Menüye git
4- Vicdan Çağrısı
Geçmiş bölümlerde
değindiğimiz bazı çağdaş yazarların getirdiği yoruma göre
nübüvvet, insanı toplumsal reformlara başvurmaya çağıran
vicdanın çağrısına uyma neticesinde kıyam etmek ve baş
kaldırmaktan ibarettir. Ancak Kur’an-ı Kerim’den anlaşılan bu
görüşün tam aksidir. Çünkü Allah-u Müteal şöyle buyuruyor:
“Ve cana ve onun
azasını düzüp koşana (andolsun) ona kötülüğünü de kendini
korumasını da ilham etmiştir.”
Bu ayet-i kerimenin
açıkladığı üzere, her insan Allah’ın vermiş olduğu vicdan ve
fıtrat gereği davranış ve tutumunun iyisini kötüsünü
birbirinden ayıredebilmektedir, doğruluk ve iyiliğe yönelmek
çağrısı her insanın yaratılışında mevcuttur; ancak şu var ki
bazıları fıtrattan gelen o çağrıya uyarak kurtuluşa ererler,
bazılarıysa ona uymayarak felakete doğru giderler. Nitekim
sonraki ayette şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun ki kim,
kendisini iyice temizlemişse kurtulmuştur ve andolsun kikim
kendisini kirletmiş kötülüğe gömmüşse ziyana girmiştir.”
Eğer nübüvvet ve risalet
bu vicdan çağrısının etkisiyle oluşmuş bir şey olsaydı, böyle
bir vicdan bütün insanlarda bulunduğundan herkes nübüvvet ve
peygamberliğe sahip olurdu. Halbuki Allah-u Muteal bu makamı
(peygamberliği) sadece belli şahıslara mahsus kılmıştır. Nasıl
ki şu ayette buyuruyor:
“Bir ayet geldi
mi, ‘Allah’ın peygamberlerine geldiği gibi bize de bir ayet
gelmedikçe kesin olarak inanmayız’ derler. Peygamberliğini
kime vereceğini Allah (daha iyi) bilir...”
Bu ayet bildiriyor ki
kafirler iman getirmeleri için peygamberliğin herkese
verilmesini şart koşuyor ve kendilerinin de bu makamdan bir
pay sahibi olmaları gerektiğini öne sürüyordular. Ama Allah-u
Muteal onların şartlarını reddederek peygamberliğin belli
kişilere mahsus olduğunu açıkça belirtmiştir.
|