Menüye git
3 -
İnsan Türünün Toplumsal Oluşunun Anlamı:
İnsan türünün toplumsal
bir tür olduğu, devamlı toplu halde yaşadığı ve fertlerin
elele vererek yardımlaşma yoluyla ihtiyaçlarını giderdikleri
şüphe götürmeyen bir gerçektir. Ancak, acaba insan bu
işbirliği be yardımlaşmayı ilk tabiatı gereği mi yapmak
istiyor? Yani ilk baştan kendi faaliyetlerini diğer insanlarla
yardımlaşarak yapmak ve bu toplu çalışmanın sağlayacağı
sonuçtan toplumdaki katkısı kadar pay almak mı istiyor? Bizim
idrak edebildiğimiz şu ki, insan tabiatı gereği bir takım
ihtiyaçlara sahiptir. Bu isteklerini tatmin etmek için sahip
olduğu güç ve araçları işleten hislere de sahiptir. Bu aşamada
bir fert diğer insanların ihtiyaç ve isteklerinden
habersizdir.
İnsan kendi ihtiyaçlarını
gidermek için her vesileden yararlanır. Kendi maksadına
ulaşmak için yeryüzündeki maddelerden, mesela bitki ve ağacın
kökünden tutun, budak, meyve ve yapraklarına kadar bütün
bölümlerinden, çeşitli hayvanlar ve onların ürünlerinden kendi
ihtiyaçlarını gidermek için yararlanmaktadır. Yani bunları
kendi hizmetine alarak kendi ihtiyaçlarını gidermeye
çalışıyor. Acaba böyle bir hale sahip -yani bulduğu her şeyi
kendi hizmetine sokmak isteyerek onun ürünlerinden yararlanan-
insanoğlu kendi türünden olan insanlarla karşılaştığında saygı
göstererek, onlara karşı daha başka türlü mü davranır? Safa ve
sevgiyle onlara yardım ve işbirliği elini uzatarak,
diğerlerinin çıkarlı uğruna kendi çıkarlarından göz mü yumar?
Kesinlikle hayır.
İnsan bir taraftan tek
başına temin etmeye muktedir olmadığı ihtiyaçlarını göz önüne
alıyor ve bu ihtiyaçların diğer insanlar tarafından temin
edilebileceğini düşünüyor, diğer yandan buna varolan güç,
istek ve arzular diğer insanlarda da mevcuttur. Bunun kendi
çıkarlarını savunup onlara göz yummadığı gibi diğer insanlar
da böyledir. Bu yüzden mecbur olarak toplumsal yardımlaşmayı
kabul eder. Kendi çabasının ürünlerinden bir kısmını diğer
insanların çıkarlarını temin etme yolunda verir Karşılığında
kendi ihtiyaçlarını gidermek için ihtiyaç duyduğu miktarı
diğer insanların çabalarının ürünüyle karşılar. Gerçekte
(insan toplumsal yardımlaşmayı kabul ederek) durmadan çalışan
bir genel ticaret ve alış-veriş çarşısına girmiş oluyor. Bu
çarsıda her türlü hayat malzemesi satılıyor. Neticede toplumun
çabasından ele gelen ürünler üst-üste toplanmakta ve herkes
kendi toplumsal ağırlığı, yani topluma sunduğu iş miktarınca
sözkonusu üründen payını alıyor ve payına düşen miktarla kendi
ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyor.
Bu açılamadan, insanın
kendi çlarılarını korumayı sevdiğinden, ilk tabiatı gereği
diğer insanları da kendi çıkarı uğrunda hizmete almak ve
onların çabalarının ürününden yaralanmak istediği gerçeği
ortaya çıkıyor. Toplumsal yardımlaşmaya boyun eğmesi ise,
sadece başka çıkar yolu bulmadığından ve mecbur
kaldığındandır. Çocukların durumu incelenecek olursa, konu
daha iyi anlaşılır. Bilindiği gibi çocuk gönlünden geçen her
şeyi ister. Ağlamak suretiyle de istekleri üzerindeki ısrarı
belirtir. Ama çocukluk dönemini yavaş yavaş geride bırakıp
toplumsal çevre ve şartlar içerisinde yavaş yavaş yer almaya
başladığında, bazı isteklerinden vaz geçer. Toplum içerisinde
kesin yerini alıp, toplumsal bir yapı kazandıktan sonra boş
isteklerini tamamen unutur.
Bu konunun diğer bir
şahidi ise şudur; normal olarak görüyoruz ki, bir insan diğer
insanlara nisbetle daha fazla bir güç elde ettiğinde
pervasızca toplumsal yardımlaşma ve onun gereklerini ihlal
ediyor ve diğer fertleri kendi hizmetine sokmaya çalışarak
onların emeklerinden oluşan ürünü, karşılık ödemeden kendine
tahsis ediyor.
Allah-u Teâlâ bu
toplumsal yardımlaşmaya işaretle şöyle buyurmaktadır:
“Onlar mı Rabbi’nin
rahmetini pay edecekler? Bizi geçimlerini aralarında
paylaştıran, dünya yaşayışında ve bir kısmı bir kısmına hizmet
etsin diye (birbirlerine hizmet etmeleri için) bazılarını
derece bakımından bazılarına üstün halkettik...”
Ayet-i Kerime, insanın
toplumsal yardımlaşmasının gerçeğine işaret edere, insanlardan
her bir ferdin hayat için gerekli olan şeylerden birinde
diğerlerinden üstün olduğunu ve neticede fertlerin muhtelif
yönlerden birbirlerinden farklı olduklarını ve her kesin üstün
olduğu şeyde diğerlerini musahhar ettiğini (egemenlik
kazandığı) ve onların çabalarını kendi yararına kullandığını,
neticede bir elbiseyi oluşturan dokular gibi fertlerin de
toplumsal birimi oluşturduğunu belirtmektedir.
Yine buyuruyor ki:
“... Doğrusu insan
pek zâlim ve çok nankördür.”
Ve yine buyuruyor ki:
“Zira o (insan)
zulmeden ve cahildir.”
Bu ayet-i kerimelerde de
insanda varolan doğal istihdam (diğerlerini kendi hizmetine
almayı istemek) garizesine işaret olunmuştur. İnsan bu garize
yüzünden diğer insanların hakkına tecavüz etmeye yönelir ve
onlara ait çıkarlara sahiplenmek ister.
|