Kumların
üzerinden yavaşça süzülüp taşların arasından geçen
hafif rüzgarın okşamasıyla, suyun yüzeyi
titriyordu. Göletin kenarı, dalgaların vurmasıyla
bir tazelik bulmuştu. Bazen de düşen bir yaprak,
suyun hareketine kapılıyordu. Dağlar, saldıkları
gölgeleriyle, tabiatın görkemini canlandırıyordu
âdeta. İç içe geçmiş bol kıvrımlı dereler, çölün
esrarengiz enginliğinde kayboluyordu. Ufukta küçük
bir bulut parçası görünüyordu ve geniş kumsalların
üzerinde kuşlar uçmaktaydı. Her yeri derin bir
sessizlik almıştı. Gökyüzü de çölün sessizliğinin
bir fotoğrafıydı. Varlığın terennümünden başka bir
ses duyulmuyordu.
Zaman
heyecanlı bir olayın beklentisi içindeydi ve
tabiat, kulağa hoş gelen bir melodiye kucak
açmıştı...
Hassas
dakikalar geçti...
Ses
dalgaları boşluğu yarıp dağların derinliklerinde
çınlayıp güneş ışınlarına karışarak göletin
yüzeyine vurmaktaydı...
Su
titriyor ve ebediyete kadar uzanacak okşayıcı
dalgalarını yükseltiyordu...
Yükselen
bu dalgalar çok geçmeden göletin sınırlarını
aşacak, uçsuz bucaksız çöllerin sonlarına, yüksek
dağların tepelerine, derin derelerin diplerine,
sessiz kırların üzerine, mavi gökyüzünün
kubbesine, meleklerin mekânı göklerin perdelerine,
düşünce ve ruhların derinliklerine ve insanlık
tarihinin geleceğine kadar ulaşacak; derin, yaygın
ve kalıcı etkisini gösterecekti...
O gün, o
ıssız çölde, o kalabalık toplantıda söylenen temiz
ve güzel sözler, hayat veren bir ruh gibi canlara
işledi ve karanlıkları yaran bir nur gibi kalplere
ışık saçtı. Sözler; eğitim ve öğretim tarihinin en
parlak sözleri... İnsanlığın geleceğine önem
veren, insanlık kervanı yolunu şaşırmasın diye
didinen bir önderin aşk dolu kalbinden coşan
sözler... Evrenin ve insanın ebedî saadetinin
temellerini kendinde barındıran, vahiy semasından
doğan nurlu sözler... Develerin mahfelerinden ve
dağın eteklerinin sağlam taşlarından oluşan tabiî
bir minberin üzerinden, çölün öğlen vaktinin
berrak havasında, çölün sakinleştirici
atmosferinde, düşüncelerin değişik olduğu bir
ortamda, gafil beşere varlık hedefini hatırlatan,
onu yaratılışın sır perdelerini aralamaya,
kâinatın azameti üzerinde düşünmeye zorlayan,
kentlerin sınırlı muhitinden eser olmayan,
alışılmış yerleşim bölgelerinin kapı ve
duvarlarından bir iz bulunmayan ve insan ruhunun
âdeta beyaz bir sayfa gibi her gerçeği
kabullenmeye hazır olduğu bir yerde söylenen
sözler...
Sözlerin
sahibi; kâinatın seçilmişi, varlığın sırrına erip
sözcülüğünü yapan, eğitim ve öğretimin ağır
zahmetinin heyecanında bir ömür tüketen, toplumun
düşüncelerinin ıslâhı için canını ortaya koyan ve
kurtuluş dininin yayılması için 23 yıl boyunca
çaba sarf eden melekûtî bir önder... Şefkat dolu
bir ıslâhçı... Candan aziz bir öğretmen...
Evet,
Hz. Muhammed’den söz ediyorum... O aziz yol
gösterici, o fedakâr eğitici, o sevgi ve erdem
kaynağı önderden.
Muhatapları; yârân ve ashabı... Hac farizasını, o
siyasî-içtimaî ibadeti henüz yerine getiren,
haccın gurur ve bencillik duygusunu söküp atan
sahnelerini yeni yaşamış olan, ibadet ve yakarışın
mutluluk ve sefasını ruhlarında hisseden
Müslümanlar...
İşte,
sonsuza dek sürecek en kapsamlı saadet ve ahlakî
tekâmül projesinin tasarlandığı böylesi hassas bir
zamanda, dinin beka sırrının aşikâr olacağı ve
yaratılışın nihaî neticesinin açık bir şekilde
tecelli edeceği dakikalarda vahyin dili konuşuyor,
pak göğsünde parlayan vahiy nuru, düşünce ve
ruhların sayfalarına nakşediyor... Peygamberlerin
tarih boyu çektiği zahmetleri, onun 23 yıllık
çabalarıyla birlikte şimdi şu birkaç saatte
özetleniyor... Beşeriyetin saadet ve hidayet
programı kıyamete kadar düzenleniyor...
Öyleyse
insanlığın tarihidir bu anlar; geçmişi ve
geleceğidir...
Kâinatın
yaratılış sebebinin tecellisidir bu nurlu
dakikalar...
İnsanlığın baş öğretmeninin eli üzerinde, çölün
yakıcı sıcağında, yığınla insanların ve seçkin
Müslümanların huzurunda, beşer üstü bir şahıs
tanıtılıyor insanlığa; tarihin seyrini
değiştirecek, tevhit bayrağını sonsuza dek
dalgalandıracak, âlemi baştan başa tevhit
öğretilerinin nüfuzu altına alacak bir şahıs...
Yüce
İslâm Peygamberi, ebedî saadet önderini o
kalabalık topluluğa şu şekilde tanıttı:
“Kime
ben mevlâ isem, Ali ona mevlâdır...”
Bu sözü,
o çölde bulunan herkes, hatta kalabalığın en kenar
noktasında bulunanlar yada izdiham ve sıcaktan
dolayı çadırlarına sığınanlar bile duydular ve
Ali’nin elini Resulullah’ın elinde gördüler.
Peygamber (s.a.a) bu açık ve canlı tanıtımla,
eğitim ve öğretim vazifesini tamamladı, ağır ve
nihaî görevini sona erdirdi... Ve dünya tarihinde
hareketli bir dalga oluştu, vahyin kaynağından
kaynaklanan, onun iradesiyle oluşan bir dalga...
Ve adalet, eşitlik, cesaret ve iman yelkenleriyle
hareket eden insanlık gemisini, zamanın engin
okyanusunda, mutluluk ve saadet sahiline doğru
hareket ettirdi...
|