için kimsenin bir kötülüğe karşı
çıkamadığını; kişinin Allah rızasının dışındaki bir amaç
uğruna çokça mal harcayabildiğini, ama Allah rızası için
en ufak bir harcamada bulunmaktan dahi kaçındığını; anne
ve babaya kötü davranmanın normal bir davranış hâline
geldiğini; anne ve babaların horlandıklarını; anne ve
babaların çocuklarının yanında insanların en kötüsü hâline
geldiklerini; evladın anne ve babasına iftira etmekten
hoşlandığını; kadınların iktidara geldiklerini, her şeye
egemen olduklarını ve onların keyiflerine göre hareket
edildiğini; adamın oğlunun babasına iftira attığını; anne
ve babasına bedduada et- tiğini ve ölmelerinden dolayı
sevindiğini, kişinin bir günü büyük bir günah işlemeden
veya ölçü ve tartıyı eksik ölçüp tartmadan veya zina
etmeden ya da içki içmeden geçirdiğinde buna üzüldüğünü,
teessüf ettiğini; iktidar sahiplerinin yiyecekleri
stokladıklarını; akrabaların mallarının batıl yolda
harcandığını, onlarla kumar oynandığını, içki içildiğini,
içkiyle tedavi yapıldığını, hastalara içki içmelerinin
tavsiye edildiğini, onunla şifa bulacakları sanıldığını;
insanların marufu emretme ve münkeri yasaklama görevini
terk etme, bunu bir görev olarak yerine getirmeye
yanaşmama hususunda eşit hâle geldiklerini; münafıkların
ve nifak ehlinin rüzgarının estiğini, hak ehlinin
rüzgarınınsa depreşmediğini; ezan okumanın ve namaz
kılmanın ücret karşılığı yapıldığını; mescitlerin
Allah'tan korkmayanlar tarafından doldurulduğunu; bunların
oralarda gıybet etmek, hakkın taraftarlarının etini yemek
ve birbirlerine şarap içmelerini anlatmak için bir araya
geldiklerini; sarhoş kimsenin ne dediğini anlamayacak
durumda olduğu hâlde insanlara namaz kıldırdığını; sarhoş
olduğu için kınanmadığını, tam tersine sarhoş olduğunda
saygı gördüğünü, sakınıldığını, korkulduğunu, kendi hâline
bırakıldığını, herhangi bir cezaya çarptırılmadığını,
sarhoşluğunun bir mazeret kabul edildiğini; yetimlerin
mallarını yiyenlerin salih insanlar olarak övüldüklerini;
yargıçların Allah'ın emrettiğinin aksine yargılamada
bulunduklarını; yöneticilerin bir çıkar beklentisi
yüzünden hainleri güvenilir adamlar olarak yanlarında
tuttuklarını; yöneticilerin mirası günah ehline, Allah'a
karşı gelmekte cüretkâr davranan kimselere verdiklerini ve
bunların mirası diledikleri gibi harcamalarına göz
yumduklarını; minberlerden insanlara takva emredildiğini,
buna karşın takvayı emredenlerin dediklerini
yapmadıklarını; namazı vaktinde kıl- manın önemsenmediğini;
sadakanın aracılar vasıtasıyla verildiğini ve bu hususta
Allah'ın rızası yerine insanların hoşnutluğunun esas
alındığını; insanların bütün dertlerinin mideleri ve
cinsel organları olduğunu; ne yediklerine ve kiminle
ilişkiye girdiklerine bakmadıklarını; dünyanın böyle
insanlara yöneldiğini; hakkın belirtilerinin silinmeye yüz
tut- tuğunu gördüğün zaman, oldukça dikkatli ol, ihtiyatlı
davran ve yüce Allah'tan kurtuluş dile. Bil ki, o insanlar
yüce Allah'ın korkunç gazabının kapsamı içindedirler ve
Allah, dilediği bir şeyden dolayı onlara mühlet
vermektedir."
"Sürekli olarak kendini kontrol et.
Yüce Allah'ın, onların durumundan farklı bir durumda seni
görmesi için çalış. Eğer sen onların arasındayken Allah'ın
azabı onların üzerine inecek olursa, bir an önce Allah'ın
rahmetine kavuşmuş olursun; yok eğer, onlara azap iner de
sen bekletilirsen, onların Allah'a karşı takındıkları
cüretkâr tutumun cezasının kapsamının dışında tutulmuş
olursun. Bil ki, yüce Allah iyi insanların ecrini zayi
etmez. Allah'ın rahmeti iyi insanlara yakındır."
[Ravzat-ul Kâfi, c.8,
s.36-42]
Ben derim ki: Bu anlamları
içeren ve gerek peygamber efendimizden (s.a.a), gerekse
Ehlibeyt İmamlarından (a.s) rivayet edilen hadislerin
sayısı oldukça fazladır. Ancak bizim burada naklettiğimiz
iki hadis, anlam ve mesaj itibariyle bunların en
kapsamlılarıdır.
Ahir zamanla ilgili haberleri içeren
hadisler, "Ey
inananlar, sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah,
yakında öyle bir toplum getirecektir ki O onları sever,
onlar da O'nu severler. Müminlere karşı alçak gönüllü,
kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda
cihat ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar."
ayetinin genel olarak işaret ettiği gelişmelerin birer
ayrıntılı açıklaması niteliğindedir. Allah doğrusunu
herkesten daha iyi bilir.
|