Kur'an-ı
Kerim'de adı övgüyle geçen namlı kadınlardan
biri de Hz. Âsiye'dir. Yaşadığı dönemde
Mısır'ın en ünlü kadını ve bu tarihî ülkenin
zalim ve kan içici imparatoru Firavun'un
eşiydi. Bugün Firavun'un insanlık tarihine
kendi adıyla geçen akıl almaz zulüm ve
adaletsizliklerini bilmeyen, işitmeyen
yoktur. Onun için Firavunun zulümlerini
teferruatlıyla anlatmaya gerek görmüyoruz.
Firavun da Bâbil padişahı Nemrud gibi hem
tanrılık iddiasında bulunuyor, hem de halkın
duygularını sömürerek geleneksel put
inancını korumaya çalışıyordu.
Halkın geri
kalmışlık ve cehaletinden faydalanan Firavun,
sadece ilahlık iddiasında bulunmakla kalmadı,
işi daha da ileri götürerek "ilahların ilahı"
olduğunu söyledi. "Dedi ki: Sizin en yüce
Rabbiniz benim."
Firavun'un
böyle aşağılık ve kötü bir insan olmasına
karşı, karısı Âsiye âdeta temizlik,
dürüstlük, iffet ve asalet timsaliydi. Halk,
onun kocasının korkusundan rahat bir nefes
alamaz ve geceleri dahi rahat uyuyamazken o,
Allah'a tam bir inanç ve kendine güvenle
yaşamını sürdürüyor, Firavun'un hemen yanı
başında yaşıyor olmasından zerrece etkilenip
dehşete kapılmıyordu.
Nil kraliçesi
Âsiye, Allah Teâlâ'nın indinde öylesine has
bir makama ulaşmış ve Allah'ın yakınlığını
kazanabilmiştir ki, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)
şöyle buyurmuşlardır:
"Kadınlardan
kâmil olanlar dört kişidir: Firavun'un
karısı Âsiye, İmran kızı Meryem, Huveyled
kızı Hatice ve Muhammed (s.a.a) kızı Fâtıma."
"Cennet
kadınlarının en iyisi şu dördüdür:
Firavun'un hanımı Müzâhim kızı Âsiye, İmran
kızı Meryem, Huveylid kızı Hatice ve
Muhammed (s.a.a) kızı Fâtıma. Bunların en
üstünüyse Fâtıma'dır."
Kişiliğin
gelişmesi, insanî vazifelerin bilincinde
olma ve Allah'a iman, bir kadını öyle bir
mevkiye yükseltiyor ki, Firavun'un evinde
yaşadığı halde, cennet köşklerinin sakini
oluyor ve dünyanın en seçkin dört kadınından
biri olma makamına ulaşıyor.
Âsiye, bir
lahza olsun kocasının işlediği zulüm ve
haksızlıkları hoş karşılamadı, bir defa
olsun onun safında yer almadı. Erkek çocuk
doğururlar da büyüyünce onun yaptığı zulüm
ve haksızlıklara karşı çıkarlar korkusuyla,
Yâkup soyunun hamile kadınlarının karnını
deşip bebeklerini diri diri parçalayan kan
içici kocasının bu vahşiliklerine karşı bir
kez bile lâkayt davranmadı.
İşte bu sıfata
hâiz bulunan Mısır'ın bir numaralı kadını
Âsiye, saraydaki odasında oturduğu bir
sırada Nil nehrinin ortasında yuvarlana
yuvarlana sulara batıp çıkan bir sandık
görünce saray muhafızları ve nedimelerine,
gidip o sandığın içine bakmalarını emretti…
Görevliler,
bir süre sonra gelerek, sandığın içinde
güzel bir oğlan çocuğu bulunduğunu
söylediler. Gelecekte Allah'ın peygamberi
olacak ve Firavun'un saltanatını yerin
dibine geçirecek olan İmran oğlu Musa'ydı bu…
Bebeği alıp
Âsiye'ye getirdiler…
Âsiye bunun
nur topu gibi bir oğlan çocuğu olduğunu
görür görmez, zavallı annesinin onu,
Firavun'un korkusuyla Nil'e bıraktığını
anlamıştı. Bu nedenle, bu çocuğu evlâtlık
olarak yanına almaya ve onu bizzat büyütüp
yetiştirmeye karar verdi. Ne pahasına olursa
olsun bunu yapacaktı, ne olacaksa varsın
olsundu!…
Firavun
içeriye girip de çocuğu görünce yüreğine bir
korku düştü; gelecekte ne olur ne olmaz
endişesiyle, derhal öldürülmesini emretti.
Fakat Âsiye var gücüyle karşı çıktı ona:
"Firavun'un
karısı dedi ki: Benim için de senin için de
bir göz aydınlığıdır o; onu öldürmeyin;
umulur ki bize yararı dokunur, yahut onu
evlât ediniriz.…"
Firavun razı
olmuştu. Onun da izniyle Musa artık sarayda
kaldı ve bizzat kraliçe tarafından, onun
özel sevgi ve ihtimamıyla büyümeye başladı.
Musa,
peygamberlik makamına vardığında ve daha
ileride de belirteceğimiz gibi, tekrar
Mısır'a dönüp Firavun ve onun putperest
kavmine tebliğde bulunduğunda, Âsiye derhal
ona uyarak Rabb'ul-Âlemîn'e iman getirdi,
ancak, imanını Firavun'dan gizledi.
Âsiye,
yıllarca gizliden gizliye Allah Tealâ'ya
ibadet ediyor ve Musa'nın kılavuzluğuyla
imanını gizliyor ve koruyordu. Ama bu, böyle
devam etmedi ve günün birinde sırrı açığa
çıktı. Kocası Firavun yıkılmış, öfkesinden
âdeta çılgına dönmüştü. Firavun, önce
kraliçeyi inancından vazgeçirmeye çalıştı;
onu caydırabilmek için her yolu denedi, her
hileye başvurdu.
Bazen tehdit
ediyor, bazen tatlı laflar ve boş vaatlerle
onu kandırmaya çalışıyordu. Ancak bütün
bunlar boşunaydı. Âsiye, bütün varlığıyla
Allah'a inanmıştı bir kez… Nil'in getirdiği
ve kendi elleriyle büyütüp yetiştirdiği o
çocuğu peygamberlik makamına ulaştıran ve en
büyük mucizesi olan "ışıl ışıl parlayan
bembeyaz elleri" ve mâlum asâsıyla, onu,
Firavun ve putperest kavmini hidayet etmekle
görevlendiren Allah'a…
Âsiye'nin
benliğinde kâinatı yaratan, dağları, ovaları,
denizleri, dereleri, tepeleri, ormanları…
kısacası her şeyi yoktan var eden, yerin ve
göğün sahibi Allah Tealâ'ya iman ve Musa'nın
söylediklerine karşı tam bir inançtan başka
bir şey yoktu. Ne Firavun'dan zerrece korkup
ürküyor, ne de bu cellat ruhlu dinsiz
katilin eşi ve koca Nil'in yegâne kraliçesi
olduğuna seviniyordu…
Zihni sadece
bir şeyle meşguldü onun: Firavun'un hidayet
bulması ve bu cani ruhlu hayvanın günün
birinde adam olması!… Onun da kendisi gibi
yegâne ilâh olan Allah Tealâ'ya inanarak
sığınmasız zavallı halka zulüm ve işkence
etmekten ve milleti yok oluşa sürüklemekten
vazgeçmesini istiyordu. Ne var ki Firavun,
artık dönüşü olmayan bir yoldaydı.
İlahlık
iddiasına kalkışan, hem de "ilahların ilahı"
olduğunu öne sürerek kendisinden daha üstün
hiçbir şey kabul etmeyen Firavun gibi
birinin, Musa'nın buyruğuna boyun eğip
ilahlık iddiasından vazgeçmesi ve sıradan
bir insan gibi; "Allah'ım, beni affet!"
demesi mümkün olabilir miydi acaba?!
Sonunda
Firavun, Âsiye'ye, ya Allah'a, ya da ona
iman etmesini önerdi. İkisinden birini
açıkça tercih ve ilan edecekti: Ya Musa'nın
sözlerine inanacak, onu izleyecek ve Allah'a
iman etmek suretiyle her türlü işkence ve
kötü hadiseye karşı kendisini hazırlayacaktı;
ya da tıpkı geçmişteki gibi bütün haşmet ve
şatafatıyla Nil'in kraliçesi ve Mısır'ın en
ünlü kadını olarak kalacak ve putlara
tapınmayı kabullenerek, Firavun'u "ilahların
ilahı" olarak benimseyecekti!
Âsiye, Allah'a
imanı ve Musa'ya inanmayı tercih etti.
Doğru ve hak
inancından vazgeçmeyeceğini bildirdi
Firavun'a…
Musa'nın
getirdiği mucizeleri görerek bütün kalbiyle
âlemlerin rabbi Allah'a inanmış bulunan ve
Firavun'un alabildiğine zâlim, aşağılık,
keyfine düşkün olduğunu anlamış bulunan
ferasetli ve cesur Âsiye, Firavun'un kendisi
gibi günün birinde zeval bulup yokluğa
karışacak olan sarayında görünüşte görkemli,
gerçekte ise zelil ve aşağılık bir müreffeh
hayat sürdürmektense Allah Tealâ'nın
indindekine rıza göstermeyi, kalıcı ve
sonsuz olan ilâhî rızayı geçici ve iğrenç
olan nefsânî rahata tercih etmeyi yeğ buldu.
Bu yolda her
şeyi göze almış; canı pahasına da olsa
Rabbine itaat yolunda zalim Firavun'a âsi
olmaya azmetmişti…
Âsiye'yi
inancından vazgeçiremeyeceğini anlayan
Firavun, sonunda onun çarmıha gerilmesini
emretti. Âsiye'yi çarmıha gerdikten sonra
başını büyük bir taşla ezerek öldürdüler…
Âsiye'nin can
verişi çok feci oldu…
Ne var ki,
cellatlarının gözünün önünde işkenceyle can
verirken Allah'a yalvarıyor, O'nu
zikrediyordu. Kur'an-ı Kerim, onun işkence
sırasındaki o dayanılmaz durumuna işaretle
şöyle buyurur:
"Allah,
imanı tam olanlara Firavun'un karısını örnek
verir; hani o demişti ki: "Rabbim! Bana
kendi katında, cennette bir ev yap, beni
Firavun ve işkencesinden ve onun
zalimlerinin elinden kurtar!…"
Evet… Âsiye,
Firavun'un işkencecilerinin dayanılmaz
işkenceleri altında acıyla can verdi; fakat
adı, yeryüzü durdukça, dünya tarihinde ve
biz Müslümanların biricik kitabı Kur'an-ı
Kerim'de, "dünyanın gelmiş geçmiş emsalsiz
ve en büyük kadınlarından biri" olarak bâki
kalıp, ölümsüzleşti.
|